@sevgiliavukat29
|
PARAMPARÇA UMUTLAR GÖKÇE KARAHAN Çok kez yeniden aramama rağmen telefonu açan olmadı. Hemen Şafak’ı aradım, telefon 3. çalışında açıldı ve Şafak’ın sesi duyuldu. “Buyurun prenses hazretleri.” deyip kahkahalarla gülmeye başladığında bağırarak susturabilmiştim onu. “Şafak seni de prenses hazretlerini de güzelce...Neyse kes boş yapmayı da odama gel bir şey yakaladım.” “Oo ciddiyiz bakıyorum bak sen benim sağlığımı çok kafana taktın iyiyim ben hem zaten beni düşünmen beni mutlu ediyor ama işlerini yap şirket bata...” “Şafak, çabuk!” Bağırışımla susmak zorunda kalmıştı. Bir konuşmaya başladı mı susmuyordu arkadaş, ben kendi kendime söylenirken kapı çaldı “Girebilir miyim prenses hazretleri?” Bu çocuk beni deli edecek prenses hazretleriymiş yok kraliçe Elizabeth. “Gel şu bilgisayara bak az önce İtalya’dan bir numara aradı açtım fakat bir ses gelmedi ben de seslendim duyan olmayınca tam kapatıyordum babamın sesi geldi Şafak, ben onun sesini duydum yıllar sonra kızım dedi bana baba dediğimde ise telefon suratıma kapandı. Araştırdım ama bulamadım tam yerini.” “Bir fikrin var mı?” Olsa sana niye sorayım Şafak “Yok, aslında bir ihtimal zorla tutuluyor olabilir ve şans eseri telefon bulup aradığını düşünüyorum.” “Sana bunu düşündüren ne peki?” Hiçbir ihtimali göz ardı etmek istemiyordu. “Hatırlarsan geçenlerde Norveç’teyken ilk evimize gitmiştim zaten o ev yangında hasar gördüğü için harabeydi biliyorsun içinde bir şeyler olduğunu hissettim ve içeriyi inceledim kapı kilitliydi bunu birinin sonradan yapmış olması gerekiyordu, daha sonra evin mekanizmasını buldum. Duvara bir tuğla parçası fırlattım. Birden içerisi zehirli gazla dolmaya başladı ki gözüme bir şey çarptı. Bu bir zarftı Şafak, kanla kaplı bir zarf içinden bir resim çıktı bak burada hatta.” Ceketimin iç cebine yerleştirdiğim resmi çıkartıp Şafak’a gösterdim. “Tanıdık geldi mi?” Şafak sorumla afallasa da dikkatle baktı resme, bir fikri olacak ki konuşmaya başladı. “Geldi, tanıdık geldi.” Pek de şaşırmamıştım. Herhangi birine benzemesi değildi önemli olan, kime benzediğiydi. “Kime benzettin Şafak?” Sorumla gülümsedi. “Karşımda ki güzeller güzeli hanımefendiye benzettim. Oldukça güzelsiniz her ikiniz de saç renginizden dudak yapınıza kadar her şeyiniz benziyor bana kalırsa.” Bu sefer ben de gülümsediğimde Şafak oturduğu yerden kalktı. Ona sorgulayıcı bakışlarımı attığımda açıklama yapma gereği duymuş olmalı ki: “Beni tıktın bu odaya ülkeme gelmişim gezemiyorum bile olmaz olsun böyle özgürlük daha bir sürü dükkâna girip alışveriş yapmam lazım ama buradan dışarı adımımı atamıyorum bırak ta biraz çıkayım dışarı, ay rahatladım yemin ederim içini dökmek ne kadar rahatlatıyor insanı böyle güzel bir şey olabilir mi? Ya keşke hep derdimizi dinleyebilecek robotlarımız olsa tüm gün onla konuşur...” Usandım artık bu çocuktan susmuyor arkadaş. “Çık Şafak!” Şok olmuş gibi baktı yüzüme, Ağzı 1 karış açık dedikodusunun yapıldığını duyan koca teyzelerin ayıpladığında yaptığı gibi sesler yapmaya