Yeni Üyelik
18.
Bölüm

On yedi

@sevim_svim

Efnan arkama geçip silahı hedefe doğru tuttu.

 

Bense onun kolları arasında titriyordum. En az benim kadar titreyen karşımdaki adamsa gözlerimin içine yalvarır gibi bakıyordu. Ama biliyordum ki ona yardım edersem Efnan gözünü kırpmadan beni bacağımdan vururdu. Öldürmez süründürürdü. Böyle emir vermişti 'Gölge'. Hedef alıcaksın deyip bir gözünü kapattı.

 

"İlkte vuramazsan hiç vuramazsın tamam mı?" Dediğinde başımı evet anlamında salladım.

 

"Bacaktan vursan öldürmez. Can yakar ama bayağı. Sonrasında da yürüyemezsin o bacağınla. Sonra hızla adamın yanına gidip tabancayı kalbine bastırdı.: "Buradan vurursan..." Dediğinde onu tamamladım.

 

"Oradan vurursam kalbi kan pompalamaya devam eder ama her yer kan olur."

 

Güldü.

 

"Gölge yine bir şeyler öğretmiş."

 

Karşılık zoraki gülümsedim.

 

Ne demişler, dostunu yakın tut, düşmanını daha yakın.

 

Onlardan biri gibi davranacaktım. Zira Gölge, içimde bir katilin olduğuna inanıyordu.

 

"Oradan vurursan eğer yaşama ihtimali yok. Yüzde yüz ölüm yani.''

 

''Biliyorum. Tabii Gölge bana silah değil de bıçakla öğretmişti bunu.''

 

Göz devirdi.

 

''Denemek ister misin?'' dediğinde gerçekten mi deyip demediğini anlamamıştım.

 

''Sen ciddisin?'' dedim gözlerimi belerterek.

 

''Aynen, tam da öyle.'' dedi. Efnan yanıma gelip durduğunda.

 

Tabancayı elime verip talimatları verdi.

 

"Önce bacaklarını omzunun genişliğinde aç. Bunu böyle zamanlarda, yani vaktin çokken yap. Onun haricinde senin içinden bile geçerler kızım." Dedi.

 

Onun dediğini yaptım.

 

"Sağ gözünü kapat."

 

"Kapattım.

 

"Sağ bacağına al, ölemesin.''

 

''Yapmasam olmuyor mu?''

 

''Evde rahat değil misin? Bodruma mı dönmek istiyorsun yine.''

 

''İstemiyorum.''

 

''O halde yapmalısın. Ödülünü kullanman gerek.''

 

''Ödül-ceza sistemine mi geçtiniz?''

 

''Aynen. Kötü bir şey yaptığında ceza, iyi bir şey yaptığında da ödül vereceğiz.''

 

''Efnan köpek miyim ben?''

 

Sanki gerçekten köpekmişim gibi bir süre düşündü.

 

''Hayır Efnan,'' dedim gözlerine bakmayarak.

 

''Öğrenmek isteyen sendin.''

 

Derin bir nefes aldım ve hedefe odaklandım.

 

Silahımı onun üzerinde belirlenen noktaya doğrulturken Efnan'ın talimatları aklımda yankılanıyordu.

 

Bir an tereddüt ettim, silahın ağırlığını elimde hissettim. Ama sonra riskleri hatırladım. Bu, kararlılığımın, sadakatimin ve bu acımasız dünyada hayatta kalmak için ne gerekiyorsa yapma isteğimin bir sınavıydı.

 

Gözlerimi kapattım, sanki Gölge'yi vuruyormuşçasına tetiği çektim.

 

Vurduğum adam bir tacizciydi. Ya da en azından bana bu söylenmişti. Silah sesi boş odada yankılandı ve damarlarımda bir adrenalin dalgasının dolaştığını hissettim.

 

Efnan onaylayarak başını salladı ve bu çarpık dersi geçtiğimi biliyordum.

 

Ama içten içe, Gölge'nin içimde gizlendiğine inandığı gölgeyi daha da kucaklayarak karanlığa doğru bir adım daha attığım hissinden de bir şekilde asla kurtulamıyordum. Artık çizgi için dikkatli adım atmam gerektiğini biliyordum. Hayatta kalma ile vahşet arasındaki fark daha da bulanık hale gelmişti.

