@sevvnuraydn
|
"Ünlü iş insanı Ilgaz Günay'ın eski eşi Güneş Yılmazer'in iki gün önce arkadaşlar arasında yapılan sade bir nikahla dünyaca ünlü tekstil firmasının sahibi ünlü iş insanı Sedat Özoğuz ile evlendiği ortaya çıktı!"
Haber tüm sitelerdeydi. Herkes sabahtan beri aynı haberi konuşuyordu. Haber dilden dile yayılıyor kimse gözünün önündekini görmüyordu. Herkes kördü. Herkes duyarsızdı. Herkes tek bir şeye odaklanmış sanki at gözlükleri takmışlar gibi sadece bu haberi görüyorlardı. Kimse o an Işık'ın nasıl hissedeceğini düşünmemişti. Onların tek umurunda olan şey Güneş Yılmazer'in zengin bir adamdan boşanıp başka bir zengin adamla evlenmiş olmasıydı. Daha ötesi değil.
"Şu kadın kadar azimli olsam yeterdi," dedi biri.
"Attan inip ata binmek dedikleri bu olsa gerek," dedi bir başkası.
Böylesine çok fazla tabir kullanıldı o gün. Küçümseyici, iğneleyici, alayla dolu birçok imaya şahit oldum. Benim için bu lafların bir önemi yoktu ama onun vardı. Işık için önemi vardı.
Koridorda kulaklığımı boynuma asmış müziğimin sesini kapattığım sırada onun sinirle ilerleyişini gördüm. Kızlar tuvaletine girdi fırtına etkisiyle. Kapıdan gördüm onu. Aynanın karşısındaydı. Ellerini lavabonun kenarına dayamış başı öne eğikti. Sarı saçları saklıyordu yüzünü. Bedeni hafifçe sarsılıyordu. Ağlıyordu Işık.
Okulun kraliçesi, herkesin rol modeli aslında göründüğü kadar güçlü değildi. Bu zamana kadar kimse onu ağlarken görmemişti ama ben görmüştüm. Hıçkırıklarını dışa vurmamak adına boğazında düğümlenmesine izin veren o kızı ben görmüştüm.
Orada kimse olmamasını fırsat bilen Işık hafifçe başını kaldırdı. Aynadaki yansımasına baktı. Safir mavisi gözleri ağlamaktan kızarmıştı. Bu görüntü onu rahatsız etti. Her ne olursa olsun dik durmalıydı. Ağladığını hiç kimseye belli etmemeliydi.
Musluğu açtı. Avucuna doldurduğu suyu yüzüne çarptı. Birkaç kez yüzünü yıkadı ve kağıt havluyla yüzünü sildi. Aynadaki silüetinden ayrılmadı gözleri. Lavabonun üzerine bıraktığı makyaj çantasını araladı aceleyle. Önce göz altlarındaki hiç kimsenin görmediği sadece ona dikkatle bakanın görebileceği gölgeleri kapattı. Soluk tenine biraz renk verdi ve en sonunda safir mavisi gözlerinin güzelliğini belli etmek için kirpiklerini boyadı.
Aynadan bir kez daha baktı kendine. İyi görünüyordu ama bir şeyler eksikmiş gibi de hissediyordu. Makyaj çantasından çıkardığı pembe ruju dudaklarına sürdü bu sefer. Makyaj çantasının fermuarını kapattı. Silüetteki kız tam da olması gerektiği gibiydi. Güzeldi. Güçlüydü. Az önceki halinin aksine...
Işık sarı saçlarını doladı parmaklarına. İnce parmakları düzleştirdiği sarı saçlarını yatıştırdı. Tek bir telin bile ona başkaldırmasına izin vermedi. Artık hazırdı. Kalabalığa karışmaya, çıkan haberi umursamıyormuş gibi yapmaya artık hazırdı.
O kapıya yöneldiği sırada kenara çıktım. Yanımdan geçip gitti. Ayağındaki siyah bantlı ayakkabının kare topuğu o yürürken sanki etrafındaki herkese onun o koridordan geçtiğini haber veriyordu. Işık yürümeye devam etti. Adımları aceleciydi. Sanki bir yere yetişmeye çalışıyor gibi bir hali vardı. Koridorda ilerlerken arp sınıfından içeriye girdi. Kenarda durup onu izlemeye başladım.
