@sevdacicek
|
MERHABA BÖLÜM GEÇ GELDİ AMA ANCAK YAZABİLDİM. İYİ OKUMALAR
Hayatımızın herhangi bir döneminde en az bir defa bile olsa seçim yaparız. Ya buna zorlanırız ya da kendi isteğimizle yaparız. Şayet biraz önce duyduklarım kulaklarımın uğuldamasına, beynimde cevapsız birçok soru barınmasına neden oldu. 'Kızım Eda ile Cesur'un evlenmesini istiyorum. Sen ne diyorsun bu duruma Cesur amca?' Ruhum... bedenimden çekiliyor sanki. Gözlerim fersiz kalmışta yalnızca onda can suyu bulacakmış gibi onun gözlerine mıhlanıyor. Cesur Ali'nin... Duyduklarıyla birkaç ton koyulaşmış gözleri benim bulutlanmış gözlerimle buluştuğunda onda gördüğüm ifade hiçbir şeyden haberi olmadığını anlamama yetiyor. Kenan Bey'in kurduğu cümleyle Ali'nin odağı ben oluyorum. Bana bakarken onu ilk defa böyle görüyorum. Koyulaşmış gelinciklerinde bunu duymayı beklemiyor ve her an bu cümleleri sarf eden adamın üzerine atlayacakmış gibi bir ifade geçiyor. Benim gözlerimde ne gördü bilmiyorum ama kafasını iki yana sallayıp bana özür diler gibi bir ifadeyle bakıyor. Neden? Bunları görmemi istemeseydi, göremezdim. Önce kaşları çatılıyor ardından öfkeyle ayağa kalkıyor. Kararmış gözleri Kenan Bey'in üzerindeyken eli her sinirlendiğinde olduğu gibi saçlarını kafasının üzerinden öne doğru yatırıyor. Susuyorsa bu dedeme olan saygısındandı. Ondan gözlerimi ayırdığımda herkesin kaşlarının çatık olduğunu görüyorum. Sadece Beliz Hanım gülümseyerek bakarken Eda umutla bakıyor. Böylece buraya ne için geldikleri anlaşılıyor. "Anlamadum Kenan. Senun kızunla benum torunumun ne ilgisi var da böyle uluorta bu konuyu açaysun bana?" Dedem çatık kaşlarıyla sorduğu sorunun cevabını almak ister gibi önce Ali'ye ardından Kenan Bey'e bakıyor. Çaylarımızı içerek sohbet ederken Kenan Bey'in tabiri caizse kıvranışıyla dedem onların buraya bir şey söylemek için geldiklerini anlıyor. O yüzden üstü kapalı bir biçimde ağzındaki baklayı çıkarmasını istediğini belirtiyor. Şimdiyse dedem başta olmak üzere hepimiz Kenan Bey'in böyle bir konuyu dile getirmesinin nedenini anlamaya çalışıyoruz. İkisi arasında bir şey olduğunu kimsenin düşünmediğini yüz ifadelerinden anlıyorum. Çünkü Ali söylerdi. Bunu buradaki herkes biliyor. İlk duyduğumda boşluğa düşmüş gibi hissettim. Anlam veremedim. Nasıl olur? dedim. Ama hepsi onunla göz göze gelince geçti. Onda gördüm, gözlerinde. Böyle bir şeyin olmadığını ve asla olmayacağını. Gülce yengem ve annemle bakışıyoruz. Annem ve yengem bakışıyor. Anneannem ve teyzem fısır fısır konuşuyor. Yengemin anneme kısa bir şey söylediğini görüyorum. Eda, babası konuşmaya başlamadan önce annesinin yanına geçmişti. O yüzden bu kadar rahat durum değerlendirmesi yapabiliyorlar. Yavuz dayım, Kenan Bey'den gözlerini ayırmıyor. Anlamaya çalışır gibi bakıyor. Dedim ya kimse beklemiyordu. Herkes şaşkın. Kenan Bey gülümseyerek "Cesur'u çok sever, ona güvenirim. Kızımı ona emanet etmek istiyorum." diyor. Ardından Ali'ye bakıyor ama aynı karşılığı alamıyor. Şayet Ali, ona boğacak gibi bakıyor. Adam resmen emrivaki yapıyor. Cesur'un bundan başka şansı yok der