@sevim_svim
|
Önümde duran televizyonun ekranı aniden kendi kendine açıldığında etrafıma baktım. Bindiğimiz otobüsü gösteriyordu ekran. Sonra aniden kapı aralandı ve ekran kapandı.
"Nasılsın?" Dedi elinde poşetlerle ve yanıma ilerledi. Kollarım uyuşuktu. Ayıldıkça bunu hissediyorum
"Susadım ben."
"Bu beni ilgilendirir mi?"
"Lan bakmayacaksan niye kaçırdın?"
"Bakıcın mıyım?"
Göz devirdim.
"Manyaksın sen."
"Tekrarlamana gerek yok." Deyip bacak bacak üstüne attı.
"Ekran bak lütfen."
"Bakmayacağım."
"Bak."
"Hayır."
Ayağa kalkıp hızla üzerime geldiğinde gözlerimi kapattım. Açtığımda başımı o tarafa döndüm yine. Televizyondaki ekran tekrardan açılıp aynı görüntüyü göstermeye başladı. Otobüse adamlar giriyordu, dakikalar içinde biz içinden çıkıyorduk ve bom! Otobüs patlıyordu.
"Su ver bana."
"Düşünmem gerek. Neyse, ben olmasaydım sen de orada olacaktın.'' dedi.
''Eminim şu an burada, senin yanında olmaktan iyidir biliyor musun?''
''Sen geldiğinden beri çok gülüyorum biliyor musun?''
''Kes sesini!''
''Sen burada prenses falan sanma kendini tamam mı? Burası senin kraliyet evin değil, mezarın olacak.''
''Prenses olsaydım eğer ilk senin canını alırdım, belirtmiş olayım.''
''Bingo!'' dedi yüzüme nefesini üfleyerek. ''Sana, sen bir katilin kızısın demiştim. Damarlarında onun kanının dolaştığını nasıl da belli ediyorsun.'' derken gözleri parlıyordu.
''Ellerim kanıyor.''
''Lafı değiştirme.''
''Siktiğim yerinde nefes alamıyorum anlıyor musun?''
Televizyonda yukarıdan çekilen görüntüler sürekli dönüyordu.
Bu tehlikeli durumda güçlü kalmam gerektiğini bildiğim için ona korku ve meydan okuma karışımı bir ifadeyle baktım. Ama derinlerde, başımı aşan bir duygudan kurtulamadım.
Televizyondaki görüntüler dönmeye devam ederken, burada bizi başka hangi korkuların beklediğini merak etmeden duramadım.
''Açım, susadım.''
''Çocuklar getirir bir şeyler sana ya bir-iki güne. Takma bu kadar.''
''Cinayetlerini...'' dedim. O kadar hızlı konu değiştiriyordum ki, bir süre sonra her şeye doğru cevap vermek zorunda gibi hissedecekti kendini.
''Cinayetlerini neden bıçakla işliyorsun? Neden beyaz mendiller bırakıyorsun?''
''Canım öyle istiyor.''
''Keşke seninle başka bir şekilde karşılaşsaydık.''
''Hakkımda öyle şeyler yazman beni deli ediyordu. Mantıklı düşünmemi engelliyordu. Hem...Seninle başka bir şekilde karşılaşsaydık, belki de hiçbir şey değişmezdi. Belki de ben yine aynı şeyleri yapardım. Kim bilir? Ama şimdi seninle buradayım ve benim istediğim şeyi yapacağım. Hakkımda ne yazılırsa yazılsın, benim için fark etmiyor. Sadece istediğimi yapacağım ve yapıyordum da. Ne istersem hemen oluyor Güneş. Ne sen bunu engelleyebileceksin, ne de başka biri.''
''Tek isteğim insanlara yardım etmekti.''
''Benim üzerimden, benim neler yapabileceğimi bile bile prim yaptın.''
''Senden önce de yazıyordum.''
''Benim hakkımda yazmamalıydın.''
Sözleri aramızda ağırlaşırken havadaki gerilimi hissedebiliyordum. Onunla mantık yürütme çabalarımdan etkilenmeyeceği açıktı. Onu bu kadar iğrenç eylemlere iten şeyin ne olduğunu anlamak için onunla daha derin bir düzeyde bağlantı kurmanın bir yolunu bulmam gerekiyordu. Ama gözlerine baktığımda sadece karanlığı ve tüylerimi diken diken eden ürpertici kararlılığı gördüm. Bu uzun ve zorlu bir sorgulama olacaktı.
Ona ulaşmanın çok büyük bir görev olacağını biliyordum. Ama ne kadar tüyler ürpertici olursa olsun, onun eylemlerinin ardındaki gerçeği ortaya çıkarmaya kararlıydım. Sorgulama devam ederken, karanlığın altında gömülü bir insanlık parıltısı bulmayı umarak ruhunun derinliklerine inmeye, vicdanını görmeye çalıştım saatlerce. Ancak her geçen an, zorlu ve inatçı bir düşmanla karşı karşıya olduğum giderek daha açık hale geliyordu.
Bu bir akıl ve irade savaşıydı ve onu adalete teslim etmek için her yolu denemeye hazırdım. Dikkatli davranmam gerektiğini biliyordum çünkü herhangi bir yanlış adım onu gerçeklerden daha da uzaklaştırabilirdi. Ancak onun dış görünüşünü kırmaya ve tüyler ürpertici eylemlerinin ardındaki nedenleri ortaya çıkarmaya kararlıydım.
Saatler geçtikçe, onun tüyler ürpertici kararlılığı karşısında geri adım atmayı reddederek yanıtlar almak için ona baskı yapmaya devam ettim lakin bu baskının sonucunda bana neler yapacağını anlatması, benim için ölümden daha beterdi. Ayağa kalkıp önümde durduğunda başımı yukarı kaldırdım. Başımı ellerinin arasına alıp bana sarıldığında ürperdim. Hem bu kadar kötü, iğrenç, hem de nasıl bu kadar çocuksu olabiliyordu?
Beni bıraktıktan sonra nasıl olduğunu anlamadığım şekilde gözlerimden akan yaşları sildi bir eliyle.
''Canın çok yanıyor mu?''
''Çok. Neden bana bunu yapıyorsun?''
deyip serbest bıraktım kendimi. O kadar fazla ağlıyordum ki, gözlerim göz yaşlarımdan yanıyordu. Içimi kemiren acıyla sarsılarak soluğumu tuttum. Onun yüzünde bir kararsızlık vardı, sanki ne yapacağını bilemiyordu. Sonra ansızın bana doğru eğildi ve dudaklarını dudaklarıma bastırdı.
"Üzgünüm, gerçekten üzgünüm" dedi ayrıldıktan sonra.
O an, onun da içinde bir yerlerde kırıldığını hissettim. Içimdeki acı daha büyük olmak üzere onun da acısını hissediyordum. Dudaklarımda hala onun dudaklarının izi vardı, ve bu iz beni hem ürpertiyor hem de sıcak bir his veriyordu. Ona sarılmak istedim, onu teselli etmek istedim.
Daha güzel başlayamaz mıydık?
Ama bir yandan da kendi acımı hafifletmek için uzaklık istiyordum çünkü ondan deli gibi korkuyordum. O normal biri değildi. Gerçek anlamda normal biri değildi. Televizyonu kapattı.
''Geleceğim.'' dedi ve O an, içimdeki karmaşık duygularla baş başa kaldım.
Gölge'den:
Masmavi göyüzüne bakıp derin bir iç çektim.
''Hayır, aptal! Ne yaptığını sanıyorsun sen?'' deyip cebimden marlboro paketini çıkardım. Paketin içinden çıkardığım sigarayı yakarken birdenbire çalılıklar ardından ses duyduğumda oraya kulak kesildim.
''Efnan? Görkem?'' diye sorarcasına seslendiğimde her zamanki laubali tavrıyla Görkem çıkageldi.
''Çıkmışsın Güneş'in yanından. Bugün çıkmazsın diye düşünüyordum.'' deyip manalı şekilde sırıttı.
''Gülüşünü götüne sokarım senin Görkem.''
''Sana da şaka yapılmıyor. Kaç gündür aç şu kız. Yemek istemiyor mu hâlâ?''
''İstiyor. Susamış bir de.''
''3 gün oldu ekmek-su vermiyorsun kıza.''
''Dayanabilir. Su içmeyi sevmiyor zaten. Sürekli hatırlatıcı atıyordum biliyorsan.''
''Kız senin sonuç olarak ama bence abartıyorsun. Ölmesi gerekiyor bir an önce.''
