Gerçekler elbet bir gün ortaya çıkar. Işık her ne kadar resital dosyasından aklansa da tüm bunları onun yaptığını bir gün herkese gösterecektim. O sadece suların durulduğunu sanacaktı. Peşini bıraktığımızı düşünecekti. Dosyanın kapanmasıyla her şeyin bittiğini düşünecekti. İşte o zaman onun gerçek yüzünü herkes görecekti. Ben gösterecektim. Devrim gösterecekti. Biz gösterecektik. Sanat ile Devrim...
Şimdi ise okulun bahçesinde Devrim'in gelmesini bekliyorum. Bugün büyük gün. Işık'ın ortaya çıkmasının üzerinden koca bir hafta sonu geçmiş müzikal günü gelip çatmıştı. Öğlen güneşinin altında müzikal için gelenlerin okula girişlerini izliyordum. Müzik okullarının önde gelenleri başta olmak üzere aileler ve de Rutkay Karay okula teşrif etmişti. Geçerken bana bakmış sonrasında kurduğu okulun içinde müzikalin baş köşesindeki yerini almıştı.
Devrim ise arabasını okulun bahçesinde yer kalmadığından dışarıda bir yere park etmiş yanıma geliyordu ve dudaklarında saklamakta zorlandığı tatlı bir tebessüm vardı. Bunun sebebinin Işık'ın ortaya çıkması olduğunu düşünmüştüm ama yanılmışım. O beni gördüğü için bu kadar mutluydu.
"Günaydın," dedi ve etrafımızdaki insan kalabalığını umursamadan yanağıma küçük bir buse bıraktı. Yanağımda beliren sıcaklıkla beraber, "Günaydın," diye mırıldandım.
"Bugün gözüme oldukça neşeli geldiniz Devrim Dinçer Demiralp. Bunun özel bir sebebi var mı?" diye sordum gülüşüne atıfta bulunarak.
"Var hatta iki özel sebebi var. İlki seni görmüş olmak. İkincisi ise müzikalin bizim oluşu."
Müzikal bizimdi. Yalanların ardından sıra ihanetlerin müzikaline gelmişti. Karanlığın uykusu başlıyor...
Devrim'e, "Kostümün nerede?" diye sordum birden.
"Arabada kaldı," dedi Devrim sıkıntıyla.
"Aklım sende olmasaydı unutmazdım," diye de ekledi.
"Bu benim suçum mu?" diye sordum inanamayarak.
"Tabii ki de senin suçun. Aklımı ele geçiren sensin," dedi Devrim.
Onun iflah olmayacağını bildiğimden umutsuzca başımı iki yana salladım. Sonra da onu elinden tutup okulun demir sürgülü kapısının olduğu tarafa doğru çekiştirmeye başladım. "Kostümsüz sahneye çıkamayız Devrim Dinçer Demiralp," dedim her kelimeye özellikle vurgu yaparken.
Devrim ile beraber okul bahçesinden çıkıp arabasının olduğu yere gittik. Bagajdan kıyafet hurcunu aldık ve okula geri döndük. Okul binasından içeriye girdiğimizde kalabalıktan dolayı koridorda yürümekte zorlanmıştık. Neyseki müzikale daha çok vardı ve hazırlanmaya başlamadan önce gizli yerimize kaçabilirdik. Öyle de yaptık.
Devrim ile birlikte özel yerimize kaçtık. Devrim kıyafet hurcunu bir kenara koymuş elimden tutup beni kendi etrafımda döndürmüştü. Bana, "Bence müzikal öncesi dansımızı prova etmeliyiz," dedi ve ben daha ona cevabımı veremeden belimden tutup beni kendine çekti.
Dudaklarımızın birbirine değmesine az bir fark kalmıştı. Dudaklarından keyifli bir kıkırtı döküldü. Onu hafifçe itip, "Çok fenasın," dedim.
"Dansımızı hafta sonu defalarca kez prova ettiğimizi bilerek unuttuğunu düşünüyorum Devrim Dinçer Demiralp."
"Bence bir kez daha prova yapmaktan zarar gelmez," dedi Devrim aramızdaki mesafeyi kapatarak.
Ona, "Kostümümü alıp geliyorum. Beni burada bekle," dedim ve soyunma odasına doğru ilerlemeye başladım.
