9. BÖLÜM / KAYIP YANSIMA.
Gün henüz doğmamıştı, Mila yatak odasında uyandığında, ışıklar pencereden içeri süzüldü ve odasını nazikçe aydınlatmaya başladı. Uykusuz geçen bir gecenin daha ardından, kafasında binbir düşünce dolaşıyordu. Hayatındaki karmaşalara bir yenisi daha eklenmişti. Zihninde yankılanan sorular hala cevapsızdı. Mila, mutfağa gittiğinde kahvesini yapmaya karar verdi. Sıcak suyun gürültüsünü dinlerken, düşüncelerinin hızla birbirine karıştığını hissetti. Hazırlanmak için banyoya geçti. Siyah bir pantolon ve beyaz bir gömlek seçti; sade ama profesyonel. Aynada kendisine bakarken, yüzündeki yorgunluğu fark etti. Hafif bir makyajla bunu gizlemeye çalıştı.
Ofise vardığında, Elif onu toplantı odasında, elinde raporlarla dolu bir dosyayla bekliyordu. “Mila Hanım, konuşmamız gereken bazı detaylar var.” dedi, gülümseyerek. Mila masaya oturdu ve dosyayı açtı. Bu proje, Miran’ın sponsor olduğu projenin ta kendisiydi. Birkaç hafta önce, lüks bir otelde düzenlenen toplantı salonunda öğrenmişti bu sponsorluğu. Projeye dair birçok belge vardı; bağış yapan şirketler, destekleyen hükümet yetkilileri, hatta birkaç gönüllü organizasyonun detayları… Ancak her şeyden çok dikkatini çeken, Miran’ın adının, bağışçılar listesinin en başında yer alıyor oluşuydu ve diğer isimlerle kıyaslandığında verdiği destek çok daha büyüktü.
“Bu projeyle ilgili tam olarak neler biliyoruz, Elif?” diye sordu Mila, sayfaları dikkatlice inceleyerek. Elif omuz silkerek cevap verdi.
“Aslında bu, Miran Arven’in şahsi girişimleriyle genişleyen bir proje. Kimsesiz çocukların rehabilitasyonu ve yeniden topluma kazandırılmaları üzerine odaklanıyor. Ama bu kadar büyük bir finansman ve bağlantıyla bu kadar kısa sürede bu kadar ilerlemesi… açıkçası çok şaşırtıcı.” Mila başını salladı. “Evet, öyle görünüyor.”
…
Mila, öğleden sonra, proje kapsamında düzenlenecek bir etkinlikle ilgili bir toplantıya katılmak için lüks bir otelin konferans salonuna ulaştı. Mekân, şık bir şekilde dekore edilmişti; her köşede etkinliğin logosunu taşıyan afişler asılıydı.
Mila, kendisine ayrılan yere oturdu ve etkinliğin sunucusunu dinlemeye koyuldu. Bir süre sonra, arkasından tanıdık bir ses geldi. “Avukat, seni burada görmek ne güzel.” Arkasını döndüğünde, Miran’ın sakin ama karizmatik yüzüyle karşılaştı. Şık bir takım elbise giymişti ve her zamanki gibi çevresindeki herkesin dikkatini çeken bir duruş sergiliyordu.
Mila, konferans boyunca bir yandan sunumlara odaklanmaya çalışırken bir yandan da Miran’ın varlığını hissetmekten kendini alıkoyamıyordu. Miran’ın dikkatini bir an bile üzerinden çekmediği belliydi. Onun bu kadar rahat ve kendinden emin olması, Mila’nın içinde kontrol edemediği bir huzursuzluk yaratıyordu. Bu hissi bastırmak için kendini notlarına gömmeye çalıştı, fakat Miran’ın her sözü, her bakışı, notların arasından yükselip dikkatini dağıtmayı başarıyordu.
Etkinliğin sonuna doğru, organizatörlerden biri mikrofonu eline aldı ve destekçiler adına birkaç kelime söylemek üzere Miran Arven’i sahneye davet etti. Mila, oturduğu yerden Miran’ı izlerken, onun bu kadar büyük bir topluluğun önünde bile ne kadar rahat ve özgüvenli olduğunu fark etti. Sesindeki derinlik ve konuşmasının akıcılığı, bütün dikkatleri üzerine topluyordu.
“Annesi, babası olmayan, kimsesiz her bir çocuğun bir hikâyesi var,” dedi Miran, kalabalığa bakarak. “Ve bu proje, onların yalnızca birer istatistik olmadığını, hayalleri ve geleceği olan bireyler olduğunu hatırlatmak için var. Hepimiz bir fark yaratabiliriz, ancak bunu birlikte yapmalıyız.”
Mila, onun sözlerini dinlerken içtenliğini sorgulamadan edemedi. Bu kadar güçlü bir iş adamının bu projeye neden bu kadar tutkuyla bağlı olduğunu anlamaya çalışıyordu. Sözleri içten mi, yoksa bu sadece bir imaj mıydı? Miran konuşmasını bitirip sahneden indiğinde, doğrudan Mila’ya doğru ilerledi. Mila, yaklaşan adımlarını fark edince istemsizce doğruldu ve profesyonel bir tavır takındı.
“Nasıl buldun?” diye sordu Miran, ona yaklaşarak.
“Etkileyiciydi,” dedi Mila, resmi bir tonla. “Ama konuşmanızda hukukçulara hiç değinmediniz Miran Bey. Biz de bu projede önemli bir rol oynuyoruz, biliyorsunuz.”
Miran, hafif bir gülümsemeyle cevap verdi. “Haklısınız, Avukat Hanım. Ama sizin katkılarınız konuşmalardan daha derin. O yüzden detayları sahnenin dışında konuşmayı tercih ediyorum.”
Mila, Miran’ın bakışlarındaki samimiyeti çözmeye çalıştı. Onunla konuşurken bile ne düşündüğünden tam olarak emin olamıyordu.
“Etkinlikten sonra birkaç dakika konuşabilir miyiz?” diye sordu Miran, sakin bir şekilde. Mila kısa bir tereddütten sonra başını salladı. “Elbette.”
Etkinlik sona erdiğinde, otelin terasında buluştular. Şehir ışıkları, çevreyi romantik bir hava ile süslerken, hafif bir meltem Mila’nın saçlarını savurdu. Miran, karşısında durup ona bakarken bile o sarsılmaz güvenini kaybetmiyordu.
“Bu proje senin için neden bu kadar önemli?” diye sordu Mila, merakını artık saklayamayarak.
Miran, bir anlığına sustu ve uzaklara baktı. “Çünkü geçmişimde bu çocuklar gibi hikayesi olan birini tanıdım.” dedi sonunda, sesi beklenmedik bir şekilde yumuşayarak. “Birinin hayatına dokunmanın ne kadar büyük bir değişim yaratabileceğini gördüm. Belki de bu yüzden.”
Mila, onun sözleri karşısında kendi hikayesini hatırladı ama, bunu dile getirmek istemedi. “Bu bağışların ve projenin büyüklüğü, hukuki olarak da bazı zorlukları beraberinde getiriyor. Destek veren her şirketin veya bireyin niyetinden emin olmak zorundayız.” dedi, konuyu profesyonelliğe çekmeye çalışarak.
Miran, onu dikkatle dinledi ve ardından gülümsedi. “Senin gibi biriyle çalıştığım için şanslıyım, Avukat. Her şeyin en ince ayrıntısına kadar incelenmiş olduğundan eminim.”
Mila, onun bu sözlerinden bir iltifat mı yoksa dolaylı bir mesaj mı çıkarması gerektiğini bilemedi. Miran’ın her hareketi, her sözü, sınırları zorlayan bir cesarete sahipti.
O gece, Mila terastan ayrılırken Miran’ın bakışları sırtında bir ağırlık gibi hissettirdi. Hayatı boyunca hep doğru olanı yapmaya çalışmıştı, ama bu adam, o doğruların sınırlarını belirsizleştiriyordu. Otel lobisinden çıkıp arabasına doğru yürürken, kalbinde anlam veremediği bir huzursuzluk daha hissetti. Ne kadar uğraşsa da Miran Arven’in tamamen iş odaklı olmadığını hissediyordu. Ama bir yanıyla da onun sınırlarını zorlamasına izin verdiğini fark etmek canını sıkıyordu.
Arabasına bindiğinde, telefonuna bir mesaj geldi. Mesaj, Elif’ten geliyordu:
Elif: "Mila Hanım, bugünkü toplantıya dair birkaç detayı raporlayacağım. Projenin yeni bir bağışçısı varmış."
Yeni bir bağışçı... Bu, projenin genişlediğine dair bir işaretti, ama aynı zamanda daha fazla dikkat gerektiriyordu. Projenin detaylarını incelemek için ofise dönmeye karar verdi. Ofise vardığında, Elif hala oradaydı. Elinde bir fincan kahve ile, önündeki dosyalara bakıyordu. Mila’yı görünce gülümsedi. “Bu saatte burada olmanızı beklemiyordum Mila Hanım.” dedi Elif.
“Ben de kendimi beklemiyordum,” diye cevap verdi Mila, ciddi bir ifadeyle. “Ama bu proje, düşündüğümden daha karmaşık görünüyor. Yeni bağışçıyı söyledin, kimmiş?”
Elif, bilgisayar ekranındaki bir dosyayı açtı. “Adı Levent Aksoy. Bir yatırımcı. İlk etapta 500 bin dolar bağışlamış.”
Mila, kaşlarını çattı. “Levent Aksoy…” Bu ismi daha önce duymamıştı. “Bu kişinin bağlantıları ne kadar sağlam? Miran’ın projedeki etkisi zaten yeterince karmaşık. Yeni bir isim daha dahil olursa, iş yüküm artacak.” diye düşündü kendi kendine.
Mila, bir süre sessizce düşündükten sonra, “Evet, garip. Miran bu projeyi kontrol altında tutuyor gibi görünüyor, ama bu kadar hızlı bağışların kabul edilmesi normal değil. Hukuki açıdan her şeyin ve herkesin, temiz ve yasal olduğundan emin olmalıyız. Hassas bir proje bu benim için.”
Gece boyunca Mila, Elif’le birlikte projedeki belgeleri inceledi. Miran’ın bağışları, diğer isimlerin katkıları ve yeni bağışçılar... Her şey şeffaf görünse de, Mila’nın içindeki şüphe duygusu bir türlü dinmek bilmiyordu. Saat gece yarısını geçmişti. Mila sonunda toparlanmaya başladı. “Bu kadar yeter, Elif. Yarın daha detaylı bir şekilde devam ederiz.’’
“Tamam, Mila Hanım, nasıl isterseniz.” dedi Elif.
Elif ofisten ayrıldıktan sonra Mila, pencereden dışarı bakarak derin bir nefes aldı. Şehir ışıkları, gecenin karanlığını delip geçiyor, ona bir nebze huzur veriyordu. Ama bu huzur, zihnindeki soruları bastırmaya yetmiyordu. Tam bu sırada, telefonuna gelen bir bildirimle irkildi. Mesaj Miran’dan geliyordu:
Miran: "Yarın sabah bir kahve içmeye ne dersin?"
Mila, mesajı okuduğunda kalbi bir anlığına hızlandı. Miran’ın bu kadar direkt bir şekilde onu davet etmesi şaşırtıcıydı, ama bir yanıyla da kaçınılmazdı.
Bir süre düşündükten sonra, bir cevap yazdı:
Mila: "Olabilir. Nerede?"
…
Ertesi sabah Mila, buluşma yerine giderken içindeki huzursuzluğu bastırmaya çalışıyordu. Miran, buluşma yeri olarak şehrin en ünlü kafelerinden birini seçmişti. İçeri girdiğinde, Miran çoktan gelmiş, pencere kenarındaki bir masada oturuyordu. Onu görür görmez, Mila’nın içindeki karmaşa daha da arttı.
“Çok dakiksin, Avukat.” dedi Miran, gülümseyerek. “Sana kahve söyledim. Latte, değil mi?”
Mila, bu adamın bu kadar çok şeyi nasıl bildiğine şaşırmıştı, ama kendini topladı. “Evet, doğru tahmin. Ayrıca disiplin benim göbek adım.”
Miran, gülümseyerek kahvesinden bir yudum alırken, gözlerini Mila’dan ayırmadı. “Bu projeyle ilgili hala kafanı kurcalayan şeyler olduğunu hissediyorum. Haklı mıyım?”
Mila, bir an duraksadı. “Beni bu kadar iyi tanıdığını düşünmemiştim.”
Miran, hafifçe güldü. “Bazı kişileri anlamak için yıllarca tanımak gerekmiyor. Peki, ne düşündüğünü söyleyecek misin?”
Mila, derin bir nefes alarak gözlerini ona dikti. “Bu proje, düşündüğümden daha büyük bir şeyin parçası gibi görünüyor. Bunun hangi motivasyonla yapıldığını hala tam olarak anlayamıyorum.”
Miran, bir süre sessiz kaldı ve sonra ciddi bir ifadeyle konuştu. “Ben de seni anlamıyorum şuan, Mila. Bilmece gibi konuşuyorsun.”
"Miran," dedi Mila, sesine mümkün olduğunca sakin bir ton vermeye çalışarak, "Sana bir şey soracağım."
Miran kahvesinden bir yudum aldıktan sonra, kaşlarını hafifçe kaldırdı. "Tabii. Nedir?"
"Levent Aksoy'u tanıyor musun?" diye sordu, gözlerini Miran'dan ayırmadan.
Miran'ın yüzündeki ifade değişti. Önce bir şaşkınlık, ardından bir dikkat... Bu ismin ona yabancı olmadığını, geçmişte babasının sağ kolu ve en sadık adamlardan biri olduğunu, babasının onunla çalışmaya başladığında, kendisinin henüz küçücük bir çocuk olduğunu Mila’ya söylemedi.
Ama Mila, Miran'ın yüzüne yerleşen sert ifadeyi fark edince, bunun olumlu bir anlam taşımadığını fark etti.
"Levent Aksoy mu?" diye tekrarladı Miran, sanki ismi tam olarak duymak ister gibi.
"Evet," dedi Mila, sesinde belirsiz bir gerginlik vardı. "Bu isim tanıdık geliyor mu?"
Miran bir süre cevap vermedi. Gözleri, düşüncelere dalmış gibi uzak bir noktaya odaklanmıştı. Sonunda konuştu. "Evet… evet, tanıyorum. Neden sordun?"
Mila, bu sorunun ardından bir an duraksadı. Gerçek her neyse, Miran’ın tam olarak paylaşmak istemediği belliydi.
‘’Projenin yeni bağışçısı olduğunu öğrendim." dedi Mila.
Miran, hissettiği öfkeyi gizlemeye çalışarak, yüzünde hafif bir tebessümle başını salladı. “Endişelerin hoşuma gidiyor, Mila. Bu, işini ne kadar ciddiye aldığını gösteriyor. Ama şunu bilmelisin ki, her şey yasalara uygun ilerliyor. Eğer bir sorun olsaydı, bunu ilk fark edecek kişi sen olurdun, değil mi?”
Mila, bu dolaylı iltifatın ardındaki mesajı çözmeye çalışırken kaşlarını hafifçe çattı. “Haklısın. Ancak benim görevim her şeyi en ince ayrıntısına kadar kontrol etmek. Özellikle projeye yeni dahil olan bağışçılar... Levent Aksoy gibi.”
Miran’ın ifadesi, bu isimle birlikte bir an için tekrar değişti, fakat hemen toparlandı. “Levent, tanıdığım bir yatırımcı. Proje hakkında ilgili detaylara bakmanı anlayabiliyorum. Ama endişelerin boşa Mila. Bu projenin herhangi bir şekilde zarar görmesini istemem, buna izin vermem.”
Mila, Miran’ın sözlerinde samimiyet arıyordu, ancak bu adamı anlamanın ne kadar zor olduğunu bir kez daha fark etti. Miran, sanki her konuşmasında Mila’yı hem rahatlatıyor hem de kafasını daha çok karıştırıyordu. “İş birliği yaparken her zaman temkinli olmak zorundayız.” dedi Mila, profesyonel bir tonda. “Bu tür hassas konulu projelerde en ufak bir hata bile büyük yankılar doğurabilir.”
Miran, kahvesinden bir yudum alıp sessizce Mila’yı izledi. “Peki, iş birliği dışında, başka bir şey seni rahatsız ediyor mu? Bu projeyi bu kadar dikkatle incelemene sebep olan sadece hukuk mu?”
Mila, bu soruyla afalladı. Miran’ın doğrudan yaklaşımları, her zaman Mila’yı hazırlıksız yakalıyordu. “Ben sadece işimi yapıyorum Miran.” diye cevapladı kısaca. “Projenin hassasiyetinin farkındayım ve bu yüzden elimden geleni yapıyorum.”
Miran, bir an için sustu, ardından gözlerini Mila’nın gözlerinden ayırmadan konuştu. “İşini bu kadar iyi yapan bir avukatla çalıştığım için şanslıyım, Mila. Ama bazen fazlasıyla ciddisin. Hayat, yalnızca sorumluluklardan ibaret olmamalı.”
Mila, bu sözlere şaşırdı. Miran’ın konuşmaları bir yandan rahatsız edici bir doğruluk taşıyor, bir yandan da Mila’nın duvarlarını zorlayan bir samimiyet barındırıyordu. “Sorumluluklarımı hafife almam ben.” diye yanıtladı Mila, sesine biraz daha sertlik katarak. “Bu, hem işime hem de kendime duyduğum saygının bir parçası.”
Miran, bu yanıt karşısında hafifçe gülümsedi. “Ve bu yüzden seni bu kadar özel buluyorum.” dedi, sesi yumuşak ama kesin bir tonla. “Sana bir şey sormak istiyorum, ama doğru zaman bu mu bilmiyorum.”
Mila, bu ani konu değişikliği karşısında şaşırdı. “Neyi sormak istiyorsun?” dedi, sesinde hem merak hem de temkin barındırarak.
Miran, gözlerini bir anlığına masadaki kahve fincanına indirdi, sonra tekrar Mila’ya baktı. “Beni hiç tanımayan biri olarak, varlığıma karşı duyduğun bu temkin ve huzursuzluk, yalnızca profesyonel mi? Yoksa benimle ilgili başka bir şey mi seni bu kadar huzursuz ediyor?”
Mila, bu soru karşısında ne diyeceğini bilemedi. Miran, sanki Mila’nın zihnindeki karmaşayı çözmeye çalışıyordu. Ancak Mila, bu adamın ne düşündüğünü ya da hissettiğini anlayamadığı gibi, kendi duygularını da netleştiremiyordu. “Hukukçu olarak şüphecilik benim işimin bir parçası.” dedi, kendini toparlamaya çalışarak. “Bu projeye dair hissettiklerim tamamen işle ilgili.”
Miran, bu cevaptan pek tatmin olmamış gibi başını salladı. “Eğer gerçekten öyleyse, sana yardımcı olmak için her türlü detayı paylaşmaya hazırım,” dedi. “Ama bir gün, gerçekten ne düşündüğünü bana söylemeni isterim.”
Mila, bu son sözlerle daha da karmaşık duygular içinde buldu kendini. Miran’ın bu kadar doğrudan oluşu, Mila’yı hem etkiliyor hem de savunmasız hissettiriyordu. Ancak bu savunmasızlık, Mila’nın kabul etmeye hazır olduğu bir şey değildi.
İkisi de, ortak bir sessizlikte, kahvelerini bitirirken, etraflarındaki dünyanın ne kadar yoğun olduğunu unutmuş gibiydiler. Mila, Miran’ın tehlikeli biri olup olmadığını bilmeden, onu tam olarak tanımadan, ona karşı hissettiklerini bastırmaya çalışıyordu. Ancak Miran, Mila’nın duvarlarını yıkmakta kararlı gibi görünüyordu...
9. BÖLÜM SONU.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |