8. Bölüm

MOR LEYLAKLAR.

Şevval Bayrambey
sevvallbayrambey

 

7. BÖLÜM / MOR LEYLAKLAR.

Mila, yine ve yeniden, ter içinde uyanmıştı. Gözlerini açar açmaz, kabusunun yankıları zihninde çığlık atıyordu.

Babasının cinayeti… Miran… Maskeli adamlar…

Fakat bu sefer rüyasında bir fark vardı. Miran… Onunla karşılaşıp bir şeyler konuşuyordu. Ama ne konuştukları rüyasında belli değildi. Yalnızca gözleri, gözleri her şeyin önündeydi, her şeyin derinliğindeydi.

Mila yatağında doğruldu ve yavaşça başını ovuşturdu. İğrenç bir baş ağrısı vardı. Bir şekilde, içindeki boğulma hissini aşmaya çalışıyordu. Yavaşça yataktan kalkıp banyoya yöneldi. Duşa girdiğinde her şey biraz daha bulanıklaşıp kaybolacak gibi düşündü. Tenine değen soğuk su, içindeki yangını yatıştırırken, Mila yine de rüyasının etkisi altındaydı. Duşta, kaçırıldığı gecenin izlerine baktı. Kaybolmaya başlamışlardı ama hala morlukların izleri vardı. Aniden, bir saniye, o geceyi tekrar hatırladı. O geceyi hatırlamak, içindeki acıyı, korkuyu yeniden canlandırıyordu.

Duştan çıktı ve aynaya baktığında kendisini bir an gülümsenirken yakaladı. Dün geceyi düşündü. Miran’ın o bakışları, söyledikleri… Gülümsedi. Ama sonra, gülümsemesi, yerini şaşkınlığa bıraktı. Ne vardı, bu kadar keyif veren? Gülümsememeliydi, hayır. Etkilenmemeliydi o adamdan.

 

Yavaşça yüzündeki o garip gülümsemeyi silip, günler sonra ofise döneceği için hızla hazırlanıp giyindi. Gardırobundan şık bir elbise seçti, saçlarını dağınık bir şekilde topuz yaptı, yüzüne minimal bir makyaj yaptı. Hazırlığını tamamladıktan sonra, arabasına yöneldi. Motoru çalıştırıp, ofise gitmek için yola çıktı.

Mila, ofise vardığında, akşamdan kalma bir yorgunluk hissiyle birlikte, masasına doğru yöneldi. Ofisinde her şey yerli yerindeydi, ama bir yığın dosya onu bekliyordu. Gözleri, dosyaların her birine takıldı. Davalar, müvekkiller, rutin işler… Ama bugün, bunlardan hiçbiri ilgisini çekmiyordu.

O an aklından geçen tek şey Miran’dı. Dün gece, o tanımadığı adam, onu bir kez daha düşünmeye itmişti. Mila onu, iş dünyasında önemli bir isim olarak biliyordu ama her geçen gün Miran hakkındaki gizem daha da büyüyordu.

Mila, tüm o birikmiş dosyaları kenara itti. Bilgisayarını açıp Miran Arven hakkında araştırma yapmaya başladı. Adının ne kadar duyulduğuna, nasıl bir iş insanı olduğuna dair bir şeyler bulmaya çalıştı. Bilgisayarının ekranındaki her tıklama, ona biraz daha yakınlaştırıyordu. Yavaşça ve kararlı bir şekilde, Miran’ın geçmişine dair çeşitli verileri gözden geçirdi. Yasal geçmişine, faaliyetlerine dair kayıtlara baktığında, önünde birkaç boş sayfa vardı. Yani, Miran’ın sicili temizdi. Hiçbir suç kaydı yoktu. Hem de çok temizdi. İş dünyasında adı hep olumlu anılmıştı. Hatta birçok insan onun adını, başarıyla ve bir o kadar da saygıyla anıyordu. Bu, beklediği bir sonuçtu aslında. Ama yine de, onunla ilgili daha fazla şey öğrenmek istiyordu. Ne de olsa her zaman dikkatli olmak gerekirdi.

Miran Arven, bir iş insanı gibi görünüyor, ancak bir mafya lideri olduğuna dair dedikodular da duyuluyordu. Ya gerçekten suç dünyasıyla bağlantılıysa? Sadece işini yapıyor ve bunu kendine has bir şekilde yönetiyor olabilir miydi?

Mila, ekranı kapatıp başını geriye yasladı, bir süre derin bir sessizliğe büründü. Masasında, elleriyle kalemini çevirdi durdu. Miran Arven hakkında öğrendikleri onu bir anlığına rahatlatsa da, bu sadece başlangıçtı. Onu tanıdıkça, her adımda daha fazla soru belirecekti. Belki de kendi içindeki bu güvensizlik, geçmişindeki kayıplardan kaynaklanıyordu. Ancak şu an için, bir adım geri atmak değildi niyeti.

Mila, derin bir nefes alarak doğruldu. Elindeki dosyaları toplayıp gözden geçirmeye başlamadan önce, dün gecenin gerginliğinden arınmaya karar verdi. Her şey ne kadar normal görünse de, içinde bir değişim başlamıştı. Bu, en azından yeni bir adım atma arzusuydu.

Mila masasında toparlanıp dosyaları eline almıştı ki kapı nazikçe tıklatıldı. Sekreteri Elif, elinde büyük bir çiçek buketiyle içeri girdi.

“Avukat Hanım, bu sizin için geldi,” dedi Elif, heyecanla.

 

Mila’nın yüzünde şaşkın bir ifade belirdi. Mor leylaklardan oluşan buketi masasına bıraktı ve dikkatlice inceledi. Çiçeklerin kokusu, sanki geçmişte yaşadığı bir anıyı uyandırmış gibi derin bir his bıraktı. Buketin arasında zarif bir beyaz zarf iliştirilmişti.

Zarfı açarken kalbi istemsizce hızlandı. İçinde yalnızca bir not vardı:

‘’"Belki bir gün başka bir yerde, başka bir zaman." demiştin. O gün bugün olsun, Avukat. Eğer senin için de uygunsa, aşağıda seni bir araba bekliyor.’’

Mila’nın nefesi kesildi. Elindeki kağıda bir an boş boş baktı ve sonra;

“Aşağıda bir araba mı bekliyor?” diye mırıldandı kendi kendine, neredeyse duyulmayacak bir sesle.

“Elif,” dedi nihayet, sesini toparlamaya çalışarak. “Bu çiçekleri kim getirdi, biliyor musun?”

“Hayır, Avukat Hanım. Kurye hiçbir şey söylemedi, sadece teslim etti ve gitti.”

Mila, Elif’e teşekkür ederek çıkabileceğini söyledi. Notu elinde tutarken bir süre düşüncelere daldı. Bu not açıkça Miran’dan gelmişti. Miran’a, dün gece söylediği cümle yazılmıştı not kağıdına. Onun tarzı, onun sessiz ama etkileyici varlığı, bu satırlarda net bir şekilde hissediliyordu. Bir süre kendisiyle savaş verdi. Masasında duraksayıp mor leylaklara bir kez daha baktı. Onun gibi bir kadının hayatında böyle şeyler olmamalıydı. Aşağıdaki arabaya binmeli miydi? Yoksa bu bir oyun muydu?

Masasındaki dosyaları toparlayıp kenara koydu. Ama sonra, bir an, Ben ne yapıyorum? diye düşündü Mila. Masasına, işine geri dönmeyi düşündü. Ama içindeki merak duygusu, tüm mantığını bastırıyordu. Sonunda, kararını verdi.

Odasından çıktığında, kalbinde hem bir tereddüt hem de tarifi zor bir heyecan vardı. Ofis binasından dışarı adım attığında, siyah, lüks bir Rolls Royce tam girişin önünde duruyordu. Kapının önündeki şoför hemen harekete geçti. Uzun boylu, ciddi yüz hatlarına sahip, siyah takım elbiseli bir adamdı. Mila’ya saygılı bir şekilde eğildi ve kapıyı açtı. “Avukat Hanım, hoş geldiniz. Miran Bey sizi bekliyor,” dedi sakin ve profesyonel bir sesle. Mila bir an duraksadı. İçinde, bu teklifi reddetmesi gerektiğini söyleyen bir ses vardı. Ama o ses, kalbindeki çarpıntıyı hala bastıramıyordu. Başını hafifçe salladı ve arabaya bindi. Şoför kapıyı kapattıktan sonra direksiyona geçti ve sessizce arabayı hareket ettirdi. Arabada sessizlik hakimdi. Mila, camdan dışarı bakarak nereye götürüldüğünü anlamaya çalışıyordu. Her virajda, her sokakta daha da kafası karışıyordu.

“Beni nereye götürüyorsunuz?” diye sordu sonunda, sesinde hem bir merak hem de kontrollü bir ton vardı.

Şoför, dikiz aynasından ona bakarak, “Endişelenmeyin Avukat Hanım. Miran Bey sizi güvende tutmamı tembihledi.” Dedi.

Bu cevap, Mila’nın daha fazla soru sormasını engelledi ve içinde bir yerde Miran’a karşı bir güven hissi uyandırdı.

 

Yolculuk, kısa ama bir o kadar da uzun hissettiren bir sürenin ardından sona erdi. Araç, şehrin dışında zarafetle yerleşmiş modern bir villanın önünde durdu. Burası, kaos dolu şehrin gürültüsünden tamamen uzak, adeta başka bir dünyanın kapısıydı. Şoför hızlıca inip kapıyı açtı. “Buyurun, hanımefendi. Miran Bey içeride sizi bekliyor.”

Mila, derin bir nefes aldı. Arabanın içinden çıkarken, kalbindeki heyecanla karışık korkuyu bastırmaya çalışıyordu. Bahçeden geçip kapıya doğru yürüdü. Mila, tam elini kapıya uzatmıştı ki, kapı sessizce açıldı. Kapının ardında duran kişi Miran’dı. Siyah bir gömlek giymiş, kollarını hafifçe sıvamıştı. Yüzündeki sakin ama derin bakışlar Mila’yı bir an duraksattı. “Avukat,” dedi Miran, onun şaşkınlığını fark ederek. Sesinde bir sıcaklık vardı ama aynı zamanda her zamanki gibi kontrol sahibiydi. “Hoş geldin.”

Mila, birkaç saniye ne söyleyeceğini bilemeden ona baktı. İçinde bir yerlerde hâlâ şüphe vardı, ama Miran’ın duruşu, sesi ve tavrı onu bir şekilde rahatlatıyordu. Mila’nın şaşkınlığını yüzünden okuyabilen Miran, hafif bir tebessümle başını yana eğdi. “Belki bir gün başka bir yerde, başka bir zamanda konuşuruz demiştin. O günü beklemek istemedim.”

Mila, onun bu kadar açık konuşmasına şaşırmıştı. “Bu kadar kolay mı gerçekten? Bir not bırakıp beni buraya mı çağırıyorsun?”

Miran, “Kolay olmasa bile denemeye değerdi.” dedi.

Mila, onun bu cevabıyla ne diyeceğini bilemedi. Miran’ın etrafındaki gizem, onun her adımını sorgulamasına neden oluyordu. Miran, kapının önünden bir adım geriye çekildi ve villanın içine doğru işaret etti. “İçeri gelmeyi düşünmüyorsun sanırım, Avukat.’’

Mila, Miran’ın verdiği işaretle villanın içine adım attı. Girişteki geniş ve modern dekorasyon dikkat çekiciydi; her şey lüks bir şekilde dizayn edilmişti. Miran, elini hafifçe uzatarak oturma odasını işaret etti. "Bir kahve içer misin?" diye sordu, sakin ama nazik bir sesle.

Mila, hala temkinli bir şekilde etrafına bakıyordu. "Teşekkür ederim. Ama… neden buradayım, Miran?"

