23. Bölüm

21+

Güler
sevimlikiz

Korumalar arabadan indiler, Alaz da onlara eşlik etti. Orman evinin kapısından içeri adımladı. Etrafındaki lüks—parlak mermer zeminler, antika mobilyalar ve yumuşak ışıklı avizeler—yaklaşan vahşetle keskin bir tezat oluşturuyordu. Her adımında, kalbi taş gibi ağırlaşıyordu; yukarı, Eliz'in kilitli olduğu odaya çıktı. Kapıyı açtı ve odaya girdi, kapıyı arkasından sürgüleyerek kapattı. Oda, loş bir ışıkla aydınlanıyordu; dışarıdaki fırtına, pencere camlarını tıkırdatıyordu, sanki doğa bile bu anın karanlığını hissediyordu.

Eliz, yatağın köşesinde, titrek bir yumağa dönüşmüştü. Bacaklarını göğsüne çekmiş, kollarıyla kendini sarmış, gözyaşları sessizce yanaklarından süzülüyordu. Hayatının en masum hayalleri—doktor olmak, annesini ve kardeşlerini korumak—şimdi bu karanlık odada paramparça oluyordu. Alaz, onu baştan aşağı süzdü, yüzünde acımasız bir zafer ifadesi vardı. Gözleri, bir avcının bakışıyla parlıyordu; bu, sadece fiziksel bir hakimiyet değil, ruhunu ezme arzusuydu.

"Vay, vay, vay... Küçük kuş kafese girmiş. Polise uçmak neymiş, göreceğiz," dedi Alaz, sesi buz gibi soğuktu. Her kelime, Eliz'in kalbine bir hançer gibi saplanıyordu.

Eliz, gözyaşları arasında ona baktı. Gözlerinde korku, çaresizlik ve derin bir pişmanlık karışmıştı. Neden buradaydı? Sadece ailesini kurtarmak istemişti, ama şimdi kendi hayatı bir cehenneme dönüşmüştü. "Ne istiyorsun benden? Yalvarırım, bırak beni..." diye fısıldadı, sesi titreyerek kırılıyordu. Elleri istemsizce yalvarır gibi öne uzandı, ama Alaz'ın yüzündeki ifade değişmedi.

Alaz, kapıyı arkasından kilitledi. Odanın loş ışığı, yüzündeki gaddarlığı daha da ortaya çıkarıyordu; gölgeler, çenesindeki sert hatları ve gözlerindeki karanlığı vurgular gibiydi. İçinde, eski bir yara kanıyordu—Aşkın'ın gidişiyle kaybettiği merhamet, şimdi yerini saf bir intikam duygusuna bırakmıştı. "Sadece ceza vereceğim. Kimse Alaz Demirkan'la uğraşamaz, küçük. Hele ki beni polise şikayet etmeye kalkışan, kim olursa olsun, bedelini öder," dedi, sesinde bir fırtına gibi öfke vardı. Ama derinlerde, kendi yalnızlığının acısını hissediyordu; bu şiddet, belki de kendi kalbini susturmanın bir yoluydı.

"Lütfen, bırak beni! Özür dilerim! Annem için yaptım... yalvarıyorum!" Eliz'in sesi hıçkırıklara boğuldu. Hatırlıyordu: Annesinin morarmış yüzünü, kardeşlerinin korku dolu gözlerini. Babasının şiddetini durdurmak için her şeyi yapmıştı, ama şimdi kendi bedeni bir kurban oluyordu. Gözyaşları, yatağın çarşaflarına damlıyordu; her damla, kaybedilen umutları temsil ediyordu.

"Artık çok geç, küçük kuş. Tıpkı o mahkeme salonundaki hakime rüşvet vermek gibi, ihanetin de bir bedeli var." Alaz'ın sesi, bir fısıltı gibiydi ama her kelime bir tokat gibi çarpıyordu. Eski Alaz, kadınlara zarar vermezdi—hatta onları korumak için savaşırdı. Ama Aşkın gittikten sonra, kalbi taşlaşmıştı. Karşısında duran, acımasız, kalpsiz bir canavardı; kendi acısını başkalarına yansıtarak hayatta kalmaya çalışan bir adam.

"Soyun, küçük kız. Cezanı çekme vakti. Sen artık benim küçük fahişemsin. Ben sıkılana kadar benimlesin." Sözleri, odada yankılandı. Alaz, kendi sesini duyunca bile bir an duraksadı; bu kadar mı düşmüştü? Ama öfkesi, her şeyi bastırıyordu.

Eliz'in sesi hıçkırıklara karıştı: "Lütfen, yapma! Bir kere kirlettin zaten beni! Daha fazlasına dayanamam!" Hatırlıyordu o ilk geceyi—acı, utanç, yalnızlık. Şimdi, aynı kabus tekrarlanıyordu, ama bu sefer ruhu daha da kırılgandı. Gözyaşları, boğazını düğümlüyordu; annesine, kardeşlerine, hayallerine ağlıyordu.

Alaz'ın gözleri tehlikeli bir şekilde kısıldı. Emri tartışılmayacaktı. "Sana soyun dedim! Şimdi soyun! Ben sıkılırsam, biliyorsun... adamlarım kullanır seni. Seçim senin." Tehdidi, havayı daha da ağırlaştırdı. Eliz, bu sözlerin gerçekliğini biliyordu; dışarıdaki korumalar, onun kaderini bekleyen cellatlar gibiydi. Kalbi deli gibi çarpıyordu, nefes almak bile zorlaşıyordu.

Eliz, bu tehdidin ne kadar gerçek olduğunu biliyordu. Canını yakacaktı, ruhunu paramparça edecekti. "Lütfen, acı bana..." diye fısıldadı, sesi yok oldu. Gözleri, pencereden sızan ay ışığına takıldı; dışarıda özgürlük vardı, ama o, bu kafeste mahkumdu.

"Sen mi soyunursun, yoksa ben mi yırtayım o paçavraları üzerinden?" Alaz'ın sesi, bir kükreme gibiydi. Yaklaştı, eliyle yatağın kenarına vurdu; oda sarsıldı.

Eliz, başka çaresi olmadığını anladı. Buradan kurtuluş yoktu. Bu canavarın eline düşmüştü. Elleri titreyerek, omuzlarından başladı. Giysileri yavaşça, bir utanç örtüsü gibi, vücudundan sıyrıldı ve yere düştü. Her parça düştükçe, kendini daha çıplak, daha savunmasız hissediyordu. Gözyaşları, göğsüne damlıyordu; bu, sadece bedeni değil, gururunun da soyulmasıydı. Alaz, yüzünde soğuk, sadist bir gülümsemeyle onu izledi. İçinde, bir zafer duygusuyla karışık bir boşluk vardı; bu intikam, gerçekten onu tatmin edecek miydi?

"Yat, küçük kuş." Emri, kesin ve duygusuzdu.

Eliz, yatağa uzandı. Korkudan bacakları kontrolsüzce titriyordu. İlk seferin fiziksel acısı taze olmasına rağmen, şimdi hissettiği korku, ilk seferkinden daha derindi. Bu adam bir canavardı—gözlerinde insanlık yoktu. Kalbi, göğsünde sıkışıyordu; annesinin sesini duyuyordu zihninde, "Dayan, kızım," diyordu, ama nasıl dayanacaktı?

"Bacaklarını aç, fahişe. Kafamı o sulu amına koymak istiyorum. Hemen!" diye emretti, sesi sert ve aşağılayıcıydı. Kelimeler, Eliz'in ruhunu yaralıyordu; o, bir nesneye indirgenmişti.

Eliz'in itaat etmekten başka çaresi yoktu. Bütün bunlar neden onun başına geliyordu? Sadece okuyup doktor olmak istemişti. Annesini ve kardeşlerini babasından korumak istemişti. Şimdi, kendi bedeni, bir pazarlık nesnesi olmuştu. Bacaklarını açarken, gözlerini kapattı; belki karanlık, acıyı hafifletirdi. Ama hayır, zihni her detayı kaydediyordu. Vajinası, korku ve istem dışı bir heyecanla hafifçe nemlenmişti; bedeninin bu ihaneti, utancını katmerliyordu.

Alaz, eğildi. Bir eliyle kızın vajinasına sertçe sürttü, okşama değildi bu, sahiplenmeydi—parmakları, derisini acıtıyor, klitorisini ezercesine ovuşturuyordu, dudaklarını ayırarak içini yokluyordu. Sonra kafasını bacaklarının arasına soktu, burnunu vajinasına gömdü, derin bir nefes alarak kokusunu içine çekti—vahşi bir hayvan gibi. Dilini, Eliz'in en hassas yerinde dairesel bir hareketle gezdirmeye başladı—yavaşça başlayıp hızlanarak, klitorisini emerek, dişleriyle hafifçe ısırarak, dilinin ucuyla vurarak. Bir eli, sertçe deliğine girdi ve içeride gelgit hareketleri yapmaya başladı; önce bir, sonra iki, üç parmakla duvarlarını gererek, derinlere ulaşarak, kıvrılarak G-noktasını ezercesine. Her hareket, Eliz'in bedenini zorluyordu; acı, zevkle karışıyor, vajinası daha da sulanıyordu, suları Alaz'ın çenesine damlıyordu, ama zihni isyan ediyordu. İçinde bir ateş yanıyordu—istem dışı kasılmalar, gözyaşlarıyla karışan inlemeler; vajinası nabız gibi atıyordu, klitorisi şişmiş ve kırmızılaşmıştı.

"Adımı söyle, küçük kuş. İnle benim için!" dedi Alaz, sesinde bir zafer havası vardı. Ama derinlerde, kendi yalnızlığını hissediyordu; bu hakimiyet, boş bir kabuktu. Dilini daha derine soktu, vajinasının sularını yalayarak, tadını çıkararak, dilini deliğinin içine daldırıp çıkarıyordu, parmakları ritmik bir şekilde pompalıyordu—hızlı, sert, ıslak sesler odada yankılanıyordu.

Eliz, direniyordu. Dudaklarını kanatana kadar ısırdı. Alaz'ın adını söylemeyecekti—bu, son direnişiydi. Gözyaşları, saçlarına karışıyordu; annesi için, hayalleri için ağlıyordu. Ama bedeni, klitorisine emişlerle cevap veriyordu; kalçaları hafifçe kalkıyordu, vajinası parmaklarını sıkıca sarıyordu, suları akıyordu.

Alaz sinirlendi. Sertçe yukarı doğru klitorisini ısırdı—dişleri ete gömülerek, çekerek, acı vererek, sonra dilini hızla vurarak. Eliz'in ağzından boğuk, küçük bir inleme koptu. Acı, yıldızlar gibi patladı gözlerinde. Gözyaşları şakaklarından yatağa akıyordu; bu, fiziksel acıdan öte, ruhunun çığlığıydı. Vajinası, acıdan kasılıp ıslanmıştı, suları bacaklarına sızıyordu.

"Sana adımı söyle dedim!"

"Alaz..." sesi fısıltı gibi çıktı, kırık ve yenilmiş.

"Şimdi de beni becermeni söyle! O sulu amını sikmemi söyle!"

Eliz, ruhuyla savaştı ama bedeni teslim oluyordu. Kelimeler, boğazında düğümlendi: "Becer... becer beni... sik o amımı..." Söylediği anda, kendini daha da kirlenmiş hissetti; bu, sadece bedeninin değil, ruhunun da teslimiyetiydi. Utanç, vajinasından sızan sularla karışıyordu.

"Güzel." Alaz, bu anın her saniyesini kaydediyordu. Telefonunun kamerası, bir köşede kızıl bir ışıkla yanıp sönüyordu. Bu kız, insan içine çıkamayacaktı. Onu polise şikayet etmek neymiş, görecekti. Ama kendi içinde, bir pişmanlık tohumu filizleniyordu; bu şiddet, onu daha da yalnızlaştırıyordu.

Alaz daha hızlı yalamaya başladı—dili vahşice dönerek, emerek, ısırarak, parmakları üçlüye çıkarak deliğini genişleterek, dördüncü parmağı ekleyerek gererek, içini doldurarak. Eliz'in vajinası sulanıyordu; bedeni, zihninin aksine, acıya teslim olmuştu. İstem dışı bir tepkiydi bu—doğanın zalim bir oyunu. Eliz, gözlerini sıkıca kapattı, zihninde uzak bir yere kaçmaya çalıştı; çocukluğuna, annesinin kollarına. Ama her emiş, her parmak girişi, onu gerçekliğe çekiyordu; klitorisi şişmiş, vajinası sırılsıklamdı, kalçaları istemsizce ritme uyuyordu.

Alaz, başını kaldırdı, gözleri karanlıktı. "Benim için hazırsın. Söz verdiğim gibi... seni sertçe becereceğim! O dar amını parçalayacağım!"

Eliz sadece hıçkırabiliyordu. Artık kurtuluşu yoktu. Bu, sadece bir tecavüz değil, ruhunun son kırıntılarının yok edilişiydi. Gözyaşları, yastığı ıslatıyordu; her damla, kaybedilen bir hayali temsil ediyordu. Alaz, kıyafetlerini çıkardı—sertleşmiş, damarlı penisini ortaya çıkararak. Kalın organı, nabız gibi atıyordu; başı morarmış, sıvı sızıyordu, damarları kabarmış haldeydi. Üzerine eğildi. Her hareketi, Eliz'in kalbine bir darbe gibiydi. Penisinin başını vajinasına dayadı, sertçe sürttü—klitorisini ezercesine, dudaklarını ayırarak, suları penisini ıslatarak. Sonra ani bir itişle girdi; dar deliği yırtarcasına, derinlere kadar, köküne kadar sokarak. Eliz'in çığlığı odada yankılandı: "Ahhh! Acıyor! Lütfen çıkar! Çok büyük, parçalanıyor!" Ama Alaz durmadı; kalçalarını ileri geri vurarak ritim tutturdu—her sokuş daha sert, daha derin, penisinin her girişi vajinasının duvarlarını geriyor, ıslak sürtünmeyle şapırtılı sesler çıkarıyordu. Bir eliyle göğüslerini sıktı, meme uçlarını çimdikledi, ısırdı; diğer eli klitorisini ovuşturuyordu—parmaklarını hızla döndürerek, ezercesine; sonra boğazını sıktı, hafifçe nefesini keserek hakimiyetini pekiştirdi. Penisinin başı, her itişte rahim ağzına çarpıyordu, taşakları kalçalarına vuruyordu, suları fışkırıyordu.

Eliz, acıyla kıvranıyordu; vajinası yanıyordu, geriliyordu, ama ıslanması artıyordu—bedeninin ihaneti, içini dolduran kalınlıkta zevk dalgaları yaratıyordu. "Dur... lütfen... çok derin... acıyor ama... ahh..." diye inledi, ama sesi zevkle karışık bir hırıltıya dönüştü. Alaz, hızlandı; penisini köküne kadar sokup çıkarıyor, kalçalarını ezercesine vuruyor, bir eliyle saçlarını çekerek başını geriye yatırıyor, boynunu ısırarak morartıyordu. "Sen benimsin, fahişe! O amını dolduracağım, spermlerimle taşıracağım!" diye homurdandı, sesi boğuk ve vahşi. Eliz'in vajinası kasılıyordu, istem dışı bir orgazm yaklaşıyordu—acıdan doğan bir zevk dalgası, klitorisi titriyordu, vajinası penisini sıkıca sarıyordu. Gözyaşları akarken, inlemeleri arttı: "Alaz... ahh... evet... hayır... parçala beni..." Ruhunda fırtına kopuyordu; utanç, zevk, korku karışımı, bedeni kasılıp boşalıyordu—suları fışkırarak penisini ıslatıyordu.

Alaz, son vuruşlarla boşaldı—sıcak spermi vajinasına fışkırttı, pulse pulse doldurarak, taşarak bacaklarına sızdı, vajinasını taşırdı. Eliz, titreyerek geldi; bedeni kasılıp gevşedi, ama ruhu paramparçaydı. Alaz üzerinden kalktı, nefes nefese. Oda, hıçkırıklar ve gölgelerle doluydu; dışarıda, yağmur başladı, sanki gökyüzü bile ağlıyordu bu trajediye.

Bölüm : 02.12.2024 16:06 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...