
Valoria Kralığı
Taht odası oldukça kalabalıktı. Ve bu genelde bir felaket olduğunda, yada kutsal bir günün olduğu zamanlarda olurdu. Çoğu zaman bu her ikisi aynanda.
Ve bu gün, o günlerden biriydi. Çalan çanlar bunun en büyük habercisiydi. Abim Kral Alex Silverwood ölümünden sonra , ikiz erkek kardeşim Carter tahtın başına geçmişti .
Taç giyme töreni Sayrayın büyük Salonunda, Soylu Ailelerin ve bir kaç saray gövlisinin katılımıyla oluşuyordu.
ulu üstat elinde tuttuğu görkemli tacı Carter’ın sarı saçlarının üstüne taktı. Ve Kralın önünde eğildi.
Carter zarifçe bize doğru döndü. Bütün solan huzurunda eğildi. Bugünü daha önce yaşamıştım. Babamın ölümüyle tahta geçen Abim Alex’in taç giyme töreni. Tahta geçeceği gün bile sarhoştu…Başındaki tacı taşımaktan bile acizdi. Günün sonunda tahtın üstünde sızmıştı. Herkes kötü günlerin geleceğini tahmin ediyordu ama kimse Kralın Taverna sokaklarında kan kaybederek öleceğini ummuyordu.
Carter usulca bize bakarken, Aile geleneği saçması olan yeminine başladı
“Atalarımın bana lütfettiği bu tahtı ailemin önderliği ile yöneteceğime . Şerefim ve adaletimle halkım idare edeceğime ,Barış ve huzur getireceğime ,Abim Kral Alex Silverwood’dun ölümüyle sorumlu olanlara acımayacağıma… Yemin ederim!” Diyerek bağırdı.
Salondan alkış sesleri yükselirken , “ Kralım çok yaşayın” gibi haykırışlar yükseldi . Carter gururla halkını selamlıyordu.
o sırada gözüm anneme kaydı. Gururlu barışıklarıyla ve her zamanki asil duruşuyla oğlunu izliyordu . Yeniden kraliçe olduğu için mutluydu- Tabiki Carter evlenene kadar-
. Ama onu tanıyordum , oğlunun ölümünü asla unutmazdı . Şimdi bile aklından nasıl intikam planları geçtiğini tahmin edebiliyordum.
Onun aksine çok daha üzgün biri vardı . Aurora . Eski kralın eşi . Siniri be öfkesi gözlerinden okunabiliyordu. Bütün bunlar kocasının ölmesi yüzünden miydi ? Hiç sanmıyorum.
Bir gün bile Aurora’nın abimi sevdiğini düşünmedim . Onun için önemli olan tek şey Kraliçe olmaktı . Ama oğlu bir gün tahta çıkamazsa pek mümkün gözükmüyordu .
Tören bittiğinde , halktan kişiler salonu boşaltmıştı. Geriye sadece biz kalmıştık . Annem Carter sıkı bi şekilde sarılmıştı . Eliyle yüzünü avuçlarken.
”Baban ve Abinin yolundan gideceğine eminim” dedi.
”Abisinin yolundan gitmese de olur” bunu diyen kuzenim Henry’di . Fısıldarcasına söylediği için, sanıyorum ki bi tek ben duymuştum. Hafifçe kıkırdadım.
Annem hala konuşmaya devam ediyordu.
“ Abine yapılanları sakın unutma!” Sesi oldukça net ve sertti.
Carter başını salladı
“ona bunu yapanı bulup, bizzat infazını kendim yapacağımdan emin olabilirsin”
annem yüzünde keyifli bir gülüş belirdi.
annemden sonra Carter’a sarılan ben oldum .
alaycı bir tavırla “ Hala bir kral olduğuna inanamıyorum” dedim.
sıkıca sarıldıktan sonra kollarını ayırıp “ Şüphen mi var” dedi gülerek.
başımı olumsuz anlamda sallayıp.
“ Hayır, sadece canını her sıkan kişiyi kılıçtan geçirmemeye çalış”
Dedigim şeyle Hafifçe güldü.
“Denerim”
🏰
Çoğu zaman bu hayatta yaptığım şeylerin sonucunu pek düşünmezdim . Ama trajedi cinayetimden sonra , Ruhkale’ye gelmek benim için beklenmedik bilşeydi.
aklımdaki sorulara önce hangisine cevap bulmak konusunda kararsızdım. Oysa bunun için uzun bir zamanım olmuştu . Kulübeyi bulduktan sonra daha yeni tanıştığım , yaşlı adamla uzun soluklu bir at yolculuğumuz olmuştu.