Miran, hafif bir gülümsemeyle ona döndü. "Hakkında çok şey duyduğum Mila Saraç’ı biraz daha tanımak istiyorum."

Mila kaşlarını hafifçe çattı. "Beni bu kadar gizemli bir şekilde buraya çağırmak için biraz basit bir neden değil mi?"

Miran, onun bu meydan okuyucu sözlerine sakinlikle karşılık verdi. "Belki. Ama genelde basit şeylerin derin sonuçları olur."

Mila bu sözlere anlam veremedi ama bir süre daha üzerinde durmadı. Miran, evdeki yardımcısına izin verdi ve kendi elleriyle kahve hazırlamaya başladı. Mila oturma odasında dolanan gözlerini kontrol edemiyordu. Kitap rafındaki nadir eserler, modern sanat tabloları… Hepsi bir hikaye anlatıyor gibiydi.

Miran kahveleri getirip Mila’nın karşısındaki koltuğa oturdu.

"Peki," dedi Mila, fincanı eline alırken, "Bana kendinden bahsetmeyecek misin? Ben de senin hakkında çok şey duydum ama, seni tanımak zor gibi gözüküyor."

Miran fincanından bir yudum aldı ve gözlerini Mila’ya dikti. "Hakkımda duyduklarının çoğu doğru değildir. Ya da eksiktir."

Mila, kaşlarını hafifçe kaldırarak ona baktı. "Bu, sorularımdan kaçmak için bir bahane mi, Miran?" dedi alaycı bir sesle. Fincanı dudaklarına götürürken bakışları onunkinden ayrılmıyordu.

Miran hafif bir gülümsemeyle cevap verdi, ancak gözleri ciddiyetini koruyordu. "Hayır. Ama gerçekler her zaman merak edilen kadar ilgi çekici olmayabilir."

Mila, dik bir şekilde oturdu. "Bu kadar gizemli görünmek senin seçimin mi yoksa bir zorunluluk mu?"

Miran, fincanını yavaşça masaya bıraktı, parmakları fincanın kenarında gezinirken Mila’ya dikkatle baktı. "Belki de ikisi birden," dedi. Ses tonu sakin, ama sözlerinin ardında gizemli bir ağırlık vardı.

Mila, hafifçe başını eğerek, bakışlarını onun yüzünde gezdirdi. "Bu kadar az konuşup, yine de bu kadar şey anlatabilmen etkileyici," dedi alaycı bir gülümsemeyle. "Ama benim işim sorular sormak, Miran. Ve cevaplar almadan pes etmem."

Miran gülümsedi. "Bu özelliğin, seni hem başarılı hem de tehlikeli yapıyor, Mila Saraç. Doğru sorular sorarsan, bazen hiç duymak istemediğin cevapları bulabilirsin."

Mila’nın yüzü ciddileşti. "Riskleri göze almayı öğreneli çok oldu," diye karşılık verdi. "Ama ne tür cevaplardan korkmam gerektiğini bana söylemedin."

Miran hafifçe arkasına yaslandı, ellerini koltuğun kollarına koyarak rahat bir duruş sergiledi. "Cevaplar, soruları soran kişiyi değiştirebilir. Ama senin gibi güçlü biri, sanırım bunu kaldırabilir."

Mila, onun bu sözlerinin ardındaki anlamı çözmeye çalışarak birkaç saniye sessiz kaldı. "Beni çözmeye mi çalışıyorsun, Miran?" diye sordu, sesindeki meydan okuma belirgindi.

Miran, derin bir nefes aldı ve doğrudan gözlerinin içine baktı. "Hayır," dedi basitçe. "Seni anlamaya çalışıyorum. Çünkü senin gibi biri, karmaşıklığıyla ilgimi çekiyor."

Bu beklenmedik açıklama, Mila’yı bir an duraksattı. Onun bu kadar doğrudan konuşması alışık olmadığı bir şeydi. Ancak bu, bir adım geri atacağı anlamına gelmiyordu. "O zaman belki bir gün, soruları ben sormayı bırakırım ve sen anlatmaya başlarsın," dedi. "Ama o günün gelip gelmeyeceğinden emin değilim."