 

Ama Efnan'ın gözlerine baktığımda, onun güvenini ve saygısını pek az kişinin kazanabileceği bir şekilde kazandığımı da biliyordum.

 

Böylece omuzlarımı dikleştirdim ve içimdeki karanlığı kucakladım, bu acımasız diyarda hayatta kalmak için ne gerekiyorsa yapmaya hazırdım.

 

Silahı kılıfıma koyup Efnan'a doğru döndüğümde gözlerinde bir gurur parıltısı görebiliyordum. Bana iyi öğretmişti ve şimdi onun gözünde daha zorlu bir müttefiktim. Ama uzaklaşırken içimde kalan huzursuzluk hissinden kurtulamadım.

 

Karanlığa doğru bir adım atmıştım ve ışığa geri dönüş yolunu bulabileceğimden emin değildim. Ama şimdilik önemli olan hayatta kalmaktı ve bu affetmez diyarda bir adım önde kalabilmek için ne gerekiyorsa yapmaya hazırdım.

 

Yanıma gelen Efnan her zamanki gibi beni kolumdan tuttu. Alışmıştım artık. Artık benim de yeni normalim bu olmuştu.

 

Eski hayatımı, saatlerce çözmeye çalıştığım matematik sorularımı, arkadaşlarımla dandik bir kafeye gidip kahve içmeyi...

 

Her şeyimi özlüyordum.

 

Annemi de çok özlemiştim. Beni arıyorlar mıydı acaba hâlâ?!

 

Artık gece ve gündüzü hesap edebiliyordum ne kadar beni kilitleyip kapısına saymadığım kadar silahlı kişiler dikseler de.

 

"Eve gidiyoruz." Dedi. Atış poligonuna benzeyen fakat yerin altında olan yerden merdivenlere doğru ilerledik. O kadar fazla silah vardı ki...

 

Efnan'a baktım.

 

"Neden bana iyi davranıyorsun?" Dedim. Cevap vermeyecekti tabii ki.

 

"Biliyorum, cevap vermeyeceksin ama yemin ederim kimseye söylemem."

 

"Sana iyi davranmıyorum." Derken kolumu daha da sıktı.

 

"Gölge benden neyi istiyor." Dediğimde durdu ve karşıma geçti. Kırmızı ışıklarla bezenmiş yukarı çıkan merdivenlerde üst tarafta duruyordu o.

 

"Tam da bunu istiyor." Deyip çenemi tutup yüzümü yukarı kaldırdı.

 

"Çok güzelsin, yeteneklisin." Derken üstümdeki düşük kollu, bolerolu beyaz renki bluzdan görünen omzuma iki parmağıyla dokundu.

 

"Sende şey duygusu var... Şey...Tam olarak psikolog."

 

"Eğer mahvetmeseydiniz hayatımı, olabilecektim."

 

"Sarp yardımcı oldu, Eda... Tanıdığın bütün arkadaşların da bu oyunun içindeydi. Burdan çıkışta gidecek yerin yok Peri. Annenin gram umrunda değilsin, ikisinin de. Baban senin sen olduğunu bile bilmiyordur. Gerçekten tüm bu şartlarda ne yapmayı planlıyorsun buradan gidip?"

 

"Eda mı?" Dedim Efnan'ın gözlerine bakıp.

 

Olamazdı, Eda yapmazdı değil mi?!

 

"Yalan söylüyorsun." Dedim gözlerim dolmuştu.

 

"Daha önce de söylemiştik sana, inanmamıştın."

 

"Eda yapmaz değil mi?"

 

"Eda parayı seviyor." Deyip güldü. Sonra beni umursamayıp kolumdan çektiği gibi dışarı çıkarırken içeriden gelen silah sesi tüm yeri inletti. Efnan yine güldü ama farklıydı bu gülüş. "Gölge bu," dedi ve beni hızla arabaya götürdü. Görkem bana arka kapıyı açtı ve ben de içeri girdim. Az önce yaptığım şeyin sonucunu daha yeni yeni anlıyordum. Ben birini vurmuştum. Sonra hiçbir şey olmamış gibi dışarı çıkmıştım.

 

"Alışıyorum sana sarı kız." Dedi Görkem gülümseyerek. Ona baktım ve cevap vermedim.

 

Efnan, şoför koltuğundan anlık olarak arkasını dönüp yine yola döndü.

 

"Görkem üzerine gitme kızın."

 

Görkem de tıpkı benim az önce yaptığım gibi konuşmadı.

 

Evin önüne geldiğimizde bir sürü erkek ve kadın arabanın etrafını sarıp Efnan'ın bana kapıyı açmasını beklediler.

 

Efnan arabadan çıktı, kapıyı açtı ve ben de çıktım. Sadece ufak bir boşluk tutuyordum ki kaçabileyim. Ama ne kadar tutarsam tutayım nafile. Bir türlü oluşmuyordu ki. Gölge, sürekli ne kadar bu düşünceyi düşünsem yanımda bitiyordu...Şimdi olduğu gibi.

 

Elini belime koyup kulağıma yaklaştı.

 

"Sana bugün güzel şeyler yapacağım. Beğeneceksin." Dediğinde ürperdim. Neyi kastetmişti?

 

Eve girdiğimizde kapı diğer dış taraftan kilitlendi.

 

"Benim uyumam gerek." Dedim.

 

"Uyuman mı gerek?"

 

"Evet."

 

"İyi," dedi umursamazca, "Git, uyu. Bugünkü ödülün de istediğin zaman istediğini yapmak olsun." Dedi.

 

Zoraki gülümsedim.

 

"Sonra ben de uyuyacağım ama önce duş alacağım. Malum vücudumda bir pisliğin kanının lekesinin durmasını sevmiyorum prensip olarak. Beni bıçaklamaya kalkma olur mu?" Dedi sırıtarak.

 

Yeşil renk, dizlerimin hafif altına gelen eteğimi aşağı çekiştirip ellerimi kaldırdım.

 

"Ben sana teslim oldum Gölge." Deyip kapıya baktım: "Ve dışardakilere." Derken de el kaldırıp güldüm.

 

"Bu kadar çabuk mu Güneş Demir." Dediğine ona doğru ilerledim. Başımı yukarı kaldırıp onun dudak hizasına getirdiğimde gözlerimin içine baktı.

 

Ela mıydı gözleri?

 

Dudağına narin bir öpücük kondurduğumda belimi sardı. Öpücüklerime karşılık verdiğinde midemde kelebeklenme hissetmem aynı oldu.

 

Bana güvenmesi gerekiyordu. Bu yaptığım yanlış bir adım mıydı?!

 

Kokumu içime çektiğinde ürperdim.

 

"Seviyor musun beni?" Dedi. Sesi garip geliyordu.

 

Cevap vermedim.

 

"Sevmiyor musun?"

 

"Cevap vermek için henüz erken. Bana zaman vermelisin."

 

"Bugüne özel üzerine gelmiyorum. Senden beklediğimin üstünde bir davranış sergiledin." Dedi. Bir insanı bacağından vurmuş olmamda gerçek anlamda bir problem yok muydu? Canilikti bu ama ben pişmanlık da duymuyordum.

 

"Çok güzelsin aptal sarışın."

 

"Ama aptal sarışın deme. Ben sana aptal diyor muyum?" Deyip üzerindeki kan lekesi olan gömleğin ilk düğmesini açtım.

 

"Temizlenmez bu."

 

"Biliyorum tatlım." Dedi.

 

Diğer düğmelerini açıp önü açıkken arkaya döndüm.

 

"İyi geceler mi demeliyim, tatlım?" Derken elimdeki tokayla saçlarımı dağınık bir topuz şeklinde toparladım.

 

Onun cevabını beklemeden yatak odasına gidip üzerimi çıkardım. Kan kokusu sinmiş gibi hissediyordum üzerime. Oysa hiç temas etmemiştim. Kapıyı kapattığım an eve gelene kadar üzerimde olmayan yük bir anda üzerime binmişti.

