Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2-Teori

@sevim_svim

Yataktan çıktı, beyaz ev terliklerini giydi, banyoya gitti ve birkaç kez yüzüne su serpti. Bugünün Pazar olduğuna şanslı saydı kendini. Banyodan çıktı ve önemli işleri olduğu için siyah tül kollu bir bluz ve siyah tayt giydi... Mesela oturup videolar izlemek gibi.

 

Çantasından telefonunu çıkarıp kuru mutfak tezgahındaki domates salçasının yanına koyduğunda, dün geceki makarnaya bir göz attı. Belki de tembel bir Pazar kahvaltısı zamanı gelmişti...

 

Ya da o öyle düşünüyordu.

 

Telefonuna gelen mesajla olduğu yerde sıçradı ve bildirime baktı.

 

Sevdiceğim: Selam Hâkime Hanım, bugün bize kahvaltıya geliyordun?

 

Arkadaşı Buse'ydi yazan. O ise dünün etkisiyle her şeyi unutmuş, kendine kahvaltı hazırlıyordu.

 

Siz: Buse ben de tam evden çıkıyordum biliyor musun? Tam üzerine yazdın canım.

 

Yazıp telefonu elinde hızla mutfaktan çıkıp odasına geçerken bir mesaj daha geldi.

 

Sevdiceğim: 20 dakika içinde burada olmazsan eğer seni öldürürüm Hazal. Ben senin vurduğun adalet tokmağına benzemem aşkım.

 

Siz: Adalet tokmağı(?)yla sen ne alaka?

 

Sevdiceğim: Başka bir şey bulamadım sdkdksmdmsd hadi gel.

 

Hazal mesajı okudu ve dudağını büzdü. Aklında arkadaşının gülüşünü taklit edip saçını taradı ve çantasını alıp evden çıktı. Evinin garajında duran 2020 model kırmızı Hyundai'nin İ20 serisinden olan arabaya binerken ilk önce arabanın aynalarını düzeltti. Aslında bu onun için ritüel gibi bir şeydi. Her zaman aynı şeyi yapardı.

 

Hazal, arabasının direksiyonunu tuttu oturdu ve anahtarı çevirdi. Motor hafif bir homurdanma sesiyle çalıştı.

 

Dünkü mahkemenin etkisi hâlâ üzerindeydi, ama arkadaşının mesajı onu harekete geçirmişti.

 

Açtığı Serdar Ortaç-Poşet şarkısına ritim tutarak kırmızı ışıkta beklerken aklına dün geceki olaylar geldi. Hazal Açelya Yılmazer, yaşadığı ülkede oldukça tanınan, iyi bir savcıydı. Sarsılmaz adaleti onun ününü getiriyordu.

 

Bugüne kadar eşinden şiddet gören kadınları, çocukları, suçsuz yere hapis yatacak insanları adaletiyle rahata kavuşturmuştu.

 

Derin bir nefes verip yeşil ışığı beklerken ışığın yeşile döndüğünü fark etti. 'Dışardan gelen korna seslerinden bunu fark etmeliydim.' diye düşündü.

 

Yürüyerek 15 dakikalık olan yolu büyük İstanbul trafiğinde yarım saate çıkarmış olmanın verdiği rahatsızlıkla biraz biraz yola devam ediyordu.

 

Bir adam vardı, dans etmişlerdi?

 

Asla yapmayacağı bir şey yapıp telefon rehberine girip yeni bir isim aradı ama bulamadı. Yoksa numarasını vermemiş miydi?

 

Hazal'ın zihni, dün gece olanları parçalara ayırmaya çalışırken bulanık bir şekilde, dumanı yakalamaya çalışıyormuş gibi hissediyordu. Hatıra bulanıktı, kaçarcasına, duman gibi kavranmaya çalışılıyordu.

 

Telefonuna baktı, yarı yarıya yabancı birinden gelen bir mesaj veya tanıdık olmayan bir numaradan gelen bir çağrı bekliyordu.

 

Tıpkı bu düşünce ve benzerleriyle uğraşırken kendini bir anda Buse'nin evinin önünde buldu kendini.

 

Arabadan inip apartmanın zilini çaldı.

 

Kapı açılıp apartmandan içeri girdiğinde tanıdık asansörün düğmesine bastı ve 3. Kata çıktı.

 

Tam çelik kapının ziline basıyordu ki kapı açıldı.

 

''Hoş geldin.'' dedi Buse sevecen bir tavırla. "Seni bekliyordum."

 

"Biliyorsun klasik İstanbul trafiği ya."

 

Buse gözlerini devirdi.

 

"Biliyorum. Hadi gelsene içeriye."

 

Hazal ayakkabılarını çıkarıp ev terliklerini giydiğinde çantasını arabasında unuttuğunu fark etti.

 

"Ben bir çantamı alayım mı ya, içinde telefon falan var." Dedi Buse'ye.

 

"Gerek yok bence. Zaten evde çok kalmayacağız, kahvaltıdan sonra çıkacağız. Sizinle birkaç yere gitmemiz gerekiyor."

 

Kaşlarını çattı.

 

"Sizinle?"

 

"Evet sizinle."

 

"Biz kim?"

 

Mutfağa geldiklerinde tanıdık bir yüz onu karşıladı. Buse bilerek bunu yapmış olmalıydı.

 

Buse, bir elini masada oturan adamı göstererek: "Bu Aras. Aras Karaca. Kendisi doktor. Kalp cerrahı yani..." Dedi.

 

Hazal'ın yüzünde olan tebessümün yerini şaşkınlık ifadesi almıştı.

 

"Bu o." Dedi içinden... Adamın bakışları kadını süzdükten sonra gülümsedi ve ayağa kalktı.

 

"Merhaba."

 

"Merhaba." Dedi kadın da aynı tebessümle cevap vererek. Buse'ye birkaç öldürücü bakış attıktan masaya oturdu ikisi.

 

"İnternette gördüm seni." Dedi. "Ama bilemedim benzetiyor muyum falan... Buse'ye sormak aklıma geldi bu buluşma fikri benim fikrimdi de biraz."

 

Hazal saçlarını düzeltti.

 

"Ne hoş..." Dedi sanki tanımıyor da yeni tanışıyor gibi hissettiren bir samimiyetle.

 

Aras başını evet anlamında salladı.

 

Hazal bir çatal alıp masanın üzerindeki yeşil zeytinden bir tane aldı.

 

"Çok severim biliyor musun?" Dedi ve göz ucuyla Aras'a baktı.

 

"Sen sever misin?"

 

Aras başını hayır anlamında salladı.

 

"Sevmem."

 

"Ah!" Diye bağırdı Buse ellerini çırparak. "Zeytin teorisini biliyor musunuz?"

 

"Bilmiyorum." Dedi Hazal ve Aras aynı anda.

 

Buse hayal kırıklığıyla ofladı.

 

"Barney var, how i meet you mother'da. Sonra, Marshall ve Lily. Marshall zeytin seviyor aslında ama Barney'nin zeytin teorisini bildiği için sevmiyor gibi yapıyor. Çünkü Lily çok seviyor."

 

Hazal güldü. "Türkçe'ne hayranım emin ol."

 

"Eee Buse, sonra?" Dedi Aras da.

 

"İşte teori şu. Zıt kutuplar birbirini çeker gibi düşünün. Eğer biri zeytin seviyorsa, diğeri sevmez. Eğer böyle biriyle karşılaşırsanız ruh eşisiniz demek ve siz...Ve siz ruh eşisiniz."

 

"Ben kalkayım madem." Diye birdenbire ayağı kalktı Hazal.

 

"Nereye Hazal?"

 

"Buse evde işlerim var. Daha sonra görüşürüz."

 

Hazal, Aras ve Buse'yi başbaşa bırakarak Buse'nin sözlerini de umursamadan evden hızla çıktı. Bunun karşılığında Buse'den büyük bir trip yiyeceğini biliyordu ama yine de yapmıştı. Neden böyle bir davranış yaptığını da bilmiyordu zaten.

 

Buse, Hazal'ın evden telaşla çıkışını izlerken içini çekti. Ani ayrılışından dolayı hâlâ biraz kafası karışık görünen Aras'a döndü.

 

Buse ortamı yumuşatmaya çalışarak, "Kişisel alma Aras." dedi. "Hazal sadece...Karmaşık."

 

Aras anlayışlı bir şekilde başını salladı ama gözleri hâlâ Hazal'ın az önce çıktığı kapıdaydı. "Anlıyorum. Herkesin nasıl davrandığına dair kendi nedenleri vardır. Ya da Hazal sadece dünü hatırlamıyordur, ya da dün bana dediği şeyler anlık duygu değişimidir."

 

"Onunla tekrardan buluşmak için çabalayacak mısın?" Buse kaşını kaldırarak sordu.

 

Aras omuz silkti. "Denemeye çalışıyorum. Belki denemem. Neyse, beni davet ettiğin için teşekkür ederim. Çabanı takdir ediyorum. Onu buraya getirmek...Her neyse"

 

Buse umursamaz bir tavırla elini salladı. "Sorun değil. Sadece iyi anlaşabileceğinizi düşündüm. Hazal çok şey yaşadı ve yeni biriyle tanışmanın ona iyi geleceğini düşündüm."

 

Aras sahtece gülümsemeye çalışırken yanlışlıkla çok belli ettiğini fark etti. Aklı başka yerdeymiş gibi görünüyordu.

 

"Peki, bakalım nasıl olacak. Belki hâlâ bir şans vardır."

 

❀❀❀

 

Hazal'dan

 

Arabama binip garip bir şekilde boş caddede hızlıca sürerken düşüncelerim karışıktı. Ani çıkışıma neyin sebep olduğunu bilmiyordum. Rahatsız hissediyordum.

 

Aras yeterince iyi gözüküyordu.

Tüm bu durum zorlayıcı ve baskıcıydı. Eve vardığımda anahtarları yoklardan aklımdan, Buse'nin evinde geçen garip sahneler geçiyordu.

 

Uzun süredir bir erkekte aradığım naziklik, Aras'taydı. Onun nazik gözleri ve sözleri, Buse'nin coşkulu çöpçatanlığı ve önceki gün yaşadığım mutluluğun ve sabah üzüntüsünün karışıklığı beni mahvetmişti.

 

Nihayet içeri girdiğimde Hızla kanepeye çöktüm ve hızla atan kalbimi sakinleştirmeye çalışarak gözlerimi kapattım. Buse'nin ruh eşleri ve zeytinler hakkındaki teorileri hakkında düşünecek gibi hissetmiyordum kendimi.

 

Telefonum bir mesajla titredi.

 

Sevdiceğim: Fazla zorladıysam özür dilerim. Sadece mutlu olursunuz diye düşünmüştüm...Dünden sonra... Fırsat bulunca beni arar mısın lütfen.

 

Siz: Ararım Buse.

 

Buse'nin iyi niyeti karşısında hafifçe gülümsedim. Onun iyi niyetli olduğunu biliyordum ama kendi duygularımı kendim yönetebilir, kendime ayak uydurabilirdim. Az önce gönderdiğim yanıtı sildim ve yeni bir yanıt yazdım.

 

Siz: İyi niyetli olduğunu biliyorum. Seni sonra arayacağım. Anlayışın için teşekkür ederim.🌼

 

Arkama yaslanıp derin bir nefes verdim. Belki de aşırı tepki vermiştim. Belki de Aras'la konuşmalıydım.

 

Telefonumu bırakıp yarınki olacak mahkemeye odaklanmaya çalıştım. Dosyalar, tanıklar...O kadar karışıktı ki... Sanırım annemle babamı aramam gerekiyordu.

 

Telefonu bıraktığım yerden alıp annemin ismini hızlıca rehberdeki isim arama motoruna girip 'annem' yazısına tıkladım. Telefonu kulağıma koyup beklemeye başladım.

 

Annem açtığında kocaman gülümsedim.

 

"Merhaba hanımefendi..." Dedim imalı imalı, "Nasılsınız?"

 

Kahkaha attı.

 

Kahkahana kurban

olurum aşk kadın!

 

"İyiyim Açelya'm. Sen nasılsın? Bir şey mi oldu aradın?"

"Sadece seni ve babamı özledim."

"Baban evde yok şu an amcanlara gitti. Gelince söylerim arar yine seni sen neler yapıyorsun? Nasıl gidiyor Hâkim Hanım?"

"Anne ben bugün bir şey yaptım. Çok kırıcıydı karşı taraf için."

Annem, ben ciddi bir şey konuşacakken her zaman yanına bir su alır ve koltuktan rahat bir oturma pozisyonuna geçerdi ve muhtemelen şu anda da öyle yapıyordu ve ben de yapacaktım.

Salonumdaki orta sehpanın üzerinden dünden kalmış yarım bardak suyu -en azından üstü peçeteyle kapalıydı- alıp oturdum ve anlatmamaya karar verdim.

"Anne ya da daha sonra konuşalım mı?"

"Kızım anlatman gere..."

"Anne lütfen." Dedim. "Şimdilik

görüşürüz, seni seviyorum." Ve telefonumu kapattım.

"Allah'ım ne oluyor bana ya?!" Diye ufak bir isyanla kalktım.

Eğer 28 yaşındaysanız ve Türkiye'de yaşıyorsanız hayat gerçekten çok zor...

 

Loading...
0%