Yeni Üyelik
5.
Bölüm

5-Kayıp

@sevim_svim

Adliyeye vardığımda içimde bir huzursuzluk belirdi aniden. Bu hissi tanıyordum. Ne zaman bu his benimle olsa birine bir şey oluyordu.

 

Esin'e bir mesaj yazdım.

 

"Aşkım nasılsın? Ne yapıyorsun? Ben adliyedeyim şu an, işim az. Muhtemelen birkaç saate çıkarım. Neredesin?"

 

Telefonumu çantama koyup adliyenin merdivenlerini çıkarken içimdeki o his kuvvetlendi. Telefonumu çantamdan yeniden çıkarıp bildirim sesim açık olduğu halde ve hiç duymadığım halde Esin'den bir mesaj gelmiş mi diye baktım ama yoktu. Garipti çünkü o sevgili telefonunu elinden hiç bırakmazdı. Bir de üstüne üstlük bana cevap vermeyi hiç aksatmazdı.

 

"Sakin ol Hazal." Dedim kendi kendime. "Sakin ol."

 

Derin bir nefes verip tam Esin'i arıyordum ki telefonuma yabancı bir numaradan arama düştü. Korkuyla açtım ama bu Aras'ın sesiydi.

 

"M...Merhaba..." Dedi. Sesi utangaç geliyordu.

 

Kaşlarımı çattım.

 

"Aras?"

 

"Evet." Dedi. "Benim. Rahatsız mı ettim seni?"

 

Çevreye olan bakışlarım yumuşadı "Aslında ev...Hayır tabi ki."

 

"Anladım."

 

"Numaramı çöpçatan Buse verdi herhalde?" Dedim ona belli etmeden sessizce sırıtarak. O sırada odama ilerliyordum.

 

"Çöpçatan değil de...Her neyse..." Deyip güldü o da. "Aslında denecek başka bir şey yokmuş fark ettim. Aslında onu ben zorladım."

 

"Sorun değil, kızmadım."

 

"İşin ne zaman biter? Bugün buluşmak ister misin?"

 

"Olur," dedim ama bundan emin değildim. Fakat ona bir özür borcum vardı.

 

"Benim adliyede birkaç saat işim var sadece. O kadar. Ondan sonra sana konum atarım sen de gelirsin o halde? Olur mu?"

 

Aras'tan bir ses gelmedi.

 

"Aras?"

 

"Çok, çok pardon ben, dalmışım." Dedi.

 

Sırıtırken odamın kapısından giriyordum.

 

"Sorun değil."

 

Gülümsedim ve onun gülümsediğini hissettim.

 

"Tamam o zaman. Bana konum atarsın."

 

"Görüşürüz."

 

"Görüşürüz."

 

Telefonumu masanın üzerine koyup dönen sandalyeme oturdum. Aniden içeri giren ismini bilmediğim stajyer kız önüme elinde kocaman bir dosyayla girdi.

 

"Hazal Hanım bu dosya basın ve medya tarafından medyada yer alması yasaklanmış bir dosyaymış. Bu yüzden size atandığı basın tarafından bilinmemesi gerekiyormuş. Olayın tüm çıplaklığı buradaymış."

 

Öksürdüm.

 

Kızın elinden dosyayı alıp sayfalara öylesine hızlı şekilde göz gezdirdim.

 

"Sen inceledin mi?" Dedim.

 

"İnceleme iznim yoktu." Dedi.

 

"Güzel."

 

Kapakta kocaman NUR GÖKALP yazıyordu.

 

"İnceleyeceğim. Sağ ol canım." Dedim kıza. Kız tam giderken arkasını dönmeden stajyer kartında ismini gördüm kızın. İsmi Sezen'di.

 

"Sezen'cim." Dediğimde kız bana döndü. "Sezen, Elif ablaya söyler misin bana bir orta şekerli bir Türk Kahvesi getirsin."

 

"Elif abla yok." Dediğinde gülümsedim.

 

"Hay Allah, sen getir o zaman olur mu? Kahve yapmayı biliyor musun?" Dedim. O da başını evet anlamında salladığında sanki selam verdik borçlu çıktık der gibiydi. O muhtemelen bana söverek giderken ben de dosyayı okumaya başladım.

 

❀❀❀

 

"Ee," dedi Aras iki elini birbiriyle birleştirip masaya koyarak.

 

İkimiz de konuşmaya çekindiğimizden dakikalarca bakışıp durmuştuk. Bundan ilk sıkılan Aras olmuştu.

 

Ben de ona karşılık olarak, "Eee?" Dediğimde kalakaldık.

 

"Nasılsın?" Dedi.

 

"İyiyim yani, ekstrem bir şey yok hayatımda." Dedikten sonra, "Sen?" Diyebildim sadece.

 

O da bana kısaca, "Güzel." Dediğinde gülümsedim. Kıvırcık saçları çok hoş gözüküyordu.

 

"O gün..." Deyip elindeki kapalı telefonu masanın üzerine bıraktı. "Neden öyle davrandın bana?"

 

Alt dudağımı ısırdım.

 

"O gün?" diye tekrarladım, biraz zaman kazanmak ister gibi. Gözlerimi kaçırarak masadaki telefonuna baktım, sanki cevaplar oradaymış gibi.

 

Aras, sandalyesinde hafifçe öne eğildi, gözleriyle beni inceliyordu. "Evet, o gün. Benden uzaklaştın. Beni ortada bıraktın. Neden?"

 

Derin bir nefes aldım, boğazımdaki düğüm gitgide büyüyordu. Gerçekleri anlatmakla bir bahane uydurmak arasında kaldım. Gözlerim ona döndüğünde bakışlarındaki samimiyet ve merak içimi daha da daralttı.

 

"Aras, ben... Bilmiyorum. Kafam karışıktı," diye itiraf ettim sonunda. "Bazı şeyler... sadece korkutucu geliyor."

 

"Ne şeyler?" diye sordu, sesi yumuşaktı ama ısrarcıydı. Telefonu masada kalmıştı, ama bakışları benden bir an olsun ayrılmıyordu.

 

"Biz," dedim fısıldar gibi. "Biz korkutucuyuz."

 

Aras kaşlarını hafifçe çattı, ama gözlerindeki ışıltı bir an bile sönmemişti. "Biz mi korkutucuyuz?" diye sordu, kelimeleri tartarak.

 

Başımı hafifçe salladım, ellerimi masanın altında sıkıca birbirine kenetleyerek devam ettim. "Evet. Biz. Aramızdaki şey... Ne olduğunu tam olarak bilemiyorum, ama çok hızlı gelişti. O gece, düğünde, her şey çok yoğundu. Sana karşı hissettiklerim... Beni korkuttu."

 

Aras sessizce dinledi, elleri hâlâ masanın üzerindeydi. "Bu seni korkutacak kadar kötü bir şey mi?" diye sordu, sesi alçak ve temkinliydi.

 

"Neden kötü olsun ki?" dedim, dudaklarımda hafif bir gülümseme belirerek. "Kötü değil. Ama bazen, kontrol edemediğim şeyler beni endişelendiriyor. Seni tanımıyorum bile doğru düzgün, ama... O kadar kısa sürede bu kadar çok şey hissetmek garip."

 

Aras, gözlerinde bir anlayış ifadesiyle başını salladı. "Beni tanımaya çalışmak istemiyor musun?" diye sordu. Gözleriyle gözlerimi yakaladı ve bir an bile bırakmadı.

 

"Neden bu kadar önem veriyorsun?" dedim, sesimde hafif bir kırılma vardı. "Beni bu kadar kısa sürede bu kadar derinden etkilemişken... Ya hayal kırıklığına uğrarsak? Ya her şey düşündüğümüzden daha karmaşıksa?"

 

Aras, dudaklarının kenarında beliren hafif bir gülümsemeyle başını eğdi. "Belki de risk almaya değer," dedi. "Korkmak normal, ama bazı şeyler korkunun önüne geçmeli."

 

Derin bir nefes aldım. Aras’ın söyledikleri kafamı karıştırırken, aynı zamanda içimde bir yerlerde bir rahatlama hissi oluşmuştu. Belki de haklıydı. Korkularım, sadece adım atmam gereken engellerdi.

