Yeni Üyelik
7.
Bölüm
@sevim_svim

Ben küçükken kafamda hep uçurumdaki kadın hikayesini kurardım. Bu kadının bir ismi, bir fiziksel özelliği ya da ne bileyim, herhangi bir şeyi yoktu işte. O kadın umutsuz zamanlarımda orada, o puslu uçurum kenarında belirir ve sadece ayaklarını aşağıda sarkıtıp dururdu. Sadece beklerdi. Hayatın gözlerinin önünden geçmesini beklerdi. Hayatı seyrederdi. Ve düşünürdü.

 

"Bu uçurumdan da atlayabilirim..." Sonra o düşüncesini değiştirip geliştirirdi.

"Ama önümdeki bu zorluk, 'hep bu zorluk' olarak kalmayacak ki. O hâlde, ölmenin kime ne yararı var?"

Sonra ayaklarını o uçurumdan sallandırması hızlanırdı. Ve nefesleri gibi.

Ölmeyi hayal ederdi kadın. Cennet ve cehennemi. Annemin bana söylediği şeyler gelirdi aklıma ve ben de o kadına: "Eğer ölürsen Allah seni sevmez." Diye fısıldardım. Öyle düşünmesi gerektiğini düşünürdü ama o kadının hayalimdeki bir kadın olduğunu bildiğim hâlde düşüncelerini bilmiyordum. Bilemiyordum daha doğrusu. Sonra o kadın yavaş yavaş aklıma gelmemeye başladı büyüdükçe. Hissedememeye başladım onun varlığını kalbimde.

Gerçi, çok da zorlu şeyler yaşamadığım için gelmemişti aklıma belki de.

Bugüne kadar...

**

''Kişisel problemlerini her daim bana anlatabilirsin.'' Dedi Buse gözlüğünü düzelterek.

''Sana her şeyimi anlatabileceğimi biliyorum ama seni de sorunlarımla sıkmaktan korkuyorum Buse.''

Elini gözlüğünden çekerek ellerimin üzerine koyup bana biraz daha yaklaştı.

''Hep yanındayım.''

Başımı odaklandığım yerden kaldırıp gözlerinin içine baktım.

''Sana bir şey soracağım ama doğru söyleyeceksin tamam mı?'' dedim.

''Sana ne zaman bir konu hakkında yalan söyledim ki?''

Buse'nin yüzüme dikkatle baktığını görünce bir an durakladım. Gözlerinin içine bakmak, içimdeki duyguları bir an olsun dizginlemek zorundaymışım gibi hissettirdi. Derin bir nefes alıp devam ettim:

"Sen... hiç, bazen her şeyin anlamsızlaştığını hissettin mi?" diye sordum, kelimeler titrek bir halde dudaklarımdan dökülürken. "Sanki yaşamayı değil de, sadece var olmayı sürdürüyor gibiyim. Her şey üzerime geliyor ve boğulacakmışım gibi hissediyorum."

 

Buse gözlerini kısmış, yüzümde anlam arıyor gibiydi. Sonra yavaşça elini yeniden ellerimin üzerine koydu ve sakin, güven verici bir ses tonuyla konuştu.

 

"Hissettiğin şeyleri küçümsemeyeceğim," dedi. "Çünkü ben de zaman zaman aynı hislerin ağırlığıyla baş etmek zorunda kaldım. Hayat bazen bizden daha güçlü görünse de, üstesinden gelmek için burada olduğumuzu hatırlamalısın."

 

Gözlerinden okunan empati içimi biraz olsun rahatlattı, ama yine de içimde bir şeyler kırık dökük kalmış gibiydi. Buse'nin yanında kendimi güvende hissediyordum ama bu içsel karmaşa kolay kolay dağılacak gibi değildi.

 

"Bilmiyorum," dedim yeniden, gözlerimi yere indirerek. "Belki de kendimi suçlamaya devam ediyorum çünkü böyle hissetmek, yaşadıklarımızı bir anlamda kabullenmek gibi geliyor."

 

Buse, derin bir iç çekti ve başını hafifçe salladı.

 

"Bak," dedi, sesine kararlılık ekleyerek, "kendini suçlayarak bir yere varamazsın. Bu, seni sadece daha da fazla yıpratır. Hayat bazen elimizden alınanlarla devam etmek zorunda bırakır bizi, ama bu, o yükün tamamen bizim suçumuz olduğu anlamına gelmez."

Bir süre ikimiz de sessizce oturduk. Uçurumun kenarındaki o kadını düşündüm. Umutsuzluk içinde, yalnız başına bir çıkış yolu arayan kadını. Ve belki de onun artık benimle olmadığını, bu tür anlarda yalnız olmadığımı hatırlamam gerektiğini anladım.

''Kayra'dan ben mi suçluyum?''

''Nasıl yani, ben mi suçluyum derken?''

''Onun ölmesinde ben mi suçluyum?''

Buse, gözlerinin derinliklerine yansıyan kaygıyla birlikte, başını hafifçe eğip düşünmeye başladı. İçindeki çatışmanın dışa vuracak bir yeri yok gibiydi. Şimdi onunla savaşan duyguların yüceltilmiş bir ruh hali değil, daha ziyade korku ve suçlulukla dolu olduğunu biliyordum. Ama ne söyleyeceğini merakla bekliyordum.

''Hayır, bunu böyle düşünmeni istemiyorum. Kayra'nın yaşadığı şeylerin seninle bir ilgisi yoktu. Zamanın ne getirip götüreceğini bilemeyiz, ama başına gelenleri kendine mal etme. Bu, sadece senin değil, hepimizin yüküydü.''

''Bilmiyorum.''

''Bak,'' diyerek ellerimi avcuna aldı: ''Seninşu anda Kayra'nın yokluğu değil, Esin'in varlığını sorgulamaya yönelik olsun olur mu? Hem Furkan bizzat ilgileniyor konuyla, bilgilendiriyordur o seni. Ona güveniyor musun?''

Diye sorduğunda başımı evet anlamında salladım.

''O halde gönlünü ferah tut lütfen. Esin'i ben de seviyorum ama belki de bunun böyle olmasını kader istiyordur.''

''O daha çok küçük Buse.''

''O çok küçük değil Hazal. 20 Yaşında genç bir kız.''

Tek kaşımı kaldırdığımda konuşmaya devam etti.

''Ayrıca o yaşlarda hepimiz her şeyden anında vazgeçebilirdik değil mi? Özgürlük istiyorduk en nihayetinde.''

''Eren midir nedir, her ne cehennemse beni işkillendiriyor. Onu Esin'e söyledikten sonra Esin böyle yaptı.''

Buse ise tam ağzını açıp konuşacaktı ki, kapı çaldığında sırıttım.

''Kocan mı geldi kız,'' deyip istemeden kahkaha atınca Buse de kahkaha attı.

''Yok be, biz evlendik, adam göreve gitti. Yüzünü hiç göremedim ki.''

Yüzümü astım.

''E peki kim geldi?''

Buse iki elini yana açıp, ''Bilmiyorum,'' dedi. Kaşlarımı çatıp Buse'nin ardından gittim. Buse'den öne kapı deliğinden dışarı baktığımda Buse'ye bakıp çatık kaşlarımı sürdürdüm.

''Aras burada.''

''Aras mı?'' dedi Buse. Onun Aras'ın geleceğini bildiğini yüzde yüz biliyordum ama yine de çaktırmadım. Zaten geçen sefer de özür dileyeceğim niyetiyle buluşup daha çok kırmıştım.

Kapıyı Buse'ye bırakıp içeri koşup koltuğa oturdum. Kapı açılıp kapandığında Aras'ın da mantıken içeri girdiğini varsayarak bağırdım.

''Buse, kim gelmiş?!''

Buse de sanki ben bilmiyormuşum gibi ayak uydurdu.

''Aras gelmiş..!'' Dediğinde ayağa kalktım. Onlar da salona girmişlerdi.

Tam Aras'la tokalaşmak için elimi uzatacaktım ki vazgeçmiştim. Daha doğrusu utanmıştım diyebiliriz.

Ben elimi çektiğimde Aras ensesini moral bozukluğu olan bir tavırla kaşıyıp benim karşımdaki ikili koltuğa oturdu.

Önemli bir şey konuşacak gibi geliyordu, kaçmak istiyordum ama nereye kaçabilirim bilmiyordum.

Belki de kaçmamalıydım..?

O konuşmadan hemen önce ben başlattım konuşmayı.

"Kendimi hiç iyi hissetmiyorum."

Buse'yle göz göze geldiğimizde Aras boğazını temizledi. Ben de ona döndüm.

"Biliyorum. Bu yüzden buradayım zaten." Dedi ve duraksadıktan sonra devam etti yine. "Sen beni her ne kadar istemesen de."

"İstememek olarak düşünme bunu ya."

"Bana muhteşem bir g..."

Sustu.

"Ben gideyim en iyisi. Neden buradayım bilmiyorum."

​​​​​​Ayağa kalkıp bana baktığında gözlerine bakmıyordum. Başımı yere eğmiş, sadece onu bekliyordum. Salonun kapısına doğru birkaç adım attığında, "Dur," dedim. "Gitmesen olmaz mı?"

Dönüp gözlerini bana dikti. Ağlamaktan kırmızılaşan burnumu, göz altlarıma ve yanaklarıma baktı.

"Ben hiçbir zaman gidemedim senden. Günlerdir peşindeyim Hazal." Dediğinde Buse karıştı olaya.

"Her şey benim suçum. Sizi o gün ben tanıştırdım o yüzden oldu bunlar."

Dişlerimi sıktım.

"Hayır Buse," dedi Aras. "Biz dans ettik o gün ve...O geceden sonra..."

"Her şey güzeldi," diye devam ettim.

"Neden böyle oldu. Seninle sadece bir gece geçirmiş olduğum halde binbir gece gibi geliyor." Diye karşılık verdi Aras.

Güldüm.

"O kadar zor bir insanım o hâlde, öyle mi?"

Gülmem biraz daha arttı.

"Ben olsam benim..." Sözümü tamamlayamadan sustum.

Sonra Aras'ın ardından ayağa ben de kalktım işte. Buse'ye döndüm.

"Özür dilerim Buse, eve gitmem gerek benim. Biliyorsun işlerim var. Onlarca bakmam gereken dosyalar var biliyorsun."

"Sıkıntı değil. Bu halde araba kullanabileceğine emin misin?"

"Evet evet, iyiyim ben."

Buse ve Aras kısa bir bakıştıktan sonra Aras sakin ve kibar bir tonda bana bakmadan konuştu.

"Ben götürüyorum seni."

Onun bu emrivakisine sinir olsam da bir şey demedim.

"Gitmek istemiyorum." Dedim sakince, "Ben kendim giderim. Sarhoş değilim bir şey değilim. Ne olabilir en fazla?"

"Başın ağrıyordur senin kesin."

Başımı hayır anlamında salladım ama o kadar ağlamaya gerçekten ağrıyordu başım.

"Ben yine de götüreyim seni Hazal." Dedi. "Belki konuşacak şeyler vardır daha."

"Peki." Dedim.

Şu anda pek çok şeye itiraz edip bağırıp çağırmak istiyordum ama sessiz durdum. Arabamda şoför koltuğuna Aras bindiğinde koltuğun ve direksiyonun boyunu, dikiz ve yan aynaların şeklini değiştirdiğinde seslice ofladım.

''Değiştirmesene şunları.'' dedim duyulur duyulmaz bir sesle. Arabamla oynanmasından nefret ederdim. İnsan gibi otursana be adam! ne oynuyorsun arabamla?!

İkimiz de arabaya yerleştikten sonra derin bir nefes aldım.

"Eve gideceğiz. Yolu tarif edeyim sana??" Dedim soru sorar bir sesle.

"Sen bilirsin," dedi omuz silkip direksiyonu kavrayarak, gözlerini ön yola sabitleyip küçük bir gülümsemeyle ekledi, "Ama merak etme, kaybolursak sorarım."

Arabayla yola çıktığımızda içimde garip bir huzur hissettim. Sessizlik bizi bir süre sarmaladı, sadece motorun sesi eşlik ediyordu. Camdan dışarı bakarken ona yönelip, "Peki, sen neden geldin bu kadar uzun yoldan?" diye sordum.

Gözleri yoldan ayrılmadan, biraz duraksayarak cevap verdi, "Bazen gitmek, gelmekten daha kolaydır. Ama sanırım bu sefer kendime bile itiraf edemedim neden geldiğimi."

''Anladım,'' dedim yola bakmaya devam ederken. ''Nedense içimden bir ses seninle bir geleceğimiz olduğunu söylüyor.''

''Hala umut var mı diyorsun yani?'' dedi bana bakarak.

Cevap vermedim.

Gözlerimi kapattım. Arkada çalan yabancı slow şarkı uykumu getirmişti.

***

Gözlerimi açtığımda onun bana baktığını gördüm. Gözlerimi ovuşturup tam karşıya baktığımda sallanan ağaçlar ve bir ileri bir geri giden, sokak lambalarının ışığı ve dolunayın ışığıyla aydınlanan denizi gördüm.

''Burası neresi ya?'' dedim.

''Deniz.'' dedi.

Gözlerinde bir şey vardı sanki. Anlayamamıştım. Tam bir şeyler söyleyecekken ağzını geri kapattı. Dışarı çıktığımda o da arkamdan geldi. Denizden gelen rüzgar ikimizn de saçlarını savururken gözlerimiz bir noktaya odaklandı.

O bana bir adım attığında sanki içimde onunla alakalı bir savaş veriyordum.

O an, aramızdaki o gerginlik daha da yoğunlaşmış gibiydi. Elini cebine sokup bakışlarını benden kaçırdı. Ama o an yüzüne yerleşen o hafif tatlı tebessüm gözümden kaçmadı.

Sustu...Sustu...Sustu... Dakikalarca aynı yüz ifadesiyle, aynı şekilde sustu.

Hafifçe öksürüp ona bakınca o da bana baktı.

''Bu kadar sessiz kalmamı beklemiyordun değil mi?'' dedi yine gülerek. ''Emin ol ben de beklemiyordum bu kadar sessizliği.

Gülümsedim.

''Seninle konuşurken sanki her şey daha zor geliyor.'' diye itiraf ettim. Kelimeler kalbimden çıkıp dilimden dökülürken içimdeki ağırlığı hissetmeden edemedim.

Bunu dedikten sonra gözlerimi kapatıp derince bir nefes çektim içime. Denizin tuzlu kokusu ciğerlerimi doldurduktan sonra yine gözlerim kapalı şekilde konuştum.

''Keşke her şey basit olabilse Aras.''

"Belki de her şey o kadar basit olsa elimizdekilerin bir değeri kalmaz."

"Doğru olabilir belki bir yere kadar."

Gözlerimi devirdim kendi kendime.

Vücudumu tamamen ona döndürdüğümde büyük bir gülümsemeyle karşılaştım.

"Gece kadar esrarengiz, gün kadar güzelsiniz... Hanımefendi." Dedi

Aras’ın hafif tebessümüyle başlayan o an, içimde bir şeylerin yavaş yavaş çözülmesine neden oldu. Gözlerimi ondan kaçırmak istesem de bu gece, o deniz kenarında, ondan saklanacak bir yer yoktu.

 

“Gece kadar esrarengiz, gün kadar güzelsiniz... Hanımefendi,” dedi yine o yarı ciddi, yarı şakacı tavrıyla. Ama yüzünde şimdi derin, içten bir bakış vardı.

 

İçimde yıllardır kendimden bile gizlediğim duygular, aniden açığa çıkmak istercesine kıpırdadı. Gözlerimi yere indirip hafifçe gülümsedim.

 

“Her şey bu kadar kolay olsaydı, Aras,” dedim, sesim neredeyse bir fısıltı kadar cılız çıkmıştı, “belki de bugün burada olmazdık. Yaşadıklarım, hissettiklerim… Hepsi üst üste binmiş gibi ve hiçbir şey gerçekten çözüme kavuşmuyor. Kendimi yeniden anlamlandırmak… O kadar zor ki.”

 

Aras bir adım daha yaklaştı ve gözlerini bana dikti. Bakışlarında sakinlik ve anlayış vardı. "Kendini suçlamaktan vazgeçmelisin, Hazal," dedi yumuşak bir sesle. "Her şeyin yükünü üstlenmek zorunda değilsin. Hepimiz kayıplar yaşıyoruz, ama bu, hayatın bize farklı kapılar açmasına engel değil."

 

Bir an ona baktım ve gözlerinde o sır saklayan ifadeyi gördüm. Yıllardır benimle yürüyen bu duygusal yükleri sadece kelimelerle taşıyan birini bulmuş gibiydim.

 

“Belki de,” dedim, duraksayarak. “Ama bazen bu yük, o kadar ağır geliyor ki, adım atacak gücüm kalmıyor. Sadece… kaçmak istiyorum. Buralardan, her şeyden. Sanki kaçarsam, yüklerim de peşimden gelmeyecekmiş gibi.”

 

Aras başını hafifçe eğdi ve derin bir nefes aldı. Sonra bir adım daha atıp tam karşımda durdu. Gözlerinde o tanıdık sıcaklıkla bana baktı.

 

“Kaçmak isteyebilirsin, ama ben burada kalmanı istiyorum. Hatta eğer bana izin verirsen, bu yükleri birlikte taşımak istiyorum. Sadece... birlikte olmak. Seninle.”

 

Kalbim hızlıca çarpmaya başladı. Bunca zaman, acılarımı ve kayıplarımı kimseye açmamıştım. Ama Aras’ın gözlerinde bana uzatılan bir el vardı. Bir an, o yüklerden gerçekten kurtulabileceğime inanmak istedim.

 

Elini nazikçe tuttum. “Bilmiyorum Aras… Birlikte yürüyecek cesaretim var mı, onu da bilmiyorum,” dedim. Ama içimde, bir yerlerde ona güvenmek istiyordum.

O an Aras’ın yüzünde beliren hafif gülümseme, her şeyin başlangıcı gibiydi. Ya sonu.

 

Loading...
0%