gibi. Eda'ya kayıyor gözlerim. Babasını hevesle dinliyor. Sinirle derin bir nefes alıyorum. Malum konu açılmadan hemen önce çay doldurduğum üzerinde buharı sinirlerimin tepemde tüttüğü gibi tüten bardağımı elime alarak tek dikişte bitiriyorum. Ardından elimin ayarına hakim olamayarak önümdeki masaya bardağı pat diye vuruyorum. Bu tepkilerim yanımda olduğum abilerimin, ikizlerin ve çocukları uyutup yanımıza gelmiş olan yengelerimin dikkatini çekiyor. Bana bakıyorlar. Yengelerim ve Ali'nin ikiz kardeşi olan yangazlar imayla bakıyor. Abimlerin yüzüne bakmadan diğerlerinden gözlerimi kaçırıyorum. Yiğit abi hariç kendi abilerimin bana çatık kaşlarla baktıklarını biliyorum. Ayrıca Yiğit abinin de sırıttığına en az abimleri tanıdığım kadar eminim. Bunlar olurken iyi ki Ali'nin dikkati bizde değildi. Çünkü çayı sıcak içmemden dolayı kafamı ütüleyeceğini biliyorum. Kaç yaşına gelirsem geleyim bu huyundan asla vazgeçmiyor. Dedemin sesiyle dikkatimi o tarafa veriyorum. "Rızam yoktur Kenan. Böyle bir şeyi sen söylemedun ben duymadum." Tekrar derin bir nefes alırken gözlerimi kapatıyorum. Kendimi hemen toparlayıp göz kapaklarımı geri açıyorum. Anında onunla bakışlarım kesişiyor. Az önce verdiğim tepkileri görmüş olma olasılığı ki muhtemelen gördü beni utandırıyor. Ama daha sakin görünüyor gözüme. Çünkü Cesur Ali'nin öfkesi hoyrat bir fırtına gibi. Yıkıp geçer herkesi. "Çocuklara da sorsaydık Cesur amca. Bir tanışsaydılar birbirle-" Kenan Bey'in tebessümü solmuş diretmeye devam ediyordu ki Ali'nin daha fazla bu ısrara tahammülü yokmuş gibi -gibisi fazla olmadığı ayan beyan ortada- saygısızlık olup olmayacağını umursamadan adamın sözünü kesiyor. "Kenan Bey! Kendi kararlarımı alabilecek yaştayım. Kızınızda ne gönlüm ne de gözüm var. Bu konu burada bir daha açılmamak suretiyle kapansın." Tahammülsüzce bakıyor Kenan Bey'e. Esip gürlemesi an meselesi gibi. Bu durum Kenan Bey'in hoşuna gitmemiş olacak ki düşmanca bakıyor Ali'ye. Sanki buraya gelip olmaz dendiği halde ısrarla direten o değilmiş gibi Ali'ye öfkeleniyor. Konuşmak için ağzını açıyordu ki dedem konunun uzayacağını anlayarak bu konuyu kökünden halletmek istiyor. Şayet az sonra söyleyeceklerinin başka bir açıklaması olamaz. "Cesur ve Elfida sözlü. Bu konuyu tek bir yerde dahi duymak istemeyrum. Konu kapanmiştur." Salondan çıt çıkmıyor. Nefesim boğazıma kaçıyor, tepki vermemek için zor toparlıyorum. Ali'ye bakıyorum hemen. O da bana bakıyor. Bunu onun da beklemediği belli. İkinci şoku da burada yaşıyoruz. Çünkü ortada böyle bir şey yok. Ali'nin ifadesiz yüzünden bakışlarımı alıp salonda gezdiriyorum. Herkes şaşkın ifadesini gizlemeye çalışıyor. Dedemin sesini duyuyorum tekrar. "3 gün sonra yüzükleri takulacak. Bu konuyu özel olarak önce bana söylemeliydun Kenan. Hayatta bilmediğumuz şeyler olabiliyor. Böyle şeyler herkesun içinde söylenmez." Kenan Bey daha fazla mahçup olmasın diye sonlara doğru sesini yumuşatıyor. Ama sesinin tonunda bir şey fark ediyorum. Sözlerinde başka bir şeyi kastediyormuş gibi bir ima var sanki. Kenan Bey tebessüm etmeye çalışarak