 

“Peki,” dedim, gözlerimi ona dikerek. "Bu riski alacağım. Ama..." Sesimde hafif bir uyarı tonu vardı. "Beni hayal kırıklığına uğratma, Aras."

 

Aras, gözlerindeki kararlılıkla başını salladı. "Seni hayal kırıklığına uğratmayacağım," dedi, sesi her zamanki gibi yumuşak ama aynı zamanda emin.

 

Aras’ın kararlılığı beni biraz olsun rahatlatmıştı, ama içimde hâlâ hafif bir tedirginlik vardı. Sessizlik, masanın etrafında dolaşıyor gibiydi. Aras’ın gözlerinde daha fazlasını söylemek isteyip de durdurduğu bir şeyler vardı. Ben de ona tam olarak nasıl hissettiğimi anlatmak için uygun kelimeleri bulmaya çalışıyordum.

 

"Ne düşündüğünü bilmiyorum," dedim sonunda. "Bu kadar şey yaşandıktan sonra... her şey hâlâ aynı mı senin için?"

 

Aras bir an durdu, derin bir nefes aldı ve gözlerini kaçırmadan bana baktı. "Her şey daha da netleşti," dedi. "Seninle birlikteyken... her şey daha anlamlı oluyor. Sadece o gece değil, sonrasında da seni düşünmekten kendimi alamadım."

 

Bu sözleri duymak kalbimde bir şeyleri harekete geçirdi. Aras’ın beni böyle derinden etkilediğini biliyordum, ama onun da aynı şekilde hissettiğini öğrenmek bir şeyleri daha gerçek kılıyordu.

 

"Sanki kendimi kaybediyorum," dedim, fısıldar gibi. "Her şey o kadar hızlı gelişti ki... bazen kontrolü kaybediyormuşum gibi geliyor."

 

Aras hafifçe gülümsedi, elini masanın üzerinde biraz daha ileri uzatarak parmaklarını nazikçe benimkilerin üzerine koydu. Dokunuşu sıcak ve güven vericiydi. "Kontrolü kaybetmek kötü bir şey değil," dedi. "Bazen bırakmak, her şeyin akışına kapılmak gerekir. Belki de en doğrusu bu."

 

Parmaklarımı hafifçe oynattım, Aras’ın elinin sıcaklığını hissederken gözlerimi ona çevirdim. "Peki ya sen?" dedim yavaşça. "Sen hiç kontrolü kaybettin mi?"

 

Aras’ın bakışları derinleşti, o tanıdık gülümsemesi yavaşça soldu. "Sana karşı, evet," diye itiraf etti. "Başka kimseye böyle hissetmedim. Bu yüzden ne yapacağımı tam olarak bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey var..." Sesi biraz alçaldı, ama daha da kararlı hale geldi. "Seni kaybetmek istemiyorum."

 

Bu cümleler içimdeki tüm tereddütleri bir anlığına susturdu. Derin bir nefes aldım, bakışlarım Aras’ın gözlerinden ellerimize kaydı. Aras’ın dokunuşu her şeyi daha da netleştiriyordu.

 

"Belki de gerçekten akışına bırakmalıyız," dedim, sonunda. "Bakalım nereye götürecek."

 

Aras, gözlerindeki ışıltıyla bana gülümsedi. "Evet," dedi, nazikçe parmaklarımı sıkarak. "Birlikte göreceğiz."

 

Ellerimi onun ellerinden çekip çantamda bir şeyler arıyor gibi yaptıktan sonra o da ellerini çekti.

 

"Ben gitsem iyi olur." Derken telefonuma bir mesaj geldi. Mesaj Esin'dendi.

 

"Abla, sana bu mesajı attığın için özür dilerim ama ben artık seninle alakalı bir bağım kalsın istemiyorum."

 

Şaşkınlıkla telefonuma bakakaldım. Esin’in mesajı gerçek miydi? Boğazımdaki düğüm daha da sıkıştı. Aras, yüzümdeki ifadeyi fark ederek kaşlarını çattı.

 

"Ne oldu?" diye sordu, gözlerinde endişeyle.

