Yeni Üyelik
10.
Bölüm

10.Bölüm: Orman

@sevvnuraydn

"Yine gelmiş buzdolabı," dediğini duydum birinin. Bir başkası bu sözle kahkahayı patlatmış, "Buzdolabından da beter ayaklı derin dondurucu gibi geziyor ortalıkta," demişti. Bu sözlerin muhattabı bendim ve tüm bunları kulaklıklarımdan müzik gelmediğinden dolayı rahatça duymakla da kalmayıp umursamıyordum.

 

Duygudan yoksun bakışlarımla insanların küçümseyici bakışlarına aldırmadan koridorda yürüyordum. Bana karşı sarf edilen sözleri duymazlıktan geliyor göz teması bile kurmadan yoluma bakıyordum. Kimseye karışmıyordum ama onlar buna rağmen bana giydirmekten geri durmuyordu.

 

Kulaklık taktığım için onları duymadığımı düşünüyorlardı. Halbuki ben müziğimin sesini kapatalı çok olmuştu. Ağır adımlarla başım önümde ilerlerken Işık, "Şu kıza okulun sahibinin kızı olduğunu söylemeye bin şahit ister," diyerek gülmeye başladı.

 

Cıvıl cıvıl kıkırtısını duyduğum o an kırmızı okul dolabımın kapısını aralamıştım. Hemen arkamda gülmeye devam etti Işık. Üstüne bir de, "Ruhsuz şey," demişti benim hakkımda. Bir şey demedim. Dolabımdan defterimi ve kalemliğimi alıp kapağı kapattım. Amacım bir an önce son derse girip tüm bunların son bulmasıydı ki biri öyle bir şey söyledi ki gitmek yerine orada durup onun benim hakkımda söylediklerini dinlemeye başlamıştım.

 

"Senden daha derin bir ruha sahip olduğu kesin," dedi Devrim Dinçer Demiralp.

 

Göz ucuyla ona baktım. Işık'a küçümseyici bakışlar atarken, "Bir daha onun hakkında böyle şeyler konuştuğunu duymayacağım," demişti. Işık bozuldu. Az önceki neşeli halinden eser kalmamakla birlikte kollarını göğsünün altında kavuşturmuş topuklarını vura vura koridorun diğer tarafına doğru adımlamıştı.

 

Devrim'in Işık'ın peşinden gitmesini bekledim ama gitmedi. Aksine orada durmuş bana bakıyordu. Çelik kadar sert bakışlı Devrim Dinçer Demiralp herkesin nefret ettiği o kıza uzun uzun baktı. O kız ise güvensizliğini, sevgisizliğini de alıp gitti. Kucağımda defterimle ve kalemliğimle beraber onu ardımda bırakıp keman sınıfından içeriye girdim.

 

Dersin başlamasına daha var olsa da insanlardan kaçmak için bir diğer seçeneğim de kemanımdı. Burada özgürce kemanımı çalabilir gözlerden uzak olabilirdim. Nota defterimden çalmak istediğim parçanın notalarının yazılı olduğu sayfayı açıp ayaklı nota sehpasına yerleştirdim. Daha sonra da kulaklıklarımı çıkarıp kalemliğimle beraber kemanımın olduğu rafa bıraktım.

 

Kemanımı elime almaya yeltendiğim sırada bir şey fark ettim. Kemanımın hemen yanına bir paket çikolata vardı. İlk başta birinin bana şaka falan yaptığını düşünmüştüm. Birinin benim için küçük bir iyilikte bulunabileceğine bile inanmıyordum. Kemanımı ve yayımı aldım. Raftaki çikolataya dokunmadım bile.

 

Bir süre kemanımı çaldım. Yayım teller üzerinde hareket ederken aklım fikrim o çikolatayı kim koymuş olduğundaydu. Beni kimse sevmiyordu. Kim benim için kemanımın yanına bir şey koysun ki? Kemanımı çalarken kafamda dolanan tilkilere daha fazla karşı koyamadım. Gerisingeri rafa yöneldim.

 

Kemanımı kenara bıraktım ve çikolatayı aldım elime. Bu çikolatayı kimin koyduğunu bilmiyordum ama deli gibi de merak ediyordum. Paketi yavaşça açtım. Kimsenin sınıfta olmamasını fırsat bilerek çikolatadan bir parça attım ağzıma. Damağımda tatlı bir tat vardı. Normalde her kız bayılırdı çikolataya. Tadıyla mest olur ve hatta gülümserdi. Benim aksime.