''İşlerime ne zamandır karışır oldunuz?''
''Genelde Efnan karışıyor senin işlerine.''
Sigaramdan uzun bir nefes çektim ve sinirlerimi sakinleştirmeye çalışarak yavaşça nefes verdim. Görkem'in kayıtsız tavrı sinirlerimi bozmaya başlamıştı ama bunu belli etmesine izin veremezdim. Güneş, diğer adıyla Peri benim sorumluluğumdaydı ve Görkem'in sürekli müdahalesiyle uğraşmak anlamına gelse bile onunla ilgilenildiğinden emin olmak zorundaydım.Otoriter görünmeye çalışarak, "Dinle Görkem, her şey kontrolüm altında. Sen bu işten uzak dur." dedim.
Görkem sadece kıkırdayıp başını salladı.
"Her zaman her şeyin kontrolünün altında olduğunu sanıyorsun Gölge. Ama durumun her zaman böyle olmadığını ikimiz de biliyoruz."
Yorumunu görmezden gelip dikkatimi sigarama verdim. Bitirip içeri girmem gerekiyordu. Az önce gösterdiğim zayıflığı telafi etmeliydim. Sigaramın neredeyse yarısında Görkem'e uzatıp içeri girdim: ''Ben çağırmadan ne sen, ne Efnan, ne de diğerleri içeriye adımını bile atmayacak. Tamam mı?''
dedim kaşlarımı çatarak. Görkem'in cevabını beklemeden içeri girdim. Alt dudağımı ısırıp ışığı açtığımda gözlerini kapattı. Ne de olsa günlerdir ışık görmüyordu. Yüzüme alaycı bir gülümseme yerleştirip onun yan profilinin net görüldüğü koltuğa oturdum. Yüzüme bakmıyordu, sessizce oturuyordu, uzaklara bakıyordu, kendi dünyasında kaybolmuştu sanırım. Ama bu kaybettiklerinden sadece bir tanesiydi.
''Kaç yaşındaydın?'' dedim aniden. Olduğu yerde sıçradı.
''24 yaşındayım. Bunu bilmen gerekmiyor mu?'' deyip güldü. Garip bir kızdı.
''O piç seni taciz ettiğinde.'' dediğimde yüzü bembeyaz kesildi yine. Tabii daha önce de canlı görülmüyordu ama...Çok farklıydı işte.
''Sadece...8.''
''Küçükmüşsün.''
Göz devirdi. ''Ne istiyorsun?'' dediğinde düşündüm. Bilmiyordum.
''Konu ben değilim Güneş. Sensin.''
''Nefret ediyorum senden.'' dediğinde sırıttım. Kin istiyordum.
''Ben de senden.''
''Bırak beni.''
''Yalvarmaya mı başladın, wow!'' deyip hızla ayağa kalktığımda yine sıçradı. Ben buraya konuşmaya değil, gösterdiğim zayıflığı kapatmaya gelmiştim. Ona yaklaşıp belimden çıkardığım bıçağı boynuna dayayıp bastırdım.
"Senden nefret ediyorum Güneş Demir."
Dişlerini sıkıyordu.
Bıçağı çekip ucunu ona yönelttim. Birkaç saniye bıçağı gözlerinin önünde tuttuktan sonra, sağ tarafındaki şah damarına dayadım ucunu. İç çekerek ağlıyordu ve hareket etmemeye çalışıyordu. Ne var ki titremesi buna engel oluyordu diye düşünüyordum.
"Eğer..." Dedim ucunu dokundurarak, "Burayı kesersen...İlk önce ağzından kan gelir. Yavaş yavaş öldürür, tabii kanlar fışkırır oradan." .
Geriye çektip ucunu kalbine dayadım.
"Burası da hemen öldürmez. Yaklaşık 3 dakika 10 saniye. Kalbin her attığında daha çok kanar, daha çok, daha çok... O anın heyecanıyla atışını duyarsın. Çok aksiyonlu."
"Lütfen çek onu benden." Derken nefesi hızlanıyordu.
"Çekmeyeceğim."
"Kalbim..." Dediğinde kahkaha attım: "Merak etme daha henüz kalbini parçalamadım."
Nefes alamıyor gibi duruyordu. Tek kaşımı kaldırdım.
"Panik yapmanı gerektirecek bir durum göremiyorum ortada."
|
0% |