40. Bölüm

16.Bölüm: Sır

Şevval Nur Aydın
sevvnuraydn

Aradan ne kadar zaman geçerse geçsin dikiş izleri her zaman kendini gösterir. Belki de izler pişmanlığı unutmamamız için varolmaya devam ediyordur. Olamaz mı?

Şimdi geçmişe bakıyorum. Bileklerimdeki kesiklere ilk dikiş atıldığı anı anımsıyorum da iğnenin tenime batıp çıkışını derin bir sessizlik içinde izlemiştim. Çünkü kalbime batan iğnelerin nasıl göründüğünü merak etmiştim. İğneler kanatıyormuş. Dikişlerin izleri kalıyormuş. En çok da iyileştiğini sandığımızda acıyormuş.

Bende iyileştiğimi sanmıştım. Bende yaralarımdan kurtulduğumu ve hatta hiç acı çekmediğimi sanmıştım ama yanılmışım. Canımın aslında ne kadar çok yandığını onu karşımda gördüğüm anda anladım. Asır'ı!

Şimdi ise gözlerimi Devrim'in odasında açtım. Gözlerim onu bulduğunda, "Sanat," diyerek yanıma geldi Devrim. Yatağın bir ucuna oturmuş bana bakmaya başlamıştı. Sanki hiçbir şey olmamış gibi sakin ama sanki tüm dünyası altüst olmuş gibi de bitkin görünüyordu.

"Ne zamandan beri uyuyorum?" diye sordum yattığım yerden doğrulurken.

"Birkaç saat oldu," dedi Devrim.

"Ailen beni gördü mü?" diye sordum bu sefer.

"Merak etme. Annemle babam iki günlüğüne küçük bir iş seyahatine çıktı. Evde kimse yok."

Devrim'in gözleri benimkilerde geziniyordu. Bana, "Acıkmışsındır," dedi ve ayağa kalktı. Odadan çıkıp gitti. Yatağın üzerinde oturmuş onu beklemeye başlamıştım ki gözlerim komodinin üzerindeki çerçeveye kaydı. İçinde Devrim ile abisinin fotoğrafının olduğu çerçeveye...

Çerçeveyi elime alıp baktığımda Devrim'in o zamanlar ne kadar küçük olduğunu gördüm. Abisine sarılmıştı. Işıltılı bir gülüşle bakmıştı objektife. Abisi ise tıpkı ona benziyordu. Özellikle de Devrim'in şu anki haline.

Abisinin salondaki aile tablosunda bile olmayışı sadece Devrim'in kimseyi almadığı odasında bir fotoğrafının oluşunun sebebini merak etmiştim ki Devrim elinde tepsiyle odaya girdi. Çerçeveyi yerine geri bıraktığım sırada, "Özür dilerim," dedim.

"İzinsiz almamam gerekirdi."

"Sorun değil," dedi Devrim. Tepsiyi komodinin üzerine bıraktı ve yatağa oturdu. Sırtını yatak başlığına dayadığı sırada çerçeveyi eline aldı ve yanına gelmem için kolunu kaldırdı.

Kendimi onun kolunun altına girmiş başımı göğsüne yaslamış bir halde bulmam çok da uzun sürmedi. Devrim beni sıkıca sararken çerçeveyi ikimizinde görebileceği bir şekilde tuttu. "Sana o gölün neden benim için özel olduğunu anlatma fırsatım hiç olmadı," diyerek başladı sözlerine.

"O göl abimle gittiğimiz en son yerdi."

Başımı kaldırıp ona baktığımda ne kadar durgun olduğunu gördüm. Abisinden uzak bir anıyı anlatır gibi bahsetmesi içime bir kuşku düşürdü. Abisine bir şey olmuş olma ihtimali takıldı aklıma ama bir şey vardı ki öyle olsaydı aile tablosunda olacağı gerçeği vardı ortada. Üstelik öyle bir durumda Devrim bir abisi olduğunu gizlemezdi. Başka bir şey vardı. Bambaşka bir şey...

Devrim, "Abim Erdem kamp yapmayı çok severdi. On sekizine bastığı günden beri evde durdurduğunu gören olmamıştır. Eline geçen her fırsatı arkadaşlarıyla birlikte kamp yapmak için kullanırdı," dedi.

Çerçeveye bakışı bile acı doluydu. İçinde sebebini bilmediğim bir öfke vardı. Öylece elindeki fotoğraf çerçevesine bakıyordu ki, "Bir gün bende onunla gitmek istedim," diyerek devam etti sözlerine.

"Benim onunla kamp yapmak istememe çok sevindi. Birlikte kamp malzemelerimizi ayarlayıp yola çıktık. Abimin arkadaşları da orada olacaktı. Hafta sonumuzu göl kenarında kamp yapmaya ayırmıştık ki işler planladığımız gibi gitmedi."

Devrim bir anlığına duraksadı. Sözcükleri kafasında toparlamaya çalışıyordu. Birkaç saniye sonra, "Kamp yerine vardığımızda hiçbir sıkıntı yoktu. Hava kararmış abimle arkadaşları çadırları kurarken onlara yardım ediyordum. Kamp ateşini yakmış geceyi geçirmeye hazırdık. Abim beni sinir etmek için elini saçıma daldırıp karıştırmış gülümsemişti ki aniden bir telefon geldi," diyerek art arda sıraladı sözlerini.

"Arayan annemdi. Abim aramayı cevaplandırdığında konuşmanın ne derece alevlendiğini hissetmeyeyim diye benden uzaklaştı. Bir şeyler olduğunu sezmiştim ama bunu umursamamıştım. Abimin arkadaşlarıyla vakit geçirmeye dalmıştım. Bir süre sonra konuşması bitti. Yanıma geldi ve gitmemiz gerektiğini söyledi."

Devrim'in kelimeleri toparlamakta zorlandığını fark ettim. Sanki o telefon konuşmasından sonra hiçbir şey bir daha eskisi gibi olmamış gibiydi. Belki de tam olarak öyleydi. Derin bir nefes aldı ve sözlerine kaldığı yerden devam etti.

"Beni eve bırakması gerektiğini babamın dışarıda onunla birlikte kampta olmamı problem ettiğini ve buna mecbur olduğunu söyledi. O ipsiz bir uçurtma olabilirken benim bunu yapmama izin olmaması canımı sıkmıştı. Ben özel dersler alıp babam gibi başarılı bir iş adamı olmak zorundayken onun canının istediği gibi yaşayabiliyor oluşu canımı sıkmıştı. Eve gitmek istemediğimi söylemiştim ama abim beni dinlemedi. Beni herkesin gözleri önünde kolumdan tuttuğu gibi arabaya bindirdi."

Devrim'in çerçevedeki fotoğrafa kilitlenmiş bir halde öylece durduğunu gördüm. Ona kendini toplaması için biraz zaman verdim. Bir süre sonra, "Gecenin geç bir saatinde eve dönmek üzere yola çıktık. İlk başta ona sinirli olduğum için tek kelime etmedim. Onunda sessizliğe tahammülü olmadığından benimle konuşmaya çalıştı. Tam olarak ne zaman birbirimize bağırmaya başladığımızı ne zaman birbirimize karşı bu kadar kırıcı konuştuğumuzu hatırlamıyorum bile. Tek hatırladığım ikimizinde kontrolü kaybettiğiydi," dedi Devrim.

"Her şey çok ani oldu. Arabanın ona çarpışı, kızın yere düşüşü her şey o kadar hızlı gelişti ki araba ani bir frenle durduğunda ikimizde bir süre o arabadan inemedik. Olayın şokundan ilk başta hiç tepki veremedik. İlk şoku abim atlattı. Arabadan indi ve kızın yanına çöktü. Onun peşinden gittiğim anda anladım kızın öldüğünü."

"Sonra ne oldu?" diye sordum.

"Sonra annemleri aradık. Babam geldi yanımıza. Kızın öldüğünü öğrenince benim reşit olmadığım için daha az ceza ile bu işten sıyrılacağımı öne sürdüler. Babam benim için avukat ordusunu seferber edeceğini söyledi. Abimin içeri girerse ömür boyu çıkamayacağını ve hayatının kararacağını söylediler. Onun geleceğini karartmamak pahasına da benim geleceğimi yaktılar. Abimde hiç ses etmedi. Sırf hapse girmemek için sessiz kalmayı beni göz göre göre ateşe atmayı tercih etti. Suçu üstlendim. Hiç işlemediğim bir günahın suçunu üstlendim ve tam dört yıl önce o gün abimi son görüşüm oldu."

"Abin şu an nerede?"

"Kayıp. İzini kaybettirdi. Yerini tek bilen kişi babam. Her ne kadar abim içeriden çıktıktan sonra bana defalarca kez ulaşmaya çalışsa da faydasız. Özgürlüğü pahasına göz göre göre beni bıraktığı o anda bitti bende. Onu hayatımın sonuna kadar affetmeyeceğim Sanat."

Devrim'in gözlerine baktım. O kazanın suçunu üstlenmiş o çocuğun gözlerine baktım. Bir kızın ölümüne şahit olan o gözlere baktım ve, "Senin suçun değildi Devrim," dedim. Onu kendime çektim ve başını dizlerime yaslamasını sağladım. Elindeki çerçeveyi alıp ait olduğu yere geri koymamın ardından elimi saçlarına dokundurdum. O gün yapamamıştım. Yaralarım ona bulaşmasın, canı acımasın diye dokunamamıştım saçlarına ama şimdi bunu yapmamam için hiçbir sebebim yok.

Parmaklarım saçlarında gezinirken, "İkimizde aynı zaman diliminde korkunç şeyler yaşadık Devrim. İkimizde yaralandık. İkimizde başkalarının günahlarının bedelini ödedik ama şimdi birlikteyiz," dedim iç çekerek.

Devrim'in gözleri beni buldu. Dört yıl önceki genç oluverdi yeniden. Abisiyle kamp yapmak isteyen o genç oluverdi ve bana, "Bir gün tüm bunları birlikte atlatacağız," dedi Devrim. Bir gün tüm bunları birlikte atlatacağız...

"Unutma Devrim," dedim birden.

"Sanat Devrim'in; Devrim de Sanat'ın. Biz saracağız birbirimizin yaralarını bir başkası değil."

Devrim dizlerime iyice yerleşti. Bir süre boşluğa baktı öylece. Bende saçlarını okşadım. Dalgalı saçlarına dokundum. Bana, "Artık her şeyi biliyorsun," dedi.

"Öğrendiklerinden sonra ne düşünüyorsun?"

"Demir Alp'in hiçbir zaman yalnız olmayacağını."

Devrim dönüp bana baktı. Gözleri gözlerimdeydi. Derin bir iç çekişin ardından, "Biz farkında bile olmadan birbirimize çekilmişiz. Ruhlarımız birbirini zaten tanıyormuş. Sadece farkında değilmişiz," dedi Devrim.

Onun kimseyi içeriye almadığı kendine ait dünyasında durduk bir süre. En derin yarasını öğrenmiş herkesten sakladığı o sırra ortak olmuştum. Şimdi ise okula geri dönmek üzere odasından çıkıyorum.

"Bir geceliğine de olsa burada kalamaz mısın?" diye sordu Devrim.

Gitmemi istemiyordu. Elimden tutmuş bırakmak istemiyordu. Burada kalmamı, onunla kalmamı istiyordu. Ona baktım ve, "Çok zor birisin Devrim Dinçer Demiralp," dedim dayanamayarak.

"Bunun anlamı burada kalıyorsun demek öyle değil mi Sanat Karay?"

"Kalıyorum ama sadece bu geceliğine," dedim önden bir uyarı yaparak.

Devrim'in dudaklarında bilgiç bir gülüş belirdi. Bu kadar çabuk ikna olacağımı düşünmemişti. Buna rağmen, "O zaman sizi mutfağa alalım Sanat Karay," demişti. Tek kaşım yukarı kalktı.

"Daha yeni yemek yedik Devrim Dinçer Demiralp," dedim imayla.

"Biliyorum ama bu pasta yapmamıza engel değil," dedi Devrim.

"Pasta mı yapacağız? Sen pasta yapmayı biliyor musun peki?"

"Denemeden bilemeyiz."

Devrim ile beraber merdivenlerden inmiş mutfağa geçmiştik. Devrim, "Önce pandispanyasını yapmakla başlıyoruz," dedi ve mutfak dolabından aldığı kabı mutfağın ortasındaki ada tezgaha bıraktı.

O mutfaktaki raftan aldığı tarif defterinde yazan malzemeleri birer birer ada tezgaha koyarken bende tezgahın önünden onu izliyordum. Benimde önüme bir kap verdi ve sonrasında, "Ben pandispanyayı yaparken sende pastamızın kremasını yapabilirsin sevgilim," dedi Devrim.

Yanımda durdu. Tarif defterini ortamıza koydu. Bir yandan kaba eklediği malzemeleri mikserle çırpıyor bir yandan da benim beceriksiz halimi izliyordu. "Yardım edeyim," dedi Devrim gülmemek için zor dururken. Ona her zamanki duygudan yoksun ifademle baktım ve, "Kremayı ben yapacağım Devrim Dinçer Demiralp," dedim.

Ellerini teslim olurcasına havaya kaldırdı. Gülmemek için kendini zor tutuyordu. Bense ona inat tarif defterinde yazana göre kremayı yapmaya başlamıştım. Ne yazık ki mutfağın kapısından bile girmediğim çok net bir şekilde belli oluyordu ve Devrim bu halimi gördükçe kıs kıs gülüyordu.

Neyseki krema bir şeye benzedi. En azından tadı güzeldi ve pandispanyaya sürmek için hazırdı. Devrim fırından çıkardığı pandispanyayla ilgilenirken bende önüme bıraktığı taze meyveleri kesiyordum. Doğradığım çilekleri bir kaba koyuyordum. Bir yandan da onu izliyordum. Devrim'i...

Yaptığı işe konsantre olduğundan onu izlediğimin farkında bile değildi. En sonunda pandispanyasını soğumaya bırakmış benimle ilgilenmeye karar vermişti. Yanıma geldi. Ellerini belime yerleştirdi ve, "Bu gece gözüme bir gram uyku girmeyecek," dedi fısıltıyla.

"Nedenmiş o?" diye sordum ellerimi kollarına yerleştirirken.

"Çünkü buradasın," dedi Devrim.

"Yanımdasın ve ben uyuyarak seni uykunda izleme fırsatını kaçırmak istemiyorum Sanat."

Devrim iç çekerek baktı gözlerime. Ölüden farksız hisseden o kızın kalbini çarptıran oydu. O kıza şefkatle bakan, yara izlerine dokunan da öpen de oydu. O kızın bu hayatta kendinden bile çok sevdiği kişi oydu. Devrim Dinçer Demiralp.

"Tüm bunları benim için yaptığını biliyorum," dedim birden.

"Birbirimizin en büyük sırlarını omuzladıktan sonra şimdi hiçbir şey yaşanmamış gibi yapmana gerek yok Devrim. Çünkü ben sana anlatınca hayata bağlandığımı hissettim."

Devrim'in dudaklarında buruk bir tebessüm belirdi. Elimi yanağına koydum. Sağ avucuma yanağını yaslamış öylece gözlerime bakıyordu. Ona, "Seni seviyorum Devrim Dinçer Demiralp," dedim fısıltıyla. Diğer yanağına küçük bir buse bıraktım.

"Kolay olmayacağını ikimizde biliyoruz. Yükümüz ağır, yaralıyız ve acılarımızdan sarıldık birbirimize. En can yakan anılarımızı yeniden hatırladık. Anlattık ve şimdi de atlattık. Yeniden atlattık Devrim. Birlikte yeniden atlattık."

"Atlattık Sanat ve şimdi de birbirine aşık ikili liseli genç olarak güzel bir gece geçireceğiz."

Devrim belimden tutup beni ada tezgaha yaklaştırdı. Soğuyan pandispanyayı dikkatlice kesti ve süslemeye hazır hale getirdi. Daha önce mutfağa yemek yapmak için girmemiştim ve şimdi ilk kez pasta yapıyordum.

Devrim çilekleri ve birkaç farklı meyveyi pastanın üzerine yerleştirirken bende ona yardım ediyordum. Pastanın en üst kısmına pasta kremasıyla bir şey yazdı Devrim. DevSan...

"DevSan?"

"Devrim ile Sanat."

Yaptığımız pastaya baktık birlikte. Üzerinde isimlerimizin birleşiminin yazdığı meyvelerle süslenmiş pastaya baktım. "Pasta yapmak gibi yetenekleriniz olduğunu bilmiyordum Devrim Dinçer Demiralp," dedim imayla.

"Yeteneklerimi daha yeni keşfediyorum diyelim," dedi Devrim.

Pastayı dolaba kaldırdı. Daha sonra bana baktı ve, "Hala burada olduğuna inanmakta zorlanıyorum," dedi.

"Neden? Yanında olmam bu kadar imkansız mıydı senin için?"

"İmkansızdı ve ben buna rağmen imkansıza aşık olmayı seçtim. Hatta sana bir şey itiraf edeyim mi?" diye sordu Devrim.

"Seninle ilk göz göze geldiğim an sana ulaşmanın imkansız olduğunu düşünmüştüm," diyerek başladı sözlerine.

"Sana dokunmak, senin duvarlarını aşmak imkansızdı. Kimse kolay kolay seni üzemezdi. Kimse seninle iletişim bile kuramazdı. Öyle büyük duvarlarla çevriliydi ki ruhun ben o duvarları aşmanın bir yolunu ararken buldum kendimi. Bir yolu olmalıydı sana ulaşmanın. Bir yolu olmalıydı sana dokunmanın. Bir yolu olmalıydı sesimi duyurmanın ve ben o yolu buldum Sanat. Duvarların belki ses geçiriyordur diye düşündüm. Bir kulaklıkla geldim yanına ama sanılanın aksine sesimi sana duyurmak için değil kendi sesini duyman için. Sonra düşündüm. Acaba bir gün benimle de paylaşır mı dinlediği şarkıları diye. Sana her baktığımda müzik dinlediğinden bir gün o şarkıyı benimle de paylaşır mı diye düşünmekten kendimi alamadım."

Dudaklarım hafifçe yukarı doğru kıvrıldı. Çünkü biliyordum. İnsanların imkansız olan için çaba sarf etmediğini...

Devrim herkesten farklıydı. İmkansızı gerçek kılmak istemişti ve kılmıştı. Yaşamak nedir bilmeyen birine yaşam olmuş onun bu hayattaki tek gerçeği olmuştu. Ona bitişten dönmenin yeni bir başlangıç olduğunu göstermiş başlangıçın kendisi olmuştu. Devrim Dinçer Demiralp benim yeniden başlayışım olmuştu.

Devrim'e baktım ve kollarımı bedenine doladım. Başım göğsüne yaslıydı. Kollarıyla beni sarıp sarmalamış saçlarımı okşamaya başlamıştı. Söylediği bir şeyde ne kadar haklı olduğunu ona yeniden sarıldığımda anladım. Biz birbirimizin limanıydık. Birbirimizin sığınağıydık ve ben tüm benliğimle ona sığındım.

Devrim, "Sonsuza kadar böyle kalabilirim," dedi.

Başımı kaldırıp ona baktığımda gülümsediğini gördüm. Her şeyi bir kenara bırakmıştı. Acılarımızı ikimizde bir kenara bırakmış birbirimizde iyileşmiştik. Şimdi ise ona bakıyordum. Aşık olduğum o çocuğa...

"Bu gece bir şeyi telafi etmeye ne dersin Devrim? Beraber film izleyelim mi?"

"Bu gece bunu telafi edelim Sanat. Sonra da yaşayamadığımız diğer her şeyi."

Devrim ile beraber salona geçtik. Bir film açtık ve koltuğa yerleştik. Işıklar kapalıydı. Ev zifiri karanlıktı ve ikimizde gözlerimizi televizyon ekranına dikmiştik ki başımı Devrim'in dizlerine yasladım. Tıpkı sınıfta kaldığımız o gün onun başını benim dizlerime yasladığındaki gibi...

Parmakları saçlarımdaydı. Siyah saçlarım onun parmaklarının arasındaydı. O an Devrim'in imkansıza dokunuşuydu. Onun duvarlarını yıkışı, ona sesini duyuruşu ve onun kendi kalbini dinlemesini sağlayışıydı.

İkimizde filmimizi izliyorduk. Ne izlediğimizin ikimiz içinde önemi yoktu. Biz yaşayamadığımız küçük bir anı telafi ediyorduk sadece. Yaşayamadığımız küçük bir anı...

Filmin son sahnesine geldiğimizde başımı kaldırdım dizlerinden. Film bitti. Ekran karardı. Hiç ışık yoktu etrafta. Karanlık ile Demir Alp vardı sadece. Ona baktım. Birbirimize baktık ve o an Devrim'in beni öptüğü andı. Demir Alp Karanlık'ı öptü. Karanlık'ın kalbi dudaklarında attı. Tam o sırada onları gördükleri düşten kapının sesi uyandırdı.

Devrim'e baktım ve "Birini mi bekliyordun?" diye sordum.

Kapı art arda ısrarla çaldı. Hatta birden kapının yumruklanmaya başlamasıyla irkilmiştim ki, "Hayır ama kapının çalış şekline bakılırsa gelen kişi epey sabırsız," dedi Devrim.

Devrim kapıyı açmaya giderken bende ışıkları yakıp peşine takıldım. Kapıyı yumruklayan kişiyi merak ediyor olmam bir yana gecenin bu saatinde gelenin iyi bir sebepten gelmediğini düşünüyordum. Devrim kapıyı açtığı anda da bu düşüncemden kesin olarak emin oldum.

"Işık?" dedi Devrim onun buraya geliş amacını anlamak istercesine.

Işık'ın topuğuyla zeminde sinirle ritim tutturuşu bir yana gözleri hemen Devrim'in birkaç adım gerisinde duran bana kaydı. Safir mavisi gözleri ateş saçıyordu ve görünen o ki buraya da benim için gelmişti.

"O kızın burada ne işi var?" diye sordu Işık sinirle.

"Asıl senin burada ne işin var?" diyerek sorusuna soruyla karşılık verdi Devrim.

"Sana daha önce de söyledim Devrim. Durmayacağımı söyledim! O kız gitmeden durmayacağım!"

Işık tam içeriye girmek üzere bir adım atmıştı ki Devrim kolundan tutup ona mani oldu. "Işık!" diye bağırdı Devrim ama Işık oralı olmadı. Gözleri benim üzerimdeydi ve ben buradan çıkıp gitmedikçe o durmayacaktı. Devrim'i elde edene kadar durmayacaktı. Bunu biliyorum ve bir şey daha var ki ona istediğini asla vermeyeceğim.

Donuk bakışlarım onun safir mavisi gözlerine kitlendi. Işık yeniden içeriye girmeye yeltendiği sırada arka tarafta büyük bir gürültü koptu. Cam kırılma sesi!

Üçümüz de sesin geldiği yere doğru baktık. Devrim, "Burada kalın," dedi ve sesin geldiği yere doğru mutfağa doğru ilerledi.

Işık onun sözünü dinledi. Zaten söz konusu Devrim olunca her şeyi yapardı. Şimdi de onun sözünü dinlemiş kapının eşiğinde durmuştu. O, kapının ağzında öylece durmuştu ki Devrim'in peşine takılmış Işık'tan farklı olduğumu göstermek bir yana her zamanki gibi ne kadar dikbaşlı olduğumu Devrim'e bir kez daha göstermiştim.

Devrim, "Sanat," dedi beni kınarcasına.

"Bana hiç öyle bakma Devrim. Eğer içeriye biri girdiyse seni oraya tek yollamamı bekleme benden," dedim ciddiyetle.

Devrim beni ikna edemeyeceğini biliyordu. Sırf bu yüzden, "Çok inatçısın," demekle yetindi. Onun peşinden sesin geldiği yere, mutfağa doğru ilerledim ve tam mutfaktan içeriye gireceğim sırada daha mutfağa adımımı atmadan içeride gördüğüm manzarayla olduğum yerde kalakaldım.

Mutfağın bahçeye açılan cam kapısı kırılmıştı. Cam parçaları mutfağın dört bir yanına saçılmıştı ve ne yazık ki asıl korkutucu olan kısım bu değildi. Asıl korkutucu olan kısım Devrim ile birlikte yaptığımız pastanın ada tezgahın üzerinde duruyor oluşuydu. Onunda üzerinde bıçak vardı. Tam DevSan yazısının üzerine saplanmış bir bıçak!

Devrim'in de gözleri pastanın üzerine saplanmış bıçaktaydı. İkimizde öylece bıçağa bakıyorduk ki dış kapının gürültüyle çarpıldığını duydum. "Işık gitti," dedim sinir bozukluğuyla. Onun asıl amacının ben olduğumu düşünmüştüm ama yanılmışım. O daha büyük bir şeyin peşindeydi! Çok daha büyük bir şeyin!

Devrim pastaya doğru adımladı ve ada tezgahın üzerindeki not kağıdını aldı eline. Nota baktı ve kağıdı avucunda kaybolana kadar sıkıştırdı. Notta ne yazdığını merak ettim. Ona baktım ve, "Notta ne yazıyordu?" diye sordum. Gözleri beni buldu. Bakışları bile durumun ciddiyetini anlatır nitelikteyken notta yazan o tek cümleyi söyledi Devrim.

"Sırrınızı biliyorum."

Tek bir cümle ikimizinde kanının çekilmesine yetmişti. İkimizinde sırrını öğrenmişlerdi ve ortaya çıkması an meselesiydi. Devrim de bende bunun farkındaydık. Bu yüzden onun gözlerindeki endişeye karşılık polisi aramıştım.

Polislerin gelişini Devrim ile beraber kapıda bekledik. İçeri girişleri, olay yeri incelemenin çalışmaları derken Devrim ile beni ifademizi almak üzere karakola aldılar.

Karşımdaki polis memuruna baktım ve notta yazan o tek cümleyi düşünmemeye çalışarak olayı anlatmaya başladım. Gördüklerimi, şüphelerimi kısacası aklıma gelen her şeyi en ince ayrıntısına kadar anlattıktan sonra sorgu odasından çıktım.

Devrim de ifadesini vermişti. İkimizde birbirimize bakmıştık. İkimizde bizi neyin beklediğini iyi biliyorduk. Birbirimize doğru yaklaştık ve tam o sırada polis memurunun kolunda sorgu odasına alınmak üzere yürüyen Işık'a baktık.

Işık giderken bana baktı. Safir mavisi gözlerinde ne gördüğümü iyi biliyordum. Bunun son bulmayacağı açıktı. O durmayacaktı. Pes etmeyecekti. Amacına ulaşana kadar her türlü yola başvuracaktı. Peki ama o kapıdayken arka tarafta camı indiren, pastaya bıçağı saplayan ve bize o notu bırakan kimdi?

Polis memuru Işık'ı götürürken Ilgaz Günay geçip gitmiş onun arkasından da bir adamı almışlardı. Devrim adama baktı ve, "O evimizin güvenliği," dedi. Güvenlik görevlisi adamda sorguya alınmak üzere götürüldü. Onun ardından da emniyetin kapısından içeri birini getirdiler. Serdar'ın babasını!

Serdar'ın babasının bu olayla ne ilgisi olduğunu düşünmüştüm ki bir detay takıldı aklıma. Serdar'ın babasının okulumuzda güvenlik görevlisi olduğu ve belki de dolaylı yoldan Devrim'in evindeki güvenlik görevlisi adam ile tanışıyor oluşu. Peki ama bir şeyler neden yerli yerine oturmuyor?

O adam eve girip benim orada olduğumu bile bile gözdağı verse bile bu pastadaki bıçağı ve Işık'ın orada oluşunu açıklamıyordu. Denklemde bir şeyler eksikti. Peki ama ne?

Devrim'e baktım ve, "Not hala sende mi?" diye sordum.

Devrim polislere nottan hiç bahsetmemişti. Notun hala onda olduğunu biliyordum. Onun pantolonunun cebinden çıkardığı buruşmuş kağıdı aldım elime ve açıp yazan o tek cümleye baktım. O tanıdık yazı tipine baktım. O tanıdık el yazısına!

"Bu notu kimin yazdığını biliyorum," dedim sıkıntıyla.

"Kim yazmış?"

"Asır."

Söylediğim isimle denklemin eksik parçası da tamamlandı. Asır aslında parti gecesi oradaydı. Hatta başından beri Işık ile işbirliği içerisindeydi. Serdar'ın camdan düşmesinin sebebi oydu. Hatta bu geceki olayda onun eseriydi.

Bir şekilde eve bizimle gelmişti. Bizi dinlemişti. Benim sırrımın ana öznesi kendisiyken şimdi de Devrim'in sırrına ortak olmuştu. Bütün gece bizi izlemiş doğru anı kollamıştı. Pastayı dolaba kaldırdığımız o ana kadar saklanmıştı. Biz film izlerken de pastayı ve notu bırakmıştı. Serdar'ın babası camı indirmiş çıkan karışıklıkta da Işık'ın peşinden evden tüymüştü. Her şey tam olarak böyle olmuştu. Tüm bunlar onun işiydi. Asır'ın!

Devrim'e baktım ve, "Asır yaptı," dedim kendimden emin bir şekilde.

"O zaten benim sırrımın bir parçasıydı. Şimdi de seninkine ortak oldu ve bunu ortaya çıkartması an meselesi. Onu durdurmamız gerek."

Devrim sıkıntılı bir nefes verdi. Bende notu avucumda sıktım. Bu sefer başarmasına izin vermeyecektim. Asır bu sefer kaybedecekti. Biz bir olduğumuz sürece o hiçbir zaman kazanamayacaktı. Hem de hiçbir zaman!

Bölüm : 30.12.2024 19:30 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...