@sevim_svim
|
Sen kalbimin zarif efendisi Hayatımın kıymetlisi Yol uzuyor arkadaşım... Şimal yıldızı, neredesin?
Nasıl havalandın Hasar almadan, bu tufandan? Bak ben yaralandım, Kayıtsız şartsız adanmaktan.
•••
Sezin Ateş~
"Kalk kalk kalk!"
Cemre'nin sesini duymamla yerimden fırlamam bir oldu.
"Bu ne ya, şafak operasyonu gibi?" Dedim uykulu ses tonumla. ''Ne oluyor.''
''Şimdi sen hala bu saatte kahvaltı etmedin mi?''
''Etmiş gibi mi duruyorum Cemre? Mantıken yeni uyandım ve etmedim. Senin burda işin ne?''
"Ben...Benim burada ne işim var düşün bakalım akıl küpüm?"
"Hı?"
''Kuaföre gidiyoruz. Can da arabada sana konuşma hazırlamış ufaktan gazetecilerle bir konuşursun okey?''
''Konuşmak istemiyorum kimseyle.''
''İyi madem, oynadığı diziler, filmler yurtdışına milyonlar satan, tüm Türk erkeklerinin sevgilisi olmasını arzuladığı Sezin Ateş şey desin, 'Aaa, ıh, konuşmak istemiyorum,' mu?"
"Cemr..."
"Şşş sus! Hadi kalk giyin."
"Atlas?"
"Murat ve Aras'la gönderdim onu takım elbise aldırmaya."
"Sevmez o ama öyle şeyler."
İşaret parmağıyla sus işareti yapıp odadan hızlı adımlarla çıkarken bağırdı: "Saate bakıyorum, 5 dakikan var."
"Cemre," diye sızlanmama kalmadan gitti.
Ayağa kalkıp büyük boy aynasında kendimi süzdüm. Gece uykusuzluklarım arttığından dayak yemiş gibi gözükmeme ramak kalmıştı. Yine de buna aldırmadan salona çıkıp kendimi tekli koltuğa attım. ''Aynen,'' dedim imalı imalı, ''Ben senin değil, sen benim programıma uymak zorundasın, ve benim programımda şu an kahvaltı etmek var Cemre Hanım.''
Kaşlarını kaldırdı, işaret parmağını bana tehditkarca sallayıp: ''Duymadım, duymadım,'' dedi. ''Sen şimdi bana uymayacağını mı söylüyorsun?''
Gülümsedim.
''Evet öyle, bir sorun mu var?''
Telefonunda bir şeyler karıştırıp bana döndürdü ve tutmam için uzattı. ''Bunu al ve yazanları sesli oku bana çabuk.''
''Okuma yazman mı yok?''
Telefonu elime alıp şöyle bir göz gezdirdim. Bir roman yazıyor olmalıydı.
''Sen de mi Atlas gibi roman yazmaya başladın?'' dediğimde başıma aldığım sert yastık darbesiyle sarsıldım.
''Hiç umursamıyorsun değil mi?'' dedi.
''Umursamıyor muyum? Ben mi? Neyi?''
''Hiçbir şeyi.''
Göz devirdim.
''İyi madem giyiniyorum üzülme.'' deyip zorlukla kalktım koltuktan. Kendimi 98 yaşında Anadolu'nun şirin bir köyünde yerleşmiş gibi hissediyordum ve beni kimse anlamıyordu.
''Lanet olsun bu hayat, lanet olsun bu sevgi!!'' nidalarıyla odaya gidip üstüme düz, kırmızı bir crop, altıma da siyah bir tayt giyip saçlarımı dağınık topuz yapıp sarkan, altın rengi yıldızlı küpelerimi takıp hızla Cemre'nin yanına gittim.
Cemre beni baştan aşağı süzdü: ''Hoş olmuşsun. Bu arada Tuğçe'nin de geleceğini biliyorsun değil mi?''
''O da gelecek değil mi ya?'' dedim annesine mızmızlanır bir kız çocuğu gibi.
''Onun oraya gelmesine engel olamaz mısın Cemre?''
''Hürrem sultan değilim maalesef, 'Bir adım daha atarsan senin kelleni alırım,' diye bağıramam."
"Katlanacağız mecbur, değil mi?"
"Maalesef Hanımefendi. Şimdi marş marş, dışarıya."
İstemeyerek de olsa evden dışarı çıkıp kapıda duran siyah limuzine bindiğimde ister istemez keyfim yerine gelmişti.
"Hey," dedim arabaya bindiğimizi fark etmeyip iPad'ine bir şeyler yazan Can'ı cimcirdim.
"Tuğçe'nin sevgili sevgilisi gelip burada sıkıştırsa seni ne olur?" Deyip güldüm. Gücünün küçümsenmesine oldu olası sinir olurdu Can.
"Hiç bana bulaşma Sezin," dedi gözlerini bir an bile olsun tabletinden kaldırmadan. "Çok işim var."
"Üfff abartıyorsun."
"Bir çarpacağım sana, göreceksin...Atlas nerede?"
"Takım elbise aldırmaya göndermiş Cemre."
"Senin münasip yerlerini sürekli biz topluyoruz." Dedi Cemre.
Kedi bakışlarımı ona yollayıp: "Hepiniz birlik oldunuz üstüme geliyorsunuz yazık bana."
Dedim ve kollarımı birbirine bağlayıp gideceğimiz yere kadar susmaya karar verdim.
Limuzin durduğunda yerimden kalkıp kapımın açılmasını bekledim. Kapı, korumalarımdan biri tarafından açıldığında etrafa baktı ve 'çıkabilirsiniz' anlamında kafasını salladı. Kulağımın arkasına koyup başımda tuttuğum gözlüğü gözüme inidirip birkaç koruma eşliğinde, Cemre ve Can'la kuaföre girdim.
"Merhaba?" Diye bağırdım içeri girdiğimde. Kafasını bilgisayardan kaldıran kadın ise gülümseyerek yüzüme bakıp ayağa kalktı.
"Merhaba Sezin Hanım. Ben de sizi bekliyordum.
"Nereye geçeyim?"
"Tam karşıya." Deyip eliyle mor kuaför koltuğunu gösterdi: "Buyurun lütfen."
Topuklu ayakkabılarımın sesiyle huzur bularak -Evet genelde insanların huzur bulduğu şeyler dalga, deniz sesi olurken benim bu oluyordu- ilerleyip oturdum koltuğa.
Aradan tam 4 saat sonra koltuktan kalktığımda oturan yerlerim çok fena ağrıyordu ve yapılan tek şey saçlarıma dalga verilmiş ve makyajımın yapılmış olmasıydı. Sahte şekilde gülümseyip aynada turuncu saçlarıma ve makyajıma gülümseyerek baktım. Cemre'ye döndüğünde ise bana bakarak gülümsediğini fark ettim.
"İşte yapmaya çalıştığımız imaj bu. Özgüvenliyim diye bağıran bir saç, kırmızı dudaklar ve pembe yanaklar. İddialı...Arzulanabilir...Çekici ama sade."
"Kendimi magnum reklamı çekimlerinde gibi hissettim." dedim sırıtarak.
"E elbisem nerede?" Dedim sonrasında gözlerimi devirerek: "Almayı unuttuk sanır..." derken Can, elinde askıyla elbisemi getirdi: "Al şapşal."
Cemre, imalı şekilde öksürerek Can'ı uyardıktan sonra, Can bana olan hitap şeklini değiştirdi: "Sezin Hanım demek istemiştim."
Kıyafeti Can'ın elinden kaparcasına alan Cemre beni kolumdan tutarak bi yere ilerlemeye başladı. Merdivenlerden yukarıya çıkıp uzun kırmızı ışıklı koridordan ilerlediğimizde bir tane oda çıktı karşımızda.
"Gir, giyin, gel." Dedi kısaca. Ben de onu başımla onaylayıp odaya girdim. Üstümü çıkarıp siyah elbiseyi giydiğimde kendimi evrim geçirmiş gibi hissetmiştim. Odadaki boy aynasında vücuduma bakıp boynumu okşadım. Kusursuzdum.
Odadan çıkıp Cemre'nin karşısına geçip kendi etrafımda döndüğümde "Benim şaheserim." Deyip başını ileri salladı.
"Saat kaç?" .
"Bakayım." Deyip sol kolunu kaldırıp kafasını oraya çevirdi: "Saat 5 olmuş. 3 saat sonra başlıyor."
"Açım ben Cemre."
"Düğünde pasta yiyeceksin zaten y eterince kalori alacaksın."
"Midem bulanıyor."
"Üç kez derin nefes verip al. Geçer."
Onun dediğini yapmıştım fakat mide bulantım durmak yerine daha da çoğalmıştı.
"Hava alalım madem." Dedi geçmediğini fark edince.
Uzun koridordan hızla ilerleyip merdivenleri siyah stiletto tarz topuklu ayakkabılarımla ikişer üçer indim.
"Ben!" Dedim ama gözüm karşımdaki Can ve kuaför kadını değil, sadece önümde takım elbisesiyle bu bir şeyler konusan Atlas'ı gördüm.
Beni gördüğünde tüm vücudumu süzdü.
"Çok güzel olmuşsun."
"T... Teşekkür ederim."
Atlas Karasu~
"Sezin Ateş." Dedim içimden. Ekranlarda görünen şeyin kaçı yalandı? Kaçı doğruydu? Size yansıtılan şeylerden kaçına inanıyordunuz?
Kendini insanların özel hayatlarını ortaya dökmeye adamış magazin sayfalarına çok mu güvenilir sizce? Ah, insanların hayatlarını mahvetmekten başka bir şey yapmıyorlar!
Umursamaz, kalpsiz prenses olan yansıtılan Sezin Ateş tam da karşımda duruyordu işte. Yüzüne gülücükle, bana hayranlıkla bakıyordu. Ona olan duygularımı henüz çözemiyordum. Gerçi daha onu çözememiştim ki...
Cemre merdivenlerden indiğinde ikimiz de bakışmayı kesip (Nasıl 2 saatlik türk filmindeki toplam bakışma sahnelerini toplayınca ortaya 45 dakikalık gibi bir saat aralığı çıkıyorsa, bizim bakışmamız da öyleydi) Cemre'ye baktık.
Cemre benim yüzüme sanki 40 yıllık dostuymuşum gibi gülümseyip koşa koşa bana ilerledi ve boynuma atlayıp sıkı sıkı sarıldı. Sezin'in göz devirmesini gördüğümde, ben öksürerek Cemre'nin geri çekilmesini sağladım.
"İyi misin?" Dedi elini omzuma koyarak.
Sezin yeşilleriyle gözlerime bakarken topuklu ayakkabılarını sertçe yere basarak yanıma ilerledi ve elimi tuttu.
"Konuşmamız gerek." Dedi. Başımı ona karşı nazikçe sallayıp o önde, ben ise arkada, kırmızı koridorlu bir yere çıktık. Sırtını duvara dayayıp gözlerimin içine baktı.
"Sana niye sarıldı?"
Sorduğu soruya afallamıştım.
"Bilmem, Cemre'nin bana karşı bir sempatisi oluşmuş herhalde."
"Sempatisi oluşmuş?" Dedi soru sorar gibi.
"Evet ben de anlayamadım. Ne oldu ki?"
Kendini duvara daha yasladığında nefes alışverişinin hızlandığı fark ettim.
"Magazin tarafından bir yerde fark edilirse..." deyip nefesini verdi: "Yanlış anlaşılabilir. Sonuçta burası İstanbul ve Bebek." Dedi üstüne bastırarak.
"Bilemiyorum, sanmam. Her ne kadar zengin ünlülerin cirit attığı bir yer olsa da özellikle seni mi takip edecekler?"
"Dizilerimin yurtdışı satışlarını bilmiyorsun herhalde."
"Özellikle de Şimal Yıldızı."
"Güzel diziydi. İzledin mi?"
Ceketimin yakasına parmaklarının uçlarıyla dokunup kendine biraz daha yakınlaştırdı.
"Sen kalbimin zarif efendisi, hayatımın kıymetlisi..." dediğinde ne dediğini anlamam uzun sürmedi. Şarkıyı, melodisiz bir tınıyla, tıpkı onun söylediği gibi dümdüz bir şekilde devam ettirdim: Yol uzuyor arkadaşım..." deyip gülümsedim.
"Şimal yıldızı, neredesin?"
|
0% |