42. Bölüm

18.Bölüm: Sanat’ın Devrim’i

Şevval Nur Aydın
sevvnuraydn

Devrim elimi Asır’ın gözleri önünde tuttuğunda sadece ona değil orada bulunan herkese bizi ayıramayacaklarını göstermişti. Şimdi ise birlikte bize yol veren yalanlar resitalinin kurbanlarının arasından geçip onun arabasına doğru adımlıyorduk. Ne arkamızda bıraktıklarımızı ne de bundan sonra olacakları düşünüyorduk. Çünkü ok yaydan bir kere çıktı. Bundan sonra geri dönüş yok. Müzikal herkesi ihanete zorladı bir kere. Bundan kaçış yok. Yalanlar söylendi. İhanetler edildi ve şimdi de Karanlık ile Demir Alp’in yalanlara sırtını dönme vakti geldi.

Devrim arabanın kapısını benim için açtığı sırada ikimizinde aklında tek bir şey vardı. O da arabaya binip az önce olanlardan uzaklaşmaktı ama şöyle bir gerçek var ki biz bundan istesekte uzak kalamazdık. Saklanamaz veya kaçamazdık. Çünkü başrol biziz ve başrol olmadan hikaye devam edemez. Bunu bize hatırlatan şey ise Işık’ın okulun ses sisteminden duyulan cümlesiydi.

“Size açıklamak istediğim önemli bir gerçek var,” dedi Işık ve bir an duraksadı.

Niyetini biliyordum. Bunu yapmasındaki amacı, benim en büyük sırlarımdan birini tüm okula ifşa ederek herkese Karay ailesinin karanlık tarafını göstereceğini biliyordum. Beni bitirmek istediğini biliyordum ama bir şey var ki bu durum artık beni endişelendirmiyor. Çünkü Devrim bana herkesin sandığının aksine karanlık olmanın güzel bir şey olduğunu gösterdi ve ben artık olacak olanın önünde durmak yerine karanlık olmayı tercih ediyorum. Karanlık benim. Sihirli gölü kaplayan, yıldızları gizleyen benim. Şimdi de aydınlığın üzerime vurmasına izin vereceğim. Çünkü artık biliyorum. Karanlık’ın yanında Demir bir Alp var.

Devrim’in beni arabaya geçmeye ikna etmesine kalmadan kalabalığa biraz daha yaklaştım ve bekledim. Donuk ifademle okulun ses sistemine baktım. Işık’ın biraz sonra tüm okula üç bursluyu açıklayacağı aşikardı. Her şey buraya kadar. Herkes üç burslunun okula geliş hikayesini öğrenecek. Benim hikayemin küçücük bir kısmına şahit olacaklar. Küçücük bir kısmına…

Kaderimi kabullenmiş yanımda duran Devrim’e kısa bir anlığına baktıktan sonra Işık’ın, “Madem herkes Devrim’in sırrını öğrendi. O halde sıradaki sırrı da ifşa etme sırası bende,” dediğini duydum. Tüm okul bahçede toplanmış onun söyleyeceklerine dikkat kesilmişti ki Asır’ın okul binasından içeriye koştuğunu gördüm.

Asır gözden kaybolduğu an anladım. Onun asıl niyeti beni köşeye sıkıştırmaktı. Devrim için her şeyi göze alacağımı biliyordu. Bunu bilerek yapmıştı. Sırrımı ifşa etme işini de sırf beni köşeye sıkıştırmak için kullanmıştı ama şimdi elindeki kozu benden sonra ellerinden alacak kişi Işık’tı.

Işık, “Bu sırrın sahibi herkesin çok yakından tanıdığı biri,” diyerek ortamı germek için kısa bir anlığına bekledi.

“Bu sır,” diyerek konuya giriş yapacağı sırada bir şey onu durdurdu. Asır!

Mikrofonun kapandığını belli eden ses sisteminden gelen cızırtılı ses ile beraber Devrim’e baktım ve, “Gidelim,” dedim tek düze.

İkimizde gerisingeri arabaya döndük. Arabaya bindik. Kalabalığın bize olan bakışlarını umursamadan okuldan ayrıldık.

