@sevvnuraydn
|
"Selam millet! Size Karay Müzik Koleji'nin kraliçesini getirdim. Işık Günay'a merhaba diyin hadi!"
Selin neşeyle şakırken özçekim çubuğunu ayarlamış canlı yayın kadrajına Işık'ı da almıştı. İkisi gülümseyerek canlı yayındaki mesajları okurken uzaktan onları izliyordum. Işık'ın kum sarısı buklelerini parmak uçlarıyla nazikçe düzeltişini izledim. Simsiyah basit bir okul formasının içinde bile her zamanki gibi göz kamaştırıyordu.
"Devrim ile nasıl gidiyor? Hayranların en çok da bunu merak ediyor," dedi Selin gülümseyerek. Işık'ın safir mavisi gözleri bir anlığına bana kaydı. Kibirli ve küstah gülümsemesiyle yeniden kameraya baktığında, "Her şey gayet güzel gidiyor. Devrim'in bana ne kadar aşık olduğunu zaten biliyorsunuz," dedi.
Selin ile gülüşmeye başladılar. Onların bu canlı yayınına şahit olan tek kişi ben değildim. Heves de onları izliyordu. Yüzündeki hoşnutsuz ifadeye bakılırsa Işık'ın bir başkasıyla dostluk kurmasından haz etmiyordu.
Işık en çok Umut ve Vural ile yakındı. Fakat şöyle bir gerçek var ki okulun popüler kraliçesine yakın olmak isteyen tek kişi Selin değildi. Heves de bir şekilde onun yanında olmak onun saçtığı ışıktan faydalanmak istiyordu. Bu yüzden okul eteğini çekiştirdi. Saçlarına çekidüzen verdi ve emin adımlarla onlara yanaştı.
Üçlü kız grubu olduklarını sanıyorlardı ama bir şey var ki Heves eline geçen ilk fırsatta Selin'i oyunda devre dışı bırakacaktı. Sadece o an için kimse bunun farkında değildi. Benim dışımda kimse.
O zamanlar böyle bir şeyin olacağını az çok tahmin ediyordum. Fakat işlerin bu raddeye kadar geleceğini ben bile düşünmemiştim. Şimdi ise orman yolundan sapmamaya dikkat ederek Devrim ile beraber yürüyordum. "Uzun zamandan beri yürüyoruz. Biraz dinlenmek ister misin?" diye sordu Devrim. İtiraz edecek değildim. Ayak tabanlarım yürümekten uyuşmuş vaziyetteydi ve hala okulun yamacına bile varamamıştık.
Yolun kenarındaki ağaçlardan birinin dibine çöktüm. Devrim hemen yanı başımdaydı. İkimizde sırtımızı aynı ağaca yaslamıştık. İkimizde yorgunduk ve biraz soluklanmaya ihtiyacımız vardı. "Hepsi benim suçum," dedim birden. Düşündükçe kafayı yiyecek gibi hissediyordum. Kendimle beraber Devrim'i de belanın içine sürüklediğim için pişmanlık duyuyordum.
"Keşke sana hiç mesaj atmasaydım. Keşke seni okula hiç çağırmasaydım. Keşke Işık hakkında öğrendiklerimi sana hiç anlatmasaydım Devrim."
"Anlatmamış olman neyi değiştirecek ki? Sen anlatmamış olsan da ben yine bir şekilde kendimi burada bulurdum Sanat."
"Bulmazdın Devrim. Şu an evinde güvende olabilirdin ama ben kahretsin ki kendimle beraber seni de belanın ortasına sürükledim. Kahretsin ki sende benim peşimden geldin! Keşke gelmeseydin! Keşke sende herkes gibi beni umursamasaydın! Görmezden gelseydin! Yok saysaydın ama burada benim yanımda olmasaydın Devrim!"
Bağırmaktan boğazım acıyordu. Ayağa kalktım. Ani sinir boşalmamın ardından kollarımı göğsümün altında bağlayıp yürümeye başladım. O kadar pişmandım ki keşke Devrim'in numarasını almaya niyet ettiğim ilk an biri beni yakalasaydı. Keşke!
