37. Bölüm

13.Bölüm: Siyah Kutu

Şevval Nur Aydın
sevvnuraydn

"Bu son şansın," dedi babam. Her kelimeyi disiplin konusundaki titizliğini kafama kakmak istercesine özellikle vurgulamıştı. Onun kitabında hataya yer yoktu. Onun kitabında üçüncü şansa yer yoktu. Onun kitabında mükemmellik vardı. Kusursuzluk vardı. İkinci kez ölümden dönmüş bir evlat onun mükemmellik tanımına aykırıydı. Yani ben...

Ona bakma tenezzülünde bile bulunmamıştım. Öylece önümde gidip gelirken topuğundan çıkan tok sesi dinliyor arada bir gözlerim son derece pahalı siyah deri ayakkabısına kayıyordu. Onun dışında da bulunduğumuz odada çıt sesi bile çıkmıyordu.

Annem bile tek kelime etmiyordu. Ayakta babamın hemen birkaç adım gerisinde durmuş babamı bekliyordu. Onun sözlerini tamamlamasını ve bizi evden uğurlamayı bekliyordu. O da artık stresten uzak ve benim her an yeni bir vukuat çıkarmadığım bir hayat istiyordu. Kısacası evde olmamam sadece onların değil benimde işime geliyordu.

Babam, "Söylediklerimi iyice anladın mı?" diye sordu volta atmayı bir kenara bırakıp gözlerini bana dikerek.

"Anladım. Peki sen beni anladın mı?" diye sordum duygudan yoksun bir ifadeyle.

Ukala olduğumu düşündüğünü yüzündeki ifadeden anlamıştım ki, "O halde çıkabiliriz," dedi. Odadan ilk o çıktı. Hemen peşinden de ben.

Annemse kare topuğunu tıkırdatarak peşimden geliyordu. Tek kelime dökülmüyordu dudaklarından. O da en az babam kadar katı ve ruhsuzdu. Her ne kadar dediğim dedik, terbiyesizliğe ve kuralsızlığa tahammülü olmayan biri olsa da ailemizin despotu babamdı.

Evin önündeki siyah aracına bindiğinde yanına oturmuştum. Son bir kez o kasvetli eve bakmış annemi ve her şeyi arkamda bırakmıştım. O arabanın kapısının kapanmasıyla yeni bir hayata başlamak üzere yola çıktık.

Artık evim yoktu. Ailem desem hiçbir zaman olmamıştı. Beni boğan duvarların arasından ayrılmıştım. İnanılmadığım, sözüme güvenmeyen insanların arasından ayrılmıştım. Acılarımı o dört duvarın ardında bırakmıştım. Tabii ruhumu da...

Yaşananlardan sonra hiçbir şey hissetmiyordum. Ne acıyı, ne üzüntüyü, ne mutluluğu, ne de kederi hissediyordum. İçimde hiçbir his kalmamıştı. Ruhum bedenimi terk edeli çok olmuştu ve şimdi bana verilen son şansı kullanmak ve yeni bir başlangıç adı altında yaşayacağım yere gidiyordum. Okuluma...

Babam, "Her şey ayarlandı. Okulda biri bile seni görmemeli bunu unutma," diyerek belki de sabahtan beri aynı cümleyi milyonuncu kez tekrarlamış oldu.

Başımı çevirip ona baktım ve, "Olayı görenleri çabuk unuttun," dedim. Ses tonum bile onu sinir etmeye yetmişti ama yine de bir şey söylemedi.

Onun yerine, "Merak etme. Kimse tek kelime etmeyecek. Sen sadece kimseye görünmemeye ve çeneni kapalı tutmaya özen göster güzel kızım," dedi.

"Olayı gördüler. Onları nasıl sessiz kalmaya ikna etmiş olabilirsin?" diye sordum iğneleyici bir tonda.

Babam dudaklarında kibirli bir gülümsemeyle, "Üçünün de çocuğunun okula tam burslu kabulünü yaptım. Üçü de tek kelime etmeyecek," dedi.

Sonrasında, "Bir şeyi unutma kızım. Bu dünya paraya tamah eden insanlarla dolu. Böyle insanlara istediğin her şeyi yaptırabilirsin," diyerek tamamladı sözlerini.

