
Gökyüzünden düşen karlar soğuğu getiriyor, karlar fırtınayla karışıp, görüşümü zorlaştırıyordu .
İliklerime kadar işleyen soğuk, vücudumu ayakta tutmakta zorluyordu. Uyuşmuş olan ellerimde tutuğum ok ve yay’a bakıyordum.
Yan yana dizilmiş Atış tahtalarının karşısında 6
Kişiydik.
Yanımdaki beş Kişi oldukça rahat ve özgüvenli duruyorlardı. Aralarında dün oda arkadaşlığı yaptığım kızda vardı. Üstümde rahatsızlığı hissettiren deri kıyafet, gerginliğimi artırıyordu.
Dün profesörün odasında gördüğüm -danışman olduğunu az önce öğrenmiştim- gençlerden biri, mavi gözlerini bize dikmişti
“Ne yapmanız gerektiğini bildiğinizi düşünüyorum. Aksi taktirde burda ne işiniz var değil mi? Oku yayınıza geçirin ve hedefinizi belirleyin. 50 sayılık atış yapmanız gerekiyor bunun için 8 atış hakkınız var” dedi danışman, sakin sesiyle.
Aramızdaki kıyasla en kaba ve korkutucu ifadeye sahip adam lafa atladı.
“Bu mu sahiden? Bizi buraya çocuk oyuncağı oynamaya mı getirdiniz? Kaleye bu kadar basit adam aldığınızı bilmiyordum bayım” dedi gür sesle.
Danışman bu Sefer gözlerini konuşan çocuğa çevirdi. Ellerini arkasında birleştirip.
“Bunun ilk sınav olduğunu unutmayın lütfen. Ve ayrıca yay bir savaşçının en önemli silahıdır” sakin ses tonunu koruyarak devam etti.
“Başka sorusu olan yoksa herkes pozisyonunu alsın”
Derin bir nefes aldım. İlk atıcağım ok değildi. Babamın iyi bir atışçıydı ve bildiği herşeyi bana öğretirdi. Tek bi sorun vardı oda son atışımın üzerinden hatırlamadığım kadar çok geçmesiydi.
Kötü düşünceleri bi kenara koyup, sağ bacağımı öne atıp dizlerimi kırdım. Oku yaya geçirip gerdim. Son kez nefes verip gözlerimi kıstım, hedefi on numaraya belirledim.
Hadi Freya bunu daha önce yaptın.
Ok yay’dan çıktığında, çoktan diğerlerinin saplanmış ok sesleri duyuluyordu.
Ok sonunda ahşap tahtayla buluştuğunda gelen sayıya baktım.
Ok 3 numaradaki dairede durmuştu.
Harika cidden. Vakit kaybetmeden yeni bir ok alıp yayıma taktım. Tekrar derin bir nefes alıp pozisyonuma geçtim. Derin alıp verdiğim nefesim perçemlerimi havalandırıyordu.
Arkadan gelen ok seslerine aldırış etmeden yeni bir atış daha yaptım 5.
Daha iyisini yapabileceğime emindim. Daha iyisi olmak zorundaydı.
Gerilen ve titreyen bedenimi görmezden gelip yeni bir ok daha aldım.
Oku tam atmak üzeredeydim ki gelen sesle irkildim.
“Hey sen, adın ne senin” kafa mı kaldırdığımda bu kişinin danışman olduğunu fark ettim.
“Freya” diye yanıtladım
“Peki Freya, bu atışlarla gönüllü olacağını sanmıyorsun değil mi?”dedi
Yanıldığını söyleyemezdim. Bu atışlarla çoktan umutlarım düşmüştü.
Alaycı bir tavırla “ pek olumlu konuşamayacağım” dedim
“Okların sert ve hızlı gidiyor, sadece duruşun yanlış. Bir daha dene””
Elimdeki yayı gerip, duruşumu düzelttim.
“Biraz daha dik Freya”
Daha dik bir pozisyona geçtim.
“ rahat ol ve oku yavaşça bırak”
Dediklerini yapmaya çalışarak oku bıraktım.
8’in çemberinde durmuştu ok. Yüzümde yarım yamalak bir gülüş belirmişti. Hiç fena bir sayı değildi.
“ daha iyi atabilirsin Freya. Sadece okun havadaki hareketini takip et.” Dedi yanı başımda ki danışman.
Bir sonraki atışlar beraberinde geldi. 7, 6, 9, 5.
Fena atışlar atmamıştım, ama hala elli puana ulaşamamıştım ve son bir atış hakkım kalmıştı.