Keşkelerle dolu bir odada sıkışıp kalmışım gibi hissediyordum ve o an Devrim omzuma dokunup beni durdurmasa farkında bile olmadan bu sinirle orman yolunu arşınlayıp kendimi okulun kapısında bulabilirdim. "Kendini suçlamayı bırak," dedi Devrim tam arkamdan. Elini omzumdan yavaşça çektikten sonra, "Bunların hiçbirinin suçlusu sen değilsin Sanat. Ne Işık'ın başına gelenler, ne resitalin kabusa dönüşü, ne de benim burada bulunuyor olmam senin suçun. Burada olmayı ben istedim ve sana bir şey itiraf edeyim mi?" dedi Devrim ve duraksadı.
"Sen gel desen ben yine gelirim."
Donup kaldım. İçimde derin bir sızı vardı. Anlamını bilmediğim yeni bir his adeta bir tomucuk olmuş açmayı bekliyordu içimdeki karanlıkta. Ya çiçek olup açacaktı ya da çürüyüp toprak olacaktı içimdeki diğer hislerle beraber. Ona ne olacağını bilmiyorum ama şimdi dönüp ona bakmaktan kendimi alamıyorum.
Devrim'in gözleri gözlerimdeydi. "Sana bir şey daha söyleyeyim," dedi fısıltıyla. Sanki etrafımızda ağaçtan başka bir şey yokmuş gibi fısıldamıştı. Ağaçların bile bizi duymasını, bu ana şahit olmalarını istemiyordu Devrim. Büyük bir sırrı ifşa etmek istercesine bana doğru yaklaştı.
"Mesajını aldığım ilk an nedenini sorgulamadım bile. Çünkü bana yazan kişi sendin Sanat ve ben yine olsa yine gelir yine belaya seninle bulaşırım. Hem de bile isteye."
Devrim'in sözleri içimi rahatlatmaktan çok içimdeki küçük tomurcuğun yüreğimde filizlenmesine neden olmuştu. Tomurcuk o kadar küçüktü ki ona ne olacağını ben dahil kimse bilmiyordu. Yutkundum. Gözlerimi yumdum ve içimdeki o küçük tomurcuğa ulaşmak isterken geçen onca zamandan sonra yüreğimin attığını hissettim. Devrim'in sıcak nefesi yüzüme vurdukça şiddetleniyordu sanki.
"Bir daha kendini suçlama Sanat. Ben buraya kendi isteğimle geldim ve bundan hiç pişman değilim."
"Neden peki?"
"Ne neden?"
"Neden risk alıyorsun? Neden benim yanımda duruyorsun? Kimse durmak istemezken yanımda seni buna mecbur eden sebep ne Devrim?"
Devrim gözlerimin en derinlerine bakabilmek için yüzünü yüzüme yaklaştırdı ve "Senin yanında durmak bir mecburiyet değil bir tercih Sanat. Onlar yanında durmak istemeyebilir ama ben istiyorum," dedi etkileyici bir sesle.
Ne diyeceğimi bilemedim. Öylece baktım gözlerine. Daha sonra aramızdaki mesafeyi yoluma bakarak açtım. Devrim peşimden geliyordu. Boş yolda ilerliyordum ve onun arkamda oluşu bile zihnimi bulanıklaştırmaya yetiyordu. "Şimdi böyle mi olacağız?" diye sordu Devrim arkamdan.
Beni ne kadar zor bir durumun içine soktuğunun farkında bile değildi. Yanında durduğu kişinin ona ne denli zarar verebileceğinin farkında bile değildi ve bu da yetmezmiş gibi okulun görünmez hayaletinin peşine takılmıştı Devrim Dinçer Demiralp.
Kimsenin göz ucuyla bile bakmak istediği, ötekileştirdiği, o istenmeyen kızın yanında durmayı o istemişti. Benim yanımda olmayı kendi istemişti. Kimse görmek istemezken beni, o görmek istemişti. Hem de mecburiyetten değil kendi isteğiyle.
Ne düşünmem gerektiğini bilmiyordum ama şunu biliyorum ki içimdeki karanlık şekil değiştiriyordu. Karanlığımın ortasında gerçek bir kalp olduğunu hissetmeyeli o kadar uzun zaman olmuştu ki atan şeyin bir kalp olduğundan bile şüpheliydim.
"Sanat," diye seslendi Devrim arkamdan. İlk başta onu duymazlıktan geldim ama sonra o beni kolumdan yakalayıp kenara çekince aslında orman yolundan geçmekte olan bir arabaya çarpmak üzere olduğumu anladım.
Dalgınlığım yüzünden az daha canımdan olmak bir yana Devrim, "Az kalsın eziliyordun!" diye bağırdı olayın şokuyla. Korkmuştu. Peki ama ne için? Benim için mi? Ben korkmuyordum. İçinde ruh olmayan bir beden neden korksun ki? Devrim de korkmamalıydı.
Onun endişesini bir kenara bırakması için, "Ben iyiyim," dedim ifadesiz bir şekilde. Normalde bu kadar umursamaz olduğum için Devrim'in bana bağırıp çağırması gerekirdi ama öyle olmadı. Onun yerine ne kadar ters cevap verirsem vereyim ne kadar duygusuz olursam olayım peşimden gelmeye devam etti.
Bir süre o yolda yan yana yürüdük. Ara ara Devrim'in bakışlarını üzerimde hissettiğimden kendimi biraz gergin hissediyordum. Sanki biraz daha bana bu şekilde bakmaya devam ederse içimde sakladıklarımı görebilecekmiş gibi geliyordu. Gördükleriyle her şeyi anlayacakmış gibi geliyordu.
"Sanat," diye seslendi Devrim yeniden.
"İyi görünmüyorsun. Dinlenmen gerek. Saatlerdir yürüyoruz."
İlk başta durmak istemedim. Sanki durduğum an her şey gün yüzüne çıkacakmış da Devrim sırlarımı öğrenebilecekmiş gibi hissediyordum ama bu hissettiğim doğru değildi. Ben ruhsuzdum. Her ne olursa olsun atmayan bir kalbe sahiptim ve bunu değiştirecek güç kimsede yoktu.
Ses etmeden gördüğüm ilk ağacın dibine çöktüm. Devrim hemen yanı başımdaydı. Tıpkı havanın kararmasıyla bizlere yol göstermek üzere gökyüzünde parlayan kutup yıldızı gibiydi. Ne yöne dönersem döneyim başımı ne tarafa çevirirsem çevireyim hep onu görüyordum. Yönüm olmuştu sanki Devrim. Ondan başka bir yol bilmez olmuştum. Ondan başka gidecek bir yol bulamaz ondan başka bir şeye bakamaz olmuştum.
Şimdi ise yine ona bakıyorum. Başını ağaca yaslamış gökyüzünde beliren yıldızları izleyerek soluklanıyordu Devrim Dinçer Demiralp. Sessiz ve her zamanki halinin aksine daha önce hiç olmadığı kadar sakin görünüyordu. Ona baktığımı fark edince, "Sanat," dedi yumuşak bir ses tonuyla.
"Ben ormana bakamıyorum."
"Işık yüzünden mi?"
Söylediğim isimle sıkıntılı bir nefes verdi.
"Işık'ı hiçbir zaman sevmedim ama o benim yakınımdı Sanat. Ona bunu kim neden yaptı bilmek istiyorum. Onu bulmak istiyorum. Sağ ya da değil onu bulmak ve ona bunu yapandan hesap sormak istiyorum. Beni anlıyor musun?"
"Anlıyorum Devrim. Sen her ne kadar seni anlamadığımı düşünsen de ben seni anlıyorum. Işık hepimizin gözleri önünde parlıyordu. Sev veya sevme bu böyle. Biri onun ışığını söndürdü ama biz onu bulacağız. Işık'a ne olduğunu bunu ona kimin yaptığını bulacağız Devrim."
"Çatıda birbirimize söz verdiğimiz gibi mi?"
"Çatıda birbirimize söz verdiğimiz gibi..."
Dudakları ince bir çizgi halini aldı. Hava kararmıştı ve bu karanlıkta yolumuzu bulmamız neredeyse imkansız olduğundan o ağacın dibinde şafağın sökmesini beklemeye karar verdik. Devrim, "Uykun geldiyse başını omzuma yaslayabilirsin," dedi bu seferde.
Ona baktım. Dik duruşuyla yanımdaydı Devrim Dinçer Demiralp ve ben onun omzuna başımı hiçbir zaman yaslayamayacağımı söylemek zorunda hissediyordum kendimi. Sıkıntılı bir nefes verdim. "Hayır teşekkürler," diye mırıldandım. İtiraz etmedi. Sessizliğini korudu Devrim. Bense onun gibi gökyüzüne diktim gözlerimi.
Lacivert gökyüzünde parıldayan beyaz ışık kürelerinden içimde de olmasını isterdim. Fakat şöyle bir şey var ki gökteki tüm yıldızları toplasam bile içimdeki karanlık boşluğu aydınlatmaya yetmez. Derin bir iç çektim. Daha ne kadar burada bulunacağımız bile muammayken onunla burada bir başıma olmak kalbimde ritim bozukluğuna sebep oluyordu. Sanki kalbimin içinde bir orkestra var da herkes farklı bir parçayı çalmaya çalışıyormuş gibi hissediyordum.
Devrim, "Polis," dedi birden. Olayın üzerine buraya inceleme için ekstra bir polis otosu gelebileceğini hesaba katmamıştım. Devrim ayaklandı. Yolun ortasına geçip arabayı durdurdu.
Arabadan inen polislerden biri, "Sizin burada ne işiniz var gençler?" diye sordu. Daha sonrasında bizi arabaya aldı. Devrim ile arka koltukta oturmuş polisin bizi okulun önüne bırakmasını bekliyorduk.
"Heves muhtemelen arabayı okulun önünde bırakmıştır," dedi Devrim neredeyse fısıltıyla. Öndeki iki polisin konuştuklarımızı duymamaları için olabildiğince tedbirli davranıyordu.
"Okulun önünde indiğimizde seni evine bırakacağım."
"Eve gitmek istemiyorum," dedim tek düze. Devrim afalladı. Duygusuzluğuma alışkındı. Ters cevaplar vermeme ve hatta onu bir başına bırakıp gitmelerime bile alışkındı ama bu onu şaşırtmıştı. Gecenin bir vakti eve neden dönmek istemediğimi merak ediyordu.
"Madem eve gitmek istemiyorsun. O zaman seni istediğin yere götürürüm ama asla bu saatte okulun önünde seni bir başına bırakmam Sanat Karay."
Pes etmeyecekti. Hiçbir zaman pes etmezdi. Burnunun dikine gider inat etti mi kırk dereden su getirttirirdi. Bunu biliyordum. Dediğini yaptırmadan durmayacaktı. Sırf bu yüzden, "Eğer tahmin ettiğin gibi Heves arabanı okulun önünde bırakmışsa beni de geçerken en yakındaki otele bırakırsın Devrim Dinçer Demiralp," demiştim.
İkna olmama sevindi. Polisler bizi okulun önünde bıraktığında araba tam da Devrim'in tahmin ettiği gibi okulun önündeydi. Polis aracından inip onun arabasına bindim. Kemerimi taktım ve onu izledim. Koltuğuna kuruluşunu izledim. Emniyet kemerini takışını ve hatta herkesten gizlediği küçük tebessümü izledim.
Gülmeyi bile beceremiyordu Devrim. Halbuki gülmeyi bilse ne çok şey değişirdi kim bilir. Araba hareket etmeye başladı. Onun gözleri yolda benimki ise ondaydı. Neden onu izlediğimi bile bilmiyordum ama bildiğim bir şey vardı ki o da kendime artık engel olamıyordum.
Kendimi mıknatısa doğru çekilen küçük bir metal parçası gibi hissediyordum. Git gide ona çekiliyordum ve bu çok tehlikeliydi. Başımı çevirdim. Camdan dışarı bakmaya zorladım kendimi. Onun sakladığım şeyleri öğrenmemesi için bunu yapmak zorunda olduğumu hatırlattım kendime.
Bir süre sonra Devrim bulunduğumuz yere en yakın otelin önünde durdu. Yolun sonuna gelmiştik. Tam arabadan iniyordum ki, "Otelde kalmak zorunda değilsin. Benim evimde de kalabilirsin ama sen kesin buna da hayır dersin," dedi Devrim.
Elbette ki hayır diyecektim. Arabadan indim ve otelin kapısından içeriye girdim. Camdan Devrim'in arabasıyla gidişini izledim. Geri dönme ihtimaline karşı bir süre camın ardında bekledim. Daha sonra kapıdan çıkıp yürümeye başladım. Sırlarıma doğru, geçmişimin karanlığına doğru adımladım.
Sokaklarda gelip geçen insan kalabalığının arasına karıştım. Bugün olanları, resitalde olanları düşündüm. Polise yakalanmamış olmamız büyük şanstı ve katilin bizi yeniden tuzağa düşüreceği de aşikardı. Sıradaki kurban kimdi? Bu sefer hangimiz yalana bulanacak? Hangimiz sırrı ifşa olmasın diye bir başkasını yalanın içine çekecek?