Arpın başına geçti Işık. Parmakları arpın tellerinde gezindi. İnce ve zarif parmakları tellerde dans ediyordu. Yavaş başlayan melodi git gide hızlandı. Gözlerini kapattı. Dünya ile bağını kopardı. Onun için o an sadece müzik vardı. Sadece arpı vardı.
Müziğiyle arasına hiçbir şey giremeyecekti. Git gide hızlanan melodi öyle güzeldi ki orada durmuş melodiyi dinlerken buldum kendimi. İlahi bir ezgi gibiydi. Hayatım boyunca böyle güzel bir melodiye şahit olmadığımı hissettim. Onun kendini kaybetmişçesine arpı çalışını içinde biriken her şeyi arpın telleri ile bir melodiye dönüştürüşünü izledim.
O an anladım. Işık göründüğü gibi değildi. Kırılgandı. Hatta kırılmıştı. Kalbi tuzla buz olmuştu. Canı yansa da bunu büyük bir ustalıkla saklayabiliyordu. Şimdi ise o kırılgan kızı biri okulun önünden kaçırdı. O kız belki de şu an hayatta bile değil. Düşündükçe kafayı yiyecek gibi hissediyordum. Bunu öğrenmemizin üzerinden aradan koca bir hafta sonu geçti ve ben hala tüm bu olanlar sonra bir çıkar yol bulamadım.
Kulaklığımdan yayılan gürültülü müziğin sesini biraz daha açtım. Düşüncelerimi bastıran tek şey müzikti. Müziğim olduğu sürece zihnimdeki uğultu da susuyordu. Tüm dikkatimi müziğe verdim ve okul dolabından defterimi çıkardım.
Okulda kol gezen polislerin ve koridorda bakınan meraklı öğrencileri aşarak dersimin olduğu keman sınıfına doğru ilerledim. Merve'nin canlı yayın itirafından sonra okulumuza damlayan savcıyı da görmezden gelmemin ardından keman sınıfının kapısından içeri girdim. Gelenler kemanlarını almış derse hazırlanmıştı bile.
Bende kendi kemanımı almak üzere ilerledim. Defterimi yerine yerleştirdim. Müziği kapattım. Kulaklığımı rafa koydum ve kemanımı aldım elime. Bir elimde kemanım bir elimde yayım vardı. Etrafımda ise sırları ifşa olma tehlikesinde olan insanlar.
Keman hocası Fulya Hoca sınıfa girdiği sırada herkese, "Günaydın çocuklar," dedi gülümseyerek. Ona baktığımda tek hissettiğim şey mide bulantısıydı. Sırrını öğrendiğim o günden beri ona eskisi gibi bakamıyordum.
"Bugünkü derste toplu bir çalışma yapacağız. Ben başlayacağım soldan olacak şekilde herkes tek tek parçayı devam ettirecek."
Fulya hocanın kemanını çenesinin altına yerleştirişini büyük bir profesyonellikle yayını tellerin üzerinde gezdirişini izledim. Bu parçayı herkes gibi bende biliyordum. Bir süre Fulya hoca çaldı. Sonrasında solda duran ilk kişi parçayı kaldığı yerden devam ettirdi. Gerektiği yerlerde Fulya hoca parçanın ahengini bozmamak adına yayıyla bizi yönlendiriyordu.
Birkaç kişinin ardından sıra bana geldi. Yayımı yukarı aşağı hareket ettirmeye başladım. Parmaklarım kemanı tutuyor yayım çaldığım parçayla uyum içinde hareket ediyordu. Benden sonra sıra bir başkasına geçti ve tam o sırada telefonuma bir bildirim düştü.
Normal şartlarda ders esnasında telefonla uğraşmamız yasaktı. Fakat böyle bir olayın üzerine hocanın bir şey diyeceğini sanmıyordum. Kimseye fark ettirmeden raftaki telefonuma düşen bildirime baktım. Bu bir mesajdı ve mesaj Devrimdendi.
Devrim: Dersin bitince seni dolabının önünde bekliyor olacağım.
Cevap yazmadım. Telefona bakmayı kesip derse döndüm. Fulya hoca parçanın son bulmasıyla tam ağzını açıp bir şey söylüyordu ki sınıfın kapısı tıklatıldı. Kapı yavaşça aralandığında içeri nöbetçi öğrenci girdi. Serdar Çelik!
