11. Bölüm

SESSİZ YARA.

Şevval Bayrambey
sevvallbayrambey

10. BÖLÜM / SESSİZ YARA.
Miran Arven:

Miran güne soğuk ve keskin bir sessizlik içinde başlıyordu. Sabahın erken saatleriydi ve deniz kenarındaki malikânesinin büyük camlarından içeri sızan solgun ışık, odanın köşelerine yayılıyordu. Gözlerini açtı, başını yastıktan kaldırmadan önce bir süre düşünceleriyle boğuştu.

Miran’ın aklındaki tek şey Levent Aksoy’du. Miran, yıllar önce babasının sağ kolu olan Levent’le aralarındaki bağları koparmıştı. En azından, düne kadar. Babası öldükten sonra, Levent ile kanlı bıçaklı düşman olmuşlardı. Ama şimdi, Levent, yıllar sonra tekrar ortaya çıkmıştı. Miran’ın sponsor olduğu, Mila’nın ise hukuki destek sağladığı bir projeye bağışçı olmuştu. Geçmişin bir yankısı gibi peşindeydi. Bu çatışma yıllar sonra yeniden bir boyut kazanmıştı.

Gün, Miran için her zamankinden farklı başlıyordu. İçindeki öfke, yılların birikmişliği gibiydi. Levent’e dair bildiği her şey, onu daha da düşmanlaştırıyordu. İçinde bir anlık boşluk oldu. O geceyi düşündü.

Mila…

Unutamadığı o gece ve her anı ona hatırlatan tek kişi. O gece, Miran, hiç beklemediği bir şekilde Mila’nın hayatına dokunmuştu. Bu bağın ne kadar karmaşık olduğunu anlamak, ona çok şey öğretmişti. Mila, sıradan bir avukat değildi. Ona baktıkça kendi geçmişiyle yüzleşiyordu. Ve Miran, Mila’nın bu gerçekleri öğrenmesini istemiyordu. Mila’ya zarar gelmesini istemiyordu.

Bugün, Levent Aksoy’a hesap sormak için her şeyini hazırlamış, organize etmişti. Emrindeki adamlarıyla görüşmeden önce Miran, son kez köşesine çekildi. İçinde en ufak bir tereddüt yoktu. Levent, onu her zaman kendi oyunlarına çekmeye çalışmıştı, ancak bu kez oyun onların kurallarıyla oynanacaktı.

Mekan, Miran’a alışkın olduğu bir yerdi. Derin, karanlık, boğucu bir atmosferi vardı. Levent’in adamları, her zaman dikkatliydi, her hareketi izliyorlardı. Miran, içeriye girdi. Her adımında seslerin yankılandığı o uzun koridorda ilerlerken, gözleri her köşeyi tarıyordu. Gözleri, dikkatle her şeyi inceliyordu. Bir tuzak yoktu, ama öfkesinin baskısı, her şeyin tehlikeli hale gelmesine yetiyordu.

Levent, koltuğunda otururken bir yudum viskisini içiyordu. Gözlerinde hala aynı alaycı gülümseme vardı. Miran içeri girdiğinde, Levent’in gözleri ona kilitlenmişti, ama yüzünde kayıtsız bir rahatlık vardı. “Ooo, bende seni bekliyordum Miran Arven. Seni burada görmek beni şaşırtmadı.” dedi Levent, sesindeki rahatlık, oda atmosferini yavaşça değiştirdi. “Ne de olsa eski dost sayılırız, değil mi?”

Miran, gözlerini Levent’in gözlerinden ayırmadan adımlarını yavaşça atarak karşısına geçti. Levent’in soğukkanlı tavrı, her zaman ona itici gelmişti. Ama bugün, Miran’ı öyle bir noktaya getirmişti ki, Miran, tüm bu mekanın duvarlarını, öfkesiyle yıkabilirdi.

“Levent Aksoy.” dedi Miran, sesi boğuk, net ve kesin. “Bağışçı olmakta ne demek? Hangi oyunun peşindesin? Ve…”

Miran bir an durakladı, içinde biriken öfkeyi bastırmaya çalışarak sorusunu devam ettirdi.

“…Mila’yı tanıyor musun?”

Levent, gülümsemesini kaybetmeden Miran’a bakarak rahatça oturmaya devam etti. “Ah, Mila…Şu güzeller güzeli Avukat…” dedi, sesi hafifçe alaycı bir ton alarak. “Evet, onu tanıyorum. Hatta biliyor musun? Birkaç ay önce, çok sevdiğin avukatını kaçırdım.” dedi kahkahalarla.

Levent’in sözlerinden sonra Miran’ın vücudu kaskatı kesilmişti. Levent, devam etti. ‘’Ama senin yüzünden oldu tüm bunlar. O küçük kızı, o gece kurtarmasaydın, ben o gün onu kaçırmak zorunda kalmazdım.”

O an, her şey biraz daha gerildi. Levent’in gözlerinde rahatlık, biraz da küçümseme vardı.

Miran adımlarını hızlandırarak Levent’e yaklaştı. Levent’in gülümsemesi, yerini kayıtsız bir soğukluğa bıraktı. Miran, ellerini hızla Levent’in boğazına yönlendirdi. Derin bir tehditle, "Mila’ya ne yaptın? Mila hiçbir şey bilmiyor, ve öğrenmeyecek!" dedi. “Eğer senin yüzünden hayatı tehdit altına girerse, o zaman seni burada sağ bırakmam, Levent. Onun saçının teline bile zarar vermeyeceksin. Sana son bir şans veriyorum.”

Levent, boğazına yapışan elleri hissetti ama hala soğukkanlıydı. “Beni tehdit mi ediyorsun, Miran?” diye sordu. “İyi de, seninle ilgili çok daha büyük sırlar var. O kız, ve sana ait her şey… Bir gün her şeyin gerçek yüzü ortaya çıkacak.”

Miran, boğazına biraz daha baskı yaparak, yüzüne yaklaştı ve soğuk bir şekilde fısıldadı, “Ecelin olurum Levent. Beni çok iyi tanıyorsun.”

Levent, alaycı gülümsemesini hala korumaya çalışıyordu ama bu sefer gerilmişti.

Miran, henüz yeterince zarar vermemişti. Levent’in gözlerinden, her hareketinden o eski soğukluğunu azıcık bile kaybetmediğini görebiliyordu. Ama Miran’ın içindeki öfke, başından beri bu soğukkanlı tavırların tam karşısında duruyordu. Miran, gözlerini ondan ayırmadan derin bir nefes aldı. Gerçekten de, Levent’in söyledikleri, bir şekilde ona da dokunmuştu. Ama bu düşünceler, ona zarar veremezdi. Mila’nın güvenliği, her şeyden önceydi. O, geçmişin yansımasıydı, ama geleceğin parçası da olacaktı.

Miran, nefretle fısıldayarak ekledi, “Mila, o geceyi bilmeyecek. Ona en ufak bir zarar veremeyeceksin. Benim ona verdiğim sözden daha fazlasını, kimse ona veremez.”

Miran, Levent’in boğazından çekilerek arkasını döndü ve adamlarına göz kırptı. “Gidelim,” dedi, kısa ve net. “Ama bu mesele bitmedi.”

Miran, Levent’in gözlerindeki kini fark etti ama bir şeyin daha farkına vardı. Bu konuşma, sadece ufacık bir yüzleşmeydi. Onun için daha büyük bir hesaplaşma, her an gelebilir, her şeyin değişmesine yol açabilirdi.

Arabalara bindiklerinde, Miran’ın aklında başka bir şey vardı. Mila... Eninde sonunda, Mila’nın, olan biteni öğrenmesi gerekiyordu. Her şeyin nasıl başladığını ve nasıl sonlanabileceğini anlaması gerekirdi. Ancak bu süreç, Miran’a çok pahalıya mal olacaktı. Bir gün, o geceyi anlatması gerekiyordu. Ama Mila ne kadar hazırdı, buna emin değildi.

Miran, Levent’in tehditlerinden sonra, Mila’ya yaklaşması gerektiğini bir kez daha düşünmeye başladı. Telefonunu çıkarıp, Mila’nın numarasını buldu. Bir süre ekranda yazan isme baktı, kararsız kaldı. Zihninde birkaç düşünce yankılandı. Ne de olsa, önceki görüşmelerinde, Mila’yla geçirdiği birkaç saat ona hiç olmadığı kadar huzur vermişti. Miran kararını verdi ve parmakları ekranda hızla hareket etti ve Mila'ya bir mesaj attı: “Görüşmek ister misin? Biraz vakit geçirelim.”

Bir süre telefonunun ekranına bakarak, cevabını bekledi. İçinden bir his ona, bu kez farklı bir şeyler olacakmış gibi geliyordu. Sonunda, birkaç dakika sonra mesaj geldi: “Dışarıdayım. Bir konum atacağım.”Miran’ın yüzünde hafif bir gülümseme belirdi. Konum, Miran’ın telefonuna geldiğinde, şoför hemen harekete geçti.

Caddeler, hayatını hızla değiştiren kararların izlerini taşıyor gibiydi. Bir yanda acımasız bir iş dünyası, diğer yanda ise bu dünyanın içine çekmeye başladığı bu avukat. Mila’nın yaşadığı dünyayı hâlâ tam anlamış değildi, ama ona olan ilgisi gittikçe büyüyordu. Onu daha yakından tanımak, ne kadar güçlü ve kararlı olduğunu görmek istiyordu. Ve ayrıca, Mila’ya daha yakın olmak, ona daha iyi göz kulak olmak demekti…

Miran, yol boyunca Mila’yla geçireceği vakti hayal ederek içindeki boşluğu biraz olsun doldurmaya çalıştı. Bir yanda geçmişi, bir yanda şimdiki Mila... Zihninde geçen bu karmaşayı yok etmek için geceyi onunla geçireceğini düşünmek rahatlatıcıydı.

Mekan, bulundukları yerden birkaç dakika uzaklıkta, şehrin gürültüsünden oldukça uzak bir yerdi. Konum noktasına vardığında, şoför arabayı özenle park etti ve arabadan inerek Mila için kapıyı açtı.

Miran, Mila ile göz göze geldiğinde, “Atla arabaya, Avukat.” Dedi gülümseyerek.

Mila, arabaya binmeden önce düşünceliydi. Ne olup bittiği, neyle karşılaşacağı hakkında hiç fikri yoktu. Ama Miran ile vakit geçirmek, biraz rahatlamak ona da iyi gelebilirdi. Arabada, gerginlik yoktu. Hava soğuktu ama içeriye girdiğinde sıcaklık hemen kendini hissettirdi. Yavaşça ilerlediler. Mila, Miran’ın sessizliğini fark etti. O kadar derin, o kadar içe dönük bir sessizlikti ki. Onun hayatına dair bir şeyler keşfetmek istiyordu. Ama o an, herhangi bir soru sormadan sadece vakit geçirmek istedi.

Eve girdiklerinde, zarif bir şekilde düzenlenmiş yemek masası gözlerine çarptı. Yanan mumların ışıkları, her şeyin etrafında hafif bir parıltı oluşturuyordu.

Miran, masaya doğru Mila’yı yönlendirdi. "Bugün senin için her şeyin en iyisinin hazırlanmasını istedim." diyerek, masada yer gösterdi. Her şey, aralarındaki mesafeyi kısacık bir an için bile olsa ortadan kaldıracak gibi düzenlenmişti. Yumuşak ışıkların arasında, Miran ve Mila birbirlerine bakarak yavaşça yerlerine oturdular.

Miran, yemekleri servis yapan garsona göz kırptı ve ardından Mila'ya döndü. "Geldiğin için teşekkür ederim, Mila." dedi, yumuşak bir tonda. Şöminenin hafif çıtırtısı ve etrafı saran sıcaklık, akşamın karanlığını yavaşça içeri alırken, her şeyin farklı bir boyut kazandığını hissettirdi.

Mila, Miran’a bakarken, gülümsedi fakat içten içe kendini bir yabancı gibi hissetti. Miran’a dair bir şeyler sürekli onu şaşırtıyordu. İçinden bir ses, ona her zaman mesafeli olmasını söylemişti. Fakat şu an, karşısında duran adamın sıcaklığı, ona başka bir dünya vaat ediyordu.

Mila'nın bakışları, mum ışığının titrek yansımalarıyla Miran'ın yüzünde gezindi. İkisinin arasında sessizlik birkaç saniye daha sürdü, ama bu sessizlik huzursuz bir gerilim değil, aksine konuşmayı başlatmadan önce bir tür düşünce süreci gibiydi. Mila sonunda derin bir nefes aldı ve Miran’ın gözlerine bakarak konuşmaya başladı.

"Uzun zamandır sormak istiyorum, Miran, fakat... nasıl desem, nereden başlayacağımı bilemiyorum." dedi, sesinde hafif bir tereddütle. Miran, hafifçe eğilerek dikkatini tamamen Mila’ya verdi. Sesi yumuşaktı, ama içinde bir merak gizliydi. "Beni endişelendirme, Mila. Söylemek istediğin her neyse, seni dikkatle dinliyorum."

Mila, dudaklarını ısırarak bir an düşündü. Miran’ın dünyasının sadece işten ibaret olmadığını, onun ne kadar karışık bir dünyası olduğunu hissedebiliyordu. Ama bir yandan da, Miran'ın derinlerinde gizlediği şeylerin bir kısmını öğrenmek istiyordu. "Sen... neden bu kadar karmaşıksın? Yani... her seferinde karşımda sakin ve kontrollü bir adam görüyorum. Ama aynı zamanda, bir fırtınanın tam ortasındasın gibi hissediyorum. Hayatında, seni sürekli ayakta tutan ama bir yandan da ağırlığıyla ezen bir şeyler var. Bunu biliyorum, hissediyorum."

Miran, bir süre sessiz kaldı. Gözleri bir anlığına masanın üzerindeki mum ışığında donuklaştı. Ardından, sandalyesine yaslanarak derin bir nefes aldı. "Hayatımın her köşesi, benim için bir seçim değil, bir zorunluluk oldu. Ama haklısın. Sürekli bir savaşın içindeyim. Bazen kazandığımı sanıyorum, bazen kaybettiğimi. Ve o savaş, bazen dışarıdaki dünyayla, bazen de içimde."

Mila başını eğip birkaç saniye düşündü. "Peki ya ben Miran? Ben bu savaşın neresindeyim? Ben neyim, kimim senin için? Neden yollarımız sürekli kesişiyor? Birden hayatıma girdin ve ben… ben afalladım." dedi, sesi şaşırtıcı derecede yumuşaktı, ama bu yumuşaklık sorusunun derinliğini gizlemiyordu.

Miran, ona doğru eğildi. Gözleri Mila’nın gözlerinde kilitlenmişti. "Sen... sen o savaşta hiçbir yere ait değilsin, Mila. Sen benim için bir tür sığınak oldun. Ama... bazen, sığınağımı korumak için savaşı daha şiddetli hale getirmem gerekiyor. Tek istediğim, seni bu dünyanın tehlikelerinden uzak tutmak."

Mila kaşlarını çattı, Miran’ın sözlerindeki ima kafasını karıştırmıştı.

Miran, bir an söylediklerinden tereddüt etti. Levent’i ya da aralarındaki düşmanlıkları Mila’ya açıklamak istemiyordu. Mila, Miran’ın sözlerinin ardındaki ağırlığı hissetmişti. Onun bir şeyleri sakladığının farkındaydı, ama aynı zamanda her şeyin bir anda ortaya dökülmeyeceğini de biliyordu. Miran’ın gözlerine bakarak. "Peki ya sen? Seni kim koruyacak?" dedi.

Bu soru, Miran’ı bir an duraklattı. Kendini her zaman koruyan, her durumda kontrolü elinde tutan biriydi. Ama Mila’nın bu basit, ama derin sorusu, onun zırhındaki küçük bir çatlağı ortaya çıkarıyordu. Hafifçe gülümsedi. "Ben korunma kısmını çoktan unuttum, Mila. Ama seninle olduğumda, bu soruyu sorman bile bana güç veriyor." Mila, bu sözlerle hafifçe gülümsedi ama bakışlarındaki derinlik hala gitmemişti. Miran, Mila’nın gözlerinde kaybolmuş gibiydi. Bu sessizlik, iki dünya arasındaki dengeyi sağlamaya çalışan bir bağ gibiydi.

Mila, gözlerini bir an için Miran’ın yüzünden ayırmadan, yüzündeki yara izine odaklandı. İçinde bir kıpırtı, bir merak vardı. O iz, her zaman zihninde yankı bulmuştu; ne zaman Miran’ı görse, o küçük yara ona bir hikaye fısıldıyordu. Ama işte o an, her zamankinden farklıydı. Bir şeyleri öğrenmeye cesaret etmek istiyordu, ama bir türlü soramamıştı. Şimdi ise, bir adım daha atmayı denemek istiyordu. Derin bir nefes alarak, gözleriyle Miran’ın bakışlarını yakalamaya çalıştı. Ardından, sesini yavaşça, ama kararlı bir şekilde yükseltti.

"Yüzündeki yara izi," dedi, hafif bir tereddütle, "dikkatimi çekiyor. Uzun zamandır sormak istiyorum aslında… Ama… çekindim işte. Eğer seni rahatsız etmezse… Nasıl oldu, diye sorabilir miyim? Çok özel bir şey değilse tabii."

Miran, birkaç saniye sessiz kaldı. O an Mila'nın ifadesini inceledi; nazik, ama aynı zamanda kararlı. Mila’nın aklında birçok soru vardı, bir sürü şey anlamak, öğrenmek istiyordu. Şimdi, o özel anın içinde, Mila’nın bu kadar açık ve kırılgan sorusu, hiç beklemediği bir şekilde yüreğine dokundu. Başını yavaşça sallayarak, derin bir nefes aldı. Gözleri, geçmişin izlerini hafifçe taşırken, dudaklarında acı bir gülümseme belirdi.

"Özel bir şey değil, geçmişin bir izi." dedi, sesi biraz daha sert, ama gözlerindeki hüzün barizdi. "Bazen hayat, kendini hatırlatacak bir iz bırakır. Ama bu... Bu zamanla hatıra haline gelir. Kimse fark etmez, ama içinde bir dünya saklıdır."

Bir an gözleri, geçmişin karanlık köşelerine kaydı, sonra Mila'ya döndü, yüzünde o eski, tanıdık bakış vardı.

"Bu iz," dedi, "belki de doğru zamanda doğru yerde olmamın bir bedelidir.’’

Ve ekledi;

‘’Bu yaranın izi geçerdi elbet, fakat ben o yaraya gözüm gibi baktım.’’

10. BÖLÜM SONU.

Bölüm : 29.11.2024 20:48 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...