Adımlarımı hızlandırdım. Hava epey bi serin olduğundan ısınmak için kendime sarıldım. Ellerimle kollarımı ısıtmaya çalıştım. Üzerimdeki okul ceketi beni sıcak tutmaya yetmiyordu ama dayanmak zorundaydım. Gideceğim yere kadar sabretmek zorundaydım.
Sırtımı dikleştirdim. Hızlı hızlı Devrim ile birlikte geldiğimiz yolun tersine doğru ilerliyordum. Navigasyona gerek yoktu. Etrafımdaki insanlara sormama da gerek yoktu. Bu olanları unutmayacağım gibi bu yolu da unutmayacaktım.
Sağa döndüm. Arabalar hızla yanımdan gelip geçiyordu. Rüzgar bile sevmiyordu beni. Bir an önce gitmemi ve bir daha da gelmememi istiyordu. Sırtımdan kuvvetle itiyordu bedenimi rüzgar. Hızlanmamı ve hatta koşmamı istiyordu sanki. Belki de bu sefer onun sözünü dinlemeliyim.
Adımlarım hızlandıkça kendimi koşarken bulmam çok da uzun sürmedi. Koştukça göğüs kafesimin ortasında kor bir alev gibi yanıyordu ciğerlerim. Soğuk hava etki etmiyordu belki ama rüzgar hala benimleydi. Saçlarımdaydı. Yüzümdeydi. Kısacası tüm benliğimi ele geçirmiş beni hedefime en kestirme yoldan götürmek için elinden geleni yapıyordu rüzgar.
Bu sefer onun istediğini yapacaktım. Daha hızlı koşmaya başladım. Hedefime ulaşabilmek uğruna ciğerlerimi hissetmemeyi göz almıştım. Koşmayı bırakma sebebim ise yoluma tutulan araba farı oldu. Gözlerimi alıyordu ışık. Elimi gözlerime siper ettim ve arabanın içindeki kişiye baktım. Bu oydu. Devrim Dinçer Demiralp.
Gitmemişti. Gittiğini düşünmemi sağlamıştı ama gitmemişti. Bunca zaman peşimdeydi. Sessizce arabayla arkamdan geldiğini tahmin etmem gerekirdi. Devrim arabadan inerken onun peşimde olabileceğini düşünemediğim için kendime kızıyordum. Devrim, "Otelde kalmayacağını biliyordum ama bunun için bana yalan söylemene gerek yoktu Sanat," dedi yanıma gelirken.
"Görünen o ki yalan söylemem pek işe yaramamış. Yine kendi bildiğini okuyup özel hayatıma müdahale etmekte bir sakınca görmemişsin Devrim Dinçer Demiralp."
Devrim iğneleyici sözlerime alışkın olduğundan, "Bende seni gördüğüme sevindim Sanat," demişti.
"Bana istediğini söyleyebilirsin ama sokakta kalmana izin verecek değilim."
Devrim'in inadını iyi biliyordum. O arabaya binmediğim sürece benimle birlikte saatlerce bekleyeceğini de. Sırf bu yüzden Devrim bir şey demeden arabaya geçmiştim. Yanımdaki yerini aldığında, "Bu kadar çabuk vazgeçeceğini düşünmemiştim Sanat Karay," dedi bilmiş bir edayla.
"Ben vazgeçmezsem senin vazgeçmeyeceğini bildiğim için bindim arabana Devrim."
Emniyet kemerimi takıp arkama yaslandım. Arabanın içi dışarısı kadar olmasa da epey soğuktu. Kollarımı bedenime doladım ve ısınmaya çalıştım. Bu halimi fark eden Devrim, "Üşümüşsün. Şunu üzerine al. Bende klimayı açayım," dedi üzerindeki okul ceketini çıkarıp bana uzatırken.
Ceketi aldım. Omuzlarıma attım ve onun klimayı açışını izledim. Sıcak hava vurmaya başladı. Ellerimi uzattım. Soğuktan uyuşmuştu parmaklarım. Sıcak havayla temas ettikçe ne kadar üşüdüğümü daha iyi anladım. Bir süre ellerimi ısıttım. Daha sonra Devrim fark etmesin diye ellerimi kendime sakladım. Fakat şöyle bir gerçek var ki onun gözleri bir türlü benim üzerimden ayrılmıyordu. Yol kenarında park halinde bir aracın içinde oturmuştuk ve o ona onca kez laf çarpmama ve hatta düşmanca tavırlarıma rağmen gözlerini üzerimden ayırmıyordu.