başladı. Allah’ım akıllı bir insan göremeyecek miyim ben? “Nıck, nıck, nıck edep ahlak kalmamış bu nesil nasıl yetişiyor püh.” En son kışkışlayarak çıkartmıştım çünkü koltuğa tükürmüştü dengesiz herif. Bir ses geliyordu, Kafamı kaldırıp baktım ve tabi ki bu sesin sahibi ve kaynağı “Şafak Yamaç” ona ne yapıyor bu değişik der gibi baktığımda, püh deyip camları silmeye devam etti: Evet camları silmeye bu aralar bir temizlik sevdası var her tarafı bal dök yala yapıyor. “Yine mi temizlik Şafak sıkılmadın mı?” Elini ağzına götürerek abartı bir ifade verdiğinde sen iflah olmazsın der gibi baktım ona ama o yine konuşmaya başladı. “Temizlik imandan gelir imana dön putperest.” “Bir de bayıl istersen Feriha.” Bu sefer cidden bayılma taklidi yaptığında yerimden kalkıp yanına ulaştım, Onu tekmeleyerek kaldırdım. “Bacağımı hissetmiyorum Allah’ım sol bacağımı alma benden ne olur.” Ağlamaklı bir ses tonuyla konuşuyordu bu saçmalığa daha fazla katlanamazdım. “Bir kere de drama queen gibi davranma be adam, Yürü git kiminle konuşuyorsan konuş bana babamın yerini bul.” “Bence çok yakınımızda ama biz uzakta arıyoruz.” Dedi aniden ciddileşerek. “Hadi canım yemin et sende de ne cevherler varmış Şafak, Onu ben de biliyorum herhalde benim sabrımı sınama Şafak!” “Tamam ya ne kızıyorsun alt tarafı espri anlayışım fazla iyi.” Konuşacaktım ki konuşmaya devam etti. “Sizde yok ya espri anlayışı yadırgarsınız işte.” “Yürü git ben mi geleyim illa a... Her neyse sövmüyorum terbiyeli bir kadınım ben.” Topuklayarak çıkmıştı zaten konuşmamın yarısındayken. Telefon çalmaya başladı Türkiye numarasıydı bu sefer, Açtım. Kalın bir erkek sesi geldi kulaklarıma. “Buyurun.” “Gökçe Karahan’la mı görüşüyorum?” “Evet, Siz kimsiniz?” “Kendimi tanıtmadım değil mi, Ben Kılıç Arslan Demirel tanıştığıma memnun oldum küçük hanım. 11.11.2023 Türkiye/İstanbul Demirel Holding’in önünde dururken pek çok şeye imza atacağımı şimdiden biliyordum ki zaten hayatım batacağı kadar batmıştı, Kim girdiyse hayatıma hayatımın içine etmişti ama ilk defa güzel şeyler olacağını hissediyordum umarım hayal kırıklığına uğramazdım. Şirketin içine ilk adımlarımı atıp danışmaya ilerledim. “Merhaba Gökçe Karahan ben, Kılıç Bey’le görüşmeye gelmiştim.” Sekreter telefona uzanıp bir numara tuşladı ve benim geldiğime dair bilgi verip telefonu kapattı ve sonra bana dönüp konuşmaya başladı. “Kılıç Bey sizi bekliyor Gökçe Hanım,57. Kat en sondaki siyah kapılı oda.” Bunlar da sıkıldıkça kat çıkmışlar arkadaş 57 diye kat mı olur ya? “Tamam, işinize bakın siz.” Biraz kibar olmalıydım sanırım. Hızlı bir şekilde ilerleyip asansöre bindim ve 57. Katta asansör durduğunda asansörden inerek koridorun sonuna doğru yürümeye başladım. En az 20 dakikanın sonunda karşıma siyah kapılı oda çıkmıştı. Çalmaya gerek duymadan pat diye açtım kapıyı ve çalışan bir Kılıç’la karşılaştım. Kapıyı açtığım an bağırmaya başladı. “O kapıyı çalmadan açan her kimse o parmaklarını kır...” Kafasını kaldırmıştı, Beni görünce lafı yarım kaldı. “Kime sövdüğünüzün farkında olmanızı isterim Kılıç Bey.” Sövmeye devam etseydi bende ona söverdim. “Gökçe Hanım siz miydiniz fark etmedim.” Kafasını kaldırdığında onu inceleme fırsatı bulabilmiştim. Hafif esmer teni, koyu kahve saçları ve bunun yanında kendimi kaybedebileceğim bir orman kadar güzel ela rengi gözleri vardı. Ayağa kalkıp yanıma geldi, iri bir adamdı oldukça kaslı olduğu bu mesafeden de belliydi. Üstündeki takım elbiseyle mükemmel gözüküyordu. Bütün bunlar birleştiğinde ise fazlasıyla yakışıklı bir adamdı. “Oturun lütfen.” Deyip beni koltuğa yönlendirdiğinde oturdum ve konuşmaya başladım. “Hızlı olmanızı isteyeceğim çünkü oldukça meşgul bir insanım.” Tavrımla kaşları çatılsa da oda koltuğuna oturup konuşmaya başladı. “Bekletmeyeceğim zaten sizi, Geçen hafta babanızın cenazesini defnettiniz ama anladığıma göre babanızın yaşadığına dair şüpheleriniz var sizi bunun için çağırdım eğer siz de isterseniz birlikte çalışmak istiyorum, ilk karşılaşmamız hoş olmasa da yeni bir başlangıç olsun. Benimle çalışır mısınız Gökçe Hanım? Ha bu arada avukatlıkta ki başarınızı duymayan kalmadı.Avukatım olursanız çok mutlu olurum.” “Teklifinizi düşünmem gerekiyor, Bildiğiniz gibi başarılı bir avukat olduğum için çok yoğunum. Saati konuşmamız gerekiyor bana uyup uymadığını saatler ayarlanınca karar veririm. Eğer bana uyarsa benimle çalışmak sizin için bir şeref olacaktır.” Egoma karşın şaşırmıştı. Şaşırtmayı seviyorum ben ne yapayım. “Güzel şakalarınız var ayrı...” Lafını kestim. “Şaka yapmam.” Ciddi konuşmamla gülümsedi. Ayağa kalkıp yanıma geldi. “İncelememiz gereken dosyalar var Gökçe Hanım.” Dedikten sonra kapıyı açtı ve dışarı çıktı. “Bekleseydiniz çok daha iyi olurdu, Böyle şeylere pek tahammül edememem.” Bana döndü ve konuşmaya başladı. “Size göre ilerlersek 3 günlük işi 1 ayda anca bitiririz, Benimde sabrım pek yoktur.” Öküz, dağ ayısı. “O zaman yürüyün de dışarı çıkayım.” “Üşendim şu an yürümeye.” Onu ittiğimde dik duramadı ve kapıya tutunmak zorunda kaldı. Yanından geçtiğimde hayretler içerisinde bana bakıyordu hayır hiç mi yürüyen kadın görmedi de öküzün trene baktığı gibi bakıyor. “Spor falan mı yapıyorsunuz Gökçe Hanım?” Yok ben mutant olduğum için doğam gereği, Allah’ım sen sabır ver bu kuluna. “Bu sizi hiç alakadar etmez.” Ben kurtlar vadisi severim sen seversin sevmezsin beni ilgilendirmez. “Anlayamadım.” Kıt ya. “Bu sizi ilgilendirmiyor benim spor yapıp yapmadığımın işimizle bir ilgisi yok şu an anladığınızı varsayıyorum.” Anlamasa da açıklama yapmayacaktım zaten. “Hadi yapalım artı...” Konuşmaya başladığı sırada telefonu titremeye başladı. Titreşim modundaydı biri arıyordu yanlış görmediysem ki böyle bir ihtimal yok Fuat Erginoğlu yazıyordu. “Ne var Fuat?” Ha evet çok kibardı(!). İğneleyici bakışlarımı görmezden gelip adamı dinlemeye devam etti. 1 dakika 48 saniye sonra, evet saydım, tüm katı hatta tüm binayı inleten bir haykırış döküldü dudaklarından. “Anne!” Bağırmaya devam etti. “Anne yapamazsın, gidemezsin!” Etrafında gördüğü eşyaları yere, camlara fırlatıyor her