Ruhkale’nin gerçekte var olduğunu bile yeni idrak ederken .
bana bir çok şey anlatmıştı .
kendisi Ruhkale’de bir elçiymiş , isminin Noah olduğunu ve elçiler arasında en yaşlı ve en saygı görülen olduğundan bahsetti.
Kalenin kuruluşu 17. Yüz yıla dayandığını asıl amacının; Yeraltındakiler ve bir çok Aslı bilinmeyen kötü varlıklardan , diyarı koruyan bir kuşatmadan oluştuğunu söyledi.
aklıma ilk gelen soru “ hiç Yeraldıktaki gördünüz mü” olmuştu. “ Gördüğüm en masum şey Yeraltındaki’lerdi” demişti. Tek yaptığım şey yutkunup önüme dönmek olmuştu.
Uzun yol bittiğinde Karşımda, gördüğüm en büyük Kaleyle karşılaştım .
simsiyah bulutlara Uzunalan kuleleri . Demir parmaklıklarala kaplı pencereler ve upuzun sur kapısı.
yağan karla zıtlık yaratan kale gördüğüm en Korkutu yerlerden biriydi . Baştan aşağı süzdüğüm kule içime korku düşürüyordu .
Elçi Noah’ın “Yeni evine hoş geldin” demesi üzerine gözlerimi kaleden çektim. Daha çok cehennemim olucak gibiydi.
Uzun kapıya Daha çok yaklaştığımızda Attan yavaşça indim. Botlarım kara batarken elçi Noah’ın Kale duvarının kapısına sertçe vurdu bir kaç kez.
kapnın üstündeki ufak kare kapı açıldı. Sadece gözleri ve burnu gözüken bir adam belirdi. Karşısında Elçiyi görünce bakışları yumuşamıştı. Ve anında büyük Demir kapı yavaş yavaş açıldı. Açıldıkça kale daha belirginleşiyor Büyük bahçesi Görünüyordu.
Tamamen açıldığı zaman yabancı bakışlar bana döndü. Muhtemelen kim olduğumu ve nerden geldiğimi herkes merak ediyordu. Soğuk havayla birlikte içim ürpermişti. Yüzüme düşen kar taneleri görüş açımı zorlaştırıyordu.
kapının her iki başında duran Demir zırhlı askerlerden biri bize yaklaştı. Kafasındaki miğferi yüzünü saklıyor, sadece keskin gözlerini görebiliyordum.
Elçi Noah ilerlemeye başlayınca peşinden gittim. Ayaklarım soğuktan mı yoksa üstümde hissettiğim iğneleyici bakışlardan mı geri geri gitmek istediğini anlayamadım. Kapıya yaklaştığımızda aynı asker elindeki uzun mızrakla önümü kesti. Kafamı kaldırıp baktığımda gözlerim ilk elçi Noahla kesişti. Beni bu durumdan kurtarması için yardım istercesine bir bakış attım.
çok geçmeden asker” Üzgünüm sayın elçi. Profesörün izni olmadan kaleye birini alamam” dedi bakışları kadar dokun olan sesiyle. Etrafta ki bakışlar bir kurdun , kuzuya kitlenişi gibi bize dönmüştü
Elçi derin bir nefes verdi “ Profesörün benim kararlarıma şüphe duymayacağına eminim. Yıllarımı bu kalenin güvenliğine adadım asker. Şimdi izin verde kız geçsin” dedi sesi sakin ve emindi. Kendine güveniyordu anlaşılan.
Asker önündeki mızrağı çektiğinde. Tedirgin bir adım atıp ilerlemeye başladım. Şuan ne yaptığımdan ve biraz sonradan başıma neler geleceğini bilmeden yaşlı elçinin arkasından ilerlemeye devam ettim.
Hissetiğim soğuk bakışlara aldanmamakta var olabildiğince bakmamaya çalışırken . Önümüzde yeni bir kapı ve yeni iki asker daha belirdi. Bu sefer sorun yaşamayıp önüzümdeki kapılar ardına kadar açılınca rahatlamıştım. Bu tamamen bir rahatlama değildi ama hala sonun neye çıkacağı bilmediğim bir yoldaydım . Soğuk bedenime rağmen içimde bir sıcaklık hissediyor sürekli tetikte bekliyordum.
kapıların ardı görüş açıma girince kaşlarım çatıldı. Kalenin dışından görünenden çok daha büyüktü. İlk girişte büyük bir salon karşılıyordu. İlerledikçe gözüme ilk çarpan şey salonun ortasında ki oldukça uzun ve büyük ahşap bir masaydı. Üstü dağınık ve karmaşık duruyordu. Bir sürü açılmış haritalar , ahşap küçük figürler, dağılmış mürekkepler , açılmış -veya açılmamış- mektuplar. Bu kalede bu kadar büyük ne yapılıyor olabilirdi. Bunların hepsi tek bir yaratık için olamazdı. Büyük bir krallıkla savaşa mı giriyorlardı? Bu bir suikast miydi ?
Bakışlarım heryere değerken . Gözlerim duvarlardaki portrelere takıldı. Tanımadığım insanların ustalıkla çizilmiş resimleriydi . Büyük hol oldukça kalabalıktı . Bazı garip bakışlar hissetmemde herkes işiyle ilgileniyor gibiydi. Bazıları elindeki Demir, kılıcı keskinleştiriyor bazısı elinde dizili olan odunlarla şömineyi yakıyor bazıları masanın başında dikkatle birşeyler yapıyorlardı ne yaptıklarını henüz bende bilmiyordum . Dikkatimi ilk çeken şey bütün kadın ve erekeklerin - bazılarının yaşı oldukça küçüktü- birer savaşçı gibi giyinmesiydi. Uzun kalın çizmeler, deriden pantolon ve gömlek , bellerinde kılıç ve benzeri şeyleri Koymak için birer kayış vardı. Hepsi hemen hemen aynıydı.
içerisi oldukça sıcaktı. Sıcaklık biraz olsun rahatlamama ve soğuk bedenimi ısıtmaya yardımcı oluyordu. Etrafa attığım bakışları fark eden elçi “ Bunlar gönüllüler. Hepsi gönüllü bir şekilde bu kuşatmaya katılmak için eğitim alan kişiler. Sende onlardan birisin. Çoğu arkadaş canlısı değildir.”
sadece kafamı salladım arkadaşça olmadıkları belliydi.
“ Pekala ,şimdi nereye gidiyoruz” dedim
“ Profesörün yanına” değip uzun merdivene doğru yöneldi peşinden giderken , aklıma yolda Profesör hakkında söyledikleri geldi. Bu kaleyi kuran kişinin en büyük torunu olduğunu, kendisinin bu kaleden sorumlu olduğunu ve pek konuşkan olmadığını söylemişti. Aynı zaman adaletli bir lider olduğunu söylemeyi unutmamıştı.
merdivenden çıkarken kalenin burnuma köz kokular geliyordu. Gerici bir havası olduğunu söylemem lazımdı. Merdivenlerden çıktıktan sonra bir koridora girdik . Mumlarla aydınlatılmış loş bi yerde. Omzum birine çarptığını hissedince tökezledim kafamı çevirdiğimde otuz yaşlarında adamın bana kızgın bakışlarıyla karşılaştım
“Önüne bakmasa” oldukça yüksek sesi kızgındı. Kaşları o kadar çatıktı ki birleşeceklerdi adeta. Tek yaptığım şey kızgın gözlerine bakmadan kafamı çevirmekti. Yanından yürüyüp gittim.
“Böyle şeylere şimdiden alışsan iyi olur Freya” dedi Elçi Noah. Koridorun sonuna ulaştığımızda ahşap büyük bir kapı karşılamıştı bizi. Kapının yanında Profesör Valentin ve arşiv odası yazıyordu. Kapının hemen yanında Demir kıyafetli muzhafılar vardı. Daray muhafızlarından farksızdılar. Sağ taraftaki Elçi Noah’a başıyla selam verdi, miğferini indirip “ Profösör sizi bekliyordu sör; içerde önemli bir durum var” dedi. Bunun üzerine elçi “ benimde onunla konuşmam lazım” diyerek kapıya doğru adım attı. Muhafızın bakışları bana döndü. Noah baskın bir sesle “ oda geliyor” dedi bunun üzerine muhafız kapıyı bizim için açtı.
kapı sonuna kadar açıldığında görüş açıma dört kişi belirdi. Büyük bir kitaplığın önünde olan masada -tahminimce profesör- oldukça yaşlı ufak tefek kalmış saçları, sakallarından ayrılmayacak kadar beyazdı. İnce saplı gözlüklerinin ardında kalan mavi gözleri bir bana birde Elçi Noah’ya bakıyordu.