Sıcaktı Devrim. Bakışları sıcaktı. Nadir de olsa dudaklarında beliren tebessümü bile sıcaktı. Peki ama benim gibi bir buz kütlesine bakarken nasıl bu kadar sıcak kalabiliyordu? Bunu nasıl başarıyordu?
"Daha iyi misin?" diye sordu ilgiyle. Başımı hafifçe sallamakla yetindim. Bunun üzerine, "Madem eve gitmek istemiyorsun. O zaman bende seninle kalırım," dedi Devrim.
Söylediği şeye şaşırmıştım. "Buna gerek yok," dedim ama o yine kendi bildiğini okudu.
"Benimle gelmiyorsan ben seninle gelirim Sanat Karay. Buna gerek olduğu için değil ben öyle istediğim için."
"Çok inatçısın Devrim Dinçer Demiralp. Hem de çok."
Kıkırdadı. "Senin kadar olmadığım kesin," dedi gülerek. Onu daha önce böyle neşeli görmemiştim. Her zaman soğuktu Devrim. Her zaman aksi, hırçın ve vurdumduymazdı. Tıpkı benim gibi...
Ona benziyordu bir yanım. Diğer yanımsa kül olmuş hislerle doluydu. Devrim'in en azından benden bile sakladığı hayat dolu bir yanı olduğuna emindim. Fakat benim için böyle bir durum yoktu. Benim ruhum hislerimle beraber yok olmuştu. Hissetmeyi bilmiyordum. Yaşamak, hayattan keyif almak neydi bilmiyordum. Ben gülmeyi bile Devrim'in dudaklarına bakınca hatırlamıştım.
"Bildiğim güzel bir yer var. Seni oraya götüreceğim," dedi Devrim ve arabayı çalıştırdı.
Beni nereye götüreceğini sorgulamadım bile. Benim için önemi yoktu. Tek istediğim her şeyin yerli yerinde kalmasıydı. Gizli, karanlıkta ve kilit altında kalmalıydı sırlarım. Ona elini uzatmadığı, sırlarımı görmek ve onlara dokunmak istemediği sürece hiçbir şeyin önemi yoktu benim için.
"Sen müziksiz duramazsın," dedi Devrim aniden. Söylediği şeyle dönüp ona baktım. "Kulaklıkların olmadan yapamazsın. Biliyorum," diye de ekledi. Hemen ardından da uzanıp müzik çaları açtı.
Çalan şarkıyı biliyordum. Bu şarkı Tom Odell'ın Another Love isimli şarkısıydı. Sözlerinin anlamını Devrim gibi ben de biliyordum. Kısa bir anlığına göz göze geldik. Sonra o yola baktı ben şarkının sözlerine kulak verdim. Belki de milyon kere dinlediğim bu şarkı ilk kez o zaman farklı gelmişti bana. Bunun sebebi neydi?
Kalbimin sıkıştığını hissettim. Gözlerimi sıkıca kapattım ve kulaklıklarım yanımdayken yaptığım şeyi yaptım. Müziğimin bana açtığı kapıdan geçtim ve kendi düşüncelerimin arasına saklandım. Orada kimse yoktu. Sadece ben vardım. Ta ki o düşüncelerimin arasına sızana kadar...
Dünyama izinsiz girdi Devrim. İçeriye girdi. Yanımda durdu. Bana baktı ve gülümsedi. Zihnimde bir hayal olarak kalacaktı belki de tüm bunlar. Şarkıda da söylendiği gibi, başka bir aşkta...
Gözlerimi yavaşça araladığımda yeniden ona baktım. Direksiyonu kavrayan parmakları şarkı ile birlikte bir ritim tutturmuştu. Dudakları şarkıyı mırıldanıyor, gözleri yola bakıyordu. Başımı koltuğa iyice yaslayıp onu izlerken buldum kendimi. Şarkının bitişi başka bir şarkının başlaması bile onu izlememe mani olmadı.
Herkesten kaçan, kimseyle göz teması bile kurmayan o ruhsuz kıza ne oldu? Göğsünün ortasında gümbürdeyen kalbe nasıl karşı koyacak? Onu yeniden susturmayı başarabilecek mi? Bilmiyorum ama şöyle bir şey varki Devrim arabayı durdurana kadar tüm her şeyi bir kenara bırakıp onu izlemiştim.
Devrim, "Geldik," dedi el freninini indirdiği sırada. Geldiğimiz yere baktığımda burasının göl manzarasına bakan küçük bir tepe olduğunu gördüm.
"Bu göl geceleri bana seni anımsatıyor," dedi Devrim birden.
"Geceleri karanlıkta pek belli olmuyor. Karanlık onu gölgeliyor belki ama ay ve yıldızlar onun aslında hala orada olduğunu hatırlatıyor bana. Göl hala orada. Güneş varken de olduğu gibi gece de hala aynı güzellikte. Sadece görmek gerekiyor. Bakmak, onu fark etmek gerekiyor. Ancak o zaman onun güzelliğini fark edebiliriz."
Devrim tüm bunları göle değil doğrudan bana bakarak söylemişti. "Sende tıpkı bu göl gibisin Sanat. Karanlıktasın. Aydınlıktayken de olduğu gibi karanlık tarafta durduğunda da güzelsin. Bunu fark etmek için sana bakmak yeterli ve ben sana baktım biliyor musun?" diye de devam etti sözlerine.
İfadem donuktu. Dıştan bakınca insanın sinirlerini bozacak derecede umursamaz göründüğümü biliyordum. Fakat içimde atan kalp dış görünüşümün aksine sıcaktı. Derin bir nefes aldım ve, "Bana bakmak istemezsin Devrim. Ben senin sandığın gibi değilim," dedim. Sırtımı dikleştirdim ve ifadesiz bakışlarımla ona baktım.
"Ben o göl değilim. Hiçbir zaman da olmadım. Ben o gölü kaplayan karanlığım Devrim. Gördüğün ve hatta görmeyi umduğun güzelliği örten bir perdeyim ben. Ne beni aydınlatacak bir ay ne de karanlıkta bana yol gösterecek yıldızlar var içimde. Hiçbir şey yok. Bomboş bir şeyi görmeyi isteme."
"Madem sen o göl değilsin. O zaman gözlerini kapat. Karanlık ol bu gece. Bende ilk ve son kez karanlığı uykusunda izleyebileyim."
Devrim'in gözleri gözlerimdeydi. İçimde uçmayı bekleyen kuşlardan habersiz karanlığa bakıyordu. Karanlık onun isteğiyle gözlerini kapattı. Hiç böylesine derin uyumamıştı karanlık. Güvende hissederek huzurla uyudu. Güneş'in ışığı karanlığa galip geldiğinde gözlerini araladı karanlık. Karşısında o vardı. Onu ilk ve son kez izleyen biri. Devrim Dinçer Demiralp.
"Günaydın," diye fısıldadı Devrim.
"Günaydın."
Gözlerimi ovuşturmuş sonrasında, "Saat kaç?" diye sormuştum. Devrim telefonunun ekranını gösterdi. Dersin başlamasına sayılı dakikalar kaldığından, "Çello dersine geç kalacağım," dedim panikle.
"Seni derse yetiştireceğimden emin olabilirsin Sanat Karay ama ondan önce yoldan geçerken yiyecek bir şeyler almamız gerek."
Devrim arabayı çalıştırdı. Kemerlerimizi taktık ve gölü arkamızda bıraktık. Yol üstünde bir benzinlik vardı. Devrim hem arabasına benzin aldı hem de benzinlikten bir şeyler almak üzere arabadan inecekti ki, "Torpido gözünden cüzdanımı verir misin?" diye sordu.
Torpido gözünü açtım ve cüzdanın yanında duran şeyle kalakaldım. Devrim tam olarak neye baktığımı anlamamıştı. Anlamaması daha iyiydi. Sırf bu yüzden her zamanki soğuk kanlılığımı koruyup cüzdanı aldığım gibi torpido gözünü kapattım. Cüzdanı ona verdim ve onun gittiğinden emin olduktan sonra torpido gözünü yeniden açtım. Bir hayal olmasını ummuştum ama değildi. Hala oradaydı. Siyah kumaşa sarılmış bir bıçak vardı. Siyah kumaşa sarılmış bir bıçak! |
0% |