Diğerleri atışlarını atalı ve bir sonraki kademeye geçmek için beklemeye başlamıştı bile. Arlarında ki bazıları - korkutucu surat olan dahil- beni beklemekten pek hoşnut gibi gözükmüyordu.
“Son atış hakkın Freya. Yedi sayıya daha ihtiyacın var” dedi danışman.
Yutkundum, elimdeki yayı kendime doğru yönelttim. Gözlerimi kapattım. Küçük bi kızken yaptığım atışları düşündüm. Karların yağışı bir hayli hızlanmıştı. Küçük kar taneleri. Okumun üzerine yağıyordu.
Kendimi dikleştirdim. Ve soğuk nefesimi vererek oku yaydan ayırdım.
Ok havada süzülerek. Atış tahtasıyla buluştu.
Ve tam 10 numarada ok durdu. Şaşkınlığım sevincimin önüne geçti. Başarmıştım ilk turu atlatmıştım. Tam elli üç puanla.
“Hepinizi tebrik etmek isterdim, fakat yolun şu Anlık çok az bi kısmını geçtiniz. Yinede bir sonraki turu görmeyi hepiniz başardınız” dedi danışman. “ şimdi bir sonraki tur için dinlenebilirsiniz”
Derin soluklar alırken. Üstümde hissettiğim büyük gölgeyle, kafamı kaldırdım. Karşımda korkutucu yüzlü ve kızgın bakışlara sahip o adamla karşılaştım.
“Basit bir okla, nasıl kılpayı geçtin anlayamıyorum. Bence burda olmayı tekrar düşünmelisin” dedi kınayıcı ses tonuyla.
Diyebileceğim bir cevabım yoktu. Sadece gözlerine baka kaldım. O da daha fazla konuşmayıp yanımdan sert bir şekilde ayrıldı.
Dönüp onun atış tahtasına baktığımda, sekiz okun 10 sayılı dairede iç içe geçmiş şekilde gördüm.
👑
Valoria Krallığı
Sarayın boş ve görkemli odası. Bu sefer sarhoş abimin asılsız ölümüyle ilgili kuralan mahkemeye dönüşmüştü.
Salonun mermer yüzeyine konulmuş. Binlerce Demir ve mücevherlerden oluşturulmuş, göz kamaştıran tahtın, üstünde ikiz kardeşim Carter, ona kıyasla daha az göze çarpan tahtın üstünde kederli kraliçe annem oturuyordu.
Onların solunda, taşlı “sandalyelerde” ben ve abimin sevgili eşi Aurora, büyük mahkemeyi bekliyorduk. Üstatlar çoktan kuş tüylerini eline almış, tarihe büyük önem katıcak mahkemeyi not almak için sabırsızlardı.
Lord yargıç, “Sayın kral ve kraliçe, saygılarımı iletirim. İsteğiniz üzere eski kral Alex Silverwood’un adaletini sağlamak için, sizin önderliğinizde mahkemeyi başlatıyorum.” Değip devam etti “ huzurunuza çıkmak için ilk şahidimiz; eski kralın şahsi muhafızı Thiago Müller” dedi be karşımızdan ayrılıp kenara geçti.
Kapıyı tutan muhafızlar, kapıyı açtı ve orta yaşlarda muhafız olduğunu belli eden zırhıyla giriş yapan adam, karşımızda durup eğildi.
“Anlat bize Thiago, abimi kim öldürdü” dedi Carter otoriter sesiyle.
Muhafız önce duraksadı. Derin nefes alıp.
“Bağışlayın Majesteleri ama bunun cevabını bilmiyorum. Sadece bazı gördüklerim var” dedi
Gözlerinde korku vardı adeta.
“Söyle,hemen!“ tahtından hızla doğrulan annem sesi bi hayli yüksek be sert çıkmıştı.
“Sakin olun Anne. Eminim muhafız bize bildiği her şeyi söyleyecektir” dedim annemin biraz olsun yumuşatmak için. Ama bu mümkün değildi.
Muhafız aceleci ve gergin bir tavırla konuşmaya başladı.
“Akşam saatleriydi, majesteleri bir tavernaya girip bir şeyler içmek istedi. Gümüş bahçe meydanında bir tavernaya gittik. Ay, en tepeye geldiğinde, tavernadan ayrıldık. Lakin kral fazlasıyla sarhoştu yürümekte dahi zorluk çekiyordu. Etrafa küfürler savuruyor defalarca düşüp sızıyordu. Biraz olsun aklı başına geldiğinde, tavernanın yanındaki ara sokağa gitmek için çırpındı. Onunla gelmek istedik fakat, gelirsek kellemizi alacağını söyledi. Ve tek başına ara sokağa girip gözden kayboldu.