 

Şimdi ise o çikolatayı koyan kişinin Devrim olduğunu öğrendiğim o anın tam ortasındayım. Haftalar önce kemanımın kenarına bırakmıştı. Işık'ı susturmakla kalmamış benim için küçük bir şey bırakmıştı kemanımın yanına. Dönüp ona baktığımda ne tepki vereceğimi merakla beklediğini gördüm. Yaşadığım şoku ona yansıtmamam gerekiyordu. Bu yüzden, "Acı çektiğimi de nereden çıkardın?" diye sordum buz gibi bir sesle.

 

"Ben acı falan çekmiyorum Devrim Dinçer Demiralp. Ayrıca çikolata ile neyi kast ettiğini de anlamadım."

 

"Bal gibi de anladın," dedi Devrim ve bana doğru yaklaştı. Dudaklarında bilgiç bir tebessüm eşliğinde, "Seni izledim Sanat Karay. Keman sınıfının kapısından gördüm seni. Çikolatayı senin aldığından emin olana kadar da ayrılmadım oradan," dedi Devrim.

 

Ne tepki vereceğimi bilemediğimden sıkıntılı bir nefes çektim ciğerlerime. Daha sonra, "O çikolatayı senin koyduğunu bilseydim dokunmazdım," dedim ve onun yanından ayrıldım.

 

Bazen sözler can yakıcı olabiliyor. Kızgın bir demirin tenimize dokunuşu gibi yaralar açıyor, kanatıyor ve hatta iz bırakıyor bazı sözler. Benim sözlerimde onun üzerinde böyle bir etki bırakmıştı. Devrim'i sarf ettiğim tek bir cümle ile onu orada bir başına bırakmıştım ama buna mecburdum.

 

Eğer bunu yapmamış olsaydım olabilecekleri biliyordum. Bu yüzden içim rahattı. Omuzlarımı dikleştirdim. Dik duruşumdan ödün vermedim. Kendinden emin adımlarımla koridorda ilerledim. Ne bana olan nefret dolu bakışlar umurumdaydı ne de arkamdan konuşulanlar. Ruhsuz, duygudan yoksun biriydim ben. Ben Sanat Karay'dım ve hep öyle kalacaktım.

 

Aniden, "Sanat!" diye seslendi biri arkamdan. Olduğum yerde durdum ve bana doğru adımlayan kişiye baktım. Bu oydu. Okuldaki her kızın bir dönem rüyalarını süsleyen Devrim Dinçer Demiralp.

 

Herkesin bize bakıyor olmasını umursamadan bana doğru geliyordu. Benimle birlikte lekelenmekten korkmadan, yalanların bizi alaşağı edebileceğini bile bile ateş çemberinin ortasına bana doğru adımlıyordu. Ona söylediğim onca onur kırıcı sözden sonra hala nasıl benim yanımda durabildiğini anlamıyordum. Tam karşımda durdu. Aramızda tek adım mesafesi vardı. Gözleri gözlerimdeydi ve bana aynen şöyle söyledi.

 

"Bir gün ruhuna bakacağım. İçinde herkesten sakladığın o ruhu yalnızca ben göreceğim ve işte o zaman istesende kaçamayacaksın benden."

 

Devrim'in sözleriyle vücudumdaki tüm kan yanaklarımda toplandı sanki. Sıcakladığımı hissettim. Gözlerindeki bana meydan okuyan pırıltıyı görebiliyordum. Bana son bir kez baktı ve gitti. Onun gidişini izledim. Devrim'in gidişi ve ardında bıraktığı sözlerin etkisinden uzunca bir süre çıkamadım. Gözlerim otomatikman boşlukta sallanan ellerime kaydı. Bunun olmasına izin veremezdim. Vermeyecektim de.

 

Kimse beni merak etmemişken o merak etmişti beni. Kimse endişelenmezken o endişelenmiş, görünmez olanı görmüş, saklı olanı bulmayı arzulamıştı. Kimse benim varolduğuma inanmazken o içimde ölen ruhu görmeyi istemişti. Devrim Dinçer Demiralp beni görmeyi, benim içimdekine bakmayı istemişti. Bunu sadece o istemişti.

 

Boşlukta sallanan sağ elimi göğsümün ortasına yerleştirdim. Kuşum özgür olmaya çalışıyordu sanki. Elime dokunuyordu. Çıkmak istiyordu dışarıya. Onu bırakmamı istiyordu. Daha önce böylesine güçlü bir şey hissetmemiştim. Ben daha önce hiçbir şey hissetmemişken onun sözüyle ilk defa bu dünyada varolduğumu hissetmiştim. Devrim Dinçer Demiralp bana yok olmadığımı, aksine içi boş bedenime rağmen hala hayatta olduğumu hissettirmişti.

 

Derin bir nefes aldım. Göğüs kafesimin ortasında kurumaya yüz tutmuş kalbimin atışının normale dönmesini bekledim ve daha sonrasında son dersim olan yan flüt dersime girdim. Bütün bir ders onu düşündüm. Dikkatimi toplamaya çalıştıkça zihnime saplanmış bir çivi gibi orada kaldı. Sürekli onun bana söylediklerini düşündüm. Düşündükçe tehlikenin kapımda olduğuna emin oldum.

 

Ona ilk yaklaşan bendim ve şimdi de onu kendimden uzak tutmak durumundaydım. Bunu yapmak sandığımdan daha zor olacak olsa da yapmak zorundaydım. Devrim her ne olursa olsun beni bilmemeli, görmemeli, duymamalıydı. Ben onun için diğer herkes için de olduğu gibi hayalet olarak kalmalıydım. Okulun koridorlarında dolanan ruhsuz bir beden olarak kalmalıydım aklında. Fakat şöyle bir gerçek var ki Devrim kolay kolay durmayacaktı.

 

Devrim beni rahat bırakmayacaktı. Öğrenme dürtüsüyle peşimde dolanacaktı ve benim ona bir şekilde mani olmam gerekiyordu. Son ders zili çaldığı sırada tüm dikkatimi bu tip düşünceler işgal etmişti ki herkesin sınıftan çıkmasına engel olan bir anons yapıldı.

 

"Öğrencilerin dikkatine! Kimse sınıflardan çıkmasın! İkinci bir anonsa kadar sınıflardan çıkanlar hakkında disiplin işlemi başlatılacaktır!"

 

Anonsun son bulmasıyla sınıfta herkes bir yandan neler olduğunu anlamaya çalışıyor bir yandan da ortaya farklı teoriler atıyorlardı. Dersin hocası ise öğrencileri susturmaya çalışıyordu. Tüm bunların içinde benimse aklımda tek bir şey vardı. O da sıradaki kişinin kim olduğuydu.

 

Bir süre sınıfta ikinci anonsun gelmesini bekledik. Tam da o sırada sınıfın kapısı açıldı. İçeriye üç polis memuru girdi ve içlerinden biri, "Selin," diyerek sınıftaki simaları tek tek taradı.

 

Hepimizin gözleri okulun sosyal medya fenomeni Selin'e kaydı. Polis memurlarından bir diğeri, "Seni Işık Günay'ı öldürme şüphesiyle gözaltına alıyoruz," dedi büyük bir soğukkanlılıkla.

 

Selin kaskatı kesildi. Sınıfta ise derin bir sessizlik hakim oldu. "Ben bir şey yapmadım," dedi Selin ama bu çabası faydasızdı. Polisler Selin'i kolundan tuttuğu gibi sınıftan çıkardı ve tam o esnada ikinci anons yapıldı.

 

"Öğrencilerin dikkatine! Herkes evlerine dağılabilir!"

 

Selin'in götürülüşü gözümün önünden gitmiyordu. Sınıftakiler evlerine dağılırken olanları bir anda unutmuşa benziyorlardı. Ne Işık'ın başına gelenler ne de az önce olanlar kimsenin umurunda bile değildi. Herkes ipin ucunun kendisine dokunduğu ölçüde bu olanları umursuyordu. Daha fazlasını değil.

 

Herkesin dağılışıyla bende sınıftan çıktım. Koridor boşalmış okulda neredeyse kimse kalmamıştı. Tek bir kişi dışında kimse. Devrim Dinçer Demiralp.

 

Devrim, "Çıkmadığını tahmin etmiştim," dedi bana doğru yaklaşırken. Açıkçası onun çoktan evine döndüğünü düşünmüştüm ama o yine yanımda belirmişti.

 

"Neden anons yaptıklarını biliyor musun?" diye sordu Devrim.

 

"Selin'i aldılar. Polis Selin'i Işık'ı öldürme şüphesiyle gözaltına aldı."

 

"Selin Işık'a bunu yapmış olamaz. Işık ile Selin yakın arkadaşlardı. Bir de Heves."

 

Devrim'in dilinden dökülen son isim polislerin neden Selin'i gözaltına aldığını anlamama yetti. Heves de bir not almış en büyük sırrının ifşa olmaması için Selin'i polise ihbar etmişti. "Heves yaptı," dedim neredeyse fısıltıyla.

 

"Selin'i ihbar etti. Peki ama neden? Selin ile ne alıp veremediği olabilir ki?"

 

"Heves Selin'i her zaman Işık'tan kıskanırdı. Işık ile olan bağına Selin'in dahil olmasından her zaman içten içe rahatsızlık duymuştu. Muhtemelen gerçek suçlu onun bu nefretini biliyordu ve Selin'in itibarını çökertmek için Heves'e koz verdi."

 

Devrim'in sözleriyle tüm taşlar yerli yerine oturmuştu. Heves'in sırrı değil, Selin'in sırrı patlamak üzereydi ve tüm bunlardan habersiz olan Selin kankası bildiği Heves tarafından boynuzlanmakla da kalmayıp polis sorgusundaydı. "Bizim bu kozu öğrenmemiz gerek Devrim," dedim düşünceli bir ifadeyle.

 

Devrim, "Gel benimle," dedi. Peşinden gittim. Halbuki onu kendimden uzak tutmak değil miydi niyetim? Sırrımı öğrenmemesi için ondan kaçmak değil miydi amacım? Şimdi nasıl oluyor da bir çekime kapılmışçasına onun peşinden gidebiliyorum? Ben ne zamandan beri birinin izinden gider oldum? Devrim Dinçer Demiralp ile ismim aynı cümlede bile geçmezken şimdi ne oldu da kendimi yeniden onun yanında buldum?

 

"Sanat," dedi Devrim aniden. O kadar dalgındım ki bunu ancak ikinci söyleyişinde anlayabilmiştim.

 

"Selin'i emniyete götürmüşler. Heves de belli ki çoktan çıkmış," dedi Devrim sıkıntılı bir nefes verirken.

 

"Madem onlar yok bizim burada bulunmamızın da bir anlamı yok Devrim."

 

"Haklısın," dedi Devrim.

 

Beklediğimin aksine mücadele etmeyi bırakmıştı. Bir şeyleri sorgulamayı, benimle uğraşmayı bırakmış gibi görünüyordu. "Yarın okulda görüşürüz Devrim Dinçer Demiralp," dedim yarım ağızla. Onunla göz teması bile kurmadım. Çünkü ona baktığım anda içimde belirecek olandan korkuyordum.

 

"Yarın okulda görüşüz Sanat Karay," dedi Devrim ve gitti. Okul kapısından çıkışını ve daha bu sabah okulun bahçesine park ettiği arabasına binişini izledim. Tam o sırada arkamdan bir ses geldi. Topuk tıkırtısı sesi.

 

Gelen kişinin beni görmemesi için kolonun arkasına saklandım. Görünüşe bakılırsa Fulya Hoca bugün normalden daha geç çıkma kararı almış. "Fulya," diye seslendi Ilgaz Günay. Onu görünce bile midem bulanıyordu. Kızı ortada yokken ve hatta olan onca şeyden sonra bile Fulya Hocanın peşinde olması midemi bulandırıyordu.

 

"Fulya!" diye tekrarladı Ilgaz Günay. Fulya Hoca okul kapının önünde durup ona baktı. Canı epey bi sıkkın görünüyordu ve bunun sebebinin ağır ağır ona doğru adımlayan adam olduğunu tahmin etmek çok da zor olmasa gerek.

 

"Fulya yapma böyle," dedi Ilgaz Günay. Fulya Hocaya karşı olabildiğince ılıman yaklaşıyordu. Onu kaybetmek istemediği belliydi. Fulya Hoca ise tüm bu gizli kapaklı yaşadıkları şeylerden yorulmuş gibi görünüyordu. Bir an önce her şeyin ortaya çıkmasını ve bu köşe kapmacanın bir an önce son bulmasını istiyordu.

 

"Ilgaz git lütfen. Işık bulunana kadar seninle görüşmek istemiyorum. Bunu anlamak bu kadar zor mu?"