 

Beyaz renk pijamalarımı giyer giymez yatağa attım kendimi ama uyuyamayacaktım. Tek çare yine o sikik ilaçlardı. Yine ayağa kalkıp az önce üstümden çıkardığım kot pantolonun arka cebindeki ilaç paketini alıp çıkardım. İlacı hemen ağzıma atıp yatağın hemen yanında duran suluktan yeterli miktarda su içip yuttum.

 

Onun karanlığında kaybolmaya mahkum muydum ben? Ondan etimle-kemiğimle nefret ediyordum. Ben bir insan vurmuştum. Öldürmemiştim ama vurmuştum.

 

Böyle işi sikeyim.

 

Ne yapıyordum ben böyle? Gözümü nasıl bu kadar karartmıştım?

 

Üzerime ilacın etkisiyle uyku çökerken kendimi fark etmeden uykunun kollarına bıraktım.

 

Gölge'den

 

Birkaç dakikaya sıcak suya girip hızlıca çıkıp, giyinip Güneş'in uyuduğu odanın kapısından içeri göz ucuyla bakıp mutfağa geçtim. ..

 

Mutfak barının üzerinde duran resim defterimi aldım ve odaya geri döndüm. Tam yatağın karşısına, Güneş'in yüzünü daha iyi görmek için uygun bir yere geçip onu çizmeye başlarken, "Hayır," diye bir ses geldi onun tarafından.

 

Kaşlarımı çatıp ayağa kalktım ve ayak ucuna oturdum.

 

"Hey." Dedim sessizce ve omzuna dokundum. Ağlıyordu ama uyuyordu. Onun ağlamasına sinir oluyordum. Annem de böyle ağlıyordu.

 

"Uyansana." Deyip sarstım. Uyanmadı.

 

Güneş'in hıçkırıkları hala duyuluyordu ve ben onu sakinleştirmek için ne yapacağımı bilemiyordum.

 

Belki de sadece yanında oturup onunla birlikte ağlamalıydım. Ama içimden bir ses buna izin vermiyordu. Ona güçlü olmasını söylemeliydim, çünkü o zaten güçlüydü. Yavaşça onun yanına uzandım ve başını kucağıma aldım. Ona sadece sessizce sarıldım ve bekledim. Gözlerini açtığında kıpkırmızıydı gözleri.

 

''Neler oluyor?'' dedim. O susuyordu.

 

Derin bir nefes alıp Güneş'i teselli edecek doğru kelimeleri bulmaya çalıştım.

 

"Sorun değil, istemiyorsan bana söylemek zorunda değilsin. Ama ben her zaman senin için buradayım."

 

Sözlerimin onun sıkıntılı kalbine biraz teselli vereceğini umarak yavaşça fısıldadım. Güneş yanaklarından yaşlar akmış bir şekilde bana baktı ve hafif bir gülümsemeyi başardı.

 

"Teşekkür ederim" dedi, sesi fısıltıdan biraz yüksekti.

 

Bazen kelimelerin yetmediğini ama birinin yanında olmanın her şeyi değiştirebileceğini bilerek onu yakınımda tuttum. Odanın sessizliğinde onun acısının ağırlığını hissederek Güneş'le sessizce oturduk.

 

Gece sonsuz bir şekilde devam ediyor gibiydi ve gözyaşlarının yankılarının şafaktan sonra da uzun süre devam edeceğini biliyordum.

 

Sabahın ilk ışığı pencereden içeri süzülürken, onun yanında duracağıma, fırtınada onun sarılacağı kişi olacağıma sessizce yemin ettim.

 

Her geçen an, varlığımın ona biraz huzur ve huzursuzluk kargaşasının ortasında bir umut ışığı getireceğini umuyordum. Yataktan kalkıp üzerini düzeltti.

 

''Lavaboya gitmem gerek.''

 

''Git.'' dediğimde çoktan çıkmıştı bile. Ürperdiğimde büyük yatağın yukarısındaki tavanda duran aynaya baktım. '

 

'Kim koydu bunu buraya ya?''

 

dediğimde Efnan'ın fantezisi olduğunu hatırladım. ''Kodumun kızı.'' deyip güldüm kendi kendime.

 

Ellerimi ensemden yüzüme getirip aynadaki yüzüme baktım.

 

''Karnım aç.''