Araba okulun bahçesine girdi. Etraftaki öğrenci kalabalığı bir anlığına durmuş arabaya bakmaya başlamıştı. Şoförün arabayı park etmesiyle kapıyı açtım. Arabadan indim ve kapıyı kapatırken etraftaki insan kalabalığına bir göz attım. Öğrencilerin çoğu öylece durmuş bana bakmaya başlamıştı. Okulun sahibinin kızına merakla bakıyorlardı. Beklentilerini karşılamadığıma emindim.

Babam, "Konuştuklarımızı unutma. İhtiyacın olan her şeyi akşamki partiden sonra göndereceğim. Hiçbir eksiğin olmayacak. Sende dikkatli olacaksın," dedi ve elime yeni bir telefon tutuşturdu.

"Benim numaram burada. Tabii anneninki de," dedi ve arabasına bindiği gibi çekip gitti.

Onun gidişiyle telefonu montumun cebine tıktım. Daha sonra bahçedeki kalabalığı bir yana bırakıp adımlamaya başladım. İnsanların beni dikizliyor oluşunu görmezden gelmeye çalıştım. Özellikle de banktaki kızın bana olan küçümseyici bakışlarını.

Safir mavisi gözleri üzerimde gezinirken, "Bu muymuş okulun sahibinin kızı," dedi alayla. Yanındaki kızlar keyifli bir kahkaha patlattı.

Bir başkası, "Müzik okuluna dadanan ruh," dedi arkamdan.

"Şu kızın yerinde olmak vardı," dedi bir başkası.

Bahçeden geçip okuldan içeriye girdiğimde asıl öğrenci kalabalığının burada olduğunu ve ders başlayana kadar tüm bu sözlere maruz kalmak zorunda olduğumu anladım. Bana ayrılan kırmızı okul dolabının önünde durdum. Telefonumu ve cebimden anahtarlığımı çıkarıp dolabımın kapağını araladım. Tam da tahmin ettiğim manzarayla karşılaştım.

Sevgili babam dolabıma önceden her şeyi koydurtmuştu. Kemanım, nota defterlerim ve bir öğrencinin ihtiyacı olabilecek her şey vardı dolabımda. Üzerimdeki montu dolaba tıkıştırdım ve keman kutumla nota defterimi alıp dolabın kapağını kapattım.

Kilit vurdum dolabıma. Tam o sırada biri geçti koridordan. Öyle bir geçti ki sadece ben değil herkes ona bakmaya başlamıştı. Rüzgar gibi esmişti. Sert yüz hatlarıyla koridorda ilerlerken kimsenin ona yanaşmaya cesaret edemeyeceğinden emindim. Kimdi o?

Onun gidişiyle yanımda biten güleç çocuğa çevirdim bakışlarımı. Bana tanışmak için elini uzattı. "Selam ben Vural," dedi gülümseyerek. Tabii ki de elini tutmadım.

"Sanat," dedim dümdüz.

"Anlamadım?"

"Adım Sanat," dedim ve onun yüzüme aval aval bakmasına daha fazla dayanamadığımdan yanından ayrıldım. Vural arkamdan seslendi. Duymazlıktan geldim. Telefonumun ekranından saate baktım ve ilk dersin başlamasına daha vakit olduğundan cam kenarındaki koltuklardan birine oturdum.

İlk günden herkesin dikkatini çekmeyi başarmıştım. Beni gören herkes benzer şeyler söylüyordu. Tüm bu sözleri benim duyuyor olmamı umursamıyorlardı. Ne hissederim ne düşünürüm umursamıyorlardı. Gerçi bende hissedecek bir yürek kalmadı ya neyse.

Koridordan geçenlere baktım usulca. Yine aynı çocuk geçti koridordan. Bu sefer dolabının önünde durdu. Geniş omuzlu, bir hayli uzun boylu, asabi biriydi. Dudakları ince bir çizgi halini almış bir milim kıpırdamamıştı. Ta ki gözleri onca insanın içinde beni bulana dek...

Bana baktı. Çok kısa bir an bana baktı ve sonrasında çekip gitti. Bende oturduğum yerde arkama yaslanıp dışarıyı izlemeye başlamıştım. Bugün yılın son günü olması bir yana Rutkay Karay tüm okulun davetli olduğu bir yılbaşı eğlencesi organize etmişti. Akşam orada olacaktım. Her ne kadar bunu istemesemde!