tarafı yıkıp döküyordu. Bunu durdurmam gerektiğini fark edip yanına yaklaştığımda yaklaşmamamı söyleyerek ortalığı dağıtmaya devam etti. Sonunda dayanamayıp hızla bulunduğu yere doğru ilerledim. “Dur artık her neyse bunun için çevrene zarar veremezsin kes şunu!” Kolunu tutup bağırarak konuştuğumda sonunda durmuştu. Omuzları aşağı çöktü ve titrek bir sesle konuşmaya başladı. “Neden anne, Neden bıraktın beni? Sensiz yapamam anne, Sensin yaşayamam. Yanına geleceğim anne, sen beni bıraktın ama ben seni bırakamam anne.” Silahını çıkarıp aniden kafasına dayadığında hâlâ kolunu tutuyordum, tekrar konuşmaya başladı sesi artık kısık çıkıyordu. “Öldüreceğim kendimi yapamam ki annemsiz hem bırakmaz ki o beni şaka yapıyor bana, Çıkacak değil mi bir yerden? Hadi ama beni kandırmayın.” Silah tutan eline tekme atıp silahı yere düşürdüğümde Kılıç etrafta koşmaya başlamıştı. Annesine sesleniyordu ama annesi onu duyuyor muydu orası meçhul. “Anne neredesin oyun bitti çık hadi sen kazandın bulamadım seni?” Sonunda yere çöktüğünde rehberi açıp Şafak’a mesaj attım. Şafak Efendim güzelim. Hemen gel hızlı ol Nereye geleyim güzelim? Kılıç’ın şirketine, Kılıç iyi değil. Senden ses çıkmayınca gelmiştim zaten, Şirketin önündeyim. Telefonu kapatıp Kılıç’a bakmaya gittim. Hala sakinleşememişti. “Kılıç” Resmiyeti kaldırmıştım şu durumda bey demekle uğraşamazdım. “Gelir misin Gökçe?” Şaşırsam da yanına gittim. Hiç beklemediğim bir şey yaparak aniden kollarını belime sardı, Karşılık vermediğimde geri çekilmesi gerekirken daha sıkı sarmaladı beni. O sırada sekreter stüdyo odasından çıkıp ilerlerken birden bize döndü ve gözlerini devirerek uzaklaştı, Onun o gözlerini oymak istesem de şu an Kılıç yüzünden hiçbir şey yapmıyordum. “Kılıç bırak.” Bırakmadı. “Kılıç bırak dedim.” Zaten üzgün olduğundan itmedim fakat yavaşça uzaklaştırdım onu kendimden. “Kılıç tamam üzgünsün diye bir şey demiyorum ama abartma, Sırf bir olay yüzünden herkesi yok sayıp dilediğin her şeyi yapamazsın buna hakkın yok. Anladım annen vefat etti başın sağ olsun ama birisi ölünce hayat bitmiyor aksine farklı bir akışla devam ediyor onun için kalk ayağa göster annene gücünü bu şekilde mi annene kanıtlayacaksın sen kendini? Eğer düşmanın olsam bu halini görüp gülerdim Kılıç Arslan Demirel’e bak ne kadar güçsüz derdim. Bunu mu istiyorsun? Emin ol bu şekilde yaparsan düşmanların bu cümleleri sana çok güzel armağan edecekler. Şimdi kalk çabuk benim de kıymetimi bil, Bir daha böyle motivasyon konuşması zor bulursun.” Ayağa kalkıp yanıma yaklaştı, bana büyük bir gururla sarıldı bu sefer itmediğimde şaşırdı fakat asıl şok dalgası sarılışına karşılık verdiğimde geldi. Şaşırmamıştım sarılmasına ama şaşırdığım şey yanağımdan aşağı bir yaşın süzülüşüydü ama bu yaş benim değildi. Kafamı hafif kaldırıp Kılıç’a baktığımda gözünden bir damla gözyaşının kayıp gidişine şahit oldum. “Kılıç ağlama.” Dediğimde iki kelime döküldü dudaklarından. “Annem öldü.” Daha fazla dayanamayıp kollarımı ona daha sıkı sardığımda o da sanki ağladığını gizlemek istermiş gibi açık olan saçlarıma gömdü yüzünü. Elimi saçlarına atıp hafif hafif okşadığımda sakinleştiğini hissedebiliyordum. Ben Kılıç’ın saçlarını okşarken bir bağırış sesi geldi. “Gökçe!” Şafak gelmişti. “Geldin şükür Şafak, Sen gelene kadar Viyana’yı fethederdim.” Türklerden oluşan bir ordu ve benim gibi bir komutanla yapılırdı bu arada. “E fethetseydin.” Şafak’ın zekasına hayranım ya gerçekten. “Sus da Kılıç’ın odasından ilk yardım çantasını al gel.” Kılıç’ın eli kanıyordu, Cam kesmişti muhtemelen. “Gerek yok.” Kesin yoktur, Hemofili falansa ayvayı yedik. “Sus Kılıç zaten her tarafı yıktığın yetmiyormuş gibi elini de kesmişsin.” Sözlerimle gülümsedi. Harbi psikopat eli kanıyor ama Kılıç sırıtıyor benden pek bir farkı yok bu konuda zaten bu psikopatla en büyük farkımız merhamet, Kılıç belli etmese de merhametli bir adam ben acımasız bir canavarım. Kılıç’a yardım etmemin sebebi merhamet değil bana lazım olması. Onu kaybedemem çünkü işime yardımı olacak, Ona zarar gelmesine müsaade edemem çünkü babamı bulmamı sağlayacak. Menfaatlerim söz konusu olduğunda en ufak şey bile önemli benim için. “Yettim komutanım.” Prensesten komutana geçtik neyse komutan prensesten bin kat daha iyidir. “Boş boğazlık yapma Şafak, Kılıç’ın eline pansuman yap ben eve geçiyorum. Artık işi başka bir zaman hallederiz Kılıç.” Şafak elini ağzına götürdüğünde şaşkınlık içerisinde konuşmaya başladı. Ananı satayım o ortak iş yapacağımızı bilmiyordu, Çok yanlış anladı zihniyetine tüküreyim Şafak. “Ne işi lan? Oha ne ara? Vay arsızlar ben de sizi medeni insanlar sanırdım, hele sen.” Deyip eliyle beni göstererek konuşmaya devam etti. “Sen ne çapkın bir kızsın ya melek gibi adamı iki dakikada kötü yola düşürmüşsün yazıklar olsun size bu gençlerde hiç edep adap kalmamış püh gençlik bitmiş.” Deyip yanlışlıkla Kılıç’ın üstüne tükürmüş, Kılıç üstüne yürüdüğündeyse topukları götüne vura vura kaçmıştı. Hatta asansör geldiğinde cam kapıyı açık zannetmiş kapıya toslamıştı. Kılıç’a ve onun yaptığı kapıya söverek merdiveni tercih etmişti, Bütün bunlar 2 saatte yaşanmış ve ben Kılıç’ı odasına götürmüştüm. Göt herif pansumanı yapmadan kaçtığı için ben yapmıştım. Şimdi de garaja bebeğimi almaya gidiyordum, Hızla ilerlerken birisi koluma çarptı. “Çok özür dilerim fark etmedim kusura bakmayın lütfen.” Anlam veremiyordum koskoca merdivende neden dibimden yürüyor ki. İlerleyecekken ayağıma bir şey takıldı, Ayağımı kaldırdığımda topuğumun yanına resmen özenle bırakılmış bir çivi ve altında ufak kazılmış fakat üstü kapatılmış bir çıkıntı gördüm. Tırnağımla ittiğimde bir dinleme cihazı bulmayı beklemiyordum. Dinleme cihazını yerden alıp pasif hale getirerek ceketimin iç cebine attım ve adımlarımı hızlandırarak 3 dakika içerisinde garaja indim ve bebeğimin yanına ilerledim. Hızla Maserati’me atlayıp evime sürdüm. Binanın garajında bebeğimi bırakıp eve çıktım. Koltuğa yayıldığımda bildirim sesi geldi yalnızca sesini duysam da Bora’dan geldiğini anladım. Bora yakın zamanda teyzesini kaybetmiş, İntikamını almak istediğini söylemişti. Ben başkası için çalışmam ama ucu bana da dokunuyorsa içlerinden geçerim. Bora’nın teyzesi annem gibiydi, Annemi kaybettikten sonra o annelik yapmıştı bana. Bunu yapanları yaşatmayacaktım ama çok şanslılar yeni zehrimin testini onların üzerinde yapacağım, bu düşünce beni gülümsetirken kalkıp jakuziye girdim ve karşımdaki panodan bildirimi kontrol etmeye başladım. Meryem’di teyzesinin adı, Çok tatlı bir kadındı hep kurabiye yapardı bana yemeyeceğimi bile bile, tatlı sevmiyorum çünkü o kadar kandan sonra yiyesim gelmiyor, ama herkesi umursamadan kıran ben yani Gökçe Karahan o kırılmasın diye 1 tane de olsa yiyordum ve gerçekten hakkını veriyordu. Bana bile sevdirmişti o kurabiyeleri şimdi nasıl kurabiye yiyecektim ki ben. Jakuziden çıkıp üstümü giyinmeye başladım. Öldürmem gereken kişi Fırat Keskin’di oldukça pis bir adamdı ne ararsan vardı şerefsizde: Kadınları kuran kursu diyerek fuhuşa sürüklüyordu, işte bu kadar aşağılık bir herifti ki bu puştun suçları say say bitmiyordu. Adam kaçırma, adam öldürme, cinayete yardım ve yataklık etme, silah kaçakçılığı, torbacılık her türlü suç vardı ibnede. Çok can yakmıştı şerefsiz herif, Bugün ben de onun ipini kesecektim. Sonunda giyinebilmiştim. Otel sahibi olarak gidecek ve ona odayı göstermeyi teklif ederek onu öldürecektim. İşi eğlenceli yapansa bugün onun da birini öldürecek olmasıydı ve onun öldüreceği kişiyse Bora’ydı, Bora Şah. Benim onu öldüreceğimden habersiz plan yapıyordu, Yazık planları suya düşecekti. Otelde ilk olarak yemek yenecekti. Yemekten sonra götürecektim onu odaya ve bam son nefesini verecekti. Silahımı ve irili ufaklı çakılarımı jartiyerime yerleştirdikten sonra siyah peruğumu takıp ağır bir makyaj yaptım. Siyah bilekten bağlamalı topuklularımı giydiğimde hazırdım. Bu sefer Lamborghini’ye atlayıp hızlı bir şekilde otele sürdüm. Kapıdan girdiğimde beni görenler selam vermeye ve davetliler yavaştan salona girmeye başlamışlardı. Sonunda herkes geldiğinde yemek masasının etrafına oturmaya başladılar ve evet en sevdiğim: Yavaş ve sakin şekilde, dik bir duruşla masanın başında bulunan özel işlemeli koltuğa oturdum. Daha iyi olabilirdi ben daha iyilerini hak ediyordum. Ben ve bitmek bilmeyen egom çok güzeliz. Ayağa kalktım ve konuşmaya başladım. “Hepiniz hoş geldiniz geldiğiniz için teşekkürler yemeğe başlayın lütfen.” Kibarlığıma ben bile şaşırmıştım vay ne kadar kibar oldum öyle ya. Yemek faslı bittikten sonra çoğu dans etmeye, içmeye başladı. Bu fırsattan istifade bardan bir içki alıp içine uyku ilacı dökerek karıştırdım ve Fırat Keskin’in masasına doğru ilerlemeye başladım. Tam yanına gelmiştim ki girdiğim şoktan ötürü istemsizce duraksadım. Onun ne işi vardı burada? Karşımdaki adam boylu poslu, dimdik duruşlu, yakışıklı ve yakışıklı olduğu kadar da despot Kılıç Arslan Demirel’di. “Hoş geldiniz Gökçe Hanım, Ne güzel tesadüf.” Gelecek Zaman Herkes gitsin benden demiştim sana, sen kendini herkes mi sandın Gökçe? Sen herkes değildin ki, neden gittin?
|
0% |