 

"Sorun da bu Fulya. Kızım kayıp ve sen beni bu halde bırakabiliyorsun."

 

Fulya Hocanın gergin topuk sesi ağır bir ritim tutturmuş ıssız koridorda yankılanıyordu ki, "Ben seni tamamen bırakmıyorum Ilgaz. Sadece senden tek isteğim Işık bulununcaya kadar görüşmemek. Bunu benim için yapamıyorsan bile oğlumuz için yap," dedi.

 

Onun sözleri Ilgaz Günay'ı duraksattı. Derin düşünecelere dalmasına sebep oldu. Bir süre uzaktan ikisinin birbirine bakışını izledim. Fulya Hoca o utangaç duruşunun aksine cüretkar bir gülümseyle okulda kimsenin kalmamış olmasını fırsat bilerek Ilgaz Günay'ın dudaklarına arzulu bir buse bıraktı ve "Hoşça kal," dedi.

 

Fulya Hoca tam Ilgaz Günay'ı arkasında bırakmaya hazır bir halde okulun kapısından çıktığı sırada Ilgaz Günay'ın telefonu çaldı. Ilgaz Günay aramayı cevaplandırdı. Telefonun avucundan kayıp düşüşünü izledim. Telefondaki kişi ona her ne söylediyse Ilgaz Günay, "Işık!" diye bağırdı.

 

Onun sesini duyan Fulya Hoca koşarak içeri girdi. "Ilgaz ne oldu?" diye sordu Fulya Hoca. Bir yandan da Ilgaz Günay'ı kendine getirmeye çalışıyordu ki Ilgaz Günay, "Ormanda," dedi titreyen sesiyle.

 

"Okulun arkasındaki ormanda kanlı kıyafet parçaları bulunmuş. Işık'ın okul kıyafetleri."

 

Olayın şokundan ne yapacağımı bilemedim. Elimle ağzımı kapattım ve duyduklarımı sindirmeye çalıştım. Fulya Hoca Ilgaz Günay'ı da alıp gitti. Onların gidişiyle üst kata çıktım. Bir an önce ne yapıp etmeli okulun sisteminden Devrim'in telefon numarasını bulmam gerekiyordu. Ona bunu anlatmam gerekiyordu. Nedenini tam olarak bilmesem de ona bunu anlatmadıkça içimin rahat etmeyeceğini hissediyordum.

 

Üçüncü kattaki kayıt belgeleriyle dolu odanın kapısında durdum. Cebimden anahtarlığımı çıkarıp tek tek anahtarları yuvaya sokup çevirdim. Öğrendiğim şeyden sonra ellerim titriyordu ve bu ne yazık ki kapıyı açan anahtarı bulmamı zorlaştırıyordu. Uzunca bir süre anahtarları denedim ve en sonunda kapıyı açmayı başardım.

 

İçeri girdiğimde o kadar çok dosya vardı ki nereden başlayacağımı bilememiştim. Raflardaki dosyaların sırt kısımlarında yazanlara tek tek bakarken en sonunda Devrim'in okula kayıt yaptırdığı tarihe ait olan klasörü bulup aldım. Sayfaları tek tek çevirdikçe tanıdık simalarla göz göze geldim. Özellikle de üç özel burslu öğrenciyi görmek aklıma acı dolu hatırları getirmişti.

 

Birkaç sayfa daha çevirdim ve en sonunda onun olduğu sayfayı buldum. Devrim Dinçer Demiralp'in tüm bilgileri buradaydı. Cebimden telefonumu çıkardım. Her ne kadar sayfaya tek bir sefer göz gezdirmeyle her şeyi ezberlemiş olsam da yine de fotoğrafını çektim. Dosyayı kapattım. Güvenliğe yakalanmadan önce klasörü ait olduğu yere koyup odadan çıktım.

 

Kapıyı kilitlemeyi de unutmadım. Artık Devrim'in numarasını bulmuş olmanın rahatlığıyla telefonumu açtım. Onun numarasını yazıp kaydettim. Onu aramadan önce bir mesaj yazmanın daha iyi bir fikir olduğu kanısındaydım. Titreyen parmaklarımla mesajlara girdim ve ona aynen şöyle yazdım.

 

"Ben Sanat. Numaranı nereden bulduğumu sorgulamayı bir kenara bırak ve hemen okula gel. Durum acil!"

 

*******

 

Mesajı atmamın üzerinden yarım saat geçmeden Devrim Dinçer Demiralp arabasını almış okulun kapısının önünde bitmişti. Beni görünce yüzünde bariz bir rahatlama ifadesi belirmişti. Üstü kapalı mesajımdan sonra muhtemelen başıma bir şey gelmiş olabileceğini düşünmüştü. "Acil olan şey ne?" diye sordu Devrim beni iyi görmüş olmanın verdiği rahatlamayla.

 

"Bunu ortalıkta konuşmayalım," dedim etrafa göz atarken. Devrim arabasını işaret etti. Son model koyu gri spor arabası tam karşımda duruyordu. Devrim ile beraber arabaya geçtik. Etrafta kimsenin olmadığına emin olduğumda, "Işık ile ilgili yeni bir şey ortaya çıktı," diyerek başladım sözlerime.

 

Ilgaz Günay'ın sözleri hala kulaklıklarımda çınlıyordu ve ben bunu Devrim'e nasıl anlatacağımı düşünüyordum. Böyle bir şey nasıl söylenir ki? Devrim uzun süre sessiz kalmış olacağım ki, "Işık hakkında ne söyleyeceksin Sanat?" diye sordu artık bir an önce konuşmam için.

 

Sıkıntılı bir nefes verdim. "Okulun arkasındaki ormanda kanlı kıyafet parçaları bulunmuş Devrim. Işık'ın okul kıyafetleri," dedim güçlükle. Kelimeler boğazımdan yırtılırcasına çıkmıştı. Yutkunamıyordum bile ve sanki bir el boğazıma yapışmış gibi hissediyordum.

 

Devrim bir süre hiç konuşmadı. Duyduklarını hazmedebilmesi için ona biraz zaman tanıdım. Bir süre boşluğa baktı Devrim. Her ne kadar Işık'ı sevmese de öğrendiği şey onu perişan etmişti. Tabii beni de...

 

"Kemerini tak," dedi Devrim aniden. Ne yapmaya çalıştığını anlamama kalmadan arabayı çalıştırdı. Kemerimi taktım. Onun son sürat arabayı okulun arka tarafındaki orman yoluna sokuşuna karşılık tek kelime edemedim. Onu durdurmadım. Ona hiçbir şey söylemedim. Çünkü ne yaparsam yapayım bu onu durdurmayacaktı.

 

Devrim'in gözü dönmüştü bir kere. Ormanda ne olduğunu anlamadan durmayacaktı. "Devrim," dedim yavaşlaması için ama yavaşlamadı. Araba git gide hızlandı. Öfkeli bakışları gittiğimiz yolu ateşe veriyordu.

 

"Devrim," diye tekrarladım. Durmayacağını anladığımda elini tuttum. Bunu yaptığıma ben bile inanamazken araba ani bir frenle durdu. Sarsıldık. Emniyet kemerimiz olmasaydı muhtemelen ön camdan dışarıya savrulacaktık.

 

Önce elinin üzerindeki elime daha sonra da bana baktı Devrim. Ne halde olduğunu görebiliyordum. Işık'a aşık değildi belki de ama onun başına gelenler ikimizi de derinden sarsmıştı. "Belki Işık değildir," dedi çaresizce.

 

Yutkunamadım. Boğazıma devasa büyüklükte bir yumru oturdu. Hislerim yoktu benim. Acı çekmez, üzülmez ve hatta mutlu bile olmazdım ama bu olay beni bile etkilemişti. "Çok üzgünüm," dedim zar zor.

 

Devrim arabadan indi. Biraz hava almaya ihtiyacı vardı. Bu yüzden ona engel olmadım. Orman yolunda araba kenara çekilmiş Devrim ağaçların arasına doğru ilerlerken onu yalnız bırakmak istemedim. Peşinden gittim. Ağaçların arasında bilinçsizce ilerleyen Devrim'in peşinden gittim.

 

İyi olmadığını biliyordum ve onu yalnız bırakmayacaktım. "Devrim!" diye seslendim. Beni duyduğundan bile şüpheliydim. Amaçsızca ormanın derinliklerine doğru ilerliyordu ve hiçbir şey onu durduramazmış gibi geliyordu gözüme.

 

Adımlarımı hızlandırdım. Ona yetişebilmek için koşmam gerekmişti ki ikimizin de olduğu yerde donup kalmasına neden olan bir ses yankılandı ağaçların arasında. Ezilen yaprakların çıtırtısı!

 

Yalnız değildik. Biri vardı ve sinsi bir şekilde ormanda ilerliyordu. Devrim onca seslenmeme rağmen dönüp bir kez bile bakmazken bu sesi duyduğu an soluğu benim yanıma almıştı. "Yanımdan ayrılma," dedi fısıltıyla. Beraber ilerlemeye devam ettik. Sesin geldiği yöne doğru ilerliyorduk ki ağaçların arasında ilerleyen birini gördüm. Heves'i!

 

Sessizce ona doğru yaklaşmaktı niyetim ama olmadı. Heves bizi fark etti ve var gücüyle ormanın derinliklerine doğru koşmaya başladı. "Kaçma!" diye bağırdım. Devrim ile beraber onu yakalamak için koşuyorduk ki Heves'in ayağı kaydı ve yere kapaklandı.

 

Devrim kaçmaması için Heves'i kollarından tuttuğu sırada, "Notta ne yazıyordu?" diye sordum. Sorduğum soruyla Heves çarpılmış gibi kaldı. Dehşet dolu bakışları Devrim'in haklı olduğunu ispatlar nitelikteydi.

 

"Ne notu?"

 

"Bana bilmiyormuş gibi yapma Heves! Notta ne yazdığını hemen şimdi söyle yoksa seni polise kendi ellerimle veririm!"

 

Polis kelimesi bile onu korkutmaya yetmişti. Titreyen parmakları okul ceketinin cebine uzandı. Siyah ceketten çıkan buruşturulmuş kağıdı güçlükle bana doğru uzattı ve daha sonra Devrim'in onu serbest bırakmasıyla koşarak orman yolundaki patikaya doğru adımladı. Devrim ile onun bize bıraktığı notu okumaya başladık.

 

Selin'i polise ihbar et. Eğer Selin'in Merve ile bir olup Işık hakkında yalan yanlış videolar çekip paylaştığını polise ihbar etmezsen çok kötü şeyler olacak Heves. İhbarı yaptıktan sonra da okulun arka tarafındaki ormana git. Ormanda senin için küçük bir şey bıraktım. Acele et! Kimse bulmadan önce onu senin bulman gerek!

 

Notu okumayı bitirdiğim an Devrim ile göz göze geldim. Bunun bir tuzak olduğu belliydi ve Heves ile beraber aslında bizde o tuzağa çekilmiştik. "Işık'ın kanlı okul kıyafetinden bahsediyor olabilir," dedim dehşetle.

 

"Hemen buradan gitmeliyiz," dedi Devrim. Bunun üzerine notu cebime tıkıştırdım ve Devrim ile birlikte dönüş yoluna geçtim. Ağaçların arasında beraber hızlı hızlı ilerliyorduk. Polislere yakalanmadan Heves'i bulup onu evine dönmeye ikna etmemiz gerekiyordu.

 

Gerçek katil şimdi de onu kurban seçmişti ve Heves tüm bunlardan habersiz kendini suçsuz yere yakacaktı. Devrim ile beraber Heves'in gittiğini tahmin ettiğim yöne doğru ilerlerken az ileride Devrim'in arabasını gördüm. Önünde de biri vardı. Heves!

 

Bizi bekliyordu. Belki de katilin bıraktığını aramaktan vazgeçmişti belki de asıl bırakılan şeyi bulmuştu. Tam olarak emin olmasamda gerçeği öğrendiğimde iş işten geçmişti. Heves gözlerimizin içine baka baka arabanın anahtarını avucunda salladı ve arabaya bindiği gibi ona yetişmemize fırsat vermeden çekip gitti.

 

O an anladım. Gerçek katil Heves'e ikinci bir not yazmıştı. Bizi tuzağa çekmek için ve biz belki de olay mahalinin tam ortasındaydık. Devrim, "Onu tutarken cebimden anahtarı aşırmış," dedi sinirle. Asıl kötü senaryo bizim cinayet mahalinde oluyor olma ihtimalimizken bir diğer kötü senaryo da okula bir hayli uzak oluşumuzdu.

 

"Bizi tuzağa çekti. Heves aslında olay mahaline bizi bilerek getirdi Devrim. Gerçek katil bizi hedef seçti."

 

"Bunun anlamı..."

 

"Bunun anlamı yalanlar resitalinin asıl kurbanları biziz."

Loading...
0%