Dışarıdaki soğuğa rağmen bahçede müzik aletlerini çalarak eğlenen öğrencileri izledim. Neşeli olmak böyle bir şey miydi? İnsan böyle mi gülerdi? Bilmiyorum. Ben bu hissi unuttum. Çok yakın bir zamanda çok acı bir olayla tüm hislerimi benliğimle beraber unuttum.

Bir süre sessizce dışarıyı izledim. Daha sonra ilk dersim olan keman dersine katılmak üzere sınıfa doğru ilerledim. Daha önce burada bulunmuş olmanın verdiği tek avantaj sınıfların yerlerini kimseye sormama gerek kalmadan bulabilmekti. Öyle de yaptım.

Keman sınıfından içeriye girdim ve yine onu gördüm. Kemanını kutusundan çıkarıyordu. Onun yanında durdum ve nota defterimi ayaklı nota sehpasına yerleştirdim. Bir yandan da kemanımı kutusundan çıkarıyordum. İkimizinde ağzını bıçak açmıyordu. Ne ben ona bakıyordum ne de o bana.

İkimizde Fulya Hoca'nın sınıfa girişine baktık. "Günaydın," dedi Fulya Hoca. Hiç vakit kaybetmeden kemanının kutusunu masaya bıraktı ve kemanını çıkardığı gibi direkt derse başladı.

İlk ders hiç de fena geçmedi. Küçük bir parçayla başlamıştık ve açıkçası önceden aldığım keman dersleri sayesinde okula geç katılmış olmama rağmen zorluk çekmediğimi fark ettim. Bu iyiye işaretti. En azından okul yönünden sıkıntı çekmeyecektim.

Dersin bitiminde herkesin önden çıkmasını bekledim. Herkes bir bir sınıfı terk ederken bir tek o kalmıştı sınıfta. Devrim. Devrim Dinçer Demiralp.

Adını derste öğrenmiştim. Kimseyle pek konuşmayan, gözlerinde keder saklı olan biriydi Devrim. Onunla sınıfta tek ikimiz kalmıştık ki kapı aniden kapandı. Bunun bana yapılan bir tür şaka olduğunu anlamam çok da uzun sürmedi. İstesem o kapıyı bir şekilde açardım. Aynı şekilde Devrim de öyle ama ikimizde buna tenezzül dahi etmedik. Benim bunu yapmamak için bir nedenim vardı. Peki ya onun? O neden buradan çıkmaya çalışmıyor?

Sınıftaki pencerenin önünde durdum ve camdan dışarıya bakmaya başladım. En fazla diğer derse kadar burada kalacağımızı bildiğimden öylece beklemeye devam ettim. Onun gözlerinin üzerimde olduğunun bilincinde...

"Neden gitmedin?" diye sordu birden. Başımı çevirip ona baktığımda ne kadar duygusuz olduğumu kendi gözleriyle görmüş oldu. Hisleri alınmış bir kıza baktı. Kız ise onda kendini gördü.

Ona, "Kalabalığın arasında olmak istemedim," dedim.

"Gerçi olsamda kimsenin beni göreceğini sanmam," diye de ekledim.

"Neden öyle söyledin?" diye sordu bu sefer.

"Onlar okulun sahibinin kızını görüyorlar. Ruhsuz, duygusuz, ifadesiz bir kızın bedenine bakıyorlar ama kimse gerçek Sanat'ı görmüyor."

"Ben görüyorum," dedi Devrim.

Ona baktığımda öğretmen masasındaki sandalyeye geçtiğini gördüm. Gözlerini benim üzerimden ayırmıyordu. Öylece bana bakıyordu ki, "Onların söyledikleri doğru değil," dedi yorgun bir nefes vererek.

"Bazı söylediklerinde haklılık payları var," dedim ellerime bakarak. Ellerimi sıktım ve üzerime düşeni yaparak anlamasın diye ellerime bakmayı kestim.

Ona, "Ruhsuz olduğum kısmı doğru. Bende böyle olduğumu kabullendim ama bazen bazı konuşmaları duymak istemiyorum. Bazı sesleri kapatmak istiyorum. Ama ne yazık ki böyle bir gücüm yok," dedim.

Devrim öylece gözlerime baktı. Onu ilk gördüğüm anın aksine dudaklarındaki çizgi yumuşadı. Gözleri parladı sanki. Ona, "Keşke elimizde tüm sesleri susturabilmemizi sağlayan bir düğme olsaydı," dedim. Bu söylediğimi saçma bulacağını düşündüm. Benimle dalga geçmesini falan bekledim ama öyle olmadı.

"Böyle bir şey mümkün olsaydı ilk kimin sesini kapatırdın?" diye sordu sadece.

"Yalancıların sesini sustururdum. Doğruluğun çığlığı duyulabilsin diye."

Devrim'in bakışları değişti. O an sanki Devrim'e değilde kendi yansımama bakıyormuş gibi hissettim. Zilin çalışıyla kapının ardındaki grubun kaçış seslerini duydum. Kapıya doğru adımladım. Tek kelime bile etmeden çıktım sınıftan. Onu ve konuştuklarımızı ardımda bıraktım.

Gün boyu derslere girdim. Son dersin bitiş ziliyle koridora çıktım. Koridorda yine onu gördüm. Onca kalabalığın arasında gözleri yine beni bulmuştu. Sanki beni bir yerden tanıyormuş gibi bakıyordu bana. Aynı şekilde bende ona...

Koridordaki kalabalık yüzünden kapıya doğru gitmek zorunda kaldım. Kapının önünde beni bekleyen araca bindim. Beni akşamki yılbaşı partisinin yapılacağı otele götüreceğini biliyordum. Arka koltukta oturmuş ilk okul günümü düşünüyordum. Bir de bundan sonra beni bekleyen şeyleri...

Otele varana kadar sessizce dışarıyı izledim. Her ne kadar bu parti saçmalığına katılmak istemesemde buna mecburdum. Rutkay Karay'ın sözünü çiğneyemezdim. Bunun bedeli ağır olurdu. En önemlisi daha ilk günden tüm okulun benim hakkımda söylediklerinden sonra o partide en azından sembolik de olsa bulunmam daha doğruydu.

Uzun süren bir yolun ardından otele geçtim. Odama geçtiğimde beni bir grup insan karşılaşmıştı. Saç ve makyaj ekibinin yanında stil danışmanları bulunuyordu. Beni akşam için hazırlayacak onlarca insan vardı odada. Elimde olsa hepsini odadan kovardım ama buna izin yoktu. Özellikle de söz konusu Karay ailesinin akşamki partinin ev sahibi olduğu varsayılırsa buna katlanmak durumundaydım.

Uzun süren hazırlanma faslının ardından herkes odadan çıktı. Bense boy aynasının karşısında durmuş kendime bakıyordum. Siyah uzun kollu elbisem bana özel dikilmişti. Sakladıklarım gün yüzüne çıkmasın diye elbisenin kolları parmaklarıma kadar uzanıyordu. Hatta kolun uç kısmındaki küçük delikten başparmağımı çıkarmıştım. Böylece kimse görmeyecekti. Kimse öğrenmeyecekti. Sırrım gizli kalacaktı.

Aynanın karşısında bu sefer elbisemin eteğini aşağıya doğru çekiştirdim. Elbisenin boyu dizimin bir karış üstünde bitiyordu. Siyah kumaş bedenimi kuşatmış belimin kıvrımını ortaya çıkarmıştı. Makyajım yüzümde gizlenen karanlık gölgeleri saklamak için özenle yapılmıştı. Saçlarım toplanmıştı. Tek bir telin bile dışarı çıkmasına izin vermeyen sıkı bir topuz yapmışlardı bana. Şimdi ise geçen onca saatin ardından partinin olacağı teras kata çıkmam gerekiyordu.

Gözlerim son bir kez yansımamda gezindi. Bir gecelik idare edecektim. Sonra kimse bana ilişemeyecekti. Tarih tekerrür etmeyecekti. Son şansımı kullanacak ve hayatıma bir şekilde devam edecektim.

Topuklu ayakkabılarımın bileğindeki bantları düzeltip odadan çıktım. Artık hazırdım. O partiye katılmaya, yeni bir yıla girmeye ve de karanlığımda kaybolmaya hazırdım.

Asansöre doğru adımladım. İçeriye geçtim ve en üst katın düğmesine bastım. Yavaş yavaş yukarı çıkıyordum. Tüm okulun orada olduğunu bilmek her ne kadar sinirlerimi bozsa da her şey gibi bunu da umursamıyordum. Onları umursamıyordum. Onların söylediklerini umursamıyordum ve umursamayacaktım da.

