
Ben, Eliz Yılmaz, asla hayal etmediğim bir yerdeydim: şehrin en karanlık sırlarını saklayan, loş ışıklı ve gürültülü bir barda. Bu, benim dünyam değildi; ben, sessiz, düzenli ve sade bir hayat düşlemiştim. Ancak hayatın acımasız gerçekleri bazen insanı köşeye sıkıştırırdı. Aileme bakmak zorundaydım ve bu iş, şu an için tek çaremdi. Bu yüzden, bütün endişelerime rağmen, üzerimdeki siyah, dar elbise ve önlüğümle ilk gün mesaime başlamıştım.
Gecenin ilk saatleri nispeten sakindi, sadece birkaç masa doluydu. Barmenlik eğitimi aceleyle verilmişti, ama en azından ne yapacağımı biliyordum. Tam tezgâhın arkasındaki şişeleri düzenlerken, bar taburelerinden birine ağır bir gölge çöktü.
Başımı kaldırdığımda, bütün barın gürültüsü zihnimde sönümlendi. Karşımda oturan adam, bir mıknatıs gibi dikkatimi çekmişti. Koyu renkli, pahalı bir takım elbise giymişti, ama asıl dikkat çeken şey kıyafeti değildi; yüzündeki ifade, omuzlarındaki ağırlık ve her hareketindeki keskin, ürkütücü bir otoriteydi.
Gözlerim istemsizce onun gözlerine kaydı. Mavilerim... benim okyanus mavisi, belki biraz fazla masum kalan gözlerim, onun buz gibi, fırtınalı koyu mavi gözleriyle buluştu. Bakışları, bir anlığına beni kilitledi; delici, sorgulayıcı ve tehlikeliydi. İçimde anında bir alarm zili çaldı. Korkmuştum. Bu adam, sıradan bir müşteri değildi; etrafa kötü, tehlikeli bir enerji yayıyordu.
Bakışlarını bir an bile ayırmadan, sesi barın uğultusunu delip geçecek kadar tok ve alçak bir tonda konuştu:
"Bana bir içki ver, küçük."
Sanki bu barın değil, benim patronummuş gibi konuşmuştu. Boğazımdaki kurulukla yutkundum.
"Hemen efendim. Ne alırsınız?"
Sorumu duymazdan gelerek, bar tezgâhının üzerindeki ellerime baktı. "Bildiğim bir şey var, bir viski. Sek. En iyisinden."
Hemen arkamı döndüm. Ellerim titremeye başlamıştı. Onu görmezden gelmek, sadece görevime odaklanmak istiyordum. En kaliteli viskiyi buldum, kristal bir bardağa dikkatlice koydum ve önündeki tezgâha bıraktım.
O an, yüzünde ilk defa hafif, alaycı bir ifade belirdi; bu, bir gülümsemeden çok, yırtıcı bir hayvanın avına bakışını andırıyordu. Bardağı yavaşça, parmak uçlarıyla tuttu ve dudaklarına götürdü. Viskinin keskin kokusu, o anki gerginliğime karıştı. Beni izleyerek içkisinden büyük bir yudum aldı. Göz teması kesilmemişti.
Nihayet, bardağı tezgâha bıraktıktan sonra, sanki bir tiyatro perdesi kapanmışçasına, arkasına yaslandı ve ağır, kendinden emin adımlarla ayağa kalktı. Bana son bir kez, anlamlandıramadığım, gizemli bir bakış atıp kalabalığa karıştı ve lüks VIP bölümüne doğru ilerledi.
O an tuttuğum nefesimi derin bir solukla dışarı verdim. O gidene kadar kaskatı kesilmiştim. "Ne kadar korkutucu bir adam..." diye fısıldadım kendi kendime. Vücudumdaki gerginlik yavaş yavaş çözülürken, bir ürperti omurgamdan aşağı aktı.
Merakıma yenik düşerek, kalabalığın arasına sıkışan başımı biraz daha uzatıp VIP bölümüne baktım.
Gördüğüm manzara, içimdeki korkuyu anında iğrenç bir küçümsemeye çevirdi. O korkutucu adam, şimdi koca bir locayı doldurmuştu. Yanında iki gösterişli kadın oturuyordu, ancak asıl rahatsız edici olan, tam kucağında oturan başka bir kadındı.
Adam, bana doğru baktı. Göz göze geldik. O, arsız, küstah bir gülümsemeyle karşılık verdi. Ve o an... sadece beni izlediğini bilerek, kafasını kucağındaki kadının göğsüne bilinçli ve arsızca gömdü. Bu, bir güç gösterisiydi, bir meydan okumaydı. Sanki bana, benim ait olduğum yerin burası olmadığını, onun dünyasında kuralların olmadığını gösteriyordu.
Yanaklarımın kızardığını hissettim. Bu kadar açık bir saygısızlık, bu kadar utanmaz bir gösteri...
"Ne kadar utanmaz ve aşağılık bir adam!" Bar tezgâhının altındaki nemli bezi sıkarken, hem ona hem de beni bu tür insanlara hizmet etmek zorunda bırakan kadere lanet ettim. Bu adam, bu barın tehlikeli gölgesiydi ve içimden bir ses, yollarımızın bir daha kesişmemesi için dua etmem gerektiğini fısıldıyordu.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 121.79k Okunma |
2.87k Oy |
0 Takip |
68 Bölümlü Kitap |