 

Ayağa kalkıp hızla mutfağa gittim. Dolapta ne yiyebiliriz diye bakarken bir anda aşçılık hislerim uyandı ve gülümsedim. Bruschetta yemiş miydi acaba daha önce o hiç.

 

''Güneş!'' diye bağırdım, birkaç dakika sonra cevap verdi.

 

''Duş alıyorum!''

 

''Peki!''

 

Peri'den:

 

Benim için koyulmuş mor renk lifi vücuduma sanki temizlenmesi gereken bir şey varmışçasına bastırıyordum.

 

Canım yanıyordu ama gerçek anlamda umurumda değildi. Bembeyaz tenim kıpkırmızı olmuştu.

 

Ben bugün birini mi vurmuştum? Evet, birini vurmuştum ama onu Gölge öldürmüştü. Gölge katildi, ben katil miydim? Birini vurunca katil sayılır mı insan?

 

İçimdeki karanlık duyguları temizlemek mümkün olur muydu?

 

Artık her şey değişmişti, ben değişmiştim. Ve içimdeki bu karanlık tarafı nasıl kontrol edeceğimi biliyor muydum bunu bile bildiğime emin değildim.

 

Belki de gerçek katil benim içimdeki bu karanlık taraf olacaktı. Artık kaçış var mıydı?

 

Ellerime baktığımda kanlar görüp çığlık attım. Az önce yoktu!

 

Ayağımdaki terliklerle geri geri giderken sırtımı soğuk duvara çarptım. Canım yanmıştı ama bu önemli değildi. Ellerimde kan vardı!

 

Sıcak suyun içine iki elimi de soktuğumda gördüğüm kanlar birdenbire gitmişti ama ellerim yanmıştı bu seferde.

 

Nefes nefese pembe renkli bornozumu giyip dışarı çıktım. Saye kapıda duruyordu.

 

''Düştün sandım.''

 

''Kan.'' dediğimde elinin üzerindeki damlaya takıldı gözüm.

 

''Kan mı?'' diye sordu endişeyle ve üzerine baktı.

 

''Kan falan yok.'' diye devam etti.

 

''Elinde kan...Var...'' diyerek giyineceğim odaya koşup kapıyı kilitleyip sırtımı kapıya yasladım.

 

''Kan yok, kan yok, kan yok...''

 

''Aç kapıyı!'' diye bağırdı Gölge ama sesi sinirli gelmiyordu.

 

''Açacağım ama ne olur dur.''

 

''Neyin var? Ne kanından bahsediyorsun Güneş.''

 

Kapıyı açmak için az önce birkaç kez çevirdiğim kilidi yeniden açtığımda o kapının önünde duruyordu.

 

''İyi misin?''

 

Duştan yeni çıkmama rağmen terlemiştim. Kan görüyordum ama kan yoktu. Hepsi halisünasyondan ibaretti.

 

''Sadece bir şeyler gördüm, hepsi bu.'' dedim titreyen sesimle.

 

''Ne gördün?'' diye sordu Gölge endişeyle.

 

''Kan... ellerimde kan vardı ama sonra yok oldu. Sanırım bir şeylerin etkisindeyim.''

 

Sessizce odama girdi ve bir bardak su getirdi. ''Bunu iç, biraz sakinleşmen lazım.''

 

Bardaktaki suyu hızla içtim ve derin bir nefes aldım. Gölge beni kolumdan tutup yatağa oturttu ve sonra o da yanıma oturdu. Sakin bir ses tonuyla konuşmaya başladı.

 

''Belki bir rüyadaydın, belki de bir anlık bir halüsinasyon yaşadın. Ama şimdi buradasın, gerçek dünyadasın. Endişelenme, yanındayım.''

 

Neden bu kadar anlayışlı konuşuyordu benimle? Umursamaması gerekiyordu.

 

Onun sakinliği beni biraz olsun rahatlattı.

 

''Her zaman buradayım Güneş, senin için.''

 

"Benim için mi? Sen beni kaçırdın."

 

Yutkundu. Bunu dememi beklemiyordu.

 

Gözlerimden yaşlar akarken konuşmakta zorlanıyordum.

 

"Senin yüzünden başıma...Geliyor bunlar."

 

Hıçkırdım.

 

"İnan iyileşeceğiz." Dedi.

 

Hayır anlamında başını salladım.

 

"Daha da beterleşeceğiz."

 

Ayağa kalktı ve saçımı okşadı.

 

"Üstünü giyin. Mutfak masasına gel."

 

"Peki." Dediğimde yüzündeki şefkatli ifade yerini donuk bir ifadeye bırakmıştı. Üzerime siyah body, üzerine transparan gömlek ve altına siyah tayt giydiğimde yüzüme renk vermem amacıyla Efnan'ın bıraktığı kırmızı ruju dudağıma sürüp biraz da parmağımın ucuna sürüp allık yaptım. Güzel olduğunu umarak odadan dışarı çıktım ve yavaş adımlarla mutfağa gittim.

 

Masada oturuyordu ve bir şeyler yiyordu.

 

Karşısında durup bana otur demesini beklerken, güldü.

 

Patates püresi, ismini bilmediğim kızarmış ekmekli bir şey, dumanı üzerinde tüten çay ve çorba vardı.

 

Çay ve çorba!

 

Ne ikili ama!?

 

"Otur." Dedi otoriter sesiyle. İkiletmeden oturdum.

 

"Çorbanı iç." Dedi sonra. Önümde, tattığımda ne olduğunu anlayamadığım bir çorba vardı ama tadı güzeldi.

 

"Sence 'aşk nedir'?" Dedi Gölge.

 

Lisede felsefe hocamızın sınavda 'Felsefi soru nedir? Bir örnekle açıklayınız?' Sorusuna verdiğim cevaptı bu; Aşk nedir?

 

"Psikoloji literatürüne göre iki kişinin birbirlerine güçlü şekilde çekilen kişilerin ilişkiyi sürdürmeyi istemeye başlaması. Ama bana sorarsan birine körüne bağlanmak için uydurulmuş masum sözcük."

 

Aniden, hiç beklemediğim anda masaya vurduğunda titredim.

 

Sikik ruh hastası. Kişilik bozukluğun var senin amk.

 

"Korkutuyorsun beni." Dediğimde kaşları çatıldı.

 

"Yemeğini ye."

 

"Canım istemiyor." Dediğimdeyse ayağa kalkıp eliyle çenemi sıkıca tuttu.

 

"Ne dediysem onu yap dedim sana!"

 

Demedin amk.

 

Birkaç saniyeye kadar hızla kalkıp salona geçtim. Peşimden gelmedi.

Koltuğa uzanıp tavanı seyretmeye başladım.

 

Buraya gelene kadar çok monoton bir hayatım vardı ve ben bundan şikayetçi oluyordum bazen. Çoğu şey (sabah uyanmak, kahvaltı etmek, gazete okumak, okul...) Her gün yaptığım ve sonsuza kadar yapacağını bildiğim şeylerdi. Ama kaderin insana ne göstereceğinin belli olmadığını o gün, hem arkadaşlarımın, hem yıllardır bana arkadaş niyetiyle yaklaşan yeni sevgilimin ihanetine uğramıştım. Niye satmışlardı beni?! Ben onlara ne yapmıştım böyle. Ben kötü biri miydim? Kötü biri miyim? Buradan kurtulacağıma dair hiçbir emare yoktu. Gerçi dışarı çıksam da gidecek bir yerim yoktu o ayrı.

 

Kendi evimin mutfağında oturup bilgisayarımdam muhteşem yüzyıl izlerken hayal ettim kendimi. Sessiz sakin günlerime dönebilecek miydim ben hiç, bilemiyordum açıkçası.

 

Öldüremezdim onu herhalde. O planı aklımdan çıkaralı çok olmuştu. O beni oradan çıkarmış, eve getirmişti. Çoğunlukla yalnızdım ve onun burada olmasından hariç kimse ne yaptığıma karışmıyordu. Bu bana bahşedilmiş bir lütuftu ve ben ona karşılığını öyle mi verecektim?

 

Başımı hayır anlamında salladım, sonra gözlerim ağırlaşarak yavaş yavaş kapandı.

 

Loading...
0%