Arkamdan, "Çabuk dönsen iyi olur Sanat Karay. Son dans provamızı yapmadan müzikale çıkmayacağım çünkü," diye seslendi.
Soyunma odasına geçtim. Ona cevap vermek yerine kıyafet hurcumun fermuarını araladım ve o an, "Devrim," demekten kendimi alamadım.
Sesimi duyunca yanıma geldi. İkimizde kıyafet hurcuna baktık. İçindeki siyah kostümün geldiği hale baktık ve bunu kimin yaptığını bildiğimden sıkıntılı bir nefes verdim. "Kostümüm olmadığını varsayarsak dans işi müzikal ile birlikte yattı," dedim sıkıntıyla.
"Hemen ümitsizliğe kapılma. Kostümü kurtarmaya yetecek kadar vaktimiz var," dedi Devrim.
"Bunu nasıl yapacağız peki? Dikiş dikmeyi bilmiyoruz."
"Dikebilecek birini çok yakından tanıyorum ama bize malzeme gerek," dedi Devrim ve telefonunu çıkardı.
Bir numarayı tuşlayıp telefonunu kulağına doğru götürdüğünde onu izliyordum. Kostüm işinin hallolmasını umuyordum. Aksi bir durumda müzikale çıkmam olanaksızdı.
Sıkıntıyla aramanın cevaplanmasını beklerken, "Alo Buğra," diyerek konuşmaya başladı Devrim.
"Okula henüz gelmediysen senden isteyeceklerimi alabilir misin?" diye sordu Devrim.
Karşı taraftan olumlu bir cevap gelmiş olacak ki istediklerini art arda sıraladı Devrim. Telefonu kapattığında dudaklarında beliren o küçücük tebessüm bile umutlanmama yetmişti.
"Merak etme. Buğra istediğim malzemeleri getirdiğinde kostümün eskisinden bile güzel olacak," dedi Devrim.
"Diyelim ki Buğra istediklerini getirdi. Elbiseyi nasıl tamir edeceğiz?" diye sordum.
"Sen orasını bana bırak. Dikiş konusunda uzman birini tanıyorum," dedi Devrim ve elbise hurcunun fermuarını kapatıp hurcu eline aldı. Birlikte kostümlerimizi almış özel yerimizden çıkmıştık.
Buğra ise Berna ve Yağmur ile beraber bir süre sonra okula geldi. Elinde iki koca poşet vardı. Kumaşlarla, iplerle ve parıltılı tüllerle dolu poşetlere baktım ve, "Şimdi nereden başlıyoruz?" diye sordum.
Buğra, "Benim orkestra için Fulya Hoca'nın yanına gitmem gerek. Gerisi sizde," dedi ve yanımızdan ayrıldı.
Devrim ise elbise hurcunu ve poşetleri kızlarla bana bıraktı ve, "Siz kabinlere gidin. Hazırlanın. Ben biraz sonra elbiseyi tamir edecek kişiyle geleceğim," dedi. O gitti. Bizde kızlarla beraber sahne arkasına geçtik. Onlar giyinmek üzere kabinlere girmişti. Bense kabinin açık kapısından içerideki aynaya bakıyordum.
Aynaya Korkut'un kafasını vurduğum an gözümün önünden gitmiyordu. En çok da o aynaya bakarken kendimde gördüklerimi bir başkasının bilmemesine seviniyordum. Soluk mavi gözlerimde gece siyahı saçlarımda kar beyazı tenimde gizlenen karanlığı düşünüyordum. Bir de bu bedenin içinde olmayan ruhu...
"Sanat," diyerek beni daldığım düşünceden uyandıran kişi Devrim'di. Başımı çevirip baktığımda yanında duran kişiyle ne diyeceğimi bilemedim. Elbisemi tamir eden kişinin saklananı görmesini istememiştim ama başka çarem de yoktu.
Devrim'in annesi bana sıcak bir tebessümle, "Kostümün eskisinden bile güzel olacak canım," dedi. Bir ona bir de Devrim'e baktım. Devrim'in bile görmediğini annesinin görünce ne tepki vereceğini düşündüm. Bu kabinden çıktığımız anda Devrim'i benden uzak tutmak isteyecekti. Yasemin Demiralp'in gözünde kalpten benimseyeceği o kız olamayacaktım.