“Bunu neden yaptın?” diye sordum birden.

“Neyi?”

“Neyi kast ettiğimi biliyorsun Devrim. Sırrını neden ifşa ettin? Bana izin vermiş olsaydın sana bana baktıkları gibi bakmayacaklardı.”

Devrim’in gözleri kısa bir anlığına beni buldu. “Sana nasıl bakıyorlar?” diye sordu. Sesindeki kıskanç tınıyı sezmiştim ama kurduğum cümle ile kast ettiğim çok başkaydı.

“Herkesin bana nasıl baktığı ortada Devrim. Benden hoşlanmıyorlar. Benden korkuyorlar. Hatta benim varlığımdan bile rahatsızlık duyuyorlar ve ben bu bakışın aynını senin üzerinde görmek istemiyorum.”

“Onların ne düşündüğü benim umurumda değil Sanat. Benim tek düşündüğüm sensin ve benim senden bir an bile ayrı kalmaya tahammülüm yok. Neden biliyor musun?”

Devrim’e baktım beklentiyle.

Bana, “Çünkü ben senden önce hiç yaşamamışım,” dedi iç çekerek.

“Aslında bir yanım hep eksikmiş. Tamamlanmayı bekleyen bir yanım varmış ve ben bunu çok sonradan anladım. Ben seni gördükten sonra yaşadığım acıların bile bir sebebi olduğunu anladım. Eğer ben bunları yaşamamış olsaydım dış dünyaya karşı bu kadar sert ve acımasız görünmeseydim hedefleri olmazdım. O sınıfta seninle birlikte kilitledikleri kişi ben olmayabilirdim. Seni görmeseydim o yılbaşı eğlencesine hiç katılmayacaktım. O zaman hiç aşık olmayacaktım. Ben tüm bunları yaşamasaydım sensiz kalacaktım Sanat. Bu yüzden yaşadığım şeylerden dolayı kendini suçlama. Çünkü ben seni bulacağımı bilerek geçmişe dönseydim her şeyi baştan yaşardım.”

Devrim’in sözlerinden sonra gözlerimin dolduğunu hissettim. Ona baktım ve, “Bize ne yaptıklarına bak Devrim,” dedim güçlükle.

“Bize normal bir tanışma yaşama şansı bile vermediler.”

Devrim uzanıp elimi tuttu. Bir eli benim elimi tutarken diğer eli direksiyonu tutuyordu. “Biz karanlık bir geçmişten gelip birbirimizi bulduk Sanat,” dedi Devrim. Gözleri kısa bir an bana kaydı. O an yaşadığım her şeyin geçtiğini hissettim. Bana böyle hissettiren oydu. Devrim Dinçer Demiralp.

Devrim’in elinin üzerini okşadım ve ona baktım. “Teşekkür ederim,” dedim minnettarlıkla. Dudaklarının kıvrıldığını gördüm. Elimin üzerine küçük bir buse bıraktıktan sonra elini çekti. Ben müziksiz kalmayayım diye bir şarkı açtı. Bilindik bir şarkı: Lana Del Rey Born To Die.

Şarkının melodisine kapıldım. Sessizce sözlerini mırıldandı dudaklarım. Uzaklara daldı gözlerim. Başka bir dünyaya kaydı aklım. Kalbim onda kaldı. Onda attı ve onda var olmaya devam edecek.

Başımı koltuğa iyice yasladım bu seferde. Gözlerim gelip geçen arabalarda ve gündüz vakti ışıkları kapalı sokak lambalarında gezinirken başımı çevirip Devrim’e baktım. O yola odaklandığından onu izlediğimin farkında değildi. Ta ki telefonum çalmaya başlayana kadar…

Devrim çalanın kendi telefonu olmadığını bildiğinden kısa bir anlığına bana baktı. “Kim arıyor?” diye sordu ilgiyle. Telefonumu elime aldığımda ekranda yazan numaraya baktım ve aramayı cevaplandırdım. Telefonu kulağıma götürdüğüm anda onu telaşlı konuşmasına rağmen ses tonundan tanımıştım. Arayan Vural’dı.

“Vural,” dedim onun neden aradığına anlam vermeye çalışarak.

“Alo Sanat. Evet benim Vural. Kendi telefonumun şarjı bittiğinden numaranı bulmam biraz zor oldu ama sonuç olarak buldum,” dedi Vural telefonun ardından.

Devrim ise duyduğu isimden sonra tüm dikkatini bana vermişti. Bir yandan yola bakıyor bir yandan da, “Vural demek,” diyerek bana laf atıyordu. Ona işaret parmağımı dudaklarıma götürerek bir dakika sessiz durması gerektiğini gösterdikten sonra Vural’a odaklandım.

“Sorun nedir Vural?” diye sordum dümdüz.

“Sorun seni araması,” diyerek lafa dahil oldu Devrim. Ona susması için ters bir bakış attım. Tam o esnada Vural sıkıntılı bir nefes verdi.

“Sen gittikten sonra Işık bir anons yaptı,” dedi Vural sıkıntıyla.

“Ne dedi?”

“Senin hakkında bir şeyler söyledi. Yıllar önce okulun çatısında yaşadığın bir olay hakkında,” dedi Vural ama gerisini getiremedi.

Bir süre sonra da, “Herkes koridora toplandı. Burada ortalık karışık. Bir an önce okula gelip bunların gerçek olmadığını onlara söylemen gerek Sanat,” dedi Vural.

Dudaklarımda acı bir tebessüm belirdi. Gerçek olan bir şeyi yalanlayamayacağımı biliyordum. Tüm bunlar bir yana Işık istediğini yapmıştı. Asır’ın gerçekleri itiraf edenin ben olmam konusundaki hain planı da Işık’ın ona ihanetiyle suya düşmüştü. Şimdi ise İhanetler Müzikali’nin kurbanlarından biri olarak okula geri dönmek zorundaydım.

Vural’a, “Birazdan orada olacağım,” dedim ve telefonu kapattım.

Devrim telefonu kapattığımı görünce, “Ne istiyormuş?” diye sordu iğneleyici bir tonda. Vural’dan hiç haz etmediğini biliyordum ama şöyle bir gerçek var ki ilk ihanet Vural’ın ihanetiydi ve o en yakın dostuna ihanet etmeseydi Işık ortaya çıkmaz dolayısıyla da biz aklanmazdık. Şimdi de bunun bilincinde yapmam gereken şeyi yapacaktım. Devrim’e baktım ve, “Okula dönmemiz gerek. Vural Işık’ın sırrımı tüm okula ifşa ettiğini söyledi. Herkes koridora toplanmış. Ortalık karışmış ve benim orada olup buna bir son vermem gerek Devrim,” dedim.

Devrim’in kaşları çatıldı. Asır’ın hain planındaki özne değişse de sırrımı artık tüm okul biliyordu. Üç burslunun hikayesini artık herkes biliyordu. Şimdi ise bu korkunç sırra ortak olan herkes koridora toplanmış beni bekliyorlardı. Yalanlar Resitali’nin son kurbanını, İhanetler Müzikali’nin hedefini bekliyorlardı. Bende üstüme düşeni yapacak ve onlara istediğini verecektim. Devrim de bunun farkındaydı. Sırf bu yüzden beni vazgeçirmek için, “Bunu yapmak zorunda değilsin. Bırak Işık bir kez olsun yaptıklarının bedelini ödesin,” dedi.

Başımı olumsuz anlamda salladım. “Bu konunun artık Işık ile bir ilgisi kalmadı Devrim,” dedim iç çekerek.

“Herkes her şeyi öğrendi. Saklamanın, inkar etmenin bir anlamı yok. Belki de artık herkesin gerçeği öğrenme vakti gelmiştir olamaz mı?”

“Onları benden ve hatta herkesten daha iyi tanıyorsun Sanat. Bunca zaman onları gözlemledin. Onların sırlarına ve hayatlarına uzaktan da olsa ortak oldun. Bunu inkar etmek ve onları gerçeğin farklı olduğuna ikna etmek senin için zor değil. Buna rağmen gerçeği onlara anlatmaya kararlı mısın?”

Devrim’in sorusuyla göz göze geldik. Ona baktığım an benim için ne kadar endişelendiğini gördüm. Bana ne kadar değer verdiğini ve gözünden sakındığı beni göz göre göre o kalabalığın içine sokmak istemediğini gördüm ama yine de ona istediği cevabı vermek yerine, “Kararlıyım,” dedim kendimden emin bir şekilde.

“Ben bunu yapacağım. Peki sen benim yanımda duracak mısın Devrim Dinçer Demiralp?”

“Duracağım Sanat Karay. Hem de sonuna kadar…”

Devrim yanımda olduğunda kendimi yenilmez hissediyordum. Hiçbir fırtına beni savuramazmış gibi, hiçbir kötülük bana ulaşamazmış gibi hissediyordum. Tıpkı şu anda da olduğu gibi…

Devrim ilk dönemeçten döndüğü o anda okula geri dönmek üzere yola koyulmuştuk. Biraz sonra okula varacak ve kalabalığın arasına karışacaktık. Yalanlar Resitali’nin ardından İhanetler Müzikali’nin yeniden bir araya getirdiği kurbanların tek tek gözlerinin içine bakacaktık. Onlar bilmese de onlara ihanet edecektim. Müzikalin benden istediği de buydu. İhanet etmem.

Araba okulun bahçesine giriş yaptığında bunun için hazırdım. Boş okul bahçesine baktım ilk önce. Sonra da Devrim’e…

“Gidelim,” dedi Devrim.

Beraber arabadan indik. Boş okul bahçesinde yan yana okul binasına doğru yürüdük. Okuldan içeri girdiğimizde öğrencilerle dolup taşan koridoru zapt etmeye çalışan öğretmenleri gördüm. Öğretmenler dört bir yandan öğrencileri sınıflara girmeye ikna etmeye çalışıyordu ama hiçbir öğrenci dersliklere girmek şöyle dursun kılını kıpırdatmıyordu. Herkes benim gerçeğimin peşindeydi. Benim gerçeğimin…

Kalabalığın arasına dalmaya karar verdiğim o anda benim gelişimi fark eden herkes kenara çekilmeye başladı. Deniz gibi yarılan kalabalığı aşıp kalabalığın tam merkezinde duran Asır ile Işık’ın karşısında durdum. Beni gördüklerinde ikisinin de dudaklarında kibirli bir ifade belirdi. Beni köşeye sıkıştırdıklarını düşünüyorlardı ama yanılıyorlardı.

Donuk ifadem onlara kilitlenmişken Devrim geldi yanıma. Sağımda durdu. Sözü bana bıraktı. Delici bakışlarını Asır’a dikti. Bense Işık’ın yüzündeki kibirli ve başardığını beni bitirdiğini gösteren zafer gülümsemesine inat, “Işık Günay size ne anlattı bilmiyorum ama ben size istediğiniz gerçeği vereceğim,” diyerek başladım sözlerime.

“Ben onlara zaten gerçeği anlattım Sanat,” dedi Işık bilmiş bir edayla.

“Olsun. Ben yine de hikayemin üzerinden bir kez daha geçmeyi tercih ediyorum,” dedim tehditkar bir bakış eşliğinde.

“O zaman sözü sana bırakalım,” dedi Işık meydan okurcasına. Bunu yapmayacağımdan o kadar emindi ki kollarını göğsünün üzerinde bağlamış beklentiyle bakıyordu yüzüme.

Onun bu ifadesine karşılık bakışlarımı etrafımı kuşatan kalabalığa çevirdim. Tanıdık simalarda gezindi gözlerim. Benden açıklama bekleyen onlarca kişi vardı. Herkes böylesine korkunç bir olayın gerçekten yaşanıp yaşanmadığını öğrenmek istiyordu. Okulun sahibinin olayı kapatmak için böyle bir şey yapmış olduğuna kimse inanmak istemiyordu ama ne yazık ki onları hüsrana uğratmak durumundayım.

Derin bir nefes aldım ve, “Okulun çatısında olan şey gerçekti,” dedim tek seferde.

Vural olayı yalanlayacağımdan ve bunun Işık’ın uydurduğu bir safsata olduğundan o kadar emindi ki dehşetle baktı gözlerime. Biraz uzağımda kalabalığın arasında duruyordu. Gözleri benim üzerimdeydi. Tıpkı diğer herkes gibi…

“Yaşadığım şeyden sonra buna daha fazla dayanamayıp böyle bir yola başvurdum ama pişmanım. Hemde çok,” diyerek devam ettim sözlerime.

“Resitalden sonra gördüğünüz şey benim ilk pişmanlığımdı, çatıda olansa ikinci,” diye de ekledim.

Herkes neyden bahsettiğimin farkındaydı. Son kurban olarak kendimi öne attığım o gün herkes görmüştü sakladıklarımı. Şimdi ise son sırrımda yine aynı yerde ortalığa dökülüyordu. Aynı yerde!

Kalabalıktaki simalara bakarken, “Geçmişimi değiştiremem ama yaptığım şeyin pişmanlığının yüküyle hayatıma devam ettiğimi, Devrim ile beraber çok ağır bedeller ödediğimizi ve Işık’ın anlattıklarının doğru olduğunu söyleyebilirim,” dedim.

Kalabalıktan ilk başta hiç ses çıkmadı. Herkesin benden bu itiraftan sonra daha da uzaklaşacağını hissettim. Beni hepten yok sayacaklarını, her şeyin daha da kötü olacağını düşündüm ama öyle olmadı. Tam o sırada, “Resitalin tek suçlusu Işık değildi,” diyerek sessizliği bir bıçak gibi kesti Vural.

Gözlerimiz birbirini bulduğunda bir an bile tereddüt etmediğini gördüm. Tüm kurbanların önünde, “Resital günü kameraları etkisiz hale getiren ve hatta bu oyunların başlamasının bir diğer sebebi de bendim ama sonra tüm bu karanlık sırlara bir son vermek için Sanat’ın yanında durdum,” diyerek art arda sıraladı sözlerini Vural.

İlk ihanetin sahibi ilk konuşan oldu. Ben onun bu sözlerinden sonra ortalığın karışacağını düşündüm ama öyle olmadı. Çünkü orada bulunan herkes sırlarını örtmek uğruna bir başkasını yalanın içine itmişti. Aslında Yalanlar Resitali sadece Işık’ın değildi. Her kurban bu kirli oyunun içindeydi.

“Ben Blumia hastasıyım,” diyerek sıradaki itirafı yapan kişi Müjde’ydi.

“Sırrım ortaya çıkmasın diye bende yalan söyledim,” diyerek tamamladı sözlerini Müjde.

Heves ondan cesaret almış olacak ki, “Selin’i ihbar eden hatta bıçağı Devrim’in arabasına bırakan da bendim. Bu hikayede bende yalan söyledim,” dedi başını yere eğerek.

“Öğretmenlerin yemeklerine uyku ilacı katanda bizdik. Bizde bu hikayede yalan söyledik,” dedi Açelya ile Ela aynı anda.

Herkes bir bir hem yaptıklarını hem de uğruna bir başkasını yalanların içine sürüklediği o sırları anlattı. Tüm kurbanlar o gün o koridorda benimle birlikte ihanet etti. Önce Işık’a sonra da yalanlara…

Onları tek tek dinledim. Orada tek itirafçı olmayanlar Umut, Asır ve Işık’tı. Umut ile Asır’ın itirafçı olmalarını hiçbir zaman beklemedim ama Işık için aynı şeyleri düşünmüyordum. Kalabalığın sessizliğe gömülmesiyle sözü yeniden ben devraldım.

“Son bir şey daha var,” dedim birden.

Herkes bana dikkat kesilmişti. İtirafıma ekleyeceğim yeni sözleri duymayı bekliyordu herkes ama şöyle bir şey var ki onlara itirafta bulunması gereken bir kişi daha var. Donuk ve ruhsuz ifademle bir süre öylece boşluğa baktım. Sonrada en beklenmedik anda Işık’ın saçını tuttum.

Sarı saçlarını tuttuğum gibi başını öne eğdim. Sonra da onu dizlerinin üzerine çökmeye zorladım. Asır, Umut ve yeni yandaşçıları olaya müdahale etmek üzere bana doğru yaklaşırken Devrim, Vural ve Buğra olaya el atmıştı. Artık hiç kimse Işık’a yardım edemezdi.

Kalabalığa baktım bu seferde. Işık benden kurtulmak için çırpınırken, “Resitali düzenleyenin, sırlarınızı ortaya dökenin Işık olduğunu zaten biliyorsunuz. Herkes her şeyi itiraf ettiğine göre sıra Işık’ta. Bunu bir de ondan duymak hepinizin hakkı,” dedim.

“Herkes Devrim ile kendi sırrını ifşa etmemek için beni kullandığını bugün anladı Sanat!” diye bağırdı Işık.

“Hayır. Asıl kendini kamufle etmek için Devrim ile beni öne atan sendin. Şimdi herkesin içinde bunu itiraf edeceksin.”

Işık söylediğim sözlerden sonra kalabalığa baktı. Devrim’i elde edebilmek uğruna kirli bir oyunun içine çektiği onlarca kurbana baktı. Kurtuluşunun itiraf etmek olduğunun o da farkındaydı. Asır’a kendi ağzıyla ihanet etmeden elimden kurtulamayacağını biliyordu. Gerekeni yapacaktı. Kendi kazdığı kuyuya atlayacaktı. Hemde herkesin gözleri önünde!

Işık daha fazla dayanamadı. “Evet ben yaptım!” diye bağırdı birden.

“Resital’i ben planladım! Bunu zaten herkese gösterdin! Şimdi bunu bir de benden duymaları hiçbir şeyi değiştirmeyecek Sanat!”

“Hayır. Bunu senden canlı duymaları çok şeyi değiştirir Işık,” dedim ve onu bıraktım.

Herkesin gözleri bizim üzerimizde gezinirken, “Artık her şeyi biliyorsunuz. Tüm bunlar bu koridordan dışarı çıkmayacak. Şimdi herkes gerçekleri öğrendiğine göre dersliklerinize dönebilirsiniz,” dedim tekdüze.

Işık’ı, Asır’ı ve yandaşçılarını arkamda bıraktım. Bir yanımda Devrim diğer yanımda Vural ile birlikte kalabalığın bize yol açmasıyla koridorun sonuna doğru ilerlerken bir şey dikkatimi çekti. Kalabalıktakilerin birer birer arkamdan geldiği…

Başımı çevirip arkamda duran kalabalığa baktım. “Arkandayız,” dedi Heves. Ondan sonra diğerleri de konuşma cesaretini gösterdi.

“Yalanları arkamızda bıraktık,” dedi Yiğit Eren.

“Bundan sonra yalanlar yok. Gerçekler var,” dedi Berna.

“Işık yok. Karanlık var,” dedi Devrim. Başımı çevirip ona baktığımda dimdik sağımda duruşu kendimden emin olmamı sağladı. Kalabalığı arkamıza almış yürüyorduk. Öğretmenler kalabalığın ikna olmasıyla rahat bir nefes almıştı ki Fulya Hoca, “Bugünlük dersimizi salonda yapalım,” diyerek benim peşimden kalabalığa dahil oldu.

Bir sürü öğrenci ve öğretmen ile birlikte yalanların ve ihanetlerin yankılandığı o salona bu sefer birlik olmak için gidiyorduk. Devrim ve Vural salonun kapısının önünde durduğum sırada öğretmenimizin kapının kilidini açışıyla kapıyı aralamıştı. Salon işte tam da karşımızda. Yalandan ve ihanetlerden arınmış bir halde!

“Gel,” dedi Devrim elimi tutarak. Birlikte salona bir adım attık. Sahneye inen merdivenleri bir bir adımlarken arkadan gelen kalabalık da peşimizdeydi. Herkes koltukları birer birer dolduruyordu. Öğretmenlerimiz en ön sıradaki koltuklara yerleşmişti bile. Devrim, Vural ve bende sahnenin tam önünde durmuş koltuklara kurulan öğrencileri izliyorduk.

Kapıdan en son giren Umut, Asır, Işık ve yeni çocuğun ardından kalabalıkta kendimize yer bulabilmek için harekete geçtik. Tıpkı Yalanlar Resitalinde de olduğu gibi solumda Vural sağımda Devrim olacak şekilde arkalarda bir yere oturup hocaların derse geçmesini bekledik.

Söze, “Bugün için dersimizi salonda yapacağız,” diyerek Fulya Hoca başladı.

“Yarın herkes dersliğimde olacak ona göre,” diyerek öğrencilere gözdağı verense piyano hocamızdı.

“Ayrıca bundan sonra aranızda beni de göreceksiniz,” diyerek lafa atlayanda Cüneyt Hocaydı. Merdiven basamaklarını birer birer inerken onun burada ne işi olduğunu sorguluyordum kendi kendime.

Devrim, “Okulun kapanmasına çok az bir zaman kala okulumuza yeni bir öğretmen gelmiş. Üstelik alanı müzik bile değil,” dedi şüpheyle.

“Müzikalden beri okula çok sık gelip gidiyor. Şimdi de öğretmenimiz olmaya mı karar vermiş?” diyerek ilavede bulunan Vural’dı.

“Görünen o ki bundan sonraki nesil müzik okulunda sahne sanatlarıyla da uğraşacak,” dedim bıkkın bir nefes verirken.

Hepimiz sahneye çıkan Cüneyt Hocaya baktık. Onun gülümseyerek kalabalıktaki simaları tek tek inceleyişinin ardından tüm hocalar tek tek onun yanında yerini aldı. Derse başlamak üzere piyanonun başına geçti piyano hocamız. O çalmaya başladı. Bizde onu dinlemeye…

O an gözümün önünde resital belirdi. Polen piyanoyu çalarken tıpkı şu anda da olduğu gibi Devrim vardı yanımda. İkimizde bizi bundan sonra bekleyen şeyi bilmeden öylece resitalin bitmesini bekliyorduk. Tek amacımız resitalden sonra kaçmaktı. Kaçmak!

Piyano hocası kendinden geçmiş bir halde piyanonun tuşlarına basıyordu ve ikimizin gözleri aynı anda aynı şeyi düşündüğümüzü belli edercesine birbirini bulmuştu. Devrim’e, “Bana neden öyle bakıyorsun?” diye sordum resital gününde yaşadıklarımıza atıfta bulunmak için.

“Bana ilk bakan sensin Sanat,” dedi Devrim gözlerime iç çekerek bakarken. Aynı anı bir kez daha yaşamak ister istemez gülümsememe neden olmuştu.

Bana doğru yaklaştı ve, “Neden gülüyorsun Sanat Karay?” diye sordu fısıltıyla. Ses tonundaki imayı anlamam uzun sürmedi. Gözlerim yeniden onu bulduğunda, “Bilmiyorum ama bir şey var ki ölüyü bile dirilten bir yanın var Devrim Dinçer Demiralp,” dedim sessizce. Bu sefer gülümseyen o oldu.

Birlikte derse odaklanmak için sahneye çevirdik bakışlarımızı. Hocadan sonra Polen ile Heves piyanonun başına geçti. Berna, Alperen, Yiğit Eren ve Selin de bu derste keman çalanlardandı. Merve ile Adahan da çelloların başına geçmişti. Hocalar başlarında durmuş senkronize bir şekilde çalabilmeleri için küçük orkestrayı yönetmeye başlamıştı ki Vural, “Hocam! Adahan arkadaşımıza çello nasıl çalınırmış göstermek istiyorum!” diyerek sahneye çıkmak üzere yanımızdan ayrıldı.

Vural’ın sahneye gidişiyle Devrim’in rahat bir nefes aldığını fark ettim. Üstüne bir de Işık, Asır, Umut ve yeni çocuk da kimseye fark ettirmeden salonu terk edince arka tarafta oturan tek biz kalmıştık. Devrim bunun bilinciyle yeniden araladı dudaklarını.