“Sayın profösör, Elçi Noah ve misafiri teşrif ettiler” muhafız son sözlerini söyleyip odayı terk etti.
masanın ilersin’de benim yaşlarında iki tane adam daha duruyordu. Bir tanesi mavi gözlerini bana dikmiş bakıyordu. Sarı saçlı ve keskin çene hattına sahipti. Hafif kemerili burnu. Onun yanındaki daha sakin bakışlara sahipti saçlarıyla aynı renkteki gözleri olayları ve muhtemelen kim olduğumu anlamaya çalışıyormuş gibiydi. Belirgin yüz hatları vardı. Saçları dalgalı ve dağınıktı.
kapının girişinde - bize en yakın kişi- bir kadın vardı. kumral dalgalı saçları ve kısım mavi gözleri vardı en az kırk yaşlarındaydı. Üstüne giydiği siyah elbise ve kürk asaletini yansıtıyordu. Etrafa küsümseyici bakışlar atıyordu.
kafamı sağ taraf çevirdiğimde gördüğüm yerde uzanan iki tane cesetle ağzımdaki inlemeyi tutamadım. Korkunç gözüküyorlardı. Bembeyazlardı bir ölüye göre fazla beyazlardı. Ağızları ve gözleri açık, gözlerinin beyazları kıpkırmızıydı.
çıkardığım sesle bütün gözler bana kitlenmişti yeniden.
“Noah bu saçmalık için umarım bi açıklaman vardır” bu diyen Profesör Valentindi. Utançtan yanaklarımın kızardığını hissedebiliyordum. Aptal gibi görünmüştüm. Ama hala yanımda varlıklarını hissettiğim iki ceset bana hiç yardımcı olmuyordu.
“Bağışlayın Profesör Valentin. Böyle bir giriş yapmak istemezdik” dedi tedirgin ve telaşlı sesiyle elçi. Etrafına birkaç çekimser bakış atarak konuşmasına devam etti “Sanıyorumki pek yeri değil ama Kaleye yeni bir gönüllü katılımcı için sizinle bir görüşme planlıyordum” dedi
Profesörle birkaç saniye gözlerimiz kesişti . Kısık mavi gözlerini üzerimde gezdirdi. Tek yaptığım şey kafamı eğmekti kendimi düşürdüğüm bu durumda başka birşey yapamazdım. Olabildiğince kimseyle göz göze gelmemeye çalışıyordum.
“ Kaleye bu kadar Kolay, yabancı birini sokman. Kalenin güvenliğini hiçe saymaktır Elçi Noah” bunu söyleyen etrafa küstah bakışlar atan Kadındı. Sesi azarlarcasına yüksek çıkmıştı.
“Karya” dedi Valentin gözleriyle sakin olmasına söylercesine bakış atarak.
“Noah, hepimiz kadar kurallara hakim. Eminim mantıklı bir açıklaması vardır” Diyerek Elçiye söz hakkı tanıdı Valentin.
“Dediğiniz gibi kuralları çiğnemek gibi bir niyetim yok Profesör. Kalenin güvenliği benim için her şeyden önce
Geliyor. Prosedürlerin bu şekilde işlemediğini biliyorum, Lakin Freya’yı yakinen tanıyorum. Kendisi Ruhkale’de gönüllü bir şekilde katılımda bulunmak için can atan ve güvenilir bir genç. Eminim Ruhkale’de yararlı faydaları olacaktır.”dedi Elçi Noah. Kelimelerini büyük bir sakinlikle söylemişti ama bahsettiği kişi ben miydim? Emin değildim .
“ Bu normalde kabul edeceğimiz bi durum değil Noah. Lakin yıllardır bu Kaleye olan bağlalığın ve hizmetlerinden ötürü sana güvenimiz tam. Freya belirli sınavları geçtikten sonra gönüllü olabilir” dedi Profesör Valentin. Bahsettiği sınav hakkında hiç bir fikrim yoktu ama korktuğum kesindi. Bi yandan gelen ceset kokuları bu odadan çıkmak için bana fırsat kollattırıyordu.
bu sözlerin üzerini Elçi Noah sadece kafası eğip onayladı. Odaya girdiğimden beri sadece konuşmaları dinleyen iki gençten biri ilk defa konuştu. “Profesör bu konu hakkında ne yapacağız?” Dedi Sarı saçlı olan.
Profesör kafasını sallayıp gözlerini bi süre bende gezdirdi.