"Hocam bunu Sanat Karay'a vermem söylendi," dedi Serdar ve bana baktı. Elinde küçük bir not vardı. Katilden geldiğini biliyordum ve öylece Serdar'ın bana doğru adımlayışını izliyordum.
Notu bana doğru uzattı. Gözlerindeki korkuyu görebiliyordum. Bu sefer ne olacağını o da biliyordu ve sıradaki kurban oydu. Notu bana verdikten sonra sessizce sınıfı terk etti Serdar. Onun gidişiyle notu açıp okumaya başladım.
Telefonuna bir ses kaydı düşecek. Telefonunun sesini sonuna kadar aç ve orada bulunan herkesin bu sesi dinlemesini sağla. Yoksa ben tüm okulun sırrını duymasını sağlarım. Üç burslunun bağlantısını öğrenmeyen kalmaz. Seçim senin Sanat Karay!
Okuduklarımdan sonra telefonumun ekranında bir bildirim belirdi. Ya katilin istediğini yapacaktım ya da sadece benim bildiğimi sandığım üç burslunun hikayesini orada bulunan herkes öğrenirdi. Bir seçim yapmak zorundaydım. Ya herkesin bu sırra ortak olmasına seyirci kalacaktım ya da ben birinin sırrını patlatacaktım. Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Zaman aleyhime işliyordu ve benim acilen bir şeyler yapmam gerekiyordu.
Derin bir nefes aldım. Benim sırrım her şeyin sonu demekti. Bu yüzden içeriğini bilmediğim bir ses kaydını tüm sınıfa dinletme riskin göze aldım. Telefonumu elime aldım. Kulaklığımla bağlantısını kopardım ve sesini sonuna kadar açtım. Geriye sadece ses kaydının oynatma tuşuna basmak kalmıştı. Bunu gerçekten yapacak mıydım?
Tam parmağım oynatma tuşuna kayıyordu ki sınıfın kapısı yeniden aralandı. Serdar yeniden içeriye girdi. Bu sefer izin istemeden, Fulya hocanın gözlerinin içine bakarak girdi içeri. O an anladım. Sırları ortaya dökülecek olan kişi Fulya Hocaydı.
Serdar bana kısa bir anlığına baktıktan sonra elindeki küçük ses kayıt cihazının oynatma tuşuna bastı. Ses kayıt cihazından Ilgaz Günay'ın sesi duyuldu. Onun ve Fulya hocanın o sır gibi sakladığı gerçeği artık herkes duymuştu. Fulya Hoca ile Ilgaz Günay'ın yasak aşkının sonucunda bir oğulları olduğu gerçeğini orada bulunan herkes duymuştu.
"Kapat şunu!" diye bağırdı Fulya Hoca ama geç kalmıştı. İlk başta içinde bulunduğumuz sınıf dinledi sesi. Sonrasında tüm okul.
Okulun anons sisteminde Fulya Hoca ile Ilgaz Günay'ın yasak aşkı yankılanıyordu. Ilgaz Günay'ın eski eşi Güneş Yılmazer'i Karay Müzik Koleji'nin keman hocası Fulya Hoca ile aldattığını duymayan kalmamıştı. Skandal bu şekilde ortaya çıktı.
Herkes bu skandaldan sonra koridorlara döküldü. Sınıfta bir tek ben kalmıştım. Telefonumun sesini kıstım. Kemanımı yerine bırakıp telefonumu aldığım gibi koridora çıktım. Fulya hocanın ağlayarak kendini öğretmenler tuvaletine kapattığını gördüm. Tüm okul onun hakkında çirkin ve hatta ağza alınmayacak laflar ederken bunu yapmış olması gayet doğaldı.
Koridorda ilerledim. Devrim tıpkı mesajda da söylediği gibi dolabımın önünde beni bekliyordu. "Az önce yapılan anons da neyin nesi?," dedi Devrim bu olanlara bir anlam veremediği için.
İkimizde bu sırrı bilen ama sessiz kalanlardık. Katil ise bu sırrı tüm okulun öğrenmesini sağlamıştı. Fulya hoca ile Ilgaz Günay'ın yasak aşkı tüm okulun gündemine bomba gibi düşmüştü. Üstelik savcının okulda olduğu bir günde.