konuşuyor. "Öğrenmiş olduk Cesur amca. Gençlere hayırlı olsun o zaman. İzninizle." Oturduğu yerden kalkıyor. Ben gözlerimi Ali'ye kitliyorum. O da öyle yapıyor. Bir takım konuşmalar duyuyorum ama anlayamıyorum. Yine de Kenan Bey ve ailesini kapıdan geçirmek için çıktıklarını anlayabiliyorum. Gözüm anlık Eda'ya değiyor. Dolu gözlerle bize bakıyor. Gülce yengem Eda'yı kapıdan dışarı çıkardığında bakışlarımı çekiyorum onlardan. Yengemle birlikte Yavuz dayım, babam, annem, teyzem ve Kerim eniştenin de çıktığını salonda göz gezdirince fark ediyorum. Dedem ve Fatih dayım neden gitmedi? "Ha bu neydu şimdu." diyen anneanneme kulak veriyorum. Dedem düşünceli görünüyor. Bize açıklama yapması gerekiyor. Neden böyle bir yalan ortaya attı. "Kız yeni gelin. Bir kahveni içeriz artık." dediğini duyuyorum ikizlerden Karan'ın. "Ben hemen içmek isterim kahveni yenge hanım." diyor diğer ikiz Kağan. Birbirlerine bakıp sırıtıyorlar. Onlara bakarak gözlerimi deviriyorum. Alparslan abimin eşi Belinay yengem ve Yiğit abinin eşi Ahu yengem de onlar gibi kıkırdıyor. "Daha çok kurşunumun tadına bakmak istiyormuşsunuz gibi geldi." diyorum kaşlarımı çatık elimi beylik tabancama atarken. Hâlâ sırıtırken ellerini fermuar niyetine dudaklarına götürüp aynı anda yanlarındaki küçük masaya vuruyorlar Allah korusun dercesine. Metehan ve Karahan abim ikizlerin ayağına tekme atıyor. Yangaz ikizlerin yüzleri buruşurken uslu ikizler aynı anda sırıtıp yumruk tokuşturuyor. İkiz olduklarını bir kere daha kanıtlıyorlar. Alparslan abim ve Yiğit abi uzanıp enselerine vuruyor yangazların. Alparslan abimin kaşları çatıkken Yiğit abi sırıtmasını gizlemeye çalışıyor. "Ula ne ettuk şimdu." diye homurdanıyor yangazlar. Kafamı iki yana sallayıp derin bir nefes veriyorum bu hallerine. Çocuk gibiler. Gören 25 yaşında olduklarını kesinlikle düşünmez. Dedemin olmayan sözü ortaya atması beni tedirgin ediyor. Ne düşündüğünü çok merak ediyorum. Kafasını pencereye çevirmiş ne düşünüyor acaba. Yavuz dayımın sesini duymamla kapıdan içeri girmesi bir oluyor. Öfkeyle koltuğa oturuyor. Tedirgince yerimde kıpırdanıyorum. Bu olmayan söze mi kızdı acaba. Kimsenin haberi yoktu ama dayımın bu sözü istememesi ne kadar doğru olmasa bile beni üzer, biliyorum. Neden üzüleceğim? Cesur Ali... Şimdi değil Gonca, şimdi değil. Kaşlarımı çatıyorum düşüncelerime. Dayımdan aldığım gözlerimi dışarıdan gelen diğerlerine sabitliyorum. Onların da dayımdan pek bir farkı yok. Dışarıda bir şey olmuş. Anlık Ali'yle gözlerimiz çakışıyor. Onun da bir şeylerden süphe ettiği anlaşılıyor. "Kızıyla oğlumu evlendirecekmişum. Yok daha neler. Adama bak gelmuş ne diy." Dayımın hararetli sesiyle odağımı değiştiriyorum. Derin bir nefes alıyorum duyduklarımla. Kızdığı o konuymuş, söz değil. Sonra kendime geliyorum. Söze kızmadığı için neden rahatladım? Belki Cesur Ali istemiyor. İstemeseydi bunu böğürerek dile getireceğine eminim. Sen de istiyorsun demek Tövbe estağfurullah. İçimden kendi kendime konuşuyorum. "Bu adam dert açmasa bari başımıza." Kerim eniştenin söylediğiyle kaşlarımı çatıyorum. Kızını onu istemeyen birisiyle evlendirmeye bu kadar gönüllü değildir herhalde. "Neden olsun enişte?" Ali'nin sorduğu soruya mantıklı bir cevap arıyorum ben de. "Olmaz bela falan dert etmeyin. Güzelce konuşarak ayrıldık." diyor babam. "Hele bir bela olsun kabus gibi çökerim onun tepesine." diyor dayım da hiddetle. Dayımın neden bu kadar sinirli olduğunu anlayamıyorum. Öyle ki bazen şivesi bile kayıyor. "Bir şey yok yeğenim biz sizin söze bakalım." Kemal eniştenin dediğiyle bakışlar dedeme çevriliyor. İtirazımız olsa bile bu burada söylenecek şey değil. Üstelik bizim dedemize ve kararlarına saygımız dedemin yaşından bile daha fazla. Onun da zamanı gelir. Fikrimizi soracaklardır. Beni destekler gibi hemen sonra dedem konuşuyor. "Cesur, Elfida yukarı gelin." Kafasını çevirip bize söyledikleriyle ayağa kalkıyorum. Dedem çoktan merdivenleri yarı etmişti bile. Peşine takılıyorum dedemin. Ardımdan duyduğum ayak sesiyle Ali'nin arkamda olduğunu anlıyorum. Peş peşe dedemin yanına üst kattaki balkona çıkıyoruz. Dedemi yine dışarıya bakarken düşünceli görüyorum. Geçip karşısına oturuyoruz. Önce biraz sessizlik karşılıyor bizi, ardından da dedemin bakışları. Bize bakarak kafasını aşağı yukarı sallıyor bir şeyden tamamen emin olmuş gibi. "Sizu şuan zorlamak istemeyrum ama ha bu evliluğun olmasuni isteyrum. Birbirunuzu ancak siz tamamlayabilirsunuz. Yanımda büyüdünüz. Bu kararumdan oldukça eminum. Herhangi bir itirazunuz var mudur?" Ona karşı çıkmamızı istemeyen bir tonda konuşan dedemin ne kadar kararlı olduğunu oldukça iyi anlıyorum. Ali'ye bakmak için kafamı yanıma çevirdiğimde onun zaten bana baktığını görünce anında dedeme dönüyorum. Ayıp olurdu, utanırdım. Herhangi bir şey söylemek için Ali'nin beni beklediğini biliyordum. Bu yüzden ilk konuşmaya ben başlıyorum. Onun bir itirazı olmadığını görebiliyorum. Sessizliğe gömülerek bütün kararı bana bırakıyor. Neden Cesur Ali, neden? Boğazımı temizleyerek oturduğum yerden biraz öne kaykılıyorum. "Sen nasıl uygun görürsen dede." diyorum arada halıya arada dedeme bakarak. Yanımdan rahat bir nefes alış sesi geliyor. Dedemin ışıldayan gözleri ve tebessüm eden ifadesiyle beklediği kararı vermiş oluyorum. İşime geldi demiyorsun da İç sesimi duymazdan gelerek dedemin öne uzattığı elini öpmek için ayağa kalkıyorum. Neden Ali'nin cevabını da beklemediğini düşünürken onun cevabını en başından beri biliyor olduğu gerçeğiyle yüzleşiyorum. Dedemin elini öpüp alnıma koyuyorum. Benden sonra Ali de aynısını yapıyor. Dedem ayağa kalkıp bir elini onun bir elini benim omzuma koyarak gülümsüyor. Birazdan gelin diyerek ardını dönüp merdivenlerden iniyor. Ali ve ben kalıyoruz, konuşmak için. Yan dönüp ona bakıyorum. Onu ise her zamanki gibi bana bakarken yakalıyorum. Bunlar ilk değil. Onun mavi gelincikleri çoğu ortamda benim üzerimde oluyor. Sanki sadece böyle mutlu oluyormuş gibi. Sanki aynı ortamda bulunmamızın tadını çıkartıyormuş gibi. Beni zihninin en derinlerine kazır gibi. Düşüncelerimle birlikte bakışlarımı denizlerinin hoyrat fırtınasından alıp saçlarına odaklıyorum. Bu konuda dayıma değil yengeme