Asansörün kapısı aralandığında okul koridorunda gördüğüm Vural isimli çocukla göz göze geldim. Beni görünce gülümsemesi genişledi. Yanında durduğu sarışın kızın da gözleri bana kaydı. Küçümseyici bir ifadeyle beni baştan aşağıya süzdükten sonra Vural ve yanındaki diğer çocuğu da peşine takarak partinin yapılacağı alana doğru ilerledi.

Onların gidişiyle bunun daha başlangıç olduğunu hatırlattım kendi kendime. Daha bunun gibi onlarca bakışla ve imayla yüzleşeceğim kesindi ama bu benim baş edemeyeceğim bir şey değildi. Göğüs gerdiğim onca şeyden sonra hiç değildi.

Başparmaklarımı elbisemin kollarındaki parmaklıklara geçirdiğimden emin olduğumda salona doğru adımlamaya başladım. Topuğum zeminde tok ve yüksek bir sesin yankılanmasına neden oluyordu. O an okuldan gelen herkesin dikkatini çektiğim andı.

Herkes bana bakıyormuş gibi hissediyordum. Bu durumdan kurtulmak istiyordum. Sırf bu yüzden kalabalığın arasından geçip terasa doğru ilerlemeye başlamıştım. Biraz hava almak ve mümkünse bu saçma parti bitene kadar gözlerden uzak olmak istiyordum ama bunu bile yapmama izin vermediler.

Vural ile yanındaki sarışın kız dakikasında önümü kesmişti. "Sanat seni kankam Işık ile tanıştırmak istiyorum," dedi Vural. O an yanında duran safir mavisi gözleriyle uyumlu giyinmiş sarışına baktım.

"Memnun oldum," dedi Işık zoraki bir gülümsemeyle.

Benimle mecburiyetten dolayı konuştuğunu bakışıyla bile gayet net bir şekilde belli ediyordu ki, "Bende öyle," dedim yarım ağızla. Daha sonra uzaktan beni yanına çağıran babamın yanına gitmek üzere yanlarından ayrıldım.

Rutkay Karay mutlu aile tablosunu oluşturmak üzere kürsüye çıkmıştı. Bir yanında ben diğer yanında annem vardı. Benim dudaklarımda tebessümden eser dahi yoktu. Buraya zorla getirildiğimi yüz ifademle bile yeterince belli ederken babam konuşmasını yapmak üzere kürsüdeki mikrofona doğru eğildi.

O kendince konuşmasını yaparken ben uzaklara bakıyordum. Kalabalığa bakıyordum. Tek tek her simayı inceliyordum. Devasa yılbaşı ağacının altına konmuş renkli hediye kutularına, garsonların servis ettiği alkolsüz meyve kokteylleriyle dolu bardaklara bakıyordum.

Aklım hala son yaşananlarda, geçen konuşmalarda, çektiğim acılardaydı. Olanlar hala çok tazeydi. Atlatmak zaman alacaktı. Çok uzun bir zaman...

Rutkay Karay konuşmasını bitirmiş olacak ki salonun dört bir yanında alkış sesleri yükseldi. Bunun üzerine, "Velileri yan taraftaki salona alalım da gençler biraz eğlensin," dedi Rutkay Karay yapmacık bir gülümseme eşliğinde.

Veliler bulunduğumuz salondan yan tarafa geçti. Orada sadece gençler kalmıştı. Kokteyl masalarının etrafında toplanmışlardı. Temposu yüksek bir şarkı çalmaya başlamış bazıları dans etmeye ve eğlenmeye başlamıştı bile. Bense olduğum yerde durmuş onları izliyordum. Ailelerin gidişiyle eğlenmeye başlayan gençleri izliyordum.

Tam o esnada, "Devrim gelmiş," dedi biri.

"Gelmeyeceğini söylemişti," dedi bir başkası.

Başımı çevirip kapının orada durmuş içeriye bakan Devrim'e baktım. Siyah bir takım giymişti. Tepeden tırnağa siyah giyinmişti ve elinde siyah bir kutu tutuyordu.

Onun gelişiyle bulunduğumuz salonun ışıkları kapandı. Renkli ışıklarla aydınlandı her yer. Loş ışıkta fantastik kitaplardaki karanlıklar lordu gibi duruyordu. İçeriye geçmiş kalabalığa doğru adımlamıştı. Bense yanıma gelen garsona bir şey istemediğimi söyleyip bu kalabalık eğlence ortamından uzak durmak adına renkli gece kulübü ışıklarının altında dans eden onlarca bedene çarparak en sonunda çam ağacının olduğu tarafa doğru ilerledim.