"Bu seferki kurban Serdar," dedim Devrim'e. Devrim de benimle aynı şeyi düşünüyordu. Onunda bir burslu olması ve bu olaydan sonra bursundan olacağını ikimizde biliyorduk. Fakat bu olay hakkında Devrim'in bilmediği bir gerçek var ki bunun ortaya çıkması demek Karay Müzik Koleji'nin tüm itibarının sarsılması demekti. Bu da benim sırrımı ortaya çıkaran bir diğer sırdı.
Sıkıntıyla alnımı ovuşturdum. Katilin kurban olarak beni seçmesi sonrasında bundan vazgeçmesinin sebebi benim sırrımı daha da karanlık bir yoldan ortaya dökmek olduğunu anladığımdan beri kendimi iyi hissetmiyordum. Başım dönüyordu. Zihnim öylesine bulanıktı ki Devrim'in, "Sanat," dediğini bile net duyamıyordum.
Algılarım kapalıydı. Görüntüler git gide bulanıklaştı. Dengemi kaybettiğim sırada Devrim beni düşmekten son anda kurtardı. Kolunu belime doladı. "Sanat," dedi beni kendime getirmek için ama bu çabası bir işe yaramadı. Ona cevap veremedim. En son böyle bir şey hissettiğimde neler olduğunu hatırlıyorum da hiç de tatlı hatıralar değillerdi.
"Sanat," dedi Devrim endişeyle. Beni kollarına alışını hatırlıyorum. O an bile o kadar bulanık ki bunun zihnimin bana oynadığı bir oyun olduğundan bile şüpheliydim.
"İyi olacaksın," dedi Devrim. Sesi titriyordu. Beni revire götürdüğünü biliyordum. Revirdeki muayene yatağına yatırdığını ve hemşireyi çağırdığını da biliyordum. Asıl tehlike işte şimdi başlıyordu. Bir an önce kendime gelmek zorundaydım. Ayağa kalkmalı o gelmeden önce buradan çıkıp müdürün yanına gitmek zorundaydım.
Devrim'in arka tarafta hemşireyle konuşmasını fırsat bilerek yattığım yerden doğrulmaya çalıştım. Her şey benim ayağa kalkmama bağlıydı. Bunu başarmaktan başka çarem yoktu. Başımı kaldırdım. Bunu yapacak kadar güçlü olduğumu biliyordum. Gerçeklerin ortaya çıkmak üzere olmasının bende yaşattığı korkudan bu hale geldiğimi biliyordum.
Korkumu geride bırakmalı ve bir an önce buradan çıkmalıydım. Doğruldum. Etrafıma baktım. Başım hala dönse de bu riski göze almalıydım. Bacaklarımı sarkıttım ve olabildiğince yavaş bir şekilde indim. Devrim'i arka tarafta görebiliyordum. Her an yanıma gelebilirdi. Bu yüzden baş dönmemi bir kenara bıraktım.
Revirden çıktım. Birkaç adım attım. Baş dönmem tam olarak geçmese de en azından kendi başıma hareket edebiliyordum. Elimi duvara koydum. Elim duvarda sürtünürken ağır ağır asansörlerin olduğu tarafa doğru ilerliyordum ki Devrim bana yetişti. Önümde durdu ve gitmeme engel oldu.
"İyi değilsin. Bu halde nereye gittiğini sanıyorsun Sanat," diye sordu. Ses tonu iğneleyiciydi. Ona baktığımda benim için ne kadar endişelendiğini görebiliyordum. Korkuyordu Devrim. Bana bir şey olmasından korkuyordu ama şöyle bir gerçek var ki eğer şimdi müdürün odasına çıkmazsam o zaman geriye korkacağı bir şey kalmayacaktı.
"Eğer beni biraz olsun düşünüyorsan yolumdan çekilirsin Devrim Dinçer Demiralp."
"Seni düşünmesem senin yanında olmazdım Sanat ve şimdi de seni düşündüğüm için gitmene izin vermiyorum."
"Gitmek zorundayım Devrim!"
"Eğer gitmek istiyorsan bana nedenini söylemek zorundasın Sanat Karay," dedi Devrim meydan okurcasına. Gözlerini gözlerime dikmiş beni ne hale getirdiğinin bilinçsizliğiyle içimi okumaya çalışıyordu. Sırrımı öğrenmek bu sırrın ağırlığıyla yok olmak istiyordu ama ben buna izin vermeyecektim.
Kendimi topladım. Gözlerinin içine bakarak, "Sana açıklama yapmak zorunda değilim Devrim Dinçer Demiralp! Çekil önümden," dedim sinirle. Donuk, duygusuz bir kızın gözlerine baktı Devrim. Bir buza baktığının bilinçsizliğiyle, "Gitmene izin vermeyeceğim," dedi.
Başka çarem kalmamıştı. Şimdi onu ardımda bırakmazsam yalanlar resitali bizi bitirecekti. Sırf bu yüzden duygularımın olmadığını ona göstermekte bir sakınca görmemiştim. "Ne hakla?" dedim delici bakışlarımla.
Afalladı. Benden böyle sert bir çıkış beklememişti. Her seferinde onu itmeme, lafımı esirgememe bile alışkındı Devrim ama buna değildi. Ona, "Bana karışamazsın Devrim Dinçer Demiralp. Biz seninle yalanlar resitalini araştıran iki yabancıdan başka bir şey değiliz. Bunu bil ve yolumdan çekil," dedim.
Sözcükleri sıralarken yüzümde tek bir mimik bile oynamamıştı. Gülle gibi laflarımdan sonra Devrim ne diyeceğini bilemedi. Bakışlarında gördüm kırılganlığını. Onu kırmış, tuzla buz etmiştim. O her zaman dik duran, karşısındakini bakışlarıyla ürkütmekten geri durmayan Devrim Dinçer Demiralp benim karşımda darmadağın bir haldeydi.
Tek kelime etmedi. Kenara çıktı ve geçip gidişimi büyük bir sükunet içinde izledi. Koridorda ilerlerken karanlığımın ortasında varlığından bile emin olmadığım kalbin acıyla kasıldığını hissettim. Ona öyle sözler söylemiştim ki bundan sonra benimle değil konuşmak hiçbir yerde denk gelmemek için yolunu bile değiştireceğini biliyordum ama buna mecburdum.
İçimdeki pişmanlığı karanlığımın arasında boğup öldürdüm. Duygusuz olmak zorundaydım. Bunca zaman duygularım olmadan yaşamıştım. Şimdi de onlar olmadan yaşamıma devam edecektim.
Koridoru aşıp asansörün olduğu tarafa doğru yürürken polislerin ve savcının gittiğini gördüm. Araştırmaya buradan uzak bir yerde devam edeceklerini biliyordum. Kendimi asansöre attığımda onlar çoktan gitmiş bense en üst katın düğmesine basmıştım.
Asansörün kapısı kapandı. Daracık alanda tek başımaydım. Normalde tek olmaya alışkındım ama o an onu aradı gözlerim. Beni varlığına alıştırmıştı Devrim Dinçer Demiralp. Şimdi onsuz nasıl yaşayacağımı bilmiyorum. Karanlık ruhumu dolduran varlığının olmayışıyla kendimi artık tamamen yok gibi hissediyordum.
Onunla aramdaki bağı sarf ettiğim cümlelerle tamamen kopardığımın bilincindeydim. Şimdi de o bağı koparmama değmesi gereken şeyi yapacaktım. Asansörün kapısı aralandığında dışarıya doğru bir adım attım. Müdürün kapısının önünde durdum. İçeriye girecektim. Ona kimsenin duymaması gereken şeyler söyleyecektim belki de. Bilmiyorum. Bildiğim tek şey olacak olanın önüne geçmem gerektiğiydi.
Kapıyı tıklattım. İçeriden, "Girin!" diye bir ses geldi. Kapıyı yavaşça araladım ve içeri girdim. Tam da tahmin ettiğim gibi Serdar Çelik ayakta müdürün tam karşısındaydı. Fulya Hoca ağlamaktan kızarmış gözlerle burada ne işim olduğunu sorguluyordu kendi içinde.
Müdür, "Acil bir durum yoksa sonra gel Sanat," dedi bıkkın bir nefes eşliğinde. Sırtımı dikleştirdim. Soğuk bakışlarımı Fulya Hocaya çevirdim.
"Mesele çok acil ve şimdi herkesin dışarı çıkması gerek," dedim kelimeleri özellikle vurgulayarak. Fulya Hoca konuşma tarzımdan hiç hoşlanmamıştı. Onun gibi nezaket abidesi bir kadın için benim konuşma tarzım affedilemezdi. Muhtemelen onun gözünde Serdar ile beraber okuldan atılması gereken öğrenci profilindeydim ki eğer biraz daha odada durmaya devam ederse bu profilin başına oturacak olan kişi kendisi olacaktı.
"Benim meselem daha acil," dedi Fulya Hoca üzerine basa basa.
"Ne söyleyeceksen müdür beye daha sonra da söyleyebilirsin Sanat."
"Benim muhattabım siz değilsiniz," dedim aniden. Bunca zaman sessiz kalmayı tercih eden bir öğrencinin birden baş kaldıracağı kimin aklına gelirdi ki? En az Fulya hoca kadar müdür de bu duruma şaşırmıştı.
Müdür, "Fulya Hocam sizin meselenizi ben halledeceğim. Şimdi sizi dışarı almak zorundayım," dedi gözlerini benim üzerimden ayırmadan.
Fulya hoca itiraz edecek gibi oldu ama bundan saniyesinde vazgeçti. Kapıyı açtı çıkar çıkmaz kapıyı sertçe kapattı. "Yalnız konuşmamız gerek," dedim bakışlarımı Serdar'a çevirerek.
Müdür, Serdar'a dışarıya çıkması için bakışlarıyla işaret verdi. Onların çıkışı benim bunca zamandır tuttuğum sessizlik orucunu bozmama neden oldu. "Sizinle açık konuşacağım," diyerek başladım sözlerime.
"Serdar Çelik'in öğrenim bursu kesilmeyecek."
"Nedenmiş o?"
"Çünkü ben öyle istiyorum."
"Hayır kesilecek! Bu yaptığı terbiyesizliğin bedelini ödeyecek! Okulumuzun çok saygıdeğer keman hocası Fulya Hoca'nın itibarını iki paralık etmesinin bir bedeli elbette ki olacak!"
"Buraya sizinle Fulya Hoca'nın itibarını tartışmaya gelmedim. Serdar Çelik bursundan olmayacak dedim."
"Buna sen değil ancak ben karar veririm Sanat! Benimle böyle konuşmanın bedelini disiplin kurulunda ödeyeceksin!"
Bakışlarım öyle donuktu ki konuşmadan bile onun sinirlerini fena halde germiştim. Bıkkın bir nefes eşliğinde ellerimi müdürün masasına yerleştirdim. Buz kadar soğuk bakan gözlerimi üzerine dikip, "Serdar Çelik'in bursu kesilmeyecek müdür bey. Eğer kesilirse bunun hesabını Rutkay Karay'a veremezsiniz," dedim.
Rutkay Karay ismi bile göz bebeklerinin irileşmesine yetmişti ki, "Rutkay Bey'in benimle aynı fikirde olacağına eminim. Ayrıca bu terbiyesizliğin onun da hiç hoşuna gitmeyecek," dedi. Bana meydan okuyordu. Ne yapıp edip o bursu keseceğini sanıyordu ama yanılıyordu. Bunu Rutkay Katay'ın kulağına su kaçırmak için yaptığımdan habersizdi.
Hiçbir zaman okulla ilgili meselelerle ilgilenmeyen Rutkay Karay'ın kendisinin ipini çekmek üzere olduğundan habersiz olan müdüre, "İsterseniz bunu bir de Rutkay Karay'a sorun," dedim imayla. Ukala tavırlarım onu uyuz etmişti. Uzanıp masanın köşesinden telefonunu aldı.
Telefonu kulağına götürdüğünde tam karşısında dimdik durmuştum. Kollarımı göğsümün altında bağladığım sırada, "Aramayı hoparlöre almanızı rica ediyorum," dedim ve onun aramayı hoparlöre alışını izledim.
Müdür her şeyin aleyhime işlediğinden emin kibirli bir gülümsemeyle telefonu masanın ortasına yerleştirdi. Kısa bir süre sonra telefonu Rutkay Karay'ın asistanı açtı.
"Rutkay Bey'in telefonu. Size nasıl yardımcı olabilirim?"
"Ben Karay Müzik Koleji müdürü İrfan Tekin. Rutkay Bey ile önemli bir konu hakkında konuşmam gerekiyor."
"Sizi Rutkay Bey'e iletiyorum."
Telefonun ardında kısa bir sessizlik hakim oldu. Kısa bir süre sonra Rutkay Karay'ın puslu sesi yankılandı odanın içinde. "Buyrun İrfan Bey," dedi ve bir an önce olan biteni anlatması gerektiğinin sinyallerini verdi.
"Kızınız Sanat yanımda. Bugün olan bir olay için yanıma geldi."
"Ne olayı?"
"Burslu öğrencilerimizden biri bugün okulda bir öğretmenimizin itibarını zedeledi. Tüm okula öğretmenimizin özel hayatını ifşa etti. Bu öğrencimiz hakkında disiplin işlemi başlatıp bursunu kesmeyi öngörüyorum ama kızınız bunu yapamayacağımı söylüyor efendim."
Müdür sözlerini bitirdiğinde bana baktı. Kibirli gülümsemesine karşılık hiç tepki vermedim. Onun yerine babam Rutkay Karay ona gereken cevabı verdi.
"Sakın! Sebep her ne olursa olsun bursluların bursları kesilmeyecek! Eğer böyle bir şey olursa hepinizi yakarım!"
"Ama efendim..."
"Aması yok! Bursluların burslarına dokunmayacaksın İrfan! Bu bir emirdir!"
"Peki ya kızınız ne olacak?"
"Sanat benim kızım. O okulun sahibinin kızı yani! Gerekirse ona terbiyesini ben veririm! Şimdi kapatıyorum İrfan! Bir daha da beni böyle bir mesele için meşgul etme!"
Telefon kapandı. Müdürün yüzü kireç beyazına döndü. Hiçbir şey demeden kapıyı açıp dışarı çıktım. Serdar'ın bursu kesilmeyecekti. En önemlisi sırrım güvendeydi. Kimse hiçbir şey öğrenmeyecekti. Özellikle de Devrim.
Devrim bunu öğrenmeyecekti. Buna izin vermeyecektim. Müdürün odasından çıkmamın üzerine asansöre geçtim. Zemin katın düğmesine bastım ve bekledim. Kendimi yakmak pahasına gerçeklerin üzerini kapatmıştım. Bunu kendim için yapmamıştım. Öğrendiklerinden sonra onun hissedeceklerinden korktuğum için yapmıştım.
Asansörün kapısı aralanırken Ilgaz Günay ile göz göze geldim. Fulya hocanın olayını duymuş soluğu burada almıştı. Donuk ifademe baktı. Tam asansörden iniyordum ki önümde durdu. Geçmeme izin vermedi Ilgaz Günay. Asansöre bindi. Müdürün olduğu katın düğmesine bastı ve "Okulun sahibi olman hiçbir şeyi değiştirmeyecek," dedi.
Ona baktığımda korkutucu derecede sakin olduğunu gördüm. Kim olduğumu bilmesini çoktan geçmiş onun beni tehdit edemeyeceğini ona gösterecektim. "Bu bir tehdit mi?" dedim bilmiş bir edayla. Alaycı bir kıkırtı döküldü dudaklarından.
"Ne olarak algıladığına bağlı ufaklık. Fakat şöyle bir şey var ki kim Fulya ile uğraşırsa bunun bedelini de misliyle öder."
"Rutkay Karay bu imanızdan hiç hoşnut olmayacak."
"Beni tek ilgilendiren kişi Fulya," dedi Ilgaz Günay bana bakarak.
"Onun gözünden akan tek damla yaş için ben tüm dünyayı yakarım."
Asansörün kapısı aralanırken içimde beliren öfkeninde etkisiyle, "Keşke bu gücünüzü sadece Fulya Hoca için değil de kızınız içinde kullanmayı deneseydiniz," dedim tükürürcesine. Olduğu yerde kalakaldı. Omuzlarını dikleştirdi. Dönüp bana baktığında aynen şöyle dedi.
"Kızıma bunu yapanlar bedelini ödeyecek. Başta da sen Sanat Karay. Önce sen. Sonra da o yanında durduğun katil çocuk."
"Katil çocuk?"
"Benim kızımı öldüren kişi Devrim."
"Yalan söylüyorsun! Sende herkes gibi yalancı pisliğin tekisin! Devrim katil değil! Bunu ispatladığımda sende göreceksin!"
Dudaklarında kibirli bir tebessüm belirdi. "Asıl sen göreceksin. Gerçekler ortaya çıktığı gün bu laflarını sana hatırlatacağım Sanat Karay," dedi ve gitti Ilgaz Günay. Onun gidişiyle asansörün aralık kapısı kapandı. Keşke kapanan tek kapı asansörün kapısı olsaydı. Tüm kapılar üzerime o gün kapandı. Ilgaz Günay umutlarımın kapısını kapattı. Bense Devrim'in kalbinin kapısını... |
0% |