12. BÖLÜM / TEMAS.
Mila, karanlık bir koridorda ilerliyordu. Her adımında çıplak ayaklarının altındaki zeminin soğukluğunu hissediyordu. Kapkaranlık duvarlar, üzerlerine düşen kırmızı ışıklarla daha ürkütücü bir hal almıştı. Derin bir sessizlik vardı, ama bu sessizlik bile rahatsız edici bir uğultuyla doluydu. Birden, koridorun sonunda bir kapı belirdi. Kapının arkasından tanıdık bir ses geliyordu. Babasının sesi. Kapıya yaklaştıkça ses netleşti. Annesi bir şeyler söylüyordu, babası öfkeyle karşılık veriyordu. Ama kelimeler anlamsız bir şekilde boğuk ve kesik geliyordu. Mila kapıyı aralamak için uzandı, ama kapı kendiliğinden açıldı. İçeri adım attığında sıcak bir rüzgar yüzüne çarptı. Duvarların arasından yükselen, her şeyi yutmaya hazırlanan alevler, odayı sarmıştı. Annesi köşede yere yığılmıştı, babasının hareketsiz bedeni yerde yatıyordu. Mila’nın nefesi kesildi, gözleri yaşlarla doldu. O sırada, bir silüet alevlerin arasında belirdi. Kim olduğunu seçemediği biri, babasının bedenine doğru eğilmiş, yüzünü gölgeyle saklıyordu. Mila çığlık atmak istedi, ama sesi çıkmadı. Adam birden başını kaldırıp ona baktı. Silüetin gözleri, kara bir boşluktan fırlayan birer çukur gibiydi. Mila geriye doğru sendeledi, ve alevler her şeyi yutarken yere düştü.
Bir anda gözlerini açtı. Hızlı ve düzensiz nefes alıyordu. Yatağında doğruldu, yüzünden akan soğuk terleri sildi. Kalp atışlarını sakinleştirmeye çalıştı ama zihni hâlâ rüyanın etkisindeydi. Bu rüyaları kaç kez görmüştü, artık saymayı bırakmıştı. Her seferinde benzer sahneler... Babası... O silüet... Ve bitmek bilmeyen o yangın. Mila yatağından kalktı ve banyoya yöneldi. Ilık bir duş alırken, aklında bu düşüncelerle bugün ofise gidemeyeceğine kanaat getirdi.
Mila, pencerenin yanında otururken, elleri sıcak kahve kupasının etrafında sıkıca kenetlenmişti. Zihni, rüyasında gördüklerine takılmış haldeydi. Babasının ölümü… Yangın… O gece yaşananların ardından tek bir cevap bile bulamamıştı. Polis dosyayı öylece kapatmıştı, sıradan bir hırsızlık vakası olarak değerlendirilmişti. Ancak Mila biliyordu, bu bir hırsızlık değildi. Babasını öldürmek için gelen adamlar vardı, ve yangın, izleri yok etmek için çıkarılmıştı.
Cinayeti çözmesini istemedikleri açıktı. Babasını neden öldürdüklerini hâlâ anlayamıyordu. Kendi çabalarıyla gerçeklere ulaşmaya çalıştığında, hayatı tehdit edilmeye başlanmıştı. Maskeli adamlar onu kaçırmışlardı, trafikte sıkıştırmışlardı ve o korkunç kazayı yapmasına neden olmuşlardı. Tüm bunlar, onu susturmak içindi. Ama neden? Gerçeği öğrenirse ne olurdu? Annesini ve babasını kim neden öldürmüştü? Mila, yangından sağ çıkmıştı ama nasıl? Hastanede gözlerini açtığında yalnızdı. Başucunda bir vazo içinde mor leylaklar vardı. Kimse yanında olmamıştı. Babası da, annesi de yoktu. O günden sonra tamamen tek başına kalmıştı.
O geceyi ve kaybettiklerini aklından atamıyordu. Her şey bir sis perdesi gibiydi, doğruyu öğrenmek ise bir o kadar imkansız. Sonunda, kahvaltı masasının üzerine ağırlaşmış bir içki koyarak telefonu eline aldı. Ama ne yazık ki, gelen mesajlar ona pek yardımcı olamayacaktı. Tam da bu sırada, kapının sesi duyuldu.
Mila, gözlerini telefondan ayırarak kulak kabarttı. Sadece bir an için duraksadı. Kimdi? Bu saatte? Ayağa kalktı ve koridora doğru yöneldi. Kapıyı açtığında, karşısında tanıdık bir yüz buldu: Miran Arven. Ama bu, hiç beklemediği bir durumdu. Sanki her şey çok hızlı gelişmişti.
Mila, biraz şaşkın ama sessiz bir şekilde ona baktı. Miran, kendini tanıtmaya gerek duymadan, elindeki dosyayı hafifçe göstererek açıklamaya başladı.
"Ofisine gittim projeye dair bir dosya teslim etmek için." dedi. Sesi, her zamanki soğukluğu içinde ama bir o kadar da açıklayıcıydı. "Fakat sekreterin Elif, bugün ofise gelmediğini söyledi. Elif'ten ev adresini öğrenmek pek de zor olmadı."
Miran’ın duruşundaki rahatlık ve açıklığı, Mila’yı bir an için şok etti. Şu anda evinin önünde, kapısında olması, bu kadar kolayca gelmiş olması onu şaşırtmıştı. Ama ona kapısını açmak, bir şekilde doğru gelmişti. O an, Miran’ın varlığı, evinin kapısını açmasına neden olmuştu. Bir şeyler, bir şekilde doğruydu ama ne? Mila, kafasında bir türlü netleştiremediği sorularla, Miran’ın gözlerine baktı. Bir süre ses çıkarmadan birbirlerine bakmak, her ikisi için de biraz garipti. Miran, bir adım daha atarak, Mila’yı biraz daha yakından tanımaya, duygularına biraz daha yaklaşmaya karar vermişti. Ona ne kadar yakın olursa, onu daha iyi koruyabileceğini düşünüyordu. O anda Miran, hafifçe gülümsedi ve gözlerinin içine bakarak, "Beni içeri davet etmeyecek misin, Avukat?" dedi.
Mila, bir anlık tereddüdün ardından, ona kapıyı tamamen açtı ve içeri girmesi için yer gösterdi. Sessizlik, bir şekilde o an ikisinin de arasında bir bağ kurmuş gibiydi. Miran içeri adımını attı, ve ikisi de büyük odanın içinde bir süre birbirlerine bakarak ne söyleyeceklerini düşündüler.
Miran, "İyisin Mila, değil mi?" diye sordu, bu kez daha yumuşak bir tonla.
Mila, yavaşça başını sallayarak, "Doğruyu söylemek gerekirse, hayır, değilim.’’ dedi. Mila, ilk kez birine iyi olmadığını söyleyebilmişti. Geçmişiyle ilgili, hiç kimseyle paylaşmadığı şeyleri belki de ilk kez biriyle paylaşma zamanı gelmişti.
Mila, Miran’ı evine davet ettikten sonra, hala şaşkın bir şekilde ona bakıyordu. Sessizce göz göze geldiler, bir an için ne diyeceklerini, nasıl davranacaklarını kestiremediler. Sonunda, Mila derin bir nefes aldı ve konuşmaya başladı.
"Biraz alkole ne dersin?" diye sordu, bitmiş kadehini elinde hafifçe sallayarak. Sesinde biraz hüzün vardı. Miran, sessizce başını salladı. "Evet, olabilir."
Mila, bu cevabı duyduktan sonra, mutfaktan bir şişe kırmızı şarap ve iki kadeh ile geri döndü ve Miran’ın karşısına oturdu. Saçları dağınık bir topuzda, üzerindeki salaş hırkası ve altındaki mini şortuyla, oldukça rahat görünüyordu. Bir anlık huzur bulmak istercesine, şişeyi açtı, şarapları kadehlere döktü ve ona uzattı. Miran kadehini alırken, düşündü. "Teşekkür ederim." dedi. Miran. Sonra bir sessizlik daha çöktü, ama bu defa gerilim değil, bir rahatlama vardı.
Mila, oturduğu yerde bağdaş kurdu ve sonra, aniden, yıllardır içinde biriken sözleri dökmeye başladı. "O gece... annem ve babam arasında her zaman olduğu gibi bir tartışma vardı. Her şey çok sıradandı. Normaldi. Onların tartışmaları beni artık rahatsız bile etmezdi. Evde tartışma sesleri duyduğumda, onları duymazlıktan gelirdim, çünkü her zaman kavga ederlerdi. Ama o gece... bir şey farklıydı. Çok farklıydı."
Miran, dikkatlice dinledi. Mila’nın sesindeki kırılganlık, ona ruhen biraz daha yaklaşmasını sağladı.
"O gece kulaklıkla ders çalışıyordum. Birden bir gürültü duydum. O an ne olduğunu anlamadım. Sonra, aşağıda bir şeyler... bir şeyler oldu. Babamın sesini duydum. Hızla merdivenlerden aşağı indim. Bazı adamlar, evimize girmişti. Babamı öldürmüşlerdi... Ardından annemin cansız bedenini gördüm… Sonrasında alevleri fark ettim. Ama kim olduğunu göremedim... sadece... sadece annemin ve babamın yerde yatan bedenlerini ve yangını hatırlıyorum. Sonrasını hatırlamıyorum. Gözümü açtığımda hastanedeydim... başucumda anlamsız mor leylaklar vardı... ama... yanımda tanıdık bir yüz yoktu. Yapayalnızdım.”
Miran, derin bir nefes aldı. Mila, yıllardır içinde tuttuğu bu ağır yükü nihayet birine anlatmanın rahatlığını bulmuştu. Miran, sessizce dinlemeye devam etti. Mila'nın içinde sakladığı acıyı, o kadar derinden hissediyordu ki, kelimeler yetersizdi.
‘’Günler geçti ve taburcu oldum, sonra koskoca dünyada tek başıma kaldım. Annem ve babam yoktu. Bütün o eski hayatım... birden yok oldu. Paraya ihtiyacım yoktu, zengindim. Ama insana ihtiyacım vardı. Yaşamımda tek başıma kalmıştım. Üniversiteyi kazandım. Tek başıma okudum, tek başıma bir hayat kurdum. Ama her şey... eksikti." Mila, gözleri dolarak devam etti. "Annemi defalarca babama ihanet ederken yakalamıştım. Ama babama çok düşkündüm. Onun kaybı... her şeyin sonuydu. Annemle de aram hiç iyi değildi. Ama babam... babam her şeyimdi."
Mila, gözlerini bir an için kapattı, başı öne düştü. Miran'ın içini acı bir his kaplasa da, bir şey söylemeden onu dinlemeye devam etti.
Mila başını kaldırıp, ona baktı. ‘’Babamın ölümünden sonra kimse bana bir şey söylemedi. Dosya kapatıldı, hepsi buydu. Polis… hırsızlık dedi, ama ben bunu kabul etmiyorum. Buna hayatım boyunca hiç inanmadım."
Miran, ona dikkatle bakarken, Mila daha da derinleşmeye başladı. Şarabından bir yudum daha aldı, ve derin bir nefesle devam etti. "O geceyi hatırladıkça, her şeyin nasıl bu hale geldiğini düşünüyorum, ama bazen anımsamak… çok acı veriyor."
Miran, Mila'nın söylediklerini dikkatle dinledikten sonra, derin bir nefes aldı. O an, ona sadece dinlemek yetmiyordu; bir şeyler söylemesi gerekiyordu, ama ne söyleyeceğini bilmiyordu. Yavaşça, sakin bir şekilde, gözlerinin içine bakarak konuştu.
"Bir insanın yaşadığı acıyı tam olarak anlayamazsın, Mila," dedi, sesi hafifçe yumuşayarak. "Hayat bazen çok zorlayıcı olabilir, insanların seni anlamadığı anlar olur, ama senin bu kadar güçlü olman… senin sadece hayatta kalmanı değil, aynı zamanda her şeyin ötesine geçmeni sağlamış."
Miran, bir an için derin bir sessizlikle ona bakarak devam etti. "Geçmişin seni şekillendirdi ama seni tanıdıkça, senin geçmişinden daha fazlası olduğunu görüyorum. Senin içindeki gücü görebiliyorum. Bu kadar yalnız hissetsen de, hayatta kaldığın sürece, içindeki gücü hiç unutma."
Miran, biraz daha yaklaşarak, "Sadece bilmeni istiyorum." dedi, sesini yavaşça yükseltmeden, ama kararlı bir şekilde. "Yalnız değilsin. Seninle her zaman buradayım. Belki sana tüm cevapları veremem, ama seni dinlemek… ve sana yardım etmek için elimden geleni yaparım."
Mila, gözlerini ona çevirdiğinde, Miran’ın yüzündeki samimi ifadeyi gördü. Bir an, içindeki en derin korkularını, dertlerini, kaygılarını başka biriyle paylaşabilmenin huzurunu hissetti. Ve o an, bir şekilde güvenebileceği birini bulduğunu düşündü.
Bir süre sessizlik içinde birbirlerine bakarak, her ikisi de bu anın anlamını içlerinde hissediyordu. O an, aralarındaki mesafeler, zamanın ve geçmişin yarattığı tüm duvarlar bir anlığına erimişti. Miran, hafifçe gülümsedi ve gözlerini Mila'nın gözlerinden ayırmadan, "Gerçekten güçlü birisin, Mila." dedi. "Bazen insanın yanında birinin olmasına izin vermelisin Mila, bu sana en büyük gücü verebilir. Ve sana bir sır vereyim, seninle olmanın, benim için bu kadar zor olmasının sebebi, senin o güçlü yönünü daha yakından görmek."
Mila, Miran’ın söylediklerini düşündü. İçinde bir şeyler harekete geçiyordu. Onunla bu kadar yakın olmak, ona güvenmek, her şeyin çok doğal ve doğru hissettirdiği bir andı. Ama bir şey vardı, bir his vardı; sanki bu anı daha fazla ertelemek, ikisinin de içinde taşan duyguları daha fazla bastırmak, sadece onlara zarar verecekti.
"Ben de… sana bir şey itiraf edeyim mi?" dedi Mila, sesinde titrek bir dokunuş vardı. "Seninle olmanın nasıl olduğunu düşündüm hep. Senin yanında olmak… başka bir dünya gibi, her şey çok daha parlak, ama aynı zamanda huzurlu."
Miran, onu dikkatle izledi, gözlerinin içine bakarak, bir adım daha attı. "Bazen huzur, doğru insanla olmakla birlikte gelir, Mila."
Mila, bir an içinde ne yapması gerektiğini bilmedi. İçindeki duygular ve arzular karışıyordu. Gözleri, Miran’ın bakışlarından kaçamadı. Yavaşça, kalp atışlarının hızlandığını hissederek, Miran’a bir adım daha yaklaştı. Bir anda, hiçbir düşünce olmadan, o an, sadece hissettiği şekilde hareket etti. Başını hafifçe yana eğerek, yavaşça Miran’ın dudaklarına doğru yaklaştı ve öptü. Bu öpücük, ne aşırı bir arzu ne de aceleyle yapılan bir hareketti; sadece her şeyin doğru olduğu, zamanın durduğu bir anın ifadesiydi. Mila, bir an için dünyadan tamamen uzaklaştığını hissetti. Miran’ın vücut ısısı, kalbinin hızlanan atışları, dudaklarının yumuşaklığı… O an, her şey doğruymuş gibi hissediyordu. Hiçbir kelimeye gerek yoktu, sadece bu anın içinde olmak, bir arada olmak her şeyi açıklıyordu. Birbirlerinin gözlerinde kaybolmuşken, aralarındaki mesafe gerçekten yok olmuştu. Bu an, belirsizliği ve kararsızlıkları bir kenara bırakıp, sadece birbirlerine odaklanmışlardı. Sözlere gerek yoktu; bu an, her şeyin anlatmak istediği bir anıydı. Miran, yavaşça, ama güvenle, Mila’nın yüzünü avuçlarına aldı. Ona doğru biraz daha eğildi, dudakları bir kez daha Mila’nın dudaklarına dokundu. Bu kez öpücük, daha derin, daha duygusaldı. Miran’ın vücudu, Mila’ya daha da yakınlaştıkça, aralarındaki enerji yoğunlaştı. Mila, ellerini Miran’ın omuzlarına koyarak ona daha fazla yaklaşmaya çalıştı. Hissettikleri, kelimelerle açıklanamaz bir bağdı. Aralarındaki her şey, bir bakışla, bir dokunuşla dile geliyordu.
Ve o an, tüm dünya yok olmuş, sadece birbirlerinin kalp atışlarını duyan iki insan kalmıştı.
12. BÖLÜM SONU.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |