
Alaz'ın vahşi işkencesinden sonra, Aşkın ve Eliz o karanlık, nemli bodrum odasında birbirlerine yaslanmış halde yatıyorlardı. Oda hala kan, ter ve dışkı kokusuyla doluydu; duvarlardan sızan soğuk su damlaları, yaralı vücutlarını daha da üşütüyordu. Zincirler etlerini yara yapmıştı, her hareketlerinde metalin deriye sürtünme sesi acı bir senfoni gibi yükseliyordu. Aşkın'ın omzu ve bacağı hala kanıyordu; sıcak, yapışkan kan yerde küçük bir göl oluşturmuştu. Eliz'in kopan parmağından akan kan ise elini kırmızıya boyamış, bileğine kadar süzülüyordu. Acı, ikisini de kemiriyordu ama birbirlerine tutunarak ayakta kalmaya çalışıyorlardı.
"Eliz, iyi misin? Parmağın çok kanıyor... Dur, tişörtümün bir parçasını yırtayım da sarayım." Aşkın, dişlerini sıkarak tişörtünün kenarını zincirlerle uğraşarak yırtmaya çalıştı. Elleri titriyordu, omzundaki yara her harekette yeniden açılıyordu.
"Abla... Canım çok acıyor. Sanki elimi ateşin içinde tutuyorlar gibi... Ama dayanırım. Sadece... kurtulamayacağımızdan korkuyorum bu adamın elinden. Ya bizi burada çürümeye bırakırsa? Ya yavaş yavaş ölürsek?" Eliz'in sesi titrekti, gözyaşları yanaklarından süzülüyordu. Gözleri korkuyla doluydu, vücudu soğuk terle kaplıydı. Kopan parmağının acısı dalga dalga yayılıyor, midesini bulandırıyordu.
Aşkın, Eliz'in başını kendi yaralı omzuna yasladı; omzundaki sıcak kan Eliz'in saçına bulaşıyordu ama umursamadı. Kendi acısını bastırarak, kızın saçlarını okşadı. "Kurtulacağız, güzelim. Ölmeyeceğiz. Biz güçlü kadınlarız. Böyle erkekler, böyle pislikler bizi yıldıramaz. Ben sana söz veriyorum. Senin için savaşacağım, Eliz. Sen benim kardeşim oldun artık. Bu cehennemden birlikte çıkacağız." İçinden yükselen bir öfke vardı; Alaz'ın yüzünü hatırladıkça, intikam ateşi damarlarını yakıyordu. Ama şu an Eliz'i teselli etmek önceliğiydi.
"Sana güveniyorum, Abla. Ne olur, ne olursa olsun beni bırakma. Kimsem kalmadı, bir tek sen varsın. Annem, babam... Hepsi gitti. Sensiz kalırsam, ölürüm ben." Eliz, Aşkın'ın koluna sarıldı, tırnakları etine batıyordu ama Aşkın acıyı hissetmiyordu bile. Gözyaşları Aşkın'ın tişörtüne damlıyordu.
"Allah büyüktür, yavrum. O bizi korur. Sen dua et, ben plan yapayım. Bu zincirleri kıracak bir yol bulacağım." Aşkın, içinden dua ediyordu ama korku onu da kemiriyordu. Ya Emris gelmezse? Ya ikisini de ölüme terk ederse? Ama pes etmedi; gözlerinde kararlı bir ateş yanıyordu.
Emris Ezel, karakoldan ayrıldıktan sonra, ruhunu yiyip bitiren o zorlu kararı vermişti. Kalbi parçalanarak, Eliz'i seçmişti. Ofisinde yalnız başına otururken, elleri titreyerek kutuyu açmıştı – içindeki kopan parmak, kanlı ve soğuk, onu dehşete düşürmüştü. "Üzgünüm, amca kızı... Bir tek seçim yapmam lazımdı. Onu (Eliz'i) çok seviyorum. Sen güçlü bir kadınsın, Aşkın. Dayanırsın, değil mi?" diye mırıldandı kendi kendine. Gözyaşları yanaklarından süzülüyordu; vicdan azabı bir bıçak gibi saplanıyordu kalbine. Biliyordu, bu kararla Aşkın'ı ölüme sürüklemişti. Ama hayatına yeni giren, ruhunu aydınlatan kadını –Eliz'i– ölüme sürükleyemezdi. Aşkın da böyle isterdi, diye kendini avutmaya çalıştı, ama içindeki suçluluk duygusu onu boğuyordu.
Belirtilen adrese tek başına, elinde sadece tabancasıyla gitti. Burası terk edilmiş, harabe bir fabrika binasıydı; rüzgar uğulduyor, kırık camlar yerlerde dağılmıştı. Karanlık koridorlarda ilerlerken, kalp atışları kulaklarında yankılanıyordu. İçeri girdiğinde, onu Alaz değil, Alaz'ın bir adamı karşıladı – iri yarı, dövmeli bir herif, elinde otomatik silah.
"Vay, vay! Emris Komiser gelmiş, hoş gelmiş. Cesaretine hayran kaldım. Tek başına mı geldin, kahraman?" Adamın sesi alaycıydı, dişleri sararmış bir sırıtışla parlıyordu.
"Eliz nerede? Onu görmek istiyorum. Nerede tutuyorsunuz?" diye bağırdı Emris, sesi öfkeyle titriyordu. Eli tabancasına gitti ama adamı kışkırtmamaya çalıştı.
Adam alaycı bir şekilde sırıttı, silahını sallayarak. "Bir sakin ol. O kadını bu kadar çok sevdiğini bilmiyordum. Demek Eliz'i seçip, Aşkın'ı ölüme sürüklüyorsun. Kuzenini mi feda ettin? Vay be, aşk nelere kadir!"
"Çok konuşma! Eliz'i ver bana! Bu oyunu bitirin!" Emris'in damarlarında öfke kaynıyordu; yumruklarını sıktı, gözleri kısıldı.
"Eliz mi? Eliz yok, ama Ecel var! İster misin? Seni de yanına alayım mı?" Alaz'ın adamı piç çıkmıştı. Yanında ne Eliz vardı ne de Aşkın. Aptal gibi tuzağa düşmüştüm. Tam silahını çekip pozisyon alacaktı ki, adam benden hızlı davrandı. Kurşun, göğsüne isabet etti – sıcak bir darbe, kemiklerini sarsan bir acı. Yere düştü, nefesi kesildi; kan ağzına doldu, görüşü bulanıklaştı.
"Gidiyoruz! Burada işimiz bitti! Bu salak öldü zaten!" diye bağırdı adam, arkadaşlarına seslenerek. Arabanın sesini duyuyordu – motor homurtusu, lastiklerin çakıl üzerindeki gıcırtısı. Yavaşça gözünü açtı. Canı yanıyordu, nefes almakta zorlanıyordu. Göğsüne dokundu; çelik yelek olmasaydı, kurşun tam kalbine gelecekti, ciğerlerini parçalayacaktı.
"Paçayı iyi sıyırdım bu gün... Buradan ölecektim. Lanet olsun, Alaz... Seni parçalayacağım." diye mırıldandı, acıyla inleyerek. Yavaşça ayağa kalktı; her kalkışında göğsüne giren acı, kaburgalarının kırıldığını hissettiriyordu. Göğsü morarmış, şişmişti; nefes alırken bıçak gibi saplanıyordu. Arabasına binip gaz pedalına bastı, tek bir adrese gitti: Kara'nın evine. Bu, artık onun tek başına yürütebileceği bir savaş değildi. Kanlar içinde direksiyonu tutuyordu, gözlerinde yaşlar birikmişti – Aşkın'ı terk ettiği için, Eliz'i kurtaramadığı için.
Kara, daha yeni evden çıkıyordu; valizi arabanın yanındaydı, yurt dışına kaçma planları yapmıştı. Ama o an, Emris'in arabasını görünce durdu. Emris arabadan indiğinde, yüzündeki solgunluk ve göğsündeki kan lekesi hemen dikkatini çekti.
"Kara!" diye bağırdı Emris, sesi zor çıkıyordu; boğazı düğümlenmişti, acıyla kıvranıyordu.
"Burada ne işin var, Emris? Yurt dışına çıkacaktım ben. İyi misin? Yüzün mosmor, ne bu hal?" Kara, hızla yaklaştı, Emris'in kolunu tuttu.
"Konuşmamız lazım... acil. Çok kötü şeyler oldu." Emris, nefes nefese kaldı; göğsü yanıyordu, her kelimede acı saplanıyordu.
Kara, yüzündeki yarayı ve göğsümdeki şişliği fark etti. "Ne oldu? Vurulmuşsun sen! Ne bu halin? Kim yaptı bunu? Hastaneye gidelim!"
"Aşkın ve Eliz..." diye yutkundu Emris, gözyaşları yanaklarından süzüldü. "Alaz... ikisini de kaçırdı! Şimdi ikisi de tehlikede ve Alaz'ın elinde!"
Kara'nın yüzündeki bütün renk uçtu. Gözleri, saf öfkenin kırmızı tonunu aldı; damarları şişti, yumruklarını sıktı. "Ne?! Bu sefer seni s*ktim, Alaz! O pisliği doğrayacağım, bağırsaklarını dışarı dökeceğim!" diye hırladı, sesi bir aslanın kükremesi gibiydi.
Kara, öfkeyle elini arabanın kaputuna vurdu; metal ezildi, eli kanadı ama umursamadı. Şu anda patlayan bir bomba gibi duruyordu; gözleri alev alev yanıyordu. "Onu yalnız bırakmamam lazımdı! Lanet olsun! O his boşuna değilmiş! Aşkın... O benim kadınım, lan! Kimse ona dokunamaz!"
İntikam ateşi, Kara'nın damarlarında akmaya başlamıştı; vücudu titriyordu öfkeden, nefesi hızlandı. Emris, elindeki kanlı kutuyu Kara'ya uzattı – kutu hala Eliz'in kanıyla ıslanmıştı, içindeki parmak soğuk ve solgundu.
"Bu... bu da Alaz'ın hediyesi. Bu savaş başladı, Kara. Artık duramayız."
Kara, kutudaki dehşeti görünce, gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Parmak, Eliz'in orta parmağıydı; tırnağı hala boyalıydı, kanlı et parçaları sarkıyordu. "Bu... Bu canavar... Eliz'i de mi? Aşkın'ı da... Onları bulacağım, Alaz. Seni yavaş yavaş öldüreceğim. Derini yüzeceğim, kemiklerini kıracağım, çığlıklarını dinleyeceğim!" diye homurdandı, kutuyu yere fırlattı. Gözyaşları öfkeyle karışmıştı; Aşkın'ı düşündükçe kalbi parçalanıyordu. Geri dönüşü olmayan bir yola girmişlerdi; bu, kanlı bir intikam yolculuğuydu. Kara, Emris'e döndü: "Gel, plan yapalım. Bu pisliği cehenneme göndereceğiz. Aşkın ve Eliz için... Onlar bizim her şeyimiz."
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 121.84k Okunma |
2.87k Oy |
0 Takip |
68 Bölümlü Kitap |