Müzik sustu. Çığlık sesleri yankılandı bahçede. Herkes onun etrafında toplanmıştı ki Vural, Devrim, Işık ve Buğra ile beraber aşağıya koşarken buldum kendimi. Hepimiz bahçeye çıkmış ona bakıyorduk. Yerde öylece yatan Serdar'a!
"Ambulans nerede kaldı!" diye bağırdı biri.
Yerde yatan bedenin Serdar olduğuna kendimi ikna etmekte zorlanıyordum ki bir detay dikkatimi çekti. Bulunduğumuz yerin hemen üstündeki açık pencere!
Serdar pencereden düşmüştü. Peki ama nasıl? Aklım birinin onu itmiş olabileceği ihtimaline kaydı. Sahiden biri onu itmiş olabilir miydi? Bunu bilemezdim ama şöyle bir gerçek var ki üst katta olan sadece birkaç kişi vardı. Işık, Vural, Buğra, Devrim ve ben!
Polisler olay yerine intikal ettiği anda üst katta olanların biz olduğunu anlayacaktı. Bu olayda bizim üzerimize kalacaktı. Kendimizi diğer herkesin gözünde aklamak için çıktığımız bu yolda kendimizi yeniden belanın kucağında bulmuştuk. Yeniden!
"Açılın!" dedi ambulans ekipleri. Serdar'ı alıp götürmelerinin ardından olay yerine gelen polisler ve bizden bıkan savcıya baktım. Savcı ardı arkası kesilmeyen olayların içinde yine bizi gördüğüne şaşırmamıştı. Hatta bu duruma alışmıştı.
Partide olayı gören ve üst katta bulunanlar başta olmak üzere kim var kim yoksa herkesi emniyete aldılar. Herkes tek tek ifade verip çıkarken Devrim'e bakmıştım. O da benimle aynı şeyi düşünüyordu. Serdar'ın başına gelenler yüzünden bizi suçlu göreceklerini...
Resitalin suçundan daha yeni aklanmışken şimdi de müzikalin ihanetlerinin yükü binmişti sırtımıza. Bundan nasıl kurtulacağımız tamamen muamma. Bu da yetmezmiş gibi Devrim'in üst katı boşalttığını göz önünde bulundurursak Serdar'ı gözden kaçırmış olamayacağı aşikardı. Peki Serdar üst kata nasıl çıktı? Buğra ve kızlar merdivenlerin başında nöbet tutarken o nasıl yukarı çıktı? Yukarı çıkmayı başardıysa nasıl düştü? Bunu ona kim yaptı?
Cevaplanması gereken çok fazla soru vardı. Takip edilmesi gereken ipuçları ve incelenmesi gereken detaylar vardı. Bu da tabii ki de savcının ve polisin göreviydi.
Polisler bir o yana bir bu yana gidiyor herkesin ifadelerini tek tek almaya çalışıyordu ki, "Serdar'ı biri itmiş olmalı," dedim Devrim'e sıkıntıyla.
Beni başıyla tasdikledi. "Bende öyle düşünüyorum Sanat ama bu denklemde çok fazla eksik parça var," dedi Devrim. İkimizde birbirimize baktık. Aynı kuşku vardı aklımızda. Aynı cevapsız sorular vardı. Aynı endişeler...
"Sende benim düşündüğümü mü düşünüyorsun?" diye sordum Devrim'e.
"O kata Serdar'ın çıkmasının ihtimali yoktu. Tabii yukarı çıkmanın merdivenlerden başka bir yolu yoksa," dedi Devrim.
"Öyle bir yol varsa bunu sadece Işık bilebilir," dedim sıkıntıyla.
Devrim ile aynı anda aynı yöne baktık. Işık'ın olduğu tarafa baktık. Onun bir şey bilip bilmediğini düşündüm. Serdar'ın camdan düşmesinde onun bir parmağı olup olmadığını düşündüm ve bir konuda emin oldum. Bunu Işık yapmadı. İlk kez bir olayda onun parmağı yoktu. İlk kez!
"Bence bunu Işık yapmadı," dedim birden.
"Bundan nasıl emin oldun?" diye sordu Devrim.
"Işık'a bak. Ne kadar gergin olduğu belli. Protez tırnaklarını dişlemesinden belli. Eğer bu onun başının altından çıkmış olsaydı rahat davranırdı. Hatta kendini aklamak için birini saniyesinde öne atardı ve bu dosya da burada kapanırdı ama o sessiz. Çünkü aklında başka bir şey var," dedim Devrim'e.
"Ne düşünüyor sence?"
"Seni düşünüyor. Seni elde etmeyi kafasına koydu bir kere. Seni istiyor ve bunun için her şeyi yapacak Devrim."
Devrim, "Onun ne istediği kimin umurunda? Ben seni istiyorum Sanat," dedi gözlerime bakarak.
Bulunduğumuz yerden bizi Işık'ın duymayacağını biliyorum ama bu onun Işık'ı yeniden saf dışı bırakışıydı. Bana karşıysa beni ne kadar önemsediğini bu şekilde yeniden gösterişiydi. Yaralı olduğunu bile bile sevmiş, iyileştirmiş ve istemişti Devrim Dinçer Demiralp. Yaralı bir akıl hastasını istemişti.
Ona, "Sana küçük bir sır vereyim Devrim Dinçer Demiralp," diyerek başladım sözlerime.
"Her ne olursa olsun seni bırakmayacağım."
Sözlerim oldukça hoşuna gitmiş gibi görünüyordu. Öyleki ifade vermeye bile gülümseyerek gitmişti Devrim Dinçer Demiralp.
Devrim'in ardından da sırayla Vural, Buğra, Yağmur ve Berna girdi içeri. En sona beni bırakmış olmalarına şaşırmıyordum. Neyseki savcı olay yerindeydi de ifademi polise verip çıkabilmiştim.
Devrim ile beraber diğerlerinin evlerine dönüşünün ardından emniyetten çıkmıştık ki kapıda savcı ile karşılaştık. Her zamanki gibi bizi gördüğü için mutluydu. Delici bakışları benle Devrim arasında gidip gelirken, "Olayla alakanız çıkmamasına hayret ediyorum Devrim ile Sanat," dedi.
"Kim yapmış peki?" diye sordum bir anda.
Savcı bunu tabii ki de söylemeyecekti. Belki de henüz yapan kişi bulunmadığı için yanımızdan geçip direkt içeriye girmişti. Tam olarak emin olamasamda Serdar'ın olayının başka felaketlere kapı açacağı kesindi. Büyük bir felakete!
Devrim'e, "Savcının yüzündeki ifadeye bakılırsa durum ciddi ve bizim Serdar'ı görmemiz gerek," dedim birden.
"Serdar'ı görmeden de onun durumunu öğrenebiliriz. Ben hastaneye birini yollarım. Bizim daha başka bir işimiz var Sanat Karay."
Devrim, "Sevgilimin dinlenmesi gerek," dedi birden.
Dönüp ona baktığımda koluna girmemi beklediğini gördüm. Beni okula kadar bırakacağını biliyordum. Koluna girdim ve, "Sevgilinin dinlenmeden önce yapacak daha önemli işleri var Devrim Dinçer Demiralp," dedim.
"Neymiş o işler?"
"Sevgilinin yarın için hazırlık yapması gerek. Tabii birileri de ona yardım edecek."
"O birilerinin içinde Vural isimli bir şahsiyet olmadığını umuyorum Sanat Karay," dedi Devrim imayla.
"Bilemeyiz Devrim Dinçer Demiralp."
Devrim'in ifadesi değişti. Kıskanç bir Devrim oldu. Aksi ve kıskanç...
"Vural isimli şahısı yanına yanaştıracağımı düşünmüyorsun herhalde."
"Düşünmüyorum Devrim Dinçer Demiralp."
Devrim ile beraber kaldırımda yürümeye başladık. Okula doğru yürüyorduk birlikte. Yarın sabah her şeyin ortaya çıkması için geceyi kullanacaktık. Karanlığı kullanacak onda gizlenecekti. Aydınlığın sakladıkları güneş ile ortaya çıkacaktı. Işık ile ortaya çıkacaktı. Işık ile...
Devrim ile bir süre yürüdükten sonra caddeden bir taksi çevirdik. Taksiyle okula geçmiş zifiri karanlıkta yolumuzu görebilmek için telefonlarımızın flaşını açmıştık. Ona, "Diğerlerinden haber var mı?" diye sordum.
Koridorda flaşlarımızla yürürken sorumun cevabını kendim aldım. Vural ve Buğra bizden önce gelmişti. Her şeyi ayarlamışlardı. Onlara, "Kızlar nerede?" diye sordum.
"Onları evlerine bıraktım," dedi Buğra. Daha sonra elindeki el fenerini şaheserine doğru tuttu.
"Ses kaydı hazır mı?" diye sordu Devrim.
"Onu da ben hallettim. Yarın tek tuşla tüm okul bu sesi dinleyecek," dedi Vural gülerek.
Devrim ona ters bir bakış atmış sonrasında şöyle demişti :Yarın her şey bitecek!
Devrim'in sözünün üzerine herkes kendi yoluna baktı. Ertesi gün öğle arasının başlangıcında bombayı patlatma konusunda anlaşmıştık. Yarın bu iş bitecekti. Işık'ın gerçek yüzünü görmeyen kalmayacaktı. Masum olduğumuzu herkese gösterecektik. Herkese!
Ertesi günün öğle arasından önceki son dersinde Devrim ve Işık ile aynı sınıfa düşmüş zilin çalacağı o anı bekliyordum. Devrim yanımda oturuyordu ve Işık'ın bize öldürücü bakışlar atmasını gram umursamadan kulağıma doğru eğilmiş, "Her şeyin ortaya çıkması an meselesi," diye fısıldamıştı.
"Masum olduğumuzu herkes görecek Devrim."
"Görecekler Sanat. Görmeselerde biz masum olduğumuzu biliyoruz. Yetmez mi?"
"Bana sadece sen inan yeter Devrim," dedim ona bakarak. Gülümsedi. Başımı onun omzuna yasladım ve duvardaki saate diktim gözlerimi. Zilin çalmasına saniyeler kalmıştı. Dersin hocasının son cümlelerini sarf ettiği o anda zil çaldı. Başlıyoruz!
Devrim ile beraber ayağa kalktık. Beraber sınıftan çıkmış koridorda ilerlerken dört bir yanımızı resitalin kurbanları sarmıştı. Işık hemen arkamızdaydı ve başına geleceklerden habersiz peşimizden adımlıyordu.
Az ötemizde Vural, Buğra, Yağmur ve Berna vardı. Dördü de Işık'ın dolabının önünde durmuş bize bakıyordu. Onların yanındaki yerimizi aldığımızda manzarayı herkesin görebilmesi açısından kenara çekildik.
"Bu da ne böyle?" dedi Işık dolabının üzerindeki fotoğraflara bakarken.
"Gerçekler," dedim tekdüze.
Vural o an telefonundan bir tuşa bastı ve herkes Işık'ın dolabının kapağına yapıştırdığımız fotoğrafları görmekle birlikte gerçekleri bir de kendi kulaklarıyla duymuş oldu.
"Eğer o kızı terk etmezsen bu sefer resitalin bin mislini yaşatırım ona! İçeri girmekle kalmaz! Bitiririm onu! Anladın mı beni?"
"Bunu yapamazsın?"
"Yaparım! Bu uğurda herkesi kurban ettiğim gibi onu bitirmeden durmam Devrim! Seni elde etmeden de durmayacağım. Yeniden benim olana kadar durmayacağım," dedi Işık sinirle.
Ses kaydının son bulmasıyla herkes dolabın üzerindeki fotoğraflara dikkat kesildi. Işık'ın okulun koridorlarında gezindiğini kanıtlayan görüntülerden sonra tüm kurbanlar gerçeği öğrendi. Yalanlar Resitali'nin bizim değil bizzat Işık'ın eseri olduğunu herkes öğrendi. Hem de herkes!
"Bitti," dedim birden.
Işık'ın safir mavisi gözleri beni buldu. Etrafında kim var kim yoksa -buna en yakın arkadaşı Heves de dahil- herkes onu yalnız bıraktı. Herkes bizim etrafımızda toplandı.
Işık okul dolabının önünde tek başına kalmıştı ki, "Hiçbir şey bitmedi. Aksine her şey daha yeni başlıyor," dedi bir ses. Bu ses!
Sesi duyduğum an kanımın çekildiğini hissettim. Bu sesin kime ait olduğunu çok iyi biliyordum ama onun buraya gelmesinin imkanı olmadığını da biliyordum. Belki de imkanı olmadığını sandığım şey gerçeğin ta kendisiydi.
Koridorun diğer tarafından çıkan bize doğru adımlayan kişiye baktık hepimiz. Işık'ın da bakışları ona kaymıştı. Hepimiz ona bakıyorduk. Kimse onu tanımazken onun kim olduğunu bilen tek kişi bendim. O gelmişti. O geri gelmişti. Asır geri gelmişti. Asır Karay!
Hepimiz Asır ve yanındaki yeni çocuğa bakarken ikisi çoktan Işık'ın yanındaki yerlerini almıştı. "Artık bu okulda bizde varız," dedi Asır ve onca insanın içinde çivit mavisi gözleri beni buldu.
Ona baktım ve bunun gerçek olmadığını umdum içten içe ama gerçekti. O geri dönmüştü. Benim olduğum okula gelmişti. Benim yanıma gelmişti.
Çarpılmış gibi ona bakarken etrafımı saran kalabalığı yararak arka taraftaki merdivenlere doğru hızla ilerledim. Kimse o an ne olduğunu neden böyle bir tepki verdiğimi sorgulamadı. Çünkü onlar için öğrendikleri gerçeklerin ardından yeni iki öğrencinin varlığı daha ilgi çekiciydi. Benim o halde olduğumu fark eden tek bir kişi vardı. Devrim Dinçer Demiralp!
"Sanat!" diye seslendi Devrim arkamdan ama ben ne ona cevap verebilecek bir haldeydim ne de dönüp ona bakabilecek bir halde.
Bir el boğazıma yapışmış var gücüyle sıkarken benim buradan olabildiğince uzağa gitmekten başka çarem yoktu. Gitmezsem olacakları biliyordum ve bunun olmasına izin vermeyecektim.
Okulun kapısından çıkmış bahçede hızla ilerlerken Devrim de peşimden geliyordu. Arkamdan sesleniyordu ama ben ona cevap bile vermiyordum. Onu duymuyordum bile. Dış dünyaya kendimi çoktan kapatmış demir sürgülü kapıya doğru ilerliyordum.
"Sanat!"
"Peşimden gelme!" dedim sinirle.
Devrim tabii ki de beni dinlemedi. O her zaman dediğim dedik olmuştu ve bir konuda inat yaptıysa onu yolundan döndürmek imkansızdır. Peşimi bırakmamış benimle birlikte demir sürgülü kapının ardına çıkmıştı.
Orman yoluna girdim. Yolun kenarında aceleyle adımlarken Devrim arkamdan, "Sanat!" diye seslendi.
"Git Devrim! Beni yalnız bırak!"
"Sanat! Bekle!"
"Sana beni yalnız bırak dedim!"
Adımlarım o kadar hızlanmıştı ki kendimi koşarken bulmam çok da uzun sürmedi. Zihnimde beliren düşünceleri görmemek, onun geri döndüğü gerçeğini kabul etmemek istercesine hızla koşarken kalbimin ateş gibi yanan ciğerlerimin arasında sıkışıp kaldığımı hissettim.
Bir süre sonra beni durduran şey Devrim oldu. Kolumdan tutup beni durdurdu. Gözlerime baktığında ne halde olduğumu anladı. Bir şeyin beni bu hale getirdiğinden emindi ama bunun ne olduğunu henüz bilmiyordu. Bilmemesini isterdim ama artık yolun sonundayım.
Bir gün mecbur kalıp da ona gerçekleri anlatmak zorunda kalmaktan içten içe hep korkmuştum ve şimdi o gün gelip çattı. Asır geri döndü. Sanat'ın acıları geri döndü.
"Birden bire çekip gittin. O çocuğu gördükten sonra çekip gittin ve iyi görünmüyorsun Sanat. Kim o çocuk?" diye sordu Devrim.
Ses tonu sakindi. Gözleri endişeyle benimkilerde gezinirken kendimi köşeye sıkışmış gibi hissettim. Her şey bitti. Yolun sonundayım. Yolun sonundayız. Devrim ile Sanat için yolun sonu...
"Kimdi o?" diye sorusunu yineledi Devrim.
Adını bile söyleyemiyordum. Bunun o da farkındaydı. "Bana ne olduğunu anlat," dedi sırf bu yüzden. Benim için endişeleniyordu. İkimizde ıssız orman yolunda durmuş birbirimize bakıyorduk ki üzerimdeki okul ceketini çıkardım. Sonra da gömleğimin düğmelerini tek tek açmaya başladım.
İçimde beyaz ince askılı bir atlet vardı. Gömleğimi de çıkardığımda yeniden belirdi tüm izler, tüm yaşanmışlıklar ve Sanat'ın acıları...
"Benimle ilk tanıştığın zaman bana neden yardım ediyorsun diye sorduğun zaman sana bir şeyleri eksik söyledim Devrim," dedim çatallaşan sesimle ona ağlamaklı bir şekilde bakarken.
"Ben sadece senin doğruyu söylediğini bildiğim için değil doğru söyleyenlere kimse inanmadığı için yardım ettim."
Devrim bana doğru yaklaştı. Nefesinin sıcaklığını bakışlarındaki manayı iliklerime kadar hissedebileceğim kadar yakındı bana. Gözlerini gözlerime dikti. Kollarımdaki ve hatta boynumdan göğsüme doğru uzanan derin yarayı bile görmüştü. Ona tüm bunları ben göstermiştim. Sadece ona göstermiştim. Devrim'in gözlerinden o an ilk defa yaş aktığına şahit oldum.
"Neden öyle söyledin?" diye sordu güçlükle. Gülümsedim. Gülümsemem acılarımla titredi.
"Çünkü bunu bende yaşadım. Doğru söyleyene kimse inanmaz. Ben doğruyu söyledim ama onlar yalancıya inandı. Yalanlar da Sanat'ı öldürdü."
Devrim ellerini yaralarımın üzerine yerleştirdi. Sıcaklığıyla yaralarımın, dikiş izlerimin ve hatta acılarımın bile iyileştiğini hissettim. Devrim, "Onlar yalancılara Devrim ise Sanat'a inandı," dedi gülümseyerek. İlk kez biri bana inandı. Bana ilk o inandı. Devrim Dinçer Demiralp bana inanan ilk ve tek kişiydi.
Ona baktım ve başımı olumsuz anlamda salladım. Arkamı dönüp orman yolunda ilerlerken peşimden gelmeye başladı.
"Sanat," dedi yeniden.
Adımı ondan duyduğum an kalkanımı düşürdüğümü biliyordu. Adımı bir tek ondan duymayı sevdiğimi biliyordu. En büyük zaafımın kendisi olduğunu ve ona karşı koyamayacağımı biliyordu. Bu yüzden olduğum yerde durduğumda tam arkamda durmuş, "Bundan daha fazlası olduğunu biliyorum. Hedef olarak Serdar'ın seçilmesinin bir sebebi olduğunu da. Şimdi söyle bana. Kaçma artık benden. İzin ver yaralarını sarayım. İzin ver seninle olayım. İzin ver acılar sadece Sanat'ın acıları olmasın. Devrim'in de acıları olsun," diyerek art arda sıralamıştı sözcüklerini.
Dönüp ona baktığımda içimde taşıdığım her şeyi koşulsuz şartsız göğüslemeye hazır olduğunu gördüm. Ona, "Vurulduğum gün," dedim güçlükle. Sesim çatlamış boğazım kelimelerin ağırlıyla acımaya başlamıştı.
"Vurulduğum gün benim kalbimin üçüncü kere durduğu gündü Devrim."
Üç rakamı bile ona ağır geldi. Öylece gözlerime bakarken, "Umut'un çatıya çıktığı gün bana sorduğun soruyu hatırlıyor musun?" diye sordum ona.
Elbetteki hatırlıyordu. Bu soru bile onun bir şeyleri anlamasına yetmişti. Gözlerini yumdu. Yutkundu. Sanki aklına gelen şeyin gerçek olmaması için her şeyi yapabilirmiş gibi bir hali vardı.
Gözlerini açtı ve bana baktı. "Çatıdan," dedi ama gerisini getiremedi.
"O gün beni gören üç kişi vardı Devrim. Beni o halde yerde gören üç kişi vardı. Serdar'ın güvenlik babası, Miray'ın ve Polen'in hademe babaları beni o halde görünce Rutkay Karay onları susturmak için üçününde çocuğuna burs verdi."
Devrim duyduklarından sonra öylece bana baktı. Böyle bir şeyin nasıl mümkün olabileceğini düşündü kendi içinde. Ona kollarımdaki izlere bakarak, "Bu ilkiydi. İkincisi ise üç burslunun okula gelmesine sebep olanıydı. Üçüncüsü ise müzikaldekiydi," dedim.
Üç burslunun benim için ne ifade ettiğini Devrim artık biliyordu. Şimdi ise buna neyin sebep olduğunu öğrenecekti. Beni bu hale onun getirdiğini öğrenecekti. Asır'ın!
"Benim bu halde olmamın tek sebebi o! Asır Karay!"
"Asır Karay?"
"Arkadaşının ölümünden sonra babamın evlat edindiği manevi oğlu," diye yanıtladım sorusunu.
"Uyuşturucu meselesi onun yüzünden çıktı. Bana hapları veren gizlice içeceğime katan oydu. Onun yüzünden aylarca klinikte kaldım. Kimse bana inanmadı Devrim! Kimse bana inanmadı!"
Arkamı döndüm. Yeniden adımlamaya başladım orman yolunda. Bacaklarım bir o yana bir bu yana götürüyordu beni. Devrim, "Haplardan daha fazlası var," dedi arkamdan. Başım dönüyordu ve ayakta durmaya gücüm yoktu. Buna rağmen ona baktım ve son gücümle ona acı gerçeği söyledim. En acı gerçeği...
"Asır bana..."
Gerisini getirmeme gerek yoktu. O anladı. Bende onunla birlikte yeniden bittim. Onunla birlikte yeniden dağıldım. Bir daha da toparlanabilir miyim bilmiyorum.
"Artık her şeyi biliyorsun. Buna rağmen hala yanımda olmak istiyor musun?"
Sorum karşısında tek kelime etmedi. Bunun anlamını biliyordum. O da herkes gibi benden gidecekti. Devrim benden gidecekti. Gözlerine baktığımda, "Tahmin etmiştim," dedim titreyen sesimle. Tahmin etmiştim...
Yürümeye devam ettim. Onu arkamda bırakmış nereye gittiğimin bilinçsizliğiyle adımlıyordum. Elimde tuttuğum ceketle gömleğin parmaklarımın arasından yavaşça kayıp gittiğimi hissettim. Onları yerden almaya gücüm yoktu. Başım dönüyordu. Nereye gittiğimi bile bilmiyordum. Ta ki Devrim elimden tutup beni yoldan geçen arabanın önünden çekip alana dek...
"İnsanlar yaşamak için çırpınırken ben ölmek için çırpındım Devrim. Çünkü ölmek istedim," dedim titreyen sesimle.
"Ölmek istedim. Her şey son bulsun istedim."
"Yaşamanı istedim. Her şey seninle yeniden başlasın istedim."
Devrim'in sözleriyle gözlerine baktım. Öğrendiği onca şeyden sonra darmadağındı ama buna rağmen kendini bir tarafa bırakmış beni toplamaya çalışıyordu. Kendi içindeki dağınıklığı değil benim enkaza dönen benliğimi toplamaya çalışıyordu.
"Biliyor musun? İnsan kaldıramayacağı kadar büyük bir acı yaşarsa ilk önce saçlarını kesermiş. Ama bu bende işe yaramadı. Çünkü benim acım tüm uzuvlarıma adeta bir hastalık misali yayılmıştı. Bende kendime bunu yaptım. Kollarımı, sırtımı, kalbimi kısacası tüm vücudumu bu acıdan kurtarmak için daha çok acı veren bir şey yaptım. Ama çok pişmanım Devrim."
Devrim beni kollarının arasına aldı. Onun kollarında hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Yaşadıklarımdan sonra bile ağlayamamıştım. Onca zaman tek bir damla gözyaşı dökmemiştim. Ama şimdi durum farklıydı. Ben acılarımı Devrim bana sarıldı diye ağlayarak dışarı atıyordum. Devrim bana sarıldı diye.
"Yaralarını ilk gördüğümde yaşadığın şeyi bilmememe rağmen aynı şeyi ben yaşamışım gibi hissettim. Şimdi ne yaşadığını biliyorum ve sana söz veriyorum Sanat. O yaralara bir yenisi daha eklenmeyecek," dedi Devrim titreyen sesiyle.
Ona sarıldım sıkıca. Onun göğsünde ağladım. Onun kokusunda sakinleşmeye çalıştım. Ben ilk kez birine sığındım. İlk kez birine yaralarımı gösterdim. İlk kez birine güvendim. İlk kez birine aslında ne kadar zayıf olduğumu gösterdim. İlk kez biri için endişelendim. İlk kez birini önemsedim. İlk kez aşık oldum. Ben ilklerimi onda yaşadım. Şimdi de ilk kez birine sarılıyordum. İlk kez ona sarılıyordum. Devrim'e...
Devrim'in kollarında titreyen bedenim yine onun kollarında gevşedi. Nefes alıp verişlerim yavaş yavaş düzene girerken Devrim'in parmaklarını saçlarımda hissettim. Bir zamanlar acımadan kestiğim saçlarımın her bir teline karşı şefkat besliyordu Devrim. Usulca okşuyor ağladığını hissedip de daha fazla üzülmeyeyim diye sessizliğini koruyordu.
"Ben buradayım," diye fısıldadı Devrim.
"Yanındayım."
Sağ elimi yanağına koydum. Parmaklarım ıslandı onun gözyaşlarıyla. Başım onun boynunun altındaydı. Kokusu en iyi sakinleştiriciden bile daha etkiliydi. Kendimi daha önce hiçbir yerde bu kadar güvende hissetmemiştim. Kendimi daha önce hiç bu kadar huzurlu hissetmemiştim.
Başımı kaldırıp ona baktım. Alnını alnıma dayadı. Nefeslerimiz birbirine karışırken, "Gitmen gerek Devrim," dedim yalvarırcasına.
"Eğer seni benim yanımda görürse çok kötü şeyler olur."
Devrim beni reddetti. Elimi bırakmayı beni ardında bırakıp gitmeyi reddetti. "Umurumda bile değil," dedi Devrim sinirle.
"Her ne olursa olsun Sanat Devrim'in; Devrim de Sanat'ın. Bunu kimse değiştiremez. Değiştirtmem."
Devrim yanağına koyduğum elimi tuttu. Bileğimdeki izi öptü. Acılarımdan öptü. Sanat'ın acılarından...
"Seni benden kimse alamaz Sanat Karay," dedi Devrim kararlılıkla.
Yanaklarımdaki ıslaklığı yumuşak bir dokunuşla sildi ve gözlerimden öptü beni. Onca zamandan sonra yaşlarla ıslanan gözlerimden...
Bana baktı ve, "Artık hiçbir şeyi kendi başına taşımak zorunda kalmayacaksın. Senin acıların artık benimde acılarım. Nasıl ki sen benim limanımsan bende senin limanınım. Sığın bana. Saklayayım seni tüm dünyadan," dedi.
Üzerindeki ceketi çıkarıp bana giydirdi. Daha sonra kollarına aldı beni. Onun kucağındaydım. Kollarımı boynuna dolamış başımı göğsüne yaslamıştım. Adım atmaya halim yoktu. Öylece Devrim'in kollarında orman yolunda gidiyordum okula doğru.
Devrim'in kalbini dinliyordum. İçimdeki ağırlığı paylaşmış olmanın rahatlığı vardı üzerimde. Ona anlattıklarımdan sonra beni orada bir başıma bırakıp çekip gideceğini düşünürken o bana daha da sıkı sarılmıştı. Söylediği gibi acılarımı kendi acıları bilmişti. Acılarımın ona yük olmadığını göstermişti. Sanat Devrim'in; Devrim de Sanat'ın demişti ve sözünü tutmuştu.
"Devrim," diye fısıldadım.
"Seni seviyorum."
Devrim alnıma küçük buse bıraktı. "Bende seni seviyorum sevgilim. Bir gün her şeyi birlikte aşacağız. Sana söz veriyorum," dedi gözlerime bakarak.
"Beni nereye götürüyorsun?" diye sordum halsizce.
"Karanlığı uykusunda izleyebileceğim bir yere," diyerek yanıtladı sorumu.
Okula gitmiyorduk. Onun olduğu yere gitmiyorduk. Devrim beni başka bir yere götürecekti. Onun kollarında öylece duruyordum. Ağlamaktan ağrıyan gözlerimi kapatmış onun kokusuyla sarhoş oluyordum. Onunla unutuyordum acılarımı. Onunla aşıyordum yaşadıklarımı. Onunla yaşıyordum yeniden.
Kalbimdeki ağırlığın hafiflediğini hissettiğim o an gözlerimi sıkıca kapattım. Ona kalbimi açmanın verdiği içsel huzurla onun kollarında uyuyakaldım.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
6.1k Okunma |
441 Oy |
0 Takip |
43 Bölümlü Kitap |