Devrim, "Benim hazırlanmam gerek. Sanat'ın kostümü konusunda sana güveniyorum anne," dedi ve bana güven veren bir gülümsemeyle baktıktan sonra gitti. Diğer herkes kostümlerini giymiş saç ve makyaj işine girişmişken Devrim'in annesinden önce kabine girip yırtılmış kostümü üzerime geçirip kabinin kapısını açtım.
Poşetlerden çıkardığı kumaşlar, parıltılı tüller, iğne ve makasıyla üzerimdekini tamir etmeye hazırdı. Kabine gelip kapıyı kapattı. İşini rahatça yapabilmesi için saçımı topladım ve aynadaki yansımadan ona baktım. Büyük bir hevesle eline aldığı kumaş ile sırtımdaki koca deliği kapatmaya hazırken dudaklarında adeta ölmeye yüz tutmuş bir çiçek gibi solan o gülümsemeye baktım.
Sırtıma baktı ve gözleri yansımama kaydı. Ne düşündüğünü merak ediyordum. Hatta elindekileri bırakıp kabinden arkasına bile bakmadan çıkıp gideceğine emindim ama öyle olmadı. Devrim'in annesinin şefkatli anne dokunuşu tenime değdi. Bana, "Bunu sana kim yaptı?" diye sordu. Sesinde yadırgama yoktu. Aşağılama, iğneleme, hor görme hiç yoktu. Şefkat vardı sesinde. Merhamet vardı dokunuşunda. Bir anneye nasıl söylenir ki bu?
Ona, "Ben yaptım," dedim güçlükle. Aynada buluşan gözlerimizle beraber dudaklarının titrediğini gördüm.
"Ne yaşadığını bilmiyorum ama umarım her şey geçmiştir," dedi sessizce.
"Bir şey daha var," diye de ekledi.
Elindeki kumaşı bırakıp omuzlarımı kavradı. Aynadaki soluk maviliğe baktı ve, "Oğlum seni çok seviyor. Onun elini bırakma olur mu? Birbirinizin yaralarını sarın," dedi titreyen sesiyle.
Elimi onun elinin üzerine koydum. "Bende onu çok seviyorum," dedim neredeyse fısıltıyla. Dudaklarında titreyen gülümseme genişledi.
Bana gördüğü şeyden sonra oğlundan uzak durmamı söyleyeceğini düşünmüştüm ama öyle olmadı. O bana oğlunun elini bırakmamamı söyledi. Birbirimizin yaralarını sarmamızı istedi.
Eline aldığı siyah parlak tülle kapladı sırtımdaki koca deliği. Dikkatli bir şekilde dikti. Elbisemin eteklerine sanki yıldızlar inmiş gibi minik taşlar bezedi. Öyle özenle dikti ki daha önce kendi annem bile bana böyle davranmamıştı.
Uzun süren çalışmasının sonucunda karanlığın elbisesi tamamlandı. Kalan malzemeleri poşetledikten sonra, "Saçlarını ve makyajını da ben yapabilir miyim?" diye sordu.
"Çok isterim," dedim güçlükle.
İki kelime söylemenin bu kadar zor olabileceğini hiç düşünmemiştim. Beraber kabinden çıktık. Makyaj masalarında kimse kalmamıştı. Herkes çoktan hazırlanıp gitmişti. Geriye bir tek ben kalmıştım.
Sandalyeye oturdum ve Devrim'in annesinin saçlarımdaki tokayı çıkarıp ensemde güzel bir topuz yapışını izledim. Makyaj fırçalarını gezdirdi yüzümde. Dudaklarıma küçük bir pembelik dokundurdu ve sonrasında aynadaki yansımama gülümseyerek baktı.
"Çok güzelsin canım. Oğlumun aklının da kalbinin de sende olmasına şaşmamalı," dedi. Tam o sırada Demir Alp çıkageldi. Elinde bir buket nergisle...
Devrim'i görünce ayağa kalktım. Bana doğru yaklaştığı sırada annesi, "Müzikal başlamak üzere. Ben en önde yerimi almaya gidiyorum," dedi ve gitti.
Onun gidişiyle Devrim elindeki nergis buketini bana verdi. Gözlerimin içine baktı ve, "Çok güzelsin," dedi.
"Demir Alp'in karanlığın büyüsüne kapılacağı kadar hem de," diye ekledi.
Bense ona, "Eğer annen olmasaydı karanlık bu gece sahneye çıkamayacaktı," dedim.
"Karanlığın sahneye çıkması için kostüme ihtiyacı yok. Karanlığın kendisi olması yeterli," dedi Devrim.
Alnını alnıma dayadı. Soluğu yüzüme vuruyordu. İkimizde küçük bir huzurun içinde kaybolmuştuk sanki. Bu büyüyü bozan ise Buğra oldu.
"Müzikal başlıyor," dedi. Bunun üzerine dışarı çıktık. Sahnede müzikalin başlamasından önceki son dokunuşları yaptık. Küçük mikrofonlarımız ayarlandı. Elimdeki buketi Fulya Hoca'ya verdim ve her şeyi başlatmak üzere perdenin ardında durdum. Perde aralandı. Hazır olun. İhanetler müzikali başlıyor!
Perdenin aralanmasıyla sahnenin tam ortasında durdum. Orkestra çalmaya bense söylemeye başladım.
Karanlık ne sevmeyi bilir ne de sevilmeyi
Görünmez olmakmış onun tek bildiği
Sihri, geceyi, yıldızları saklarmış benliği
Sözlerimi tamamlamamın ardından şarkıyı devam ettirme sırası Devrim'e geçti. Karanlık benliğine çekildiğinde Demir Alp sahneye çıktı. İzleyenlere baktı ve sıraladı sözcüklerini.
Demir bir alp varmış ormanın derinlerinde
Kendi halinde yaşarmış küçük kulübesinde
Yalnız, yapayalnız bir çare
Demir Alp kulübesinin içine girdi. Pencereden dışarıya bakmaya başladı. Boynu bükük, düşünceli ve yalnız bir halde. Ne yapacağını içindeki sıkıntıyı nasıl geçireceğini bilemeyen Demir Alp aydınlıkla tanıştı. Aydınlık saçlarında ışıltılarla Demir Alp'in karşısına geçti.
Demir Alp'in çaresi ışıkta
Aydınlığın ve güneşin kollarında
Çık dışarı, aç kulübenin kapılarını
Aydınlık kuşatsın yalnızlığını
Aydınlık sözlerini sıraladıktan sonra uzattı kollarını kulübenin camında duran Demir Alp'e doğru. Onu çağırdı yanına. Güneş'in kollarına, sıcaklığına ve ışığına doğru gelmesini bekledi. Demir Alp ayrıldı kulübesinden. Durdu aydınlığın karşısında çelik bir duvar gibi. Sonra sırtını döndü aydınlığa. Aydınlık usulca yere çöktü ve bekledi. Demir Alp'in gelmesini bekledi ama Demir Alp ona dönmedi.
Demir Alp'in çaresi ışıkta olsaydı
Yaşamaz mıydı ormanın en aydınlık köşesinde?
Işık bir aldatmaca olmasaydı
Demir Alp döner miydi sırtını güneşe?
Müziğin ritmi hızlandı. Orkestranın çaldığı parça salonun dört bir yanında yankılanıyordu. Demir Alp ışığı bu sefer temelli ardında bırakmış ormanın derinliklerine doğru yola koyulmuştu. Karanlığın onu uzaktan hayranlıkla izlediğinden habersiz.
Demir Alp ormanda nereye gittiğini bilmeden ilerlerken bir kız çıkmış karşısına. Peri gibi güzel bu kız Demir Alp'i aşkına götürecekmiş. Elinde toprak bir testiyle durmuş Demir Alp'in karşısında.
Nedir buralara gelmenin sebebi?
Çelik bakışlarında keder gizli
Yoksa sende mi ararsın hiçliğin sihrini?
Demir Alp'i bir merak almış. Sihir denilen şey gerçek miydi? Yalnızlığına dokunacak kadar etkili miydi merak etti. Bir merak ile başladı her şey. O küçücük merak onu aşkına götüren sihirli yolu açtı.
Sihir denilen şey bir yalan
Yalansa en büyük ihanet
Sen ne dersen de
Yalandan ummayacağım medet
Demir Alp aslında umutlanmak istememişti. İnandığı an her şeyin bir yalan olmasından korkuyordu. Yalanın onu tüketmesinden ormana mahkum olarak kalmaktan korkuyordu ama bilmediği bir şey vardı. O da karanlığın onu beklediğiydi.
Peri kadar güzel kız da onun bu düşüncesinin yersiz olduğunu belli edercesine başını salladı. Elindeki toprak testiye baktı. Başı dikti. Kendinden emin bir şekilde Demir Alp'e baktı. Biliyordu ki onun merakını körüklemek sihre giden yolun anahtarıydı.
Madem inanmazsın buna
Ne diye durursun burada?
Sende bilirsin ki çare senin yalan sandığında
Yalanın kelimesi bile Demir Alp'in kıza sırtını dönmesine yetmişti. Tam arkasını dönüp gidiyordu ki içindeki o küçücük merak kırıntısı onu çoktan ele geçirmiş. Işığı ardında bıraktığı gibi ormandaki kızı bırakıp gidememiş. Sihrin kaynağını öğrenmeden gidemezmiş. Bu yüzden bakmış yeniden ormanda rastladığı gizemli peri kızına.
Sihir gerçekse eğer göster bana
Yalnız yapayalnız bu bir çare adama
Peri kızı etrafa bakmış. Elindeki toprak testiyi Demir Alp'e doğru uzatıp söylemeye başlamış şarkının sıradaki mısrasını.
Sen neredeysen sihir de seninle gelir
Onun kaynağı demirin altındaki çelik kalptedir
Demir Alp anlamamış ne demek istediğini. Tam soracakken peri kızı elindeki testiyi ona vermişti.
Sihri bulursan eğer
Suyundan bana da getir
Sihri kaybedersen eğer
Bu yalnızlık seni bitirir
Demir Alp testiyi ellerinde tuttu. Sihrin ne olduğunu bilmeden tıpkı peri kızının da söylediği gibi çelik kalbinin onu götürdüğü yere doğru yola koyulmuştu. O her ne kadar fark etmese de ışık da onunla beraber yürüyordu. Güneş onu takip ediyor, bedenine düşen gölgeyi alıp götürüyordu. Demir Alp ise tüm bunlardan habersiz elinde toprak bir testiyle yürüyordu. Ta ki güneş karanlığın içinde kaybolup gidene dek...
Sahneye yeniden adım attım. Aydınlık ile göz göze geldim. Aydınlık beni görünce hoşnutsuz bir ifadeyle terk etti sahneyi. Bende yıldızlarımı çağırdım. Benliğimde gizlenmiş yıldızlarımı saçtım dört bir yana. Yıldızlarım çalan parçayla uyum içinde dans etmeye başladı. Demir Alp yıldızlara baktı. Onlara bakarak yolunu bulmayı ormandaki küçük kulübesine döneceğini umut ederken gözleri beni buldu. Kimsenin görmediği, görmek istemediği karanlığı...
Ne yıldızlar ne ay ne de güneş
Onun kadar güzelini görmedi bu gözler
Onun kadar güzeline şahit olmadı bu kalp
Onu görür görmez aşık oldu Demir Alp
Demir Alp'in kendi kendine söylediği sözleri karanlık duymamıştı belki ama Sanat duymuştu. Sanat Demir Alp'e bir kez daha aşık oldu.
Sırtım ona dönük kalbimin salonda yankılanan müziği bile bastırdığı o anda Demir Alp bana doğru yaklaştı. Soluğunu hissedebileceğim kadar yakındı. Hatta ruhumu yeniden hissedeceğim kadar yakın...
Gözleri ne gök ne de deniz
Öylesine güzel ve eşsiz
Bir adım daha attı. Saçlarımda gezindi nefesi. Karanlığın simsiyah saçlarında...
Artık karanlığa dokunabilirdi. Ona dokunup onunla olabilirdi ama karanlık onun kadar cesur değildi. Karanlık kırılgandı. Karanlık acılıydı. Karanlık yaralıydı. Aşık olmaktan korkacak kadar yaralı...
İzin ver bir kez bakayım sana
Bir kez kaybolayım gözlerinde
Bir kez dokunayım sihrine
Söz bir daha değmez gözlerim tenine
Demir Alp'in sözleri düşündürücüydü. Bir kez olsun izin verebilir miydi Karanlık? Sihrine dokunmasına izin verebilir miydi? Onu görmesine, onu anlamasına, kimse sevmezken onu izin verebilir miydi Demir Alp'in sevmesine?
Vermezdi. Veremezdi. Böylesine güzel bir ruhun yaralı bir Karanlık'ı sevmesine elbette ki izin vermeyecekti. Sırf bu yüzden sırtı dönük sıralamıştı sözcüklerini.
Bana tutamayacağın sözler veriyorsun
Neler olabileceğini göremiyorsun
Buna izin verirsem yok olursun
Karşındaki aşkın değil en büyük kabusun
Demir Alp inatçıydı. Dediğim dedik başı dik biriydi. Karanlık onu ilk gördüğü anda anlamıştı bunu. Kolay kolay gitmeyeceğini, ondan kolay kolay vazgeçmeyeceğini biliyordu. Öyle de oldu.
Sesin acıklı bir şiirin ilk mısrası gibi
Dizelerin ise kabustan çok bir rüyanın kesitleri
Dönüp Demir Alp'e baktım. Çok kısa bir andı bu. Hatta o kadar kısa ki gözlerimi kapatıp açışım gibiydi ama bu bile Karanlık'ın Demir Alp'e aşık olmasına yetmişti. Kendini onun için feda edecek kadar çok hem de...
Madem bu bir kabus uyandır beni
İlk ve son kez bahşet bana ismini
Demir Alp'in sözleriyle Karanlık ismini bahşetmek üzere dudaklarını araladı.
Ben değilim senin sandığın
Saklananım ardında aydınlığın
Bunca zaman beni görmeyen gözlerin
Bunca zaman beni düşünmeyen aklın
Bunca zaman beni hissetmeyen kalbin
Şimdi karanlıkla dolmasın
Demir Alp'e doğru bir adım attım. Soluk mavi gözlerim onu öldürmeden bir an önce çekip gitmesini bekledim. Güneş'in kollarına aydınlığın yamacına çekilmesini Karanlık'ı ardında bırakıp bir daha da geri dönmemesini bekledim ama öyle olmadı. Ne Demir Alp gidebildi Karanlık'tan, ne de Karanlık gidebildi Demir Alp'ten. Aralarındaki bağ dünya ve ay misali kopmaz, koparılamaz bir bağdı. Buna rağmen Karanlık gitmek istedi. Demir Alp ruhuna bulanıp da gölgede durmasın diye...
Gölge dahi düşmesin üzerine
Evine geri dön yıldızların rehberliğinde
Adımı dahi bir daha alma diline
Beni unut, git ve bir daha dönme
"Ya dönersem?" diye sordu Demir Alp.
Karanlık ona baktı. Unutması gerekene, en çok sevdiğine baktı.
Eğer dönersen geri
Alırım ellerinden sana verdiğim sihri
Demir Alp'e doğru yaklaştım. Aldım elinden peri kızının ona verdiği toprak testiyi. İçimde sakladığım sihre doğru uzandım. Doldurdum testiyi. Verdim Demir Alp'in ellerine. Nasılsa sihri aldı bir daha da geri dönmez diye düşünürken Demir Alp tek isteğinin Karanlık olduğunu belli edercesine kaldırmış testiyi havaya. Karanlık ona sırtına döndüğü anda bırakmış testiyi avuçlarından. Testi ayrılmış onlarca parçaya.
Kırılma sesiyle arkama dönüp Demir Alp'e baktım. O an Demir Alp'in beni bırakmayacağına emin olduğum andı. O an benim ona ait olduğumu kalbimin en derinlerinde hissettiğim andı. Sanat Devrim'in, Devrim Sanat'ındı...
Sen yoksan eğer ne anlamı var sihrin?
Ne anlamı var aşkın ve sevginin?
Karanlık Demir Alp'i sevmedikten sonra
Ne anlamı var yaşamanın?
Demir Alp bıçağını kınından çıkardı. Son nefesini Karanlık'ın gözleri önünde vermek üzere bıçağı kalbine doğrulttu. Tam bıçağını kalbine saplayacağı sırada onu durdurdum.
Sakın yapma düşündüğüm şeyi
Çıkarma yerinden uğruna öldüğüm o kalbi
Söyle benden istediğini
Sen ölme diye karanlık gerçekleştirecek her dileğini
Demir Alp'in elindeki bıçak yere düştü. Karanlık'a doğru yaklaştı. Onun mavi gözlerine baktı. Elini yanağıma koymak üzere kaldırdığında duraksadı. Araladı dudaklarını söylemek üzere son sözlerini.
Madem gerçekleştireceksin her dileğimi
O zaman kapat gözlerini
Adın gibi karanlık ol bu gece
Bende ilk ve son kez karanlığı uykusunda izleyebileyim.
Demir Alp'e döndüm. Orkestra parçayı değiştirdi. Herkesin bildiği bir parçaydı bu. Herkesin ezbere bildiği ve belki de duymaktan sıkıldığı ama bizim hikayemizin ilk şarkısı olan o şarkı yankılanmaya başladı tüm salonda. Bizim şarkımız yankılanmaya başladı. Bizim şarkımız: Another love.
I wanna take you somewhere so you know I care
But its so cold, and I don't know where
Şarkıyı söylemeye başladığım anda Demir Alp'e doğru yaklaştım. Beraber şarkımızı söyledik. Beraber herkesin gözleri önünde dans etmeye başladık. Ondan uzaklaştım usulca. Elini omzuma koydu. Ben tek kolumu onun boynuna doladım. Beni kucakladı. Döndürdü ve yere indirdi. Tıpkı çalıştığımız gibi...
Beni kendi etrafımda döndürdü. Ondan uzaklaştığım anda çekti beni kendine doğru. Elbisemin eteğindeki minik parlak taşlar ben döndükçe ben karanlıkta dans ettikçe yıldız gibi parlıyordu. Karanlık uykuya dalmadan önce aşkıyla ilk ve son kez dans ediyordu. İlk ve son kez...
Onlar bu sefer kavuşamadılar ama tıpkı şarkıda da olduğu gibi başka bir aşkta bir araya geleceklerdi. Belki Karanlık ve Demir Alp olarak değil ama Sanat ile Devrim olarak bir araya geleceklerdi. Hatta geldiler. Başka bir evrende, başka bir aşkta yeniden bir araya geldiler.
Devrim ile dansımızı sonlandırdığımız sırada perdenin ardında duran Fulya Hoca'ya doğru adımladım. Onun elindeki bir buket nergisi alıp Demir Alp'e doğru yaklaştım. Tıpkı şarkıda da geçtiği gibi kucağımda bir buket nergis vardı. Karanlık'ın Demir Alp'e veda çiçekleri...
Elimdeki nergis buketini ona doğru uzattığım anda gözlerim sahnenin dışındaki küçük bir detaya takıldı. İlk başta yanlış gördüğümü sandım ama değildi. Gördüğüm şeyde yanılmamıştım. Buraya geliş amacını ilk başta bilmiyordum. Öylece bana nefretle bakan gözlerine bakıyordum.
Devrim, "Şimdi," diye fısıldadı. Müzikali sonlandırmaya hazırdı. Beni kollarında uyutmaya hazırdı ama o bizimle aynı fikirde değildi.
Gözlerim onun üzerindeydi. Neden bana öyle baktığını anlayamadan namlu beni görecek şekilde elindeki silahı bana doğrulttu. Sadece küçücük bir an içinde oldu her şey. O, tetiği çekti. Kurşun benim göğsüme isabet etti ve ben Devrim'in kollarına düştüm.
İlk başta herkes benim müzikalin son kısmı gereği uykuya daldığımı sanmıştı. Devrim'in kollarında elim kalbimin üzerindeyken silah sesinin yankılandığı o salonda kimse benim vurulduğumu anlamadı. Herkes Karanlık'ın uykuya dalışını ve müzikali ayakta alkışlarken elimi göğsümün ortasından çekip avucumdaki kırmızılığa baktım.
"Sanat," dedi Devrim.
Gözleri ilk başta parmaklarıma bulaşmış kana sonra da göğsümün ortasındaki ıslaklığa kaydı. "Sanat!" diye yineledi Devrim ama ben ona sadece tek bir şey söyledim.
"Seni seviyorum."
Diğer elimdeki nergisler yerlere saçıldı. Şarkımızda saklanmış güzel çiçekler artık ellerimde değildi. Yok olmuşlardı. Tıpkı benim gibi...
"Sanat! Aç gözlerini!"
Karanlığın uykusunun ölüm uykusu olabileceğini kim bilebilirdi ki? Demir Alp'in aslında aşık olduğu uğruna sihirden bile vazgeçtiği Karanlık'ın ölümünü izlemek zorunda kalacağını kim bilebilirdi? Karanlık'ın uykusunun ihanetler müzikalini noktalayışı kanla oldu. Kanla!
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
6.1k Okunma |
441 Oy |
0 Takip |
43 Bölümlü Kitap |