Devrim'in elindeki kutuyu onlarca hediyenin arasına bıraktığını gördüm. Daha sonra kalabalığın arasında gözden kayboldu. Renkli hediye kutularının arasında onunki direkt göze çarpıyordu. Siyah simsiyah bir kutu...

Kutuların ne kadar çok olduğunu gördükten sonra bunun aslında öğrenciler arasında önceden yapılmış olan yılbaşı çekilişinin hediyeleri olduğunu anladım. Geri sayıma yakın bir zaman diliminde herkes kendininkini diğerine takdim edecekti. Burada çekilişe katılmayan tek kişi bendim. Bir yılbaşı hediyesi bile almayan ve hayatı boyunca da alamayacak olan tek kişi bendim ama bunu taktığım yoktu. Ne de olsa yaşanan son olaydan sonra hala nefes alıyor olmam bile mucizeydi.

Kenara çekildim. İnsanların dans edişlerini, kendi aralarında gülüp eğlenmelerini ve kadehlerini kahkahalar eşliğinde tokuşturuşlarını izledim. Herkes dünyadan bir haberdi. Kendi aralarında eğleniyorlardı. Yeni yılı kutluyorlardı. Ondan geriye sayacağımız o anı bekliyordu. Tabii bende öyle...

Bir an önce havai fişeklerin patlamasını ve buradan çıkacağım o anın gelmesini istiyordum. Başka da bir düşüncem yoktu. O kalabalıkta o karanlıkta öylece durmaktan başka yaptığım bir şey yoktu. Kafamdan atamadığım anılarda boğulmaktan başka bir şey yaptığım yoktu. Ta ki yılbaşı çekilişi için hediyelerin takdim edileceği o ana dek...

Herkes ağacın altından kendi isminin yazdığı paketi alıp açmaya başlamıştı. Kucaklaşmalar ve yeni bir yılın getirdiği coşkuyu yansıtan şarkılar söylenmeye başladı. Onları uzaktan izlerken ağacın altından birer birer alınan hediye paketlerine baktım. Neredeyse tüm hediyeler sahiplerini bulmuştu. Tek bir kutu dışında tüm hediyeler...

Devrim'in aldığı siyah hediye kutusu hala ağacın altındaydı. Kimse ona dokunmamıştı. Kutu orada öylece duruyordu. Sahibi henüz onu almamıştı. Geri sayıma ise çok az bir zaman kalmıştı.

Herkes bir araya gelip geri sayımı beklerken kendimi en sonunda terasa atmayı başardım. Ne soğuk hava ne de başka bir şey beni geri döndürebilirdi içeriye. Burası içeriye göre sessiz ve kesinlikle daha huzurluydu. Burada kendimle baş başaydım.

Terası çevreleyen minik ışıklar ve süslerin arasında yürürken balkon demirlerini kavradı parmaklarım. Soğuk ve hatta buz gibiydi ama bunun bir önemi yoktu. Sonunda kaçabilmiştim kalabalıktan. Sonunda yalnız kalabilmiştim. En azından o an için öyle sanıyordum.

"Demek buradaydın," dedi tam arkamdan bir ses.

Dönüp ona baktım. Siyahlar içindeki o çocuğa baktım. Bana doğru adımlıyordu. Tam karşımda durana kadar onun neden burada benim yanımda olduğunu sorguluyordum kendi içimde. Ta ki arkasında sakladığı siyah hediye kutusunu çıkarıp bana doğru uzatıncaya dek...

"Hediyeni unutmuşsun," dedi Devrim.

O an siyah kutunun üzerindeki gümüşi yazıyı gördüm. Adım yazıyordu üzerinde. Sanat yazıyordu.

"Ben çekilişe katılmamıştım," dedim şaşkınlığımı gizleyemeyerek.

"Biliyorum. Bende katılmamıştım zaten. Hatta buraya gelmeyi bile düşünmüyordum ama fikrimi değiştirdim," dedi Devrim ve kutuyu elime tutuşturdu. O an parmaklarım onunkilere değdi. Kutuyu kucağıma alıp kapağını araladım ve içindeki şeyle ona bakma ihtiyacı hissettim.

Bana, "Senin insanları değil kendini dinlemeye ihtiyacın var," dedi.

Senin insanları değil kendini dinlemeye ihtiyacın var.

Bana iyice yaklaştı. Aramızdaki mesafeyi iyice kapattı. Siyah kutunun içinden çıkardığı siyah kulaklıkları başımın üzerine yerleştirdi. Kulaklığımı ayarladı ve, "İnsanlardan kaçmak için müzik iyi bir yoldur. Onlardan kaçacak bir yerin olmadığında müziğe sığın Sanat Karay," dedi. Daha sonra telefonunu çıkardı cebinden. Bir şarkı açtı benim için. O an için bilmediğim ama belki de sonrasında defalarca kez dinleyeceğim bir şarkı...

Kulaklıktan gelen müziği dinlerken gözlerini üzerimden ayırmamıştı. Birlikte yan yana durduk. Ellerimiz korkulukları kavradı. Birbirine değiyordu serçe parmaklarımız. Onun gözleri benim üzerimde benimkiler ise gökyüzündeydi. İçimden ona kadar saydım. Gökyüzünde patlayan renkli havai fişeklere baktım ve gözlerimi yumdum.

Devrim bana bu hayatta kimsenin vermediği bir hediye vermişti. Bana bir kulaklıktan fazlasını vermişti. Önce beni görmüştü. Sonra beni anlamıştı. Anladığını göstermek içinde bana kaçış yolu vermişti. Siyah kulaklıklarımı vermişti bana. Üzerinde küçük gri bir yaldızla adımın işlendiği siyah kulaklıklarımı...

Şarkının son bulmasıyla kulaklıklarımı çıkarıp boynuma astım ve ona baktım. Bana o kadar yakındı ki bu soğuk havada onun nefesi ısıtıyordu benliğimi. Ona, "Teşekkür ederim. Bunu hayatımın sonuna kadar kullanacağım," dedim gülümsemeye çalışarak.

Bana, "Bu dünyadan her kaçmak istediğinde kulaklığını tak ve bir şarkı aç. Eğer dinleyecek bir şarkı bulamazsan ben sana yeni bir şarkı önermek için her zaman burada olacağım," dedi.

"Dünyadan kaçmak istediğimi nereden anladın?" diye sordum.

"Bunu anlamak çok da zor olmadı. Çünkü bende kaçmak istiyorum. Hem belli mi olur belki bir gün birlikte kaçarız," dedi sıcak bir tebessümle.

Onu tanıdığım ilk gün, ilk an, ilk diyaloğum...

Ben hiçbirini unutmadım. Bu bizim ilk tanıştığımız gündü. Birbirimizin hayatının parçası olduğunu bilmediğimiz ama birlikte yeni bir yıla girdiğimiz gündü. Birlikte ilk yan yana duruşumuz, birbirimize ilk kez dokunuşumuz, ilk bakışımız, birbirimizi ilk anlayışımızdı bu.

Ona baktım. İçimde beliren küçük aidiyet duygusunun sebebine, bana özel olduğumu hissettiren, beni anlayan, beni dinleyen, bana hediye verebilmek için o geceye katılan o kişiye baktım. Devrim'e baktım.

Ona, "Eğer bu dünyadan gerçekten kaçmanın bir yolunu bulursam bunu ilk sana söyleyeceğim," dedim kulaklığıma parmaklarımın ucuyla dokunurken.

"Öyle bir yol gerçekten varsa kullanacağımdan emin olabilirsin Sanat Karay," dedi Devrim.

Birlikte gökyüzünü renklendiren havai fişekleri izledik. Bir süreliğine kaçtık içerideki insan kalabalığından. Bir süre insanları değil kendimizi dinledik. Bir süre acılarımı onunla bir kenara bıraktım. Boynumda asılı olan kulaklığıma dokundum. En büyük kaçışıma dokundum. Onun bana verdiği en değerli parçaya dokundum. Devrim Dinçer Demiralp'in o geceden sonra günün birinde hayatımın en değerli parçası olacağından habersiz. Beraber tüm zorluklara göğüs gereceğimizden habersiz. En önemlisi birbirimize aşık olacağımızdan habersiz onun bana verdiği en değerli hediyeye dokundum. Siyah kulaklıklarıma...

Bölüm : 19.12.2024 19:28 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...