 

Gözlerimi telefondan kaldırıp Aras’a baktım, kelimeler dudaklarımdan zorla dökülüyordu. "Esin... bana bir mesaj attı. Kardeşim. Gitmek istediğini söylüyor, benimle hiçbir bağı kalsın istemiyormuş."

 

Aras’ın yüzünde bir şaşkınlık ve endişe karışımı belirdi. "Bu... aniden mi oldu? Daha önce böyle bir şey hissettiğini belli etti mi?"

 

Başımı olumsuz anlamda salladım. "Hayır, bu kadar uzaklaştığını hiç hissetmemiştim. Ne değişti, bilmiyorum. Daha birkaç gün önce onunla buluştum, eski anılardan bahsetmiştik. Neden böyle oldu şimdi?"

 

Aras, düşünceli bir şekilde oturduğu yerden kalktı ve yavaşça yanıma geldi. Omzuma nazikçe dokundu. "Belki de bu sadece geçici bir duygusal çıkış," dedi.

 

"Onu bulup ne olduğunu anlamaya çalışmam gerek."

 

Mesajın tonu kesinlikle sıradan bir kızgınlık mesajı gibi değildi. Daha derin, daha karanlık bir şey vardı.

 

Ona cevap verdim.

 

"Ama neden? Esin sen benim kardeşimsin. Neden böyle bir şey yapıyorsun?"

 

Mesajım tek tik oldu.

 

Gözlerimi tekrar telefondan kaldırıp Aras'a baktım.

 

"Aras çok özür dilerim ama gitmem lazım."

 

"Ben de gelebilir miyim seninle?"

 

"Neden?"

 

Aras, biraz daha derin bir nefes alıp bakışlarını Hazal'ın yüzüne dikti. "Beni bu şekilde sürekli itip durman... kolay değil, Hazal," dedi. "Bir gün önce dans ederken her şey çok farklıydı. O an, senin de aynı hisleri paylaştığını düşündüm. Sonra yemek masasında beni tamamen reddettin."

 

Hazal, Aras’ın söylediklerine sessizce kulak verirken içi biraz burkulmuştu. O günleri düşündüğünde hissettiği karmaşa, şu anda bile hala derinlerde bir yerde duruyordu.

 

"Ve şimdi, burada söylediklerin..." Aras başını hafifçe salladı, sanki anlam vermeye çalışıyormuş gibi. "Seni, hislerinin korkuttuğunu söyledin, ama korkudan öte, ne zaman bir adım atsak geri çekiliyorsun. Neden, Hazal? Bu kadar dengesiz olmamızın sebebi ne? Seni anlamıyorum."

 

Hazal, Aras’ın bakışlarından kaçınarak derin bir nefes aldı. O anki duygularını ve korkularını hatırlamak istemiyordu, ama Aras’ın haklı olduğunu biliyordu. "O gün... düğündeki dans, yemek masasında yaşananlar... Her şey bir arada çok fazla gelmişti bana," dedi sessizce. "Ama bu, seni incitmek istediğim anlamına gelmiyor."

 

Aras, biraz daha öne eğilip yumuşak bir tonla konuştu. "Bunu biliyorum. Ama seninle dans ederken, her şey farklıydı. O yakınlığı hissettim. O çekim, o ten, o dokunuş... Sonra ertesi gün, masada söylediklerinle o anı tamamen silip attın."

 

Hazal, gözlerini Aras’a dikti ve dudaklarını ısırarak durakladı. "Bunu bilerek yapmadım," dedi fısıldar gibi. "Ama... belki de bilinçaltımda seni kendimden uzaklaştırmaya çalışıyordum. Seni hayal kırıklığına uğratmaktan korkuyorum, Aras."

 

Aras, gözlerinde bir hüzünle başını hafifçe salladı. "Beni en çok hayal kırıklığına uğratan şey, bize hiç şans vermemiş olman, Hazal."

 

Aras ayağa kalktı.

 

"Evet." Derken gözleri başka tarafa bakıyor, benimle göz teması kurmaktan kaçınıyor gibi gözüküyordu.

 

"Gidiyor musun?" Dedim.

 

"İstersen..."

 

Kendi kendime gülümsedim ama buruk bir gülümsemeydi.

 

"Gitmelisin."

 

Loading...
0%