“Ales, Freya’ya kalacağı bir oda göster lütfen” dedi
Ales dediği kişi deminden beri herkesi sadece izleyip gözlemleyen kahve gözlü gençti.
içim biraz olsun rahatladığında, Ales denilen adam kafasıyla onaylayıp yaklaştı. Eliyle kapıyı gösterdikten sonra ilerlemem için fırsat sağladı. Gözlerim Elçi Noah’la kesiştiğinde, onaylayıcı bir bakış attı.
kapıdan çıktığımda arkamdan gelen adım seslerini duyabiliyordum. Ales yanımda belirdiğinde göz ucuyla baktım. Yüzümde herhangi bir ifade yoktu sadece işini yapıyor gibiydi.
içeride gördüklerim hala içimi kurcalarken, merakıma yenik düştüm.
“içeride olanlar neydi?” Dedim
göz ucuyla bana baktı bir kaç saniye
“Daha gönüllü bile değilsin. Bunu sana söyleyemem” dedik donuk bir sesle.
Sadece kafamı sallayıp önüme döndüm. Uzun koridordan çıktıktan sonra sağa döndük . Holden ilerlerken yoldan geçenler bize bakıyor bazıları Ales’e baş selamı veriyordu.
“Sende mi gönüllülerden birisin” dedim
holün sonu bir merdivene daha açıldığında adımlarımızı oraya yönlendirdik.
Ona döndüğümde kafasını salladığını gördüm.
“Hayır, yaklaşık altı yıldır danışmanlık yapıyorum dedi” merdivenleri çıkarken.
Dönemeçli merdivende onu takip ederken
“Danışmanlık?” Dedim yüzümde sorgulayıcı bir ifadeyle.
“Gönüllülere eğitim veren kişi demek” dedi sesindeki bıkkınlıkla.
Merdiven bittiğinde, sırayla dizilmiş kapıların bulundu geniş bir salon karşıladı. Bana doğru döndüğünde gözlerini benimle birleştirdi.
“ en sondan ikinci kapı. Orda kalabilirsin. Ve tavsiye hayatta kalmak istiyorsan kendini ezdirme”
sadece kafamı salladım. Oda yanımdan geçerek ayrıldı. Söylediği odaya doğru ilerlerken. İstemsizce bacaklarımın titrediğini hissetim. Kendimi olabildiğince sakinleştirmeye çalışarak. Ahşap odanın Demir kulbunu çevirdim.
oda oldukça loştu. Pek küçük sayılmazdı, iki Eski bir yatak ve yanlarında komidi den oluşuyordu. Tek küçük bir penceresi vede siyah kalın perdesi vardı.
gözlerim heryerde gezinirken tek olmadığımı fark ettim. Yataklardan birinde benden olsa olsa bir iki yaş küçük bir kız oturuyordu. Ve çokta iyimser baktığını söyleyemezdim.
elinde oldukça keskin bir kılıcı temizlemekle meşguldu. Gözleri bir kaç saniye bende dursada geri işine döndü.
çok aldırış etmeden ilerledim. Üstümdeki pelerinin kapşonunu çıkardım. Uzun saatlerdir yollardaydım kim bilir nasıl görünüyorumdur diye düşünmeden edinemedim.
kendi yatağım olduğunu düşündüğüm yatağa geçtiğimde gözlerim tekrar kıza gitti. Sarı, dağınık toplanmış saçları. Çekik mavi gözleri vardı. Oldukça gergin bakışlara ve yüz hatlarına sahipti. Üstünde dar deri pantolonu uzun botları. Yakalı gömleği be onu bir savaşçı gibi gösteren sıkı siyah bir korsesi vardı
sessizliği bozmak adına “Sanırım sen bir gönüllü olmalısın”
sesim oldukça arkadaş canlısı çıkmıştı. Bakışları beni buldu. Sonra önüne dönüp işini yapmak devam etti. Bu tepkiyi beklemiyordum yada beklemeli miydim. Burda her çeşit insanla karşılaşacağım konusunda uyarılmıştım.
“Daha değilim. Ama olacağım” sesin sahibi o kızdı. Şaşırmıştım cevap vermesini beklemiyordum.
Gülümseyip “Bende” dedim.
bakışları bi süre üzerimde gezindikten sonra “Belli oluyor” dedi ve tekrar işine döndü. Bakışlarım kendi üzerime döndü gerçekten paspal gözüküyordum asla onlar gibi savaşçı gözükmüyordum.
“Ben Freya buarada ” Ses gelmedi, ekledim. “Belki sende ismini söylemek istersin falan” olabildiğince arkadaş canlısı olmaya çalışıyordum, burda yapayalnız kalmak istemiyordum. “Nova” dedi sadece.
Gülümsedim sadece. Ve şuan yapmak istediğim tek şeyi yaptım. Bana verilen yatağa uzanıp gözlerimi kapattım.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |