9. Bölüm

YEMİN.

Şevval Bayrambey
sevvallbayrambey

 

8. BÖLÜM / YEMİN

Mila, ofisinin penceresinden şehre bakarken aklında bir düşünce dönüp duruyordu. Miran’ın gönderdiği mor leylaklar, sadece bir çiçekten ibaret değildi. Temsil ettiği şeyler vardı bu çiçeklerin. Gülümsedi, ve bu gülümseme bir tür belirsizliğin işaretiydi. Geçmişte birine böyle hisler beslemiş miydi? Duyguları her zaman kontrol altında tutmaya alışkındı, ama Miran, ona ne olduğunu tam olarak açıklayamıyordu. Bu adamın neyi sakladığı, neyi gizlemeye çalıştığı hakkında bir fikri yoktu. Ancak onun içindeki karanlıkla, bir şekilde, bir bağ kurmuştu. Ve bu bağ her geçen gün, istemsizce güçleniyordu.

Cep telefonundaki mesaj, odadaki sessizliği bozdu. Miran’dan bir mesaj vardı.

“Sana mor leylak bahçeleri bile alsam, yeterince temsil edemezler. Bu sadece bir başlangıç.”

Mila’nın mesajı okurken hissettiği duygular bir anda yoğunlaştı. Miran’ın bir şeyleri açıkca hissettirmesi, Mila’yı düşündürüyordu. Telefonunu eline aldı ama ne yazacağını, ne söyleyeceğini bilmiyordu. Ama bir şekilde cevap vermek zorundaydı.

"Teşekkür ederim. İnce düşüncelisin."

Gönderdiği mesajı izlerken, bir süre ekrana sabitlendi. Miran’la olan durumun, bir sonraki adımını atmak, ona karşı bir şeyler hissetmek, hala ona yabancıydı. Ama ya kalbinde bir şeyler uyandığının farkında değildi, ya da tam tersine bunları baskı altına almaya çalışıyordu. Mila, derin bir nefes alarak ofisinden çıktı. Duruşma için hazırlık yapmıştı, fakat kafasında ne olduğunu tam anlamadığı bir karmaşa vardı. Miran’dan aldığı mesaj, kalbinde huzursuz bir yankı bırakmıştı. Çiçeklerin mesajı, gerçekten bir anlam taşıyor muydu? Yoksa sadece ince bir taktik miydi? İçinde kaybolan bu düşüncelerle, ofis binasından çıkarken, bir an için kendini kaybetmiş gibi hissetti.

Duruşma salonunda gergin bir hava vardı. Mila, salondaki bu gergin atmosferde derin bir nefes aldı. Önündeki dava, iş dünyasında büyük yankı uyandıracak bir davaydı. Karşısında, güçlü bir şirketin avukatı vardı ve her şeyin ne kadar ciddi olduğunu biliyordu. Duruşma boyunca zorlu düşünceleri bir kenara itmeye çalıştı, ama her fırsatta aklına düşen o mor leylaklar ve Miran’ın mesajları, içinde kaybolan karmaşayı giderek daha çok zorlaştırıyordu. Ancak, bir avukat olarak her zaman işine odaklanması gerektiğini biliyordu. Gözlerini tekrar karşısındaki avukata çevirdi ve tüm dikkatiyle davaya odaklanmaya karar verdi.

Karşı tarafın sunduğu argümanlar güçlüydü, fakat Mila’nın iş disiplini, her duruşma için hazırlıklı olmasına olanak tanımıştı. Her bir cümleyi dikkatle seçiyor, karşı tarafın her detayında bir açık arıyordu. Mila, karşı tarafın sunduğu belgeleri tartışmaya başladığında, onların ne kadar eksik olduğunu fark etti.

Yavaşça, ama emin adımlarla, kendi stratejisini uygulamaya koydu. Sunmuş oldukları delillerin bir kısmı yetersizdi. Yasal boşlukları, istismar edilen sözleşme maddelerini tek tek belirterek rakibini savunmasız bırakıyordu. Her kelimeyle, dava lehine dönmeye başlıyordu.

Bir an için, Mila, salon dışındaki dünyaya dair tüm hislerinden sıyrıldı. Zihnini sadece dosyadaki ayrıntılara odakladı. Karşısındaki avukat, her geçen dakika biraz daha geriliyordu. Artık kendinden emin bir şekilde cevap veriyor, her argümanı çürütüyordu. Sonunda, karşı tarafın başını eğip sustuğu an geldi. Mahkeme başkanı, son bir kez her iki tarafı dinledi ve nihayet kararını açıkladı. “Davayı, Mila Saraç lehine sonuçlandırıyorum.” dedi.

Mila derin bir nefes aldı. Kazanmıştı. Ancak zaferin tatlı bir huzuru olsa da, içindeki karışıklık hiç eksik olmamıştı. Davanın kazandığını, ama zihnindeki karmaşayı hala bir kenara atamadığını fark etti. Yine de, bu anda sadece işine odaklanabilmişti.

Başını dik tutarak salondan çıktı, adımlarının sesini her zamankinden daha güçlü duydu. O an bir şey fark etti: Gerçekten kazandığı tek şey, sadece davaydı. Duyguları ve hisleri, hala bir labirentin içinde kaybolmuş gibiydi.

 

 

Mila, mahkeme binasından çıktıktan sonra, güneşin yüzüne vurduğu o ilk anda derin bir nefes aldı. Bir zafer kazanmıştı, ama bu zaferin getirdiği huzur, içindeki karmaşayı yatıştırmaya yetmiyordu.

Telefonu çaldı. Cenk arıyordu. Gözlerini bir an için kapattı, enerjisini toplayarak telefonu açtı.

“Dava için tebrikler,” dedi Cenk, sesi her zamanki gibi samimiydi. “Ama bu sadece bir başlangıç. Önümüzdeki hafta seni önemli bir dava dosyası bekliyor.” Mila kısa bir süre sessiz kaldı. İş her zaman bir kaçış olmuştu. Profesyonel bir tonla cevap verdi. “Dosyayı en kısa sürede inceleyeceğim.”

Mila, ofise gitmek üzere direksiyona geçti. Günün gerginliği, kalbindeki karmaşayla birleşmiş, onu daha da yorgun hissettiriyordu. Yolda bir yandan radyoyu açıp bir yandan da Miran’dan gelen mesajı düşünüyordu. O adamın varlığı, istemeden de olsa hayatına nüfuz ediyordu.

Şehir trafiği her zamanki gibi yoğundu. Mila, birdenbire uzunca bir korna sesiyle irkildi. Yanına siyah bir araba yanaşmıştı. Araç sürücüsü, sinir bozucu bir şekilde neredeyse tamponuna değecek kadar yakındı. Mila kaşlarını çatarak direksiyonu sıkıca kavradı.

Onu sıkıştıran araba, bir anda hızlandı ve önüne geçti. Arkasından başka bir araba daha gelip onu sıkıştırmaya başladı. Panik, Mila’nın kalbine hızla yayıldı, ama kontrolünü kaybetmemek için derin bir nefes aldı.

 

"Ne yapmaya çalışıyor bunlar?" diye bağırdı kendi kendine. Yan aynasından baktığında, SUV’lerin onu sıkıştırmaya devam ettiğini fark etti. Birkaç kez ani manevralarla kaçmaya çalıştıysa da, her defasında daha da dar bir alana hapsediliyordu.

Mila, kornaya basıp sinyal verdi. Ancak aldırış etmeden agresif bir şekilde hareket ediyorlardı. Sonunda, sağ şeritteki SUV, aniden sola doğru kırdı ve Mila’nın önünü kapattı. Fren pedalına bastı, ama bu ani duruş bir felaketle sonuçlandı. Mila, direksiyon hakimiyetini kaybetti, arabası spin attı ve yol kenarındaki bir direğe çarparak durabildi.

Hava yastıkları patlamıştı. Mila’nın nefesi kesilmiş, tüm vücudu şokun etkisiyle titriyordu. Kim olduğu bilinmeyen bu magandalar, hiçbir iz bırakmadan kaçıp gitmişlerdi.

Mila, titreyen elleriyle emniyet kemerini açtı. İçinde yükselen korku ve öfke karışımı, kontrol edilemez bir hale gelmişti. Ne olduğunu anlamaya çalıştı, ama zihni hala olan bitenin şokundaydı.

Telefonuna ulaşmak için çantasına uzandı. Parmakları titrerken ilk aklına gelen kişi, kimseye açıklayamadığı bir şekilde, Miran oldu. Onun sessiz ama güçlü varlığı, şu an ihtiyacı olan tek şeymiş gibi hissettiriyordu. Ama düşüncesini hemen silip attı. Onu arayamazdı.

Telefonunu çıkardığında, numarayı çevirdi. Ama aradığı kişi Miran değildi. Polisi aramıştı. Yine de, içindeki karmaşadan kurtulamadı.

 

Polisler olay yerine ulaştığında, Mila hala arabasında oturuyordu. Hafif baş dönmesi ve şokun etkisiyle yüzü solgun görünüyordu. Bir memur dikkatlice yaklaşarak kapıyı açtı.

"Hanımefendi, iyi misiniz? Ambulans çağırmamızı ister misiniz?" diye sordu nazik bir sesle.

Mila derin bir nefes alarak başını salladı. "Hayır, iyiyim. Sadece birkaç sıyrık var. Ama… olanları size anlatmalıyım."

Memurlar, Mila’nın ifadesini almak için kenara çekildiler. Mila, arabasına nasıl sıkıştığını, SUV’lerin hareketlerini ve kazaya neden olan manevraları detaylı bir şekilde anlattı. Ancak araçların plakasını göremediğini belirtmek zorunda kaldı.

Polislerden biri kaşlarını çatarak not aldı. "Bu, sıradan bir trafik kazası gibi görünmüyor. Kasıtlı bir eylem olabilir. Daha önce size ya da işinize yönelik herhangi bir tehdit aldınız mı?"

Mila bir an durakladı. Bu soru, kalbine ince bir bıçak gibi saplandı. Kaçırıldığı gece birkaç saniye gözünün önünde belirdi ve ardından kayboldu.

"Hayır," dedi sonunda.

Polis, "Durumu detaylı inceleyeceğiz. Güvenliğinizden endişe ediyorsanız, bir yakınınıza haber vermenizi öneririm," dedi.

 

Bu öneri, Mila’yı daha da düşündürdü. Kimden yardım isteyebilirdi? Annesi mi vardı? Babası? Özge? Hayır, bu tür bir tehlikeye onu dahil edemezdi. Miran?

Miran…

Bu isim bir kez daha zihninde yankılandı. Onunla ne kadar mesafeli kalmaya çalışsa da, bir şeyler onu sürekli Miran’a yöneltiyordu.

Polisler olay yerinden ayrıldığında, Mila arabasının haline baktı. Araç kullanılamaz haldeydi. Sigorta şirketini aramak ve çekici çağırmak zorunda kaldı. Bu işler birkaç saatini almıştı ve o süre boyunca, yapayalnızdı.

Sonunda eve döndüğünde, kendisini yatağa bıraktı. Yatağında, gözlerini tavana dikmiş halde düşüncelerini susturmaya çalışıyordu. Ancak her şey zihninde adeta bir girdap gibi dönüyordu. Kazadan sonra hissettiği korku, yerini sinir bozucu bir huzursuzluğa bırakmıştı. Olayların sıradan bir tesadüf olmadığını biliyordu. Bunu kalbinin derinliklerinde hissediyordu.

Miran’ın gönderdiği mor leylaklar, onun güven duygusunu tetiklemişti. Onun soğukkanlı ve kontrollü duruşu, Mila’nın kaotik dünyasında bir tür denge oluşturuyordu. Ama yine de Miran’a dair her şey bir sır perdesiyle kaplıydı. Bu adam, göründüğünden çok daha fazlasını gizliyordu.

 

Telefonunu eline aldı, Miran’ın mesajına tekrar baktı. "Bu sadece bir başlangıç." demişti. Bu sözler ne anlama geliyordu? Kafasındaki sorulara cevap bulmak istiyordu, ama onu aramak bir seçenek değildi. Kendine bir kez daha hatırlattı: Miran’la aralarındaki bağ, kontrolü tamamen kaybetmesine neden olabilirdi. Bu kazanın Miran ile bir ilgisi olabilir miydi? Hissettiği güven duygusunun aksine, o bunları yapabilecek kötü bir adam olabilir miydi?

Mila, Düşüncelerinden kurtulmak için kendine bir kahve yapmaya karar verdi. Fincanı eline aldığında, mutfağın karanlık köşelerinde huzursuz edici bir his fark etti. Evin sessizliği, daha önce hiç olmadığı kadar ağırdı. Bir süre oturup sessizliğin içinde düşüncelerini toparlamaya çalıştı. Gözlerini kapattı ve kazayı tekrar zihninde canlandırdı. O SUV’ler... Amacı neydi? Bunu kim neden yapmış olabilirdi? İfadesini verirken polislere gerçeği tam olarak söyleyemediğini fark etti. Çünkü her şeyin arkasında yatan nedenleri kendisi bile bilmiyordu.

Tam o sırada, cep telefonunun ekranı aydınlandı. Bilinmeyen bir numara ona bir video göndermişti. Mila’nın elleri titremeye başladı. Fincanı bir kenara koyarak mesajı açtı. Videoda, siyah bir SUV hızla arabasına yaklaşıyor ve tamponuna çarpmadan uzaklaşıyordu. Bu, geçirdiği kaza anının bir kaydıydı. Mila, nefesini tutarak videoyu izledi. Sonunda, ekranda bir mesaj belirdi: “Bu sana ikinci uyarımız. Seni tanıyoruz, Mila Saraç. İşlerimizden uzak durmayacağını biliyoruz.”

Mila’nın içini bir korku dalgası kapladı. Ellerindeki telefon titriyordu. Bu bir rastlantı değildi. Bu, iş hayatındaki davaların birinden dolayı açık bir tehdit miydi? Ama hangi dava? Hangi düşman? Yoksa… Miran mıydı tüm bunların sebebi?

Mila, odasının loş ışığında, elleri dizlerinde kenetlenmiş halde boşluğa bakıyordu. Kalbi bedenine sığmıyor, düşünceler zihninde bir kasırga gibi dönüp duruyordu. Her biri bir ipucu, bir tehdit, bir bilinmezlik olan anılar zihnine birer ok gibi saplanıyordu.

Babasının öldürüldüğü gece... Silah sesleri. Kulaklarını sağır eden bir patlama. Salonda devrilen masa. Yere saçılan kan damlaları. Kaosun ortasında ne yapacağını bilmeyen genç bir kız... Evin koridorlarında tökezleyerek kaçışı. Kapının ardından gelen sert bir rüzgar. Ve karanlık…

Sonrası bulanıktı. Hastane odasında gözlerini açtığında, bedenindeki sızı ve etrafındaki yabancı yüzlerden başka hiçbir şey net değildi. O gece onu komşular mı kurtarmıştı? Yıllarca bu sorunun yanıtını aramış ama hiçbir şey bulamamıştı.

Son günlerde yaşadığı diğer olaylar da zihninde yeniden belirdi. Camına tıklayan o karanlık adam... Sesi çıkmayan dudaklarının arasında şekillenen tehditkar sözler. Maskeler takan yabancılar tarafından kaçırılması... Bugün trafikte onu sıkıştıran o siyah araba... Telefonundaki bilinmeyen numaralardan gelen tehdit mesajları.

"Bu sana ikinci uyarımız. Seni tanıyoruz, Mila Saraç. İşlerimizden uzak durmayacağını biliyoruz."

Bu ses, beyninde yankılanıyordu. Onu neden hedef almışlardı? Neden babasının cinayetini araştırmasına izin vermiyorlardı?

Ve şimdi Miran Arven. Adını ilk kez birkaç ay önce duymuştu, ancak adam hayatına bir fırtına gibi girmişti. Tesadüf müydü bu? Yoksa Miran’ın göründüğünden çok daha fazlasını mı bilmesi gerekiyordu? Onun bakışlarında saklı olan karanlık neydi? Miran iyi biri miydi, yoksa kötü biri mi? Ya da belki ikisi de?

Mila’nın göğsüne yerleşen korku yerini yavaş yavaş bir öfkeye bıraktı. Korkmak, kaçmak, boyun eğmek... Bunlar hayatında hiç yer almamıştı. Ama şimdi her şey farklıydı. Hedef haline gelmişti. Gözlerini kapattı ve derin bir nefes aldı. Düşünceleri dalgalanan bir deniz gibi karmaşıktı. Parmaklarını dizlerinden ayırıp, pencerenin buğusuna dokundu. Kendine bile fark ettirmeden, bir cümle mırıldandı:

"İçimdeki boşluk, dolacak artık."

Son cümle camın üzerine yazılı gibi görünüyordu:

bir yemin, bir gerçeklik ve belki de bir sonun başlangıcı.

8. BÖLÜM SONU.

Bölüm : 24.11.2024 18:54 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...