benziyor. Dayımın saçları sarıyken onun ve yengemin simsiyahtı. Hatta onun saçları yengeme göre çok daha siyahtı. Yumuşak olduğuna emin olduğum siyah saçlarının kesimi onun bir asker olduğunu gösteren en büyük etken. Bakışlarımı biraz daha aşağıya indiriyorum. Kömür karası kaşları şuanın aksine genellikle çatık oluyor. Biçimli dudakları ve sakalsız yüzüyle içim bir hoş oluyor. Herkesin aksine doğuştan kavisli bir buruna sahip. Ama yüzü biraz solgun görünüyor gözüme. Göz altları uykusuz olduğu izlenimi veriyor. Kendine iyi bakamıyor mu? Bense altınsarısı saçlara sahibim. Gözlerim annemden yeşil, babamdan mavi renk alarak ikisinin ortak kullandığı bir alan gibi gözbebeklerime sahipler. Dudaklarım kendi tonunda kırmızıydı. Kendi yansımamı onun gözlerinde görebiliyorum. Kirpiklerinin altından bana olan bakışlarıyla irkiliyorum. Bir rüyadan uyanmışçasına kendime geliyorum. Kaç dakikadır onu izlediğimi bilmek dahi istemiyorum. Ki iki yana kıvrılan dudaklarıyla bunun kısa bir süre olmadığına emin oluyorum. Boğazımı temizleyerek bir adım geri gidiyorum. "Aşağıya inelim mi?" diyorum ardından. Tekrar ona bakıyorum. "Konuşmalıyız." diyen net ama yumuşak sesini işitiyorum. Tam bir şey diyecekken gözlerindeki müziplikle tekrar konuşuyor. "Aslında çoktan konuşmuştuk ama 3 dakikamızı susarak yemiş olabilirsin." Sözleriyle utanıyorum. Beyaz yüzümün bana kattığı dezavantajla yanaklarım kızarıyor. Bu yüzden bazen keşke onun gibi esmer olsaydım diyorum. Ben yerdeki halıya bakarken iç çektiğini duyuyorum. Kalktığımız yere geçip oturmadan önce gel oturalım diyor ondan asla duyulmayacak şefkatli bir ses tonuyla. Geçip yanına oturuyorum. Derin bir nefes alıp söze başlıyor. "Gonca. Eğer bu evliliği istemiyorsan bana söyle. Hallederim." Sözleriyle kafamı kaldırıp ona bakıyorum. O da hemen sonra kafasını yerden kaldırıp bana bakıyor. Nasıl baktığını göstermediği için anlayamıyorum ama buna rağmen tedirgin olduğunu görebiliyorum. O bordo bereli bir asker olabilir ama ben de yeşil bereli bir polisim. "Sen bu evliliği istiyor musun Cesur Ali?" Gözlerinin tam içine bakarak sorduğum soruyla kısa bir müddet duraklıyor. "İstiyorum." Bildiğim cevabı bir de ondan duyuyorum. Bilmediğimse neden istediği. "Neden?" Bunu soracağımı biliyormuş gibi gözlerini kapatıyor. Az sonra açıp gözlerime bakarken yutkunuyor. Vereceği cevabı biraz merakla ve çokça içimde neden olduğunu bilmediğim bir kıpırtıyla bekliyorum. "Tek yarenim ancak sen olabilirsin." Verdiği cevapla nutkum tutuluyor. Şaşkınlıkla ona bakıyorum. Ne bakışlarımı gözlerinden çekebiliyorum ne de tek kelime edebiliyorum. Kalbim hızlanıyor, içimdeki kıpırtı beni çepeçevre sarıyor. Bir süre hiçbir şey düşünemiyorum. Yalnızca verdiği cevap aklımda dönüp duruyor. Bu da beraberinde yeni soruları meydana getiriyor. Neden? Neden sadece ben? Aklımı başıma getiren yine o oluyor. Koltuktan ayağa kalkıyor ve gerginlikle kafasının arkasındaki saçlarını karıştırıyor. Bu hareketiyle tamamen kendime gelip kontrolümü elime alıyorum. Daha doğrusu beynime. Ben de ayağa kalkıp aşağıya inmemiz gerektiğini