Miran gülümsedi, ancak bu sefer yüzündeki gülümseme, onun hakkındaki tüm gizemi daha da artırıyordu. "Belki de," dedi usulca. "O gün sandığından daha yakındır."

Mila, onun bu sözlerini anlamaya çalışırken bir süre sessizlik oluştu. Fincanını tekrar eline aldı ve gözlerini Miran’dan ayırmadan yavaşça kahvesinden bir yudum aldı. Bu adamın ardındaki sır perdesi, Mila’yı hem rahatsız ediyor hem de tuhaf bir şekilde çekiyordu.

Miran, sessizliği bozarak, "Peki ya sen?" dedi. "Seni tanımak isteyen birine anlatmak için seçtiğin ilk şey ne olurdu?"

Mila bir an duraksadı. Bu soruyu beklememiş olması, düşüncelerini toparlamasını zorlaştırmıştı. "Ben… hayatımı anlatmayı seven biri değilim," dedi sonunda. "Ama belki bir gün, doğru kişiye, doğru yerde anlatırım."

Miran’ın yüzünde memnun bir ifade belirdi. "Bu, belki bir gün başka bir zamanda konuşuruz dediğin şeye mi benziyor?" diye sordu, hafif bir alayla.

Mila güldü, bu sefer içten bir kahkaha attı. "Üstüme gelme, Miran Arven," dedi, gözlerini kısarak. "Daha fazla beni analiz edersen, buradan kaçabilirim."

Miran’ın kahkahası, Mila’nın bu gergin havayı dağıtan sözlerini takdir eder gibi bir havadaydı. "Seni bir şeyden korkutmak istemem, Avukat. Kaçmana izin vermememin tek nedeni, kahveni soğumadan bitirmen olur." dedi.

 

Mila’nın yüzünde hafif bir gülümseme belirdi. "Bu arada," dedi, sesinde ince bir nezaketle, "Çiçekler için teşekkür ederim. Mor leylaklar… gerçekten güzel bir seçim. Ne söylemek istediğini net bir şekilde ifade etmişler." dedi Miran’ın ağzını arar gibi.

Miran, gülümsemesini hafifçe genişletti. "Mesajı doğru anlamış olman sevindirici." dedi sakin bir tonla.

Mila, gözlerini ona dikerek başını hafifçe yana eğdi. "Herkes için bu özeni göstermiyorsundur umarım."

Miran, bu soruya yanıt vermek yerine fincanını eline aldı ve ondan ayrılmayan bakışlarla bir yudum kahvesinden aldı. Ardından, "Herkes özel olamaz, Mila," dedi, sesi hafifçe alçalarak.

Mila, bu sözlerin anlamını kavramaya çalışırken bir süre sessiz kaldı. Miran’ın bakışlarında derin bir içtenlik, ama aynı zamanda çözülmesi zor bir gizem vardı. Bu anın ağırlığını dağıtmak istercesine, fincanını eline aldı ve kahvesinden bir yudum daha aldı.

Mila, gözlerinde alaycı bir ışıltıyla. "Yine de dikkat et, bu şımartılmalara ve iltifatlara karşı her zaman bu kadar nazik olmayabilirim." dedi.

Miran gülümseyerek omuzlarını hafifçe silkti. "Şımartmak mı? Henüz başlamadım bile."

Bu sözler, Mila’nın dudaklarında istemsiz bir tebessüm oluşturdu.

Bakışlarını Miran’dan ayırıp odanın detaylarına kaydırdı. Modern tasarımın yanında her şeyin yerli yerinde olması, Miran'ın hayatındaki disiplinin bir yansıması gibiydi. Ancak bu düzen, Mila'nın kafasındaki soruların kaosunu susturmaya yetmiyordu.

"Seninle ilgili hâlâ anlam veremediğim şeyler var," dedi Mila, sessizliği bozarak. "İnsanların sana olan saygısını ve hayranlığını anlıyorum, ama aynı zamanda herkesin çekindiği birisin. Bu dengeyi nasıl sağlıyorsun?"