“Artık yalanlar yok. Sadece biz varız,” dedi Devrim.

Sıcak nefesi boynuma vuruyordu. Sesi kanıma karışan sakinleştirici gibiydi. Başımı çevirip ona baktığımda kahverengi gözleri içime işlemişti bile. Bana, “Sırlar yok. Sadece resitalin yeniden birbirlerini bulmalarını sağladığı iki kişi var,” dedi Devrim.

“Resital,” dedim birden fısıltıyla.

“Bizi onca zaman sonra bir araya getiren buydu,” diye devam ettim.

Devrim aynı şeyi düşündüğümüzün bilincindeydi. Koridorlarda kaybolan iki ruhun birbirini yeniden bulduğu yerdeydik yeniden. Her ne kadar resital yüzünden çok zor şeyler yaşasakta bu zorluklar bizi bir araya getirmişti.

Devrim derin bir iç çekti ve, “İşte sırf bu yüzden nefret etmiyorum Yalanlar Resitalinden. Çünkü seni yeniden bana getirdi,” diyerek art arda sıraladı sözlerini.

Devrim’in gözlerine baktığımda, “Biz resitalden öncesinde de birbirimizindik Devrim,” demekten kendimi alamadım.

“Biz dört sene önce birbirimizi bulduk seninle. Sadece farkında değildik.”

“Biz dört sene önce birbirimizin hayatına dahil olduk seninle. Sadece bunu ilk kez terastayken hissettik,” dedi Devrim o ana geri döner gibi.

Okula geldiğim ilk gün sınıfta kilitli kalmıştık. Sonrasında katılmak zorunda olduğum bir partide herkes eğlenirken ben acılarımla bir köşeden kalabalığı seyrederken o gelmişti. Elindeki siyah kutuyu benim için getirdiğini nereden bilebilirdim ki?

Kalabalıktan kaçmak istediğimi daha beni gördüğü ilk an anlamıştı. Ne yaşadığımı bilmediği halde bana ulaşmak istemişti ve ulaşmıştı. Peşimden o gece terasa çıkmış bana verebileceği en güzel hediyeyi vermişti Devrim Dinçer Demiralp. Beni görmek…

“Biz seninle neler yaşadık Sanat?” diyerek düşüncelerimi bir bıçak gibi kesti Devrim.

“Dört yıl önce bize neler yaşattılar böyle?”

İkimizde gözlerimizi sahneye diktik. İkimizde sahnedeki küçük orkestraya bakıyorduk ama ikimizinde ruhu o terastaydı. Havai fişekler patlıyordu benliğimizde. Parmaklarımız soğuk balkon korkuluğunu kavramıştı. Serçe parmaklarımız birbirine temas ediyordu ve tüm bunların içinde soğuk kış ilk kez bizi üşütmekten çok uzaktı.

O gecenin aksine bu sefer orkestranın çaldığı parça doldurdu kulaklarımı. O an, “Ölmek istedim,” diye fısıldadı dudaklarım. Bunu o gece söyleyememiştim. Sadece ruhumun aşina olduğu beni hiç tanımayan o çocuğa söyleyemezdim bunları ama şimdi ona tüm benliğimle ait olduğumu biliyorum. Bu yüzden yeniden sarf ettim aynı sözleri.

“Ölmek istedim,” dedim yeniden. Gözlerimden akan bir damla yaş dudaklarıma ulaştığında devam ettim.

“Ölmek istedim. Her şey son bulsun istedim.”

“Yaşamanı istedim. Her şey seninle yeniden başlasın istedim.”

İkimizde aynı anda birbirimize baktık. Kimse duymadı konuştuklarımızı. Kimse yoktu bizim için o an salonda. Sadece biz vardık. Sadece Sanat ve onun aşkı vardı. Sanat’ın Devrim’i vardı. Ta ki ansızın tanıdık birinden gelen telefona kadar!

Bölüm : 09.01.2025 19:30 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...