ona hatırlatarak merdivenlere yürüyorum. O da arkamı dönmeden önce kafasını sallıyor ve peşime takılıyor. Merdivenlerden inince herkesin burada olduğunu görüyorum. İlk annem ve Gülce yengemle göz göze geliyorum. Bakışlarımı kaçırıp ikisinin arasına oturuyorum. Ali de babasının ve babamın arasına oturuyor. Bakışlar bize dönüyor. Ben utandığım için kimseye bakmıyorum. "Son kararunuz nedur?" Yavuz dayımın oğluna ve bana hitaben sorduğu soruya oğlu cevap veriyor. "Evleniyoruz." Bu cevap salondakiler tarafından beklediğimden daha çok coşkuyla karşılanıyor. Yangaz ikizler ıslık çalıp ayakta alkış tutarken Ahu yengem ve Belinay yengem de onlara katılıyor. Yiğit abinin gülerek sonunda be diyişini herkes duyuyor. Gülüyorum şaşkınlıkla. Abilerimin omuz omuza vermiş yine kapturduk kardeşimuzu diyerek homurdanmalarını duyunca istemsiz kıkırdıyorum. Mızıkçı çocuklar gibi görünüyorlar gözüme. Annem ve yengem ayakta birbirlerine mutlulukla sarılırken dayım ve babamın Ali'nin omzunu pat patladıktan sonra erkekçe tokalaşmalarını izliyorum. Kerim enişte ve Fatih dayım oturdukları yerde kolları birbirlerinin omzundayken gülüyorlar. Esma yengem ve teyzem de o arada ellerini havaya kaldırarak birbirlerinin eline çak yapıyorlar. Dedem bu tabloyu mutlulukla seyrederken anneannem başka dertteydi. "Uyy koçarim gülümle evleney. Allah'um şükürler olsun. Hemen hazurluklara başlayalum." Bütün bu olanları şaşkınlıkla izliyorum. Bütün sülale bizim evlilik haberini bekliyormuş resmen. İstemsizce sözcükler dilimden dökülüyor. "Bu haberi mi bekliyordunuz sevinmek için. Dedem çok büyük sevap işlemişte haberimiz yok." Cümlelerim soru değil tamamen şaşkınlık içeriyordu. "Bu kadar sevineceğinizi bilseydim daha erken karar verip söylerdik." Ali'nin şaşkın sesiyle salonda kahkaha tufanı kopuyor. "Olsun oğlum. Geç olsun da güç olmasun." Gülüşünün ardından dayım konuşuyor. "Güç demişken abi, Kenan sizi sinirlendirecek bir şey mi söyledi? Çok sinirliydiniz." Fatih dayımın, Yavuz dayıma sorduğu soruyla herkesin gülüşü siliniyor. Şimdi de merakla onları yolcu eden büyüklerimize bakıyoruz. Bu sürede ayakta olanlar da yerlerine oturuyor. Bizden bir şey sakladıklarını düşünüyorum. Kenan Bey'in bildiği ama bizden saklanan ve öğrenmemizi istemedikleri bir şey. Kerim eniştenin konuşmasıyla can kulağıyla onları dinliyorum. "Onun amacı en başından belliydi. Eline geçen durumları kahpece değerlendirmeye alışık o. Ama bu kez bir şey yapamayacak. Olması gereken olacak." diyor son cümlesinde Ali ve bana bakarak. "Hiçbir halt yapamaz. Ateş olsa cürmü kadar yer yakar." diyor dayım sesinden bile hissedilecek öfkeyle. Dedem sessizliğini bu konuda neden koruyor anlayamıyorum. Kenan Bey'i sevmediklerini biliyorum ama yine de bu kadar konu olmazdı evimizde. Ne olduysa bu kez çok celallendiler. Bu da saklanan şeyin önemini gözler önüne seriyor. Yine benden bağımsız dilim çözülüyor. Ama bu kez benimle aynı anda aynı şeyi biri daha söylüyor. "Bizden ne saklıyorsunuz?" Bu kişi Ali'ydi. Evleneceğim adam.
NE DÜŞÜNÜYORSUNUZ? AKLIMDA ACAYİP BİR ŞEY VAR. İYİ GÜNLER. |
0% |