Miran, bir süre cevap vermedi. Mila’ya dikkatle baktı. "Denge mi?" dedi, hafif bir alayla. "İnsanlar çoğu zaman sadece görmek istediklerini görür. Saygı ya da korku… hepsi algının birer ürünü. Ben yalnızca kendi yolumda yürürüm."

Mila, onun bu kadar net ve dolaylı yanıt vermesine artık alışmıştı. "Peki ya bu yol?" diye sordu, gözlerini ondan ayırmadan. "Herkes kendi yolunu seçer. Ama senin yolun biraz fazla dikkat çekici, sence de öyle değil mi?" dedi. Mila’nın aklında, Miran hakkındaki dedikodular yer etmişti bu yüzden ağzını aramaya devam ediyordu.

Miran, hafif bir gülümseme ile başını yana eğdi. "Bazıları dikkat çekmeyi seçer. Bazılarıysa dikkat çekmeden de fark edilir. Benim seçimim, yalnızca işimi yapmaktan ibaret."

Mila, kaşlarını çatarak oturduğu yerde hafifçe öne eğildi. "Beni etkileyen şey de bu zaten. Söylediklerin… söylediklerin kadar söylemediklerin de çok şey anlatıyor." dedi. Gözleri bir an, Miran’ın yüzündeki yara izine takılmıştı fakat sebebini sorarsa, bunun kabalık olacağını düşündü ve sustu.

Miran, Mila’ya doğru eğilerek alçak bir sesle konuştu. "İnsanları anlamak istiyorsan, söylediklerinden çok, sessizliklerini dinle. Bazen en büyük gerçekler, kelimelerle değil, sessizlikle ifade edilir."

Bu sözler, Mila’nın içinde bir şeyleri tetikledi. Miran'ın her cümlesi, daha fazla soru işareti yaratıyor, ama aynı zamanda ona karşı duyduğu merakı daha da artırıyordu.

"Diyelim ki seni anlamaya çalışıyorum," dedi Mila, gözlerini ondan ayırmadan. "Bu, gerçekten mümkün mü?"

Miran, hafifçe gülümsedi ve fincanını tekrar eline aldı. "Anlamaya çalışman bile yeterince cesur bir hareket, Avukat," dedi. "Ama bazen bazı şeyler olduğu gibi kabul edilmeli, fazla sorgulanmadan."

Mila, onun bu sözlerinin anlamını çözmeye çalışırken, bir yandan da bu adamın gerçekten kim olduğunu çözmek istediğini fark etti. Ancak bunu başarabilmek için daha fazla zamana ihtiyacı vardı.

Bir süre sessizlik içinde oturdular. Sessizlik, rahatsız edici değil, aksine, ikisi arasında bir bağ kuruyormuş gibi hissediliyordu. Mila, bu sessizliğin içinde bir huzur bulduğunu fark etti, ama aynı zamanda bu huzurun ardında bir fırtına olduğunu da hissediyordu.

"Sanırım gitmem gerek," dedi Mila, sessizliği bozan taraf olarak. "Bugün için teşekkür ederim. Çiçekler ve kahve… farklı bir gün oldu."

Miran, onun kalkmak için hareket ettiğini görünce ayağa kalktı. "Memnun kalmana sevindim," dedi, o kendine has sakin ve derin sesiyle. "Ama unutma, Mila. Her şey daha yeni başlıyor."

Mila, bu sözlere karşı bir şey söylemek istemedi. Ona son bir kez baktı ve kapıya yöneldi. Ama aklında dönüp duran sorular, bu anı tamamen ardında bırakmasına izin vermiyordu. Miran’ın varlığı, sessizce ama etkili bir şekilde hayatına sızıyordu.

Kapıdan çıkarken Miran’ın sözleri hâlâ zihninde yankılanıyordu: "Her şey daha yeni başlıyor."

7. BÖLÜM SONU.

Bölüm : 20.11.2024 18:42 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...