Uzun süre bekledim. Daha sonrasında dayanamayıp arkasından gittim. Ama çok geçti. Majesteleri yerde kanlar içinde yatıyordu”
Muhafız’ın sözlerini bitirince annem göz yaşlarını tutamadı. Duyduklarım beni dahi üzmüştü. Aurora’nın gözleri dalmış tek kelime dahi etmemişti.
“Bu hikayeyi biliyoruz muhafız. Bana abimin katili lazım” dedi Carter soğuk kanlılıkla.
“Haklısınız majesteleri. Katil kim bilmiyorum ama bazı tanık olduğum şeyler var” dedi muhafız.
Annem dikkatle tahtında doğruldu. Ve büyük bir ciddiyetle muhafızın dediklerine kulak verdi.
“Olayın, sabahında ‘Kaderin yazgısı’ heykelinde, majesteleri, Kalopsia prensi Liam Smith ile bir münakaşa yaşadı. Aralarında ki sorunu bilmiyorum. Birbirlerini görür görmez gözleri döndü aralarında bir konuşma geçti ama malesef duymadım. Majesteleri Kalopsia prensinin yakılarına yapıştı. Büyük bir güç uygulayarak ayırdık. Fakat prens şüphelerimi artıran o cümleyi söyledi”
Aurora sözünü kesti “Ne söyledi”
“Prens Majesteleriye, kral olmasına güvenmemesi gerektiği ve babasının’da bir zamanlar kral olduğu hatırladı” muhafız sözlerini bitirir bitmez, annem parladı.
“O YAPTI. Buna eminim o yaptı. Derhal o prensin infazını istiyorum. Hayır… hayır acı çekerek ölmesini istiyorum” dedi hem bağırıyor hem göz yaşlarını dizginlemeye çalışıyordu.
Aurora çok geçmeden konuştu
“Liam bir prens. Neden bir kralı öldürerek kendini riske atsın? Belli ki kavga esnasında çıkmış bir söz” dedi
Carter her ikisinide susturarak
“Emin olmadan bir şey yapmamız uygun olmaz” dedi
Söze atlayıp “ Carter’a katılıyorum. Kalopsia güçlü bir krallık. Oğullarını öldürdüğümüzü öğrenirseler bize savaş dahi açabilirler”dedim
“Belkide bizim çoktan, açamamız lazımdı”Dedi annem.
Carter annemi umursamayıp Lord yargıça fikrini sordu.
Lord yargıç “ kesin delil olmadan prense bir şey yapmamız yanlış olur majesteleri. Prensi buraya, huzurunuza çağırıp sorgulamak en doğru karar olucaktır”
Muhafız anında cevap verdi.
“Prens, kralın ölümünün ertesi günü kendi topraklarına gitti majesteleri”
Oklar iyice Prens Liam’a dönmüştü. Prens hakkında tek bildiğim şey uzun yıllar ağabeyim ile aralarının hiç iyi olmadığıydı. O mu yapmıştı emin değildim. Ama ağabeyim’in bir evsiz tarafından bıçaklandığı’da muhtemelen bir ihtimaldi.
“Emin olmak için daha neye ihtiyacımız var Carter?” Annem tekrar konuşmaya dahil olmuştu.
Carter bu sefer üstatlara yöneldi.
“Derhal Kalopsia Krallığına bir mektup gönderilsin” dedi.
🏰
Güneş batmaya hazırlıyordu. Elimdeki kılıç, havadaki soğuk kadar keskindi.
Karşımdaki korkusuz gözler, benim tedirgin bakışlarımı artırıyordu.
Gönüllü olmak için bir diğer sınav; kılıç savunmaydı.
İkişer olmak üzere karşı karşıya dizilmiştik.
Değerli çoktan kılıçlarını kavramış, saldırı için hazır bekliyorlardı. Benim karşımda dün tanıştığım oda arkadaşım Nova vardı.
Mavi gözleri, elindeki kılıç kadar keskin bakıyordu. Gergin hallerimi, olabildiğince hissettirmemeye çalışıyor, kılıcı avucumun içinde sıkı sıkı tutuyordum.
Karın şiddetti azılmış, yerine soğuk havaya bırakmıştı.
“Kuralları biliyorsunuz. İlk ölümcül darbeyi yapan kazanır. Tabii bunu yaparken karşınızdakini öldürmemeye dikkat edin. Bir sonraki elemede sadece üç kişi kalmış olacaksınız. Onlardan biri olmak için, kılıcınızı iyi kullanın” Diyip devam etti danışman.
“Referans yapıp başlayabilirsiniz”
Bir adım öne gidip. Kılıcımı doğrultum.
Daha önce hiç kılıç kullanmamıştım. Umudum azalarak iniyordu. Tek güvendiğim şey reflekslerimdi. Elimde bu ağır şeyle ne kadar olabilirse tabii.
Çoktan birbirine çarpan kılıç sesleri gelirken. İlk hamlede kısa bir süre sonra karşı taraftan geldi.
Bana doğru gelen kılıcı, kılıcımla engelledim.
Birbirine çarpan Demir sesi kulaklarımda çınlarken, kılıçları birbirinden ayırmamaya çalışıyordum.
Kılıçlar bir süre birbirleriyle savaşsada Nova’nın hamlesiyle ayrıldı. Kılıcı bu sefer omzuma doğru hedef aldı. Son anda omzumu çekerek, kılıcı bir kez daha savurdum.
Kılıçlar tekrar buluştu. Ama bu sefer çok uzun sürmedi. Hırsla gözleri dönen kız, bütün gücünü kılıca asıldı. Direnmeye çalışsamda her iki kılıçta üstüme doğru geliyordu.
Son anda kılıcımı çekerek, geri adım attım.
Çekilirken diğer kılıç kolumu sıyırdı. Kesikle yüzümü buruşturup tekrar kılıcımı kaldırdım.
Ama saldırı daha erken geldi. Gelen darbeyle sendeleyip karla buluştum. Yüzüme gelen kılıcı son anda durdurdum. İyice karla bulanmıştım.
Tüm gücümü kullanıp, sertçe ittim. Biraz olsun kalkmak için fırsat bulmuştum.
Doğrulduğumda, tekrar kılıçlar birleşti ve tekrar karla buluştum.
Şimdi gördüğüm gözler daha sinirli ve sertti.
Tüm gücüyle üstüme gelirken oda karla buluştu.
Kılıcı sertçe savurdu. Kılıcıma hakim olamadan sağ tarafa doğru savruldu.
Ne olduğunu anlayamadan, soğuk Demir boğazımla buluştu.
Nabzım kalp gibi atıyordu.
Olayı algılamaya çalışıyordum. Galiba kaybetmiştim, başarısız olmuştum…
“Beraberlik” dedi çok yakınımızdan gelen ses.
Bu danışmanın sesiydi.
Gözlerim aşağı doğru kayıdı, elimdeki kılıç Nova’nın karnına yaslanmıştı.
İnanmak zor geliyordu. Bir süre öyle kala kaldım.
Kinle bakan kız, üstümden bir hışımla kalktı.
“Harika” diyerek mırıldandı.
Soluklanarak kalktım. Kalbim yerinden çıkarcasına atıyordu. Kendimi kardan ayırdım.
Kalktığımda. Kalbimi yeniden teklicek şeyle karşılaştım.
Beyaz karım üzerine bulanmış kan.
Ve karnından koca bir kılıç girmiş ceset.
Gözlerini sonsuzluğa kapatmış genç çocuk,
Bir kaç muhafızla taşınıyordu.
Tabiki rakibi tahmin edilemez gibi değildi.
Korkutucu ve her zamankinden daha sinirli tavrıyla danışmanla konuşuyordu.
“Elime böyle bir kılıç verirseniz olacağı buydu. Size bana bir tahta kılıç vermeniz gerektiği konusunda uyarmıştım. Dedi sert ve tok sesiyle
“Hareketlerin ve tavırların konusunda seni bir daha uyarmayacağım Marcus” dedi danışman.
Böylece isminin Marcus olduğu öğrenmiştim.
Gözlerim bir süre kanla karışmış kara takılı kaldı. Gözlerim beni o geceye, götürmüştü.
İçimdeki sızı tekrar kendini belli etti.
Bu düşüncelerden danışmanın sesiyle kurtuldum.
“ bu gün iyi bir iş başardınız. Yarın bazılarınız gönüllü olarak aramıza katılacak. Bu sizi heyecanlandırmasın. Daha hiç bir şey görmediniz. Gönüllü olsanız dahi, ilerde görecekleriniz şuan gördüklerinize benzemez”
“ şimdi odalarınıza gidebilirsiniz”
…
Güneş çoktan batmıştı, kendimi yatakla buluşturduğumda. Sonunda kendimi o kıyafetlerden kurtardığımda kolumdaki, yarayı sarmıştım.
Beraberliği ve aynı odayı paylaştığımız, kız; Nova. Tek kelime etmeden, dizlerini sarıyordu.
Dizleri, hatta bacakları yara bere içerisindeydi.
Bunların bu gün olmadığı belliydi.
Uzun süredir kendini hırpaladığı belliydi.
Çok geçmeden. Yatağının yanındaki mumu söndürüp, uyumuştu.
Bende uyumayı denemiştim. Ama başarısız olmuştum. Günlerdir hayatım bi hayli değişmişti. Hiç Derince düşüneceğim bir zamanım kalmamıştı.
Ama bu gece düşüncelerimin arkası gelmiyordu.
Özellikle erkek kardeşim Dante. Nerdeydi şimdi napıyordu? Beni özlemiş miydi? Gözlerimden bir yaş süzüldüğünü hissediyordum.
Çok aptaldım. Yaptığım hata her şeyi mahvetmişti. Dante yapayalnız kalmıştı.
Bu yüzden kendimi uzun süre affetmeyebilirdim .
Ama biliyordum. Bir gün burdan ayrılacaktım. Ama uzun bir süre burda kalmak zorundaydım.
Düşüncelerden sıyrılmak zoruydu. Ama gözlerim uyku için yalvarıyordu.
Daha fazla dayanamadan, gözlerimi kapattım.
⚔️
Ruhkale bu gece büyük bir fırtına yaşıyordu.
Rüzgar öyle sert esiyordu ki, kalenin duvarları yıkılabilirdi. Ama fırtına kale duvarlarının içindede hissediliyordu.
Büyük salonda, masa kurulmuştu. Başta profesör Valentin vardı. Ah ne Zeki ne kurnaz bi adamdı. Atalarının kurduğu bu kaleyi, en iyi hale getirmişti.
Otoriter sesi her zaman ki gibi baskındı.
“Kral öldü. Anlaşma bozuldu. Muhafızlar sınırları korumayı bıraktı. Yeni kral biz müsemma göstermiyor.”
Bu cümlelere mimik gösteren tek kişi; Ales Valerian Silverwood’du
Kendisi Kralın en büyük oğluydu. Ama varis hiç bir zaman olamadı, çünkü annesi kraliçe değildi.
Kardeşinin ölümünü bu gün öğrenmişti. Kardeşiyle çoğu zaman iyi geçinemezdi, oldukça farklı karakterlere sahiptiler.
Yinede kardeşinin ölümü onu derin sarsmıştı. Özellikle biri tarafından öldürülmesi.
“Ales , yeni Kral senin kardeşin. Bize en iyi fikri sen verebilirsin.” Bunu söyleyen profesör’ün kuzeni elçi Amelia’idi
Herkesin bakışları dikkatle, kale danışmanlarından biri olan Ales’e döndü.
“Carter gözüktüğünden zekidir leydim. Büyük bir teklif götürmeden bizimle çalışmayacaktır.” Dedi
“Ne demek istiyorsun, Silverwood” dedi Valentin.
“Bakır madenleri, Profesör. Bu topraklarda sadece siz sahipsiniz. Bir kısmıyla ortak olmayı teklif ederseniz, kabul edicektir” dedi Ales emin sesiyle.
İlk red eden elçi Sebastien’dı
“Asla kabul edilemez, yüz yıllardır kimsenin el sürmediği madenleri kimseyle ortak edemeyiz”
Diğeri leydi Amelia’dan geldi
“Belkide kardeşini zengin etmeye, çalışıyorsundur”
Elçi Noah cevabını esirgemedi
“Uzun zamandır Ales’i tanıyoruz, Leydim. Her zaman bu kalenin lehine çalıştı” diyerek lafını esirgemedi.
“Yeter!” Dedi yüksek sesiyle Profesör.
“Kararım kesindir. Kale yüzyıllardır olmadığı kadar tehlike içinde. Eskisi gibi değil. Silverwood’un dediğini yapıyoruz”
“O Mağden’in ailemiz için ne kadar değerli olduğunu biliyorsun Valentin” leydi Amelia’nın sesi kaygılıydı.
“En değerli şey bu kale. Ve ne gerekirse feda edilecek” Valentin, dakikalardır ağzını açmayan, danışma Nolan’na döndü
“Valoria krallığına bir teklif mektubu götürüceksin” dedi
Bazıları istekli olmasada, o gece herkes kabullenmişti. Büyük fırtınalar ve dondurucu Felaket’ler gelecekti.
Buraya kadar geldiyseniz bir beğeninizi alırımmm✨💞🗡
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |