@sevvnuraydn
|
Canım o kadar sıkkındı ki kılımı kıpırdatmaya bile mecalim yoktu. Döner sandalyemde oturmuş boş bakışlarla tavanı izliyordum. Sanki yapmam gereken daha tonlarca işim yokmuş gibi... Ama içimi sıkan, beni huzursuz eden hislerden bir türlü kurtulamadığımdan sabahtan beri hiçbir işimi halledememiştim. Bu da yetmezmiş gibi Demet'ten bugün olan bütün randevularımı iptal etmesini istemiştim. Yani anlayacağınız en sevdiğim işi bile yapamıyordum. Gözlerim odadanın içinde gezinip duruyor sıkıntıdan ruhumun çekildiğini hissediyordum. Olduğum yerde dört döndüğüm sırada gözlerim masamın üzerindeki kalemliğe takıldı. İçindeki mavi kalemlere bakıp iç çektim. Ardından içlerinden birini alıp parmaklarım arasında çevirmeye başladım. Tıpkı öğrencilik yıllarımda yaptığım gibi... Parmaklarımın arasından adeta dans eden mavi kaleme daldı gözlerim. Geçmişin bu kadar canımı yakabileceğini hiç düşünmemiştim. O olayın üzerinden geçen onca seneye rağmen hemde... Düşüncelerimden kapının art arda çalışıyla sıyrıldım. Gözlerimi güç bela elimdeki kalemden alıp kapıya çevirdim. "Girin," diye seslenmemle kapı ardına kadar açılmış içeri elinde yüzünü kapatacak kadar çok dosyayla Selma girmişti. Onu nasıl tanıdığımı soracak olursanız her zaman moda ikonu gibi giyindiği için son derece dikkat çeken kıyafetlerinden tanıdığımı söyleyebilirim. "Öldüm. Bütün gün koşturmaktan öldüm," diye söylenirken bir anda elindeki tüm dosyaları masama yığdı. Selma'ya karşı ancak başımı iflah olmazsın der gibi sallamakla yetindim. Tam o sırada kendini hastalarımın oturduğu sandalyeye resmen atıp soluklanmaya başladığında ona bu kadar yorulacak ne yaptığını sorgulayarak bakıyordum. "Bütün hastane kaos alanı gibiydi. Onları ayıran yine ben yine ben... Sizde anca odanızda keyif yapın Başak Hanım," diyerek iğneleyici laflarını sıralamaya başladı. Ona karşı göz devirmekle yetinmiştim ki ben kolay kolay hiçbir lafın altında kalabilecek biri değildim. "Emre yardım etmedi mi sana?" "O ve Korkmaz acildeydiler. Onların işleri başlarından aşkındı," diyerek sorumu yanıtlayıp sarı, bakımlı ama yaşanan arbedede dağılan saçlarını arkaya doğru atarak düzeltti. Tam o sırada parlak mavi gözlerini tıpkı bir dedektif edasıyla bana çevirdi. Anlaşılan Selma Hanım'ın kadrajına girmiştik. Allah yardımcım olsun! "Duyduğuma göre bugün olan tüm randevularını iptal etmişsin," diyerek gözlerini kıstı. Tam şu an onun gazabından kaçış olmadığı dakikaların içindeyim. Karşımdaki sarışın panter eğer ona geçerli bir neden vermezsem her an üstüme atlayabilirdi. Bu yüzden kendi can güvenliğimi sağlama almam lazımdı. "Bilmem. Biraz canım sıkkındı sadece. Bende randevularımı iptal edip biraz nefes almak istedim," diyerek onu geçiştirmeye çalıştığım sırada Selma yüzüme ama ben bu numaraları yemem der gibi bakıyordu. Zaten hata bendeydi. Çocukluğumu geçirdiğim beni benden daha iyi tanıyan birine ne diye yalan söylemeye çalışıyordum ki. Sonuçta her türlü kafasında şimşekler çakacaktı. "Sende bir haller var," dedi bir anda. Mavi gözleri kafamın içinden geçenleri görmek istercesine bana pür dikkat bakıyordu. Benimse ona bir açıklama yapmak hiç içimden gelmiyordu. Çünkü bugün o olayın üzerinden dört yıl geçtiği ve benim acılarımla baş başa kaldığım günün yıl dönümüydü. Gözlerim boşluğa bakarken dolmaya başladı. Bu durumu fark eden Selma endişeyle yüzüme baktığında yanağımdan aşağıya iki damla yaş düşmüştü bile. "Başak," dedi Selma endişeyle. Onun sesiyle acıyla dolu düşüncelerimin arasından sıyrılıp gerçek dünyaya döndüğümde oturduğu yerden kalktı. Topuklularının tıkırtısı eşliğinde bir çırpıda yanıma gelip sırtını duvara dayadı. "Bugün o gün değil mi?" Onu bulan gözlerim istemsizce dolarken Selma koluma yapıştı. "Hadi kalk. Gidiyoruz. Seni bu kabustan uyandıralım," dediğinde hiçbir yere gitmek istemediğimi fark ettim. Sanki kalbimin sıkıştığını ve nefes almakta zorlandığımı hissettim. "Gitmesek olmaz mı?" diye çekinerek sorduğumda Selma bana ateş saçan gözlerle bakmaya başladı. Bunun anlamı başka bir şansımın olmadığıydı. Eğer şimdi kalkmazsam Selma şüphesiz ki çekiştirirken kolumu koparırdı. Normal bir günde olmuş olsaydık ne yapar eder yine de onunla gitmezdim. Ama şu an onunla mücadele edebilecek halde değilim. "Tamam. Hadi gidelim," dedim en sonunda pes ederek. Selma yüzünde zaferin onda olduğunu belli eden gülümsemesiyle bana bakarken oturduğum döner sandalyeden kalktım. Elimdeki mavi kalemi de önlüğümün cebine atıp liseli aşıklar gibi kol kola odadan çıktık. "Seninle mekana giriş yapacağız," diye heyecanlı heyecanlı konuşan Selma'ya bakıp buruk da olsa gülümsedim. Daha sonra birlikte aşağı kata inmek üzere asansöre doğru ilerledik. "Sonra da oradan çıkıp marketten kutu kutu dondurma alacağız." Selma asansörü çağırırken gözüm kat göstergesindeydi. Bir an önce gelse diye geçirdim içimden. Sabırsızca kat göstergesinin bulunduğumuz katı göstermesini bekliyor bir yandan da Selma'nın üzerimde uygulayacağı hain planlarını dinliyordum. "Sonra alışverişe mi çıksak acaba? Bu hafta inanılmaz indirimler var," diyerek sırıtan Selma'ya kısa bir bakış attım. Daha sonra bana üç saat gibi süren iki dakikanın sonunda bulunduğumuz kata gelen asansörle birlikte bir an olsun rahatlamıştım. Ta ki nefes almakta zorlandığımı hissedene kadar... Sanki kalbimi avuçlarının içine almış var gücüyle sıkan bir el vardı. Daraldığımı hatta boğulduğumu hissediyordum. "Selma," diye mırıldandığımda endişeyle bakan gözleri beni bulmuştu. "Başak iyi misin?" Selma korku dolu gözlerle bana bakarken birkaç dakika sonra içinde bulunduğumuz asansörün kapısı aralanmış kendimi güç bela dışarı atmıştım. "Lütfen gidelim buradan," dediğimde Selma başıyla onaylamıştı. Birlikte hastanenin çıkışına doğru ilerlerken sakinleşmek için derin derin nefesler alıyordum. Ama çabalarım tüm sıkıntılarımın, tüm acılarımın sebebini görünce boşa gitmişti. O, yıllar sonra tam karşımdaydı. "Başak," dedi Selma kolumu dürterek. "Benim gördüğümü sende görüyor musun?" Selma'nın gözleri ikimizin üzerindeydi. Bir bana bir ona dikiyordu mavi gözlerini. Bakışlarımı ondan alıp karşımda bana bakan adama çevirdiğimde ise ağlamamak için zor duruyordum. Çektiğim acıların parçaladığı yaralarla dolu kalbimin sızladığını hissedebiliyordum. Buna onun karşımda hiçbir şey olmamış gibi gülümsemesi de eklenince kendimi daha fazla tutamamıştım. Bir anda yüzüne oldukça sert bir tokat atıvermiştim. Olay karşısında şoke olan Selma elleriyle ağzını kapatırken kolundan tuttuğum gibi çıkış kapısına doğru ilerledim. Gözlerimden süzülen yaşlarla onu da ardımda bırakarak hastaneden çıktım. ******* (11 yıl önce...) Dizilerdeki esas kızların genellikle uykularından uyandıklarında kendilerini peri masalındaymış gibi mutlu hissederek uyandığını görürüz. Ancak bu durum ne yazık ki benim için geçerli değil. Ben ve benim gibiler her sabah alarmın dehşet verici sesiyle uyanır. Tıpkı bu sabah da olduğu gibi... Alarmın beynimi delip geçen sesiyle resmen sıçrayarak uyanmıştım. Hatta alarmı kapatayım derken az daha kırıyor olmam dışında her sabah olduğu gibi uyanmıştım. Tabii bu sabahı diğerlerinden farklı yapan bir şey vardı. Bu sabah babamdan gizlice evden çıkmam gerekiyordu. Çünkü babam annemin ölümünden bu yana beni dışarı bile salmıyordu. Eğer evden kaçtığımı öğrenirse çok yüksek olasılıkla kıyametleri koparırdı. Gerçi benim amacım evden kaçmak değildi. Sadece okula gitmekti. Ama babama üniversiteyi kazandığımı söyleyemediğimden bu işi gizlice yapmam gerekliydi. Çünkü kendileri benim evden eğitim almam konusunda oldukça ısrarcıydı. Bu yüzden şimdi sessizce hazırlanıp evden çıkmam gerekli. Her sabah olduğu gibi söylene söylene üzerimdeki ince pikeyi kenara çekip yataktan zombi gibi kalkmıştım. Tabii banyoya doğru ördek gibi yürüyüşümü saymazsak tam bir zombiydim. Vakit kaybetmeden banyoya geçip yüzüme buz gibi soğuk suyu çarptım. Son dakika yüz felci geçirmekten kurtulduğumdaysa normal yürüyüşüme geri dönüp kıyafet seçmek için dolabıma doğru ilerledim. Dolabıma varıp kapağını açtığımdaysa dehşete kapılmıştım. Selma dolabıma bir sürü süslü kıyafet tıkıştırmıştı. Bahse varım yengemin korkusundan bu yola baş vurmuştu. İster istemez gülümseyip dolaptan elime geçen beyaz bluz ile kot ceketi çıkardım. Elimdekileri yatağın üzerine koyduğum sırada gözüm saate kaydı. Vaktimin çok kısıtlı olduğunu görmemle hızlıca giyinip saçımı çarşamba cadısı halinden kurtarmak için aynanın karşısına geçtim. "Orta çağda şu saçla yaşıyor olsaydım muhtemelen cadı olduğum düşünülüp infaz edilirdim." Aynanın karşısında kendi kendime konuşurken saçlarımı düzleştirecek vaktimin olmamasıyla tarağı kaptığım gibi saçlarımı yolarcasına taramaya başladım. "Geç kalıyorum," diye mırıldanırken saçlarımı insan saçına çevirebilmeyi başarmıştım. Apar topar küçük sırt çantamı da sırtıma takıp odamdan çıktım. Kimsenin sesime uyanmamasına özen göstererek merdivenlerden tıpkı bir balerin edasıyla parmak uçlarıma basarak inmeye başladığımda içimden Selma'nın beni hazır bekliyor olmasını umdum. Ama pek umduğum gibi olmadı. Merdivenlerden inip kapıyı açtığım gibi evden çıktığımda hanımefendi ortalıklarda yoktu. İçimden sövmemek için zor duruyordum. Sabırsızca beklerken kapı aralandı içeriden Selma her zaman olduğu gibi şıklığını konuşturarak geldi. Gözlerim üzerindeki cam göbeği rengi elbiseye takıldı ve tabii ki elbisesiyle uyumlu babetlerine... "Selma Hanım bakıyorum şıklığımızı yine konuşturmuşuz," diyerek ona baktım tekrar. Övgüm karşısında saçlarının ucundaki kıvrımlarla oynayıp pişkin pişkin sırıtmaya başladı. Onun bu fakülteyi kazanmayı ne kadar çok istediğini bilmesem kesinlikle modacı olacak derdim. Kıyafetlerle arasında görünmez bir bağ olduğu hakkında şüphelerim bile vardı. Hatta ıssız bir adaya düşse alacağı üç şeyden ilki kıyafetleri, ikincisi topuklu ayakkabıları ve sonuncusu da kesinlikle çanta koleksiyonu olurdu. "Amcamlar uyanmadan gitsek iyi olacak," dedi Selma mavi gözlerini kocaman açarken. Onu başımla onayladım. Birlikte beyaz bisikletlerimize doğru ilerledik. Artık hayatımızın değişeceği ana doğru yolculuğa çıkmaya hazırdık. Gülümseyerek Selma'ya baktım o an. Hayallerimin ve en güzel anlarımın ortağına doğru... "Hadi gidelim," dedim gülerek. Birlikte bisikletlerimize binip pedalları çevirdiğimizde 'işte şimdi her şey çok daha güzel olacak' diye geçirdim içimden. Güvenlikten geçip pedallara var gücümüzle asıldığımızda ikimiz de deli gibi kahkaha atıyorduk. "Bekle bizi okul!" Selma ile kahkaha atarken her pedal çevirmem bana özgür olduğumu hissettiriyordu. Hayallerime doğru gittiğimi ve doktor olacak olmanın verdiği mutluluğu hissettiriyordu. Bana anneme kavuştuğumu hissettiriyordu. ******* Selma ile birlikte yaklaşık on beş dakika süren bol kahkahalı bir yolculuğun ardından okulun kapısına varabilmiştik. "Başak geldik," dedi Selma neşeyle. İkimizde bisikletlerimizi tutarken tabelaya bakıyordum. Tabelada altın harflerle yazılmış Tıp Fakültesi yazısı ikimizi de heyecanlandırmaya yetmişti. "Bisikletleri kilitleyelim," dediğimde başıyla onayladı. Birlikte kapıdan içeri girip bisikletlerimizi kilitleyebileceğimiz bir yer ararken etrafımızın kalabalıklaştığını ve tüm bakışların bize çevrildiğini fark ettim. Kafamın içinde bunun nedenini sorgularken arkamdan gelen sesle ikimizde olduğumuz yerde sıçramıştık. "Başak!" Babamın tüm bahçeyi inleten sesi ikimiz için de tehlike çanlarının çaldığının göstergesiydi. Korkarak da olsa ona döndüm. Gözlerim onun sinirli ifadesini bulduğundaysa sadece yutkunmakla yetinmiştim. İşin komik yanıysa Selma babama dönmeye bile tenezzül etmemişti. Korkusundan arkası dönük bir şekilde öylece duruyordu. Bunu fark etmemle onu omuzlarından tutup babama doğru çevirdim. "Evden kaçmak da neyin nesi?" diye hesaba başlayan babama karşı ne diyeceğimi bilememiştim. "Evden kaçmadık. Aslında sana okul kazandığımı söylemeye cesaretim olmadığından gizlice gelmek zorunda kaldık," dedim zoraki bir gülümseme eşliğinde. Babam nabzımı ölçmek istercesine bir süre yüz ifademe baktı. Ardından tüm bu yaptıklarımızı kafasındaki mahkemeye sundu. "Bunları akşam konuşacağız. Şimdi gidin. Derse geç kalmayın," dedi gözleriyle ikimize de ayar çekerken. Selma ile birbirimize baktık. Babamın ciddi olup olmadığını idrak etmeye çalışırken babam çoktan arabaya binip gitmişti. Babamın gidişiyle birlikte Selma ile birbirimize sarılıp sevinçten kahkaha atmaya başladık. Tabii bu sevincimiz etrafta bizi dikizleyen insanların varlığıyla son bulmuştu. "Herkes bize bakıyor," dedi Selma kıkırdayarak. Ona bakıp gülerken birlikte bisikletleri ders başlamadan kilitlememiz gerektiği konusunda hem fikirdik. Bisikletleri de alıp okulun bahçesinde ilerlediğimiz sırada hala babamın buna nasıl ikna olduğunu düşünüyordum. "Akşama evde büyük bir mahkeme kurulacağının farkında mısın?" Bakışlarımı Selma'ya çevirdiğimde aslında babamın bu yaptıklarımızın acısını fena halde çıkaracağından emin olmuştum. Anlaşılan evde çok çekişmeli bir dava görülecekti. Ama bu durum onun pek de umurunda olmamıştı. Birden deli gibi kahkaha atmaya başladığında ona inanamayarak baktım. Resmen kardeşim stresten kafayı sıyırmıştı. Ama bu yolda yalnız değildi. Sonuçta benim de kafayı kırmama ramak kalmıştı. İçimden 'bekle bizi Bakırköy' diye geçirdim gülerek. "Anlaşılan ruh ve sinir hastalıklarına görünmemiz gerekecek," dedim gülerek. Selma beni başıyla onaylarken bisikletlerimizi kilitleyebileceğimiz bir yer bulmuştuk. Bisikletin sepetindeki kilitle bisikletimi kilitlerken bir grubun bize doğru yaklaştığını fark ettim. Üstelik içlerinden biri bana aşırı tanıdık geliyordu. Ama bu tanıdıklık pek hayra alamet değildi. "Selam kızlar," dedi yüzü çok tanıdık olan. İşte o an bende jeton düşmüştü. Tabii onu tanımam da dehşete kapılmama sebep olmuştu. Bu baş belası Korkmaz'dı. Tüm bir yaz boyunca peşimden koşan beni bir türlü rahat bırakmayan Korkmaz'dı. Şimdi de aynı okulda olmamızın şokuyla kalakalmıştım. "Selam," dedi Selma gülümseyerek. O sırada Korkmaz'ın gözleri benim üzerimdeydi. Yüzünde pişkin bir gülümsemeyle bana bakıyor olması iyice sinirlerimi bozmuştu. Ona karşı gözlerimi devirmekle yetinirken gruptan kumral olan çocuk şaşkınlıkla bize bakıyordu. "Siz Orhan Ateş'in kızları mısınız?" diye sordu şaşkınlığını gizleyemeden. Anlaşılan daha demin olan olayı onlar da görmüştü. "Başak öyle ama ben yeğeni oluyorum," diye açıkladı durumu Selma. "Kuzensiniz demek," dediğinde Selma'ya doğru elini uzatıp gülümsedi. "Ben Emre." Adının Emre olduğunu öğrendiğimiz genç Selma'ya samimi bir şekilde bakarken gülmeden edemedim. Dakika bir gol bir Selma hanım kendine göre birini bulmuştu. Selma'nın yüzü al al olurken ona bilmiş bir şekilde bakmayı da ihmal etmedim. Sonuçta bu çöp çatanlık işlerini ondan öğrenmiştim. Öğrenci olarak öğretmenimin çöpünün çatıldığını doğal olarak anlayabiliyordum. "Ben Selma bu da Başak," dediğinde bende Emre ile tokalaştım. O sırada Korkmaz dibime kadar gelip sırıttığında sinirlerim tepeme çıkmıştı. "Beni hatırladın mı Başak?" Bunu söylerken otuz iki diş sırıtmıştı. Ona bakıp düşünür gibi yaptım. "Bilmem. Tam olarak çıkaramadım. Kimdin ki sen?" dedim alayla. Ama o bu durumdan pek etkilenmişe benzemiyordu. "Endişelenme. Sonuçta altı yıl birlikte okuyacağız. Bu süre zarfında beni asla unutamayacağın şekilde tanıyacağını düşünüyorum." İçimden küfür etmek gelse de bu konuda çok haklıydı. Onunla tam altı yıl geçirecektim. Bu kabus değildi de neydi? Koskoca İstanbulda başka bir okul mu kalmamıştı? Gerçi bende bu şans varken beni uzayda olsam da bulurdu. Sonuçta ben bu hikayenin bahtsız bedevisi oluyorum. "Merhaba," dedi arkamdan bir ses. Bahtıma sövdüğüm düşüncelerimin içinden bu sesle çıkmıştım. Arkamı döndüğümde beni mavi bir çift göz karşılamıştı. Öylece kalakalırken karşımdaki sarışın çocuk elini bana uzattı. "Ben Soral," dedi gülümseyerek. Gözlerim mavi gözlerine takılı kalmışken son dakikada uzattığı ele karşılık verebilmiştim. "Başak bende." Tam o sırada ellerimizi ayıran bir başka elle neye uğradığımı şaşırmıştım. Gözlerim elin sahibini bulduğunda istemsizce yüzümü ekşitmiştim. Sarışın kız yüzüme iğrenerek bakarken bunu neden yaptığını sorguluyordum. Ama onun bunu kıskançlıktan yaptığını anlamam çok da uzun sürmedi. "Mutlu ben de tatlım," dedi yapmacık bir gülümsemeyle elini uzatırken. Gözlerimi devirip elini tutmaya bile tenezzül etmedim. Yüzünden adeta samimiyetsizlik akan birine doğal olarak güvenemezdim. O yüzden yanlarından ayrılıp Selma'nın yanına geçtim. Emre ile sohbeti ilerletmiş olduğunu gördüğümdeyse onları bölmemek için okulun içine doğru ilerlemeye başladım. İçimden Mutlu denilen kıza sövmemek için zor duruyordum. Ama bugün benim hayatımın en güzel günü olmalıydı. Hayallerimi gerçekleştirmek için ilk adımı attığım gündü. Saçma şeyler yüzünden moralimi bozmak istemiyordum. Sırf bu yüzden sakinleşmek için derin bir nefes alıp okulun içine doğru bir adım attım. Gözlerim okulun koridorlarında gezindi bir süre. Heyecandan kalbimin yerinden çıkaracak gibi attığını hissettiğimdeyse koridorun dört bir tarafında dolabımı aramaya başladım. En sonunda gözlerim 521 numaralı dolabı bulabilmişti. Küçük sırt çantamı çıkarıp fermuarını açtım. İçinden anahtarımı bulmaya çalıştım. İçini karıştırdığım çantamın dibinden en sonunda şıngırdayan anahtarımı çıkarıp dolabımın kilidini açtığımda dolabıma çantamdaki bir iki defteri ve kalem kutusunu koydum. Tam o esnada dolabımın arkasında birinin beni dikizlediğini fark ettim. Bir anlık sinirle kapağı sertçe çarpıp orada kim varmış kim yokmuş bakmadan karşımdakine yumruğu çakmıştım. Bir de ne göreyim? Bu kişi bizim Soral... Elimle ağzımı kapatıp şoktan ne diyeceğimi bilemediğim sırada Soral'ın mavi gözleri beni buldu. "Çok özür dilerim. Ben seni başkası sandım." Sanki başkasına yumruk atmam çok normalmiş gibi... Salak Başak! Ne diye eline koluna hakim olamazsın ki? Ne diye şiddete başvurursun ki? Aptal! Aptal! Bu açıklamam hiçbir türlü attığım o yumruğun geçerli bir nedeni olamazdı. Sonuçta az daha çocuğun burnunu kırıyordum. Soral önemli değil dercesine elini gözümün önünde sallayıp dururken ben utancımdan yerin dibine girmiştim. Resmen ilk günden daha yeni tanıştığım birine yumruk atmıştım. Hem de tam yüzünün ortasına... Büyük rezillikti. "Çok acıyor mu?" diye sordum mahcubiyetle. "Açıkçası senden böyle bir hamleyi hiç beklemezdim. Bunu itiraf ediyorum." Bir anda gülümseyince iyice utanmıştım. "Aslında bahçede olanlardan sonra seninle konuşmak istemiştim. Ama yüzüme yumruk yiyebileceğimi bilseydim daha dikkatli olurdum," dediğinde stresten dudaklarımı kemiriyordum. "Ben çok özür dilerim." Utancımdan yüzüne bile bakamıyordum. "Önemli değil. Her şeyi baştan alıp baştan tanışmaya ne dersin?" dedi bir anda. Gözlerimi ona çevirdiğimde yüzünde oluşan küçük morlukla utancımdan ölmek istemiştim. "Ben senin yerinde olsam arkama bile bakmadan kaçardım. Sonuçta kim yüzüne yumruk atan bir kızla arkadaşlık etmek ister ki?" Küçük bir kahkaha çıktı dudaklarından. "Saçmalama," dedi gülerken. "Tamam. Tekrar tanışabiliriz ama önce yüzüne bir buz tutmama izin ver. En azından yüzünün şişmesini önleyebiliriz." Soral'ın mavi gözleri gözlerime değdiğinde yutkundum. Ardından başıyla beni onaylamasıyla birlikte okulun revirine doğru ilerledik. Tam revirin önüne geldiğimizde Soral'a kapının önündeki bekleme alanında beni beklemesini söylemiştim. Daha sonra kapıyı çalıp revire girdiğimde orada bulunan görevliden buz rica ettim. Revirden aldığım buz diskiyle birlikte beni bekleyen Soral'ın yanına oturdum. "Of! Of! Of! Tüm bunlara benim saçma dövüş derslerim sebep oluyor ve tabii kendi salaklığım," diyerek elimdeki buz diskini yavaşça Soral'ın yüzüne tuttum. Parlak mavi gözleri gözlerime kenetlendiğinde kalbimin hızla çarptığını hissetmiştim. "Dövüş dersleri mi?" Soral'ın şaşkınlıkla sorduğu bu soruya karşılık dudaklarımdan küçük bir kıkırtı çıkmıştı. "Bu babamdan kaynaklı olan bir şey. Bana küçükken dövüş sanatları alanında eğitim aldırdı." "Anlaşılan sıkı yumruk atmanda babanın aldırdığı bu derslerin katkısı büyük," dedi gülerken. Utancımdan yüzüm renk değiştirirken ders için öğrencilerin sınıflara dağıldığını gördüm. "Gitsek iyi olacak," diye mırıldandığımda Soral elimdeki buz diskini alıp yüzüne tuttu. "Başak seninle tanıştığıma çok memnunum." Bunu duymamla 'ciddi olamazsın' der gibi yüzüne baktım. Ama oldukça ciddi görünüyordu. "Bende memnun oldum. Keşke yüzüne yumruk atmasaydım," dedim ellerimle yüzümü kapatırken. Bu halime gülerken koridorda kimsenin kalmadığını fark ettim. Artık derse gitmemiz gerektiğinden ikimiz de oturduğumuz yerden kalktık. "Hangi sınıftasın?" diye sordu Soral. Gözlerimi ona çevirdiğimde buz diskini yüzünden çektiğini fark etmiştim. Morluk da artık eskisi gibi kötü durmuyordu. Yani en azından yüzünde bir şişlik oluşmamıştı."A şubesindeyim," diye mırıldandım gözlerim dört bir yanda sınıfımı ararken. "Bende oradayım," dediğinde sanki gözleri ışıldamıştı. Aynı sınıfta olmamız beni içten içe mutlu etmişti. İkimiz koridor boyunca ilerlerken aklım bir anda Selma'ya gitmişti. Acaba nerelerdeydi? Onu bahçede bıraktığım için umarım beni öldürmezdi. Gerçi onu bıraktığımda halinden epey memnun görünüyordu. Aklım biricik kankama kaymışken Soral sınıfın kapısını benim geçebilmem için ardına kadar açmıştı. Ona nazikçe gülümseyip sınıftan içeri girdim. Gözüm amfinin dört bir yanında Selma'yı ararken onun sırıtan suratıyla göz göze gelmiştim. Bizim için ön sırada yer kapabilmişti. Profesör gelmeden hızla yanındaki yerime geçip derin bir nefes aldım. "Kız nerelerdesin sen?" diye sorduğunda yüzünde yine o bilmiş ifadesi yer alıyordu. "Hiç sorma. Eve geçince anlatırım." Ama Selma bu numaraları yemezdi. Çaktırmadan koluma girip kulağıma doğru eğildi. "Sınıfa Soral ile girdin," dedi kıkırdayarak. Ona bakıp gözlerimi devirdim. "Sessiz olursan anlatırım," dedim tehdit edercesine. Selma taze dedikosuna kavuşmak için ağzına hayali bir fermuar çekti. "Yüzüne yanlışlıkla yumruk atmış olabilirim," dedim fısıltıyla. Sesimizin duyulmaması için oldukça çaba sarf ederken Selma'nın ufak çaplı çığlığıyla tüm amfinin gözleri bizim üzerimizdeydi. Utancımdan yerin dibine girerken sussun diye koluna ufak bir cimcik attım. Kolunu ovuşturan Selma'ya muzip bir ifadeyle bakarken arka taraftan gelen sesle yanlış duymuş olmayı umuyordum. "Başak!" diye seslenen ne olur o olmasın diye geçirdim içimden. Ama bende şans ne arardı ki? Başımı arka tarafa çevirdiğimde Korkmaz'ın otuz iki dişini görmem bir olmuştu. İçimden neden diye isyan etmek gelse de o an Soral'ın bana bakıp gülümsediğini gördüm. Tabii yanındaki gıcık Mutlu'yu görmemle gözlerimi tekrar Korkmaz'a çevirdim. Ona kısık gözlerle bakarken tüm tayfanın burada olduğundan emin olmuştum. Zaten bende şans olsa okulun ilk gününden birinin yüzüne yumruk atmaz hatta daha da beteri Korkmaz ile aynı sınıfa düşmezdim. İçimden avazım çıktığı kadar bağırmak gelirken hocanın sınıfa giriş yapmasıyla önüme dönmek zorunda kalmıştım. İşte benim hikayem böyle başladı. Bahtsız bedevi Başak en büyük şansı olan Tıp Fakültesini kazanmış ama belalısıyla aynı sınıfa düşmüştü. Kısacası ben bela musibet çeken ne varsa bir mıknatıs gibi kendine çeken bir şeydim. Şimdi altı yıl sıkıysa bu deliye dayan... |
0% |