“Benim buna bakmam lazım,” dedim Devrim’e ve apar topar yerimden kalktım. Herkes pür dikkat derse odaklandığından kimse salondan çıktığımı fark etmemişti. Bende telefon kapanmadan önce kapının önüne çıkmış aramayı cevaplandırıp telefonu kulağıma götürmüştüm.
Telefonu açar açmaz, “Olanlardan haberim var,” dedi iğneleyici bir tonda. Ses tonu bile onu ele veriyordu. Yaşananları biliyordu belki ama tüm bunlara gerçekten neyin sebep olduğunu bilseydi bu kadar sakin kalmazdı. Bunu biliyordum bu yüzden konuyu daha fazla uzatmadan ona, “Anlaşılan Asır ile konuşmuşsun,” dedim imayla.
Telefonun ardında kısa bir iç çekiş duyuldu. Sonrasında sanki o kısacık anda bir yalan bulmuş gibi, “Olanları baban öğrenmeyecek. En azından şimdilik,” demişti.
“Beni dert etme anne. Kendi başımın çaresine bakabilirim. Her zaman baktım.”
“Nankörlük etme Sanat. Ben her zaman senin iyiliğini istedim.”
“İsteme,” dedim birden.
“Sen benim iyiliğimi isteme. Mümkünse benim hakkımda hiçbir şey düşünme. Ben hayatınızdan o gün nasıl çıktıysam sizde benim hayatımda yoksunuz.”
“Her zamanki gibi küstahsın. Her zaman böyleydin zaten. Her zaman anne ve babasına karşı nankör ve küstah bir evlat oldun ama dua et ki anne ile baban onlara yaşattığın korkunç günlere rağmen seni silmedi.”
Ses tonu hiç değişmemişti. Kullandığı cümleler, kelimeleri vurgulayış biçimi ve hatta geçen onca zamana rağmen bana inanmadığı gerçeği de değişmemişti. Kulağımda telefonla biraz uzaklaştım salonun kapısından.
Ona, “İğnelemen bittiyse beni neden aradığını söyler misin?” diye sordum.
“Terbiyesiz,” dedi hiddetle. Sonrasında her zamanki gibi sakinliğini korumak için derin bir nefes aldı. Sonra bir kere daha ve bir kere daha derken otoriter bir ses tonuyla, “Asır aradı. Bugün okulda yaptığın şeyi anlattı,” diyerek art arda sıraladı sözcükleri.
“Neden yaptığımı da anlattı mı?”
“Baban bu yaptığını öğrenirse neler olabileceğini biliyorsun. Dua et ona hiçbir şey söylemeyeceğim. Asır da öyle.”
“Rutkay Karay’a istediğinizi anlatabilirsiniz. Umurumda bile değil. Şimdi benim kapatmam gerek,” dedim ve onun ne diyeceğini beklemeden telefonu suratına kapattım.
Sinirli bir nefes çektim ciğerlerime. Onca olandan sonra hala Asır’ın tarafında olduğunu biliyordum. Ona inandıklarını biliyordum. Beni de bu bitirmişti. Benim yerime ona inanmaları, benim yerime onu tercih etmeleri. Onları asla affetmeyecektim. Asla!
Telefonu sinirden avucumda sıkarken gözlerim boşluğa dalmıştı. Geçen onca zamandan sonra annemle ilk diyaloğumuz buydu. Bundan öncesini anımsıyorumda hatırlamak bile kaburgalarım kalbime batıyormuş gibi hissetmekten kendimi alamıyorum.
“Sen aklını kaçırmışsın! O zehri kullanman yeterince kötü bir şey değilmiş gibi bir de ona iftira atıyorsun! Sen ailemizden ne istiyorsun? Yetmedi mi bize yaşattıkların?” diye bağırmıştı annem. Babam bir köşede sessizce ona bakıyordu. Annemi o da benim gibi ilk kez böyle görmüştü.
“Babanla Asır’ı evlat edindik diye mi bu kıskançlığın? Yeter artık Sanat! Senin safsatalarını daha fazla dinlemek istemiyorum! Çocuğun kendi öz babasını öldürdüğünü söylemek de ne demek? Bu bardağı taşıran son damlaydı! Bu yüzden babanla bir karar verdik,” dedi annem.
“Nasıl bir karar?”
“Kliniğe yatacaksın. Tedavi olacaksın. Hem o zehirden hemde kafanda yarattığın o saçmalıklara bir son vereceksin.”
“Ben deli değilim! Bunlar gerçek! O çocuk kendi babasını öldürdü! O gece de bana…”
“Yeter artık Sanat! Kliniğe yatacaksın! Düzelene kadar da o klinikten çıkmayacaksın! O kadar!”
Annemle babam ilk kalbimin duruşunu atlatmamın ardından beni kliniğe göndermeden önce olan son konuşmamız buydu. Şimdi ise inanmadıkları hatta akıl hastası olarak gördükleri o kızın çenesini kapalı tutmamanın bedelinin olacağının sinyallerini böyle vermişlerdi ama şöyle bir gerçek var ki ben onların olduğunu sandığı Sanat değilim. Hiçbir zaman da olmadım. Ben Sanat’ım. Devrim’in Sanat’ı ve her ne olursa olsun vazgeçmeyeceğim. Bir kez ihanet ettim. Bir kez daha edeceğim. Bu seferki ihanet bana inanmayan herkes için…
Telefonu sinirle cebime tıktım ve tam salona geri dönmek üzere adımlamıştım ki koridorun diğer tarafından gelen yeni çocuğa takıldı gözlerim. Adını henüz duymadığım için ona kendi içimde yeni çocuk diyordum.
Bana doğru adımlayan çocuğa baktım ve tam içeri girmek üzere harekete geçmiştim ki, “Sanat,” diyerek beni durdurdu. Başımı çevirip ona baktım. Her zamanki donuk ifadem beliriverdi. Asır’ın yanında durması bir yana onda beni şüphelendiren başka bir şey vardı. Peki ama ne?
Delici mavi gözlerim onun yüzünde beklentiyle gezindi. Tek kaşım artık bir şey söylemesi gerektiğini belli edercesine havalanmıştı ki, “Yardımın gerek,” dedi tek nefeste.
“Ne için?”
“Işık konusunda,” diyerek yanıtladı sorumu tereddütle de olsa.
“Üzgünüm Işık benim ilgi alanımın dışında kalıyor. Neden yanında durduklarından yardım istemiyorsun yeni çocuk?” dedim ve salonun kapısına doğru bir adım atıyordum ki eli bileğimi kavradı.
“Kuzey,” dedi telaşla.
“Kuzey?”
“Adım Kuzey ve Işık konusunda ciddiyim.”
Şüpheyle baktım gözlerine. Onun kendini ele veren gözlerine baktım. Göz bebeklerini sabit tutamayışı, farkında bile olmadan dudaklarını hafifçe dişleyişiydi onu ele veren. Asır’ın yanında durması bile başlı başına ona güvenmemem gerektiğini gösterirken üstüne bir de mimikleri onu ele veriyordu. Bir şeyler karıştırdığı belliydi ve ben buna alet olmayacaktım.
Her zamanki donuk ifademle, “Bir daha bana dokunmaya kalkma,” dedim ve bileğimi ondan kurtardım. Elim salonun kapısının kolunu kavradı. Kapının kolunu indirmemle bir el ağzıma kapandı.
Kapıyı açma ve sesimi duyurma fırsatım olmadı. Tam beni tutan parmaklardan kurtuluyordum ki Asır’ın, “Sana onun kolay lokma olmadığını söylemiştim,” dediğini duydum. Asır’ın sesi bile sinirlerimi bozmaya yetmişti ki çırpınmama fırsat kalmadan ellerimi ve ayaklarımı bağlamış ağzımı da bantlamışlardı.
Savunmasız kaldığım o anda Asır tam karşımda durdu. Şeytani gülümsesiyle bana baktı. Onu öldürme istediğiyle dolup taşmıştım. Öfkeli bakışlarım onun üzerindeyken bu manzaraya bir son vermeye karar verdi. Elindeki kumaş parçasını gözlerime bağladıktan sonra, “Onu söylediğim yere götür,” dedi Kuzey’e.
Kuzey’in onay veren birkaç sözcük sarf etmesiyle beni kollarına alması bir oldu. Beni nereye götürdüğü hakkında en ufak fikrim dahi yoktu. İşin kötü tarafı çırpınmam da bir fayda vermiyordu. Ondan kurtulmamın şu an için olanağı yoktu. Tek umudum beni götürdüğü yerde onu etkisiz hale getirmekti.
Kuzey’in bedenimi sıkan kolları arasında hareketsiz bir haldeydim. Kıpırdamama bile izin vermiyordu. Ta ki çok kısa bir süre sonra beni yere bırakana dek…
Ayağa kalkmaya çalıştım ama ayak bileklerimdeki ip yüzünden yere düşmem de bir oldu. Bir el omuzlarımdan tutup beni yere geri oturttu. Aynı eller önce ağzımdaki bandı çekti. Sonra da gözlerimi kapatan bez parçasını…
Kuzey ile göz göze geldim. Az önceki endişe halinin yerini soğukkanlılığa bıraktığını gördüm. Ona, “Bu yaptığına çok pişman olacaksın,” dedim sinirle.
“Ben bu yaptığıma pişman olmayacağım ama o senden özür dilemezse pişman olacak,” dedi Kuzey kelimeleri tek tek özellikle vurgularken.
“Sen neyden bahsediyorsun?” diye sordum bu olanlara bir anlam veremediğim için.
Kuzey bana istediğim cevabı vermek yerine, “Biraz sonra ne olacağını kendi gözlerinle göreceksin Sanat Karay,” dedi. Onun cümlesini bitirmesiyle içeri kucağında Işık ile Asır girdi. Işık’ın da benim gibi bağlı olduğunu gördüm. Onu yanıma bıraktılar. Ağzındaki bandı ve gözlerini kapatan bez parçasını çıkardılar.
“Asır! Tüm bunlar ne demek oluyor?” diye bağırdı Işık.
Onun ateş saçan safir mavisi gözlerine Asır’ın alaycı bir ifadeyle baktığını gördüm. Ona doğru eğildi Asır. İtici gülümsemesini ıslattı ve, “Sanat’tan özür dileyeceksin,” dedi gülümseyerek.
Yüzündeki gülümsemeyi dağıtmak istedim ama bunu yapamadım. Ellerimin bağlı olması bunu yapmama engel oluyordu. Asır da bunun farkında olduğundan bana bakarken oldukça cesurdu. Dudakları kötülüğün hazzıyla daha da yukarı kıvrılırken Işık, “Asla! Ölürüm de ondan özür dilemem!” diye bağırdı.
Asır’ın histerik kahkahası doldurdu bulunduğumuz odayı. Ani bir hamleyle Işık’ın boğazını tuttu. “Ona dokunma!” diye bağırdım. Asır’ın bakışları beni buldu. Işık’ı tek bir sözümle bıraktı ve, “Sanatım için seni bıraktım,” dedi.
“Bana Sanatım deme!”
“Her neyse! Sanat’tan özür dilemeden bu odadan çıkmayacaksın Işıkçım. Tabii bu süre zarfında Sanatım da sana eşlik edecek.”
“Özür falan istemiyorum! Bırak bizi Asır!” diye bağırdım sinirle.
“Zaten özür dilemeyeceğim Sanat! Boşuna nefesini tüketme!” diyerek araya girdi Işık.
Gözlerimi devirme dürtüme engel olamadım. Asır ise, “Hayır dileyeceksin! Çünkü sen bu hayatta yapmaman gereken tek şeyi yaptın Işık! Benim olana el uzattın ve ben ona uzanan eli kırarım! Dua et bu sefer basit bir özürle yırtacaksın,” dedi korkutucu bir ses tonuyla.
Işık susup kaldı. O da gördü Asır’ın aslında ne derece hastalıklı ve korkunç bir insan olduğunu. Bense zaten bunu biliyordum. Bu yüzden o esip gürlerken delici bakışlarımı ona yöneltmekten geri durmamıştım.
Asır, “Şimdi ben gidiyorum. Sizde burada kalacaksınız,” diyerek sanki az önce esip gürleyen kendisi değilmiş gibi yeniden uslu çocuk rolüne büründü.
“Işıkçım özür dilerken ben sizi dinleyeceğim ve bu oyun bitecek,” demeyi de ihmal etmedi. Daha sonra yanında duran işbirlikçisi Kuzey’i de alıp kapıyı kapattı. Kapının kilitlenme sesiyle küfür etmekten kendimi alamadım. Bunda nerede olduğumuzu bilmemin de etkisi büyüktü.
Sesimizi duyup da bizi kurtaramasınlar diye Asır Işık ile beni eskiden kantin olarak kullanılması düşünülen ama sonrasında kantinin başka bir bölüme yapılmasıyla depo olarak kullanılan koridorundan tek bir öğrencinin bile geçmediği o odaya kapatmışlardı bizi.
“Kahretsin!” dedim sinirle.
“Sessiz ol. Senin sesini duymak istemiyorum,” dedi Işık iğneleyici bir tonda.
“Sessiz mi olayım? Şu an bizi nereye kapattıklarından haberin bile yok senin!”
“Nereye kapatmışlar? Söyle de bilelim,” dedi Işık. Safir mavisi gözlerini benimkilere dikmişti. Hoşnutsuz ifadesinin yanında burada tutulmamızın tek suçlusu kendisi değilmiş gibi davranıyor oluşu sinirlerimi bozuyordu. Buna rağmen sakin olmayı tercih ettim. Onunla laf dalaşına girmemin hiçbir şeye faydası olmayacaktı. Derin bir nefes aldım. Sonra bir tane daha ve bir tane daha…
Sinirlerim biraz olsun yatıştığında eski soğukkanlı halime geri dönmüştüm. Ona, “Şu an kör noktadayız Işık,” dedim. Bir süre boş boş yüzüme baktı. Bunun üzerine, “Burası eskiden kantin olacaktı ama bu karardan vazgeçen okul idaremiz burayı depo yapma kararı aldı. Yani anlayacağın önünden hiç kimsenin geçme ihtimalinin bile olmadığı okul deposunda kapana kısıldık,” diyerek içinde bulunduğumuz duruma bir açıklık getirdim.
Işık bir süre daha ifadesiz bir şekilde yüzüme bakmaya devam etti. Sonrasında midesi bulanmış gibi yüzünü ekşiterek başını aksi yöne çevirdi. “Madem bizi burada kimsenin bulmasının olanağı yok. O zaman Asır bizi gelip çıkarana kadar sessiz ol,” dedi Işık bıkkın bir nefes eşliğinde.
Ona inanamayarak baktım. Benimle dalga geçiyor olmasını umuyordum ama görünüşe bakılırsa bu söylediğinde gayet ciddiydi. Resmen özür dilemek ve buradan kurtulmak varken o benden sessiz olmamı ve Asır’ın günün sonunda pes edip bizi buradan çıkaracağı anı beklememi istiyordu.
“Asır bizi buradan çıkartmayacak Işık,” dedim sinirle.
Ses tonum normalden bir tık yüksek çıkmıştı. Bu durum onunda dikkatinden kaçmamıştı. Yavaşça bana doğru çevirdi başını. Delici safir mavisi gözlerini benimkilere diktikten sonra, “Günün sonunda bizi çıkaracak. Sende o zamana kadar benimle iletişim kurma Sanat,” dedi tehditkar bir tavırla.
“Asır’ı ne kadar tanıyorsun? Onun için nasıl bu kadar emin konuşabiliyorsun?” diye sordum meydan okurcasına.
“Okul çıkışından önce bizi bırakacağına emin olacak kadar,” dedi Işık.
Gözlerimi devirdim. “Onu tanımıyorsun,” dedim histerik bir kıkırtı eşliğinde.
“Onu tanısaydın onun yanında durmazdın,” diye de ekledim.
“Sana kendimi açıklamak zorunda değilim Sanat. Ayrıca kimin yanında duracağıma da yalnızca ben karar veririm.”
Her zamanki kibirli tavırını takındı Işık. Başını hafifçe yukarı kaldırdı. Daha iki dakika öncesine kadar zorla buraya getirilen üstüne bir de Asır’ın boğazını sıkmaya kalktığı kişi kendisi değilmiş gibi boş bakışlarla tavanı izlemeye başladı. O an bir şeyin farkına vardım. Işık aslında yorgundu.
“Tüm bunlardan bıkmadın mı?” diye sordum bir anlık cesaretle.
Başını hafifçe bana doğru çevirdi. İlk başta bakmadı gözlerime. Safir mavisi gözlerine ulaşmaya çabalayan kırmızı damarlara baktım. En sonunda benimle göz teması kurmaya karar verdi. Gölgelerle dolu göz altları onun aslında tüm bunlardan ne derece yorulduğunu gözler önüne serse de bunu ona bilerek sormuştum. Çünkü inkar edeceğini biliyordum. Kırılgan yanını saklamaya çalışacağını da…
“Hayır,” dedi tekdüze. Beni yanıltmamıştı ki ona, “Ne zaman duracaksın Işık?” diye sorma ihtiyacı hissettim.
Kaşlarını çattı. Hoşnutsuz ifadesine sözcükleri aşağılayıcı bir üslupla vurgulayışı eşlik etmeye başladı. “Durmayacağım Sanat. Devrim yeniden bana dönene kadar durmayacağım. Senin nasıl biri olduğunu herkese göstermeden durmayacağım. Onunla okul koridorunda el ele olacağım o ana kadar durmayacağım. Asla!”
Söylediklerine kendisinin bile inanmadığını biliyordum. Böyle bir şeyin olmayacağını biliyordu ama içinde sıkışıp kalan öfke tüm bildiklerinin üzerini bir perde gibi örttüğünden kendini saldırıya geçmiş bir halde bulması uzun sürmüyordu. Ona baktım ve, “Devrim’in sana dönmeyeceğini biliyorsun. Çünkü onun kalbinin hiçbir zaman sende atmadığının farkındasın ama şöyle bir gerçek var ki bu savaşı sen başlattın Işık. Bizi resitalin içine sen dahil ettin ama şimdi bu savaşı durdurabilirsin. Tüm bunlara bir son verebilirsin,” diyerek art arda sıraladım sözlerimi.
“Yanılıyorsun Sanat,” dedi alayla.
“Devrim en başından beri benimdi. Ta ki onun hayatına sen dahil olana kadar.”
“Işık, kendini kandırmayı bırak artık. Ben hiç var olmasaydım hatta o gün çatıdan atladığımda ölmüş olsaydım yine de Devrim sana dönüp bakmazdı. Çünkü sen onda hiçbir zaman var olamazsın.”
Işık başını duvara yasladı. Tüm bunlardan yorulduğu belliydi. Söylediklerimin doğru olduğunun o da farkındaydı ama yine de vazgeçmek istemiyordu. Çünkü vazgeçerse daha da eksileceğini düşünüyordu. Kendinden bir parçanın daha kopmasından korkuyordu. Nasıl ki hem annesi hem de babası ondan gidip kendilerine başka birer aile kurduysa o da Devrim’in benimle olup ondan gitmesinden korkuyordu. Fakat şöyle bir gerçek var ki Devrim hiçbir zaman ona ait olmamıştı. O bir oyuna inanmıştı ve şimdi o oyun uğruna her birimizi tek tek gözünü bile kırmadan harcıyordu.
Ona, “Sen çok güzelsin Işık. Hepimizi oyuna getirecek kadar da zekisin. Seni gerçekten sevecek birini görmezden gelip seni görmeyen biri için bu kadar şey yapmana değmez. Bunu sende biliyorsun,” dedim ve ondan gelecek cevabı bekledim. Karşıt bir görüşü…
“Beni övmene de beni cesaretlendirmene de ihtiyacım yok Sanat.”
“Biliyorum. Peki tüm bunlar hiç olmasaydı nasıl olurdu Işık? O zaman uzattığım eli tutup benimle dost olur muydun?”
Işık’ın alaycı kahkahası yankılandı odada. “Asla. Biz seninle hiçbir koşulda dost olamazdık Sanat,” dedi Işık kıkırdayarak.
“Neden biliyor musun?” diye de ekledi.
“Çünkü senin var olman bile suç.”
Başımı hafifçe sallamakla yetindim. “Yaptığın onca şeyden sonra bunu bana söylemen epey gülünç kaçıyor,” dedim iğneleyici bir tonda.
“Eğer ben tüm bunları yapmasaydım Devrim bu okula adım dahi atmayacaktı Sanat,” dedi Işık hışımla.
Ne demek istediğini anlamadım. Devrim’in bu okula gelmesinde Işık’ın ne gibi bir etkisi olabilirdi ki? Onlar çok önceden tanışıyor olabilirler miydi? Aklımdaki bu ihtimalinde etkisiyle, “Ne demek istiyorsun?” diye sordum. Benden bu soruyu beklemiş olacak ki dudakları kibrin verdiği hazla yukarıya doğru kıvrıldı.
“Ben Devrim’i ilk kez bu okulda görmedim. Onun evinde gördüm,” diyerek anlatmaya başladı Işık.
“Annemle babam ayrılalı çok kısa bir zaman olmuştu ve ben evden çıkmak bile istemiyordum. Kim bilebilirdi ki babamın zoruyla katıldığım bir akşam yemeğinde onu göreceğimi?”
Işık sanki o güne geri dönmüş gibi uzaklara daldı. Hayallerinde o anı yeniden yaşıyormuş gibi anlatmaya devam etti. “Masada oturuyordum. Konuşulanları dinleyemeyecek kadar berbat bir haldeydim. Ne yemek ne de masada konuştukları umurumdaydı. Bir an önce eve dönmek istiyordum. Ta ki Devrim merdivenlerden inene dek.”
Derin bir iç çekerek, “Onu gördüğüm anda her şeyin değiştiğini hissettim. Başımı kaldırıp ona baktım. O an masada konuşulanın Devrim’in gideceği okul olduğunu anladığım andı. Onu gördüğüm an yeniden hayatla ilişiğimin geri geldiğini hissettim,” dedi Işık.
Sonrasında, “Babasına benimde gideceğim okulu önerdim. Devrim hevesli olmasa da bu teklifi kabul etti. Yetenek sınavlarına hazırlanmayı ve müzik kolejinde bir nevi benimle olmayı kabul etti. Eğer ben o masada bu teklifi sunmasaydım Devrim bu okula hiçbir zaman gelemeyecekti,” diyerek sözlerini tamamladı Işık.
“Yani Devrim’in buraya gelmesinin sebebi sensin.”
Işık hafifçe başını salladı. “Benim,” dedi gururla.
“O benim önerimle buraya geldi.”
“Kendin söylüyorsun Işık. Onunla çok öncesinden tanıştığını. Bunca yıl sana aşık olmayan biri için yaptın tüm bu kötülükleri.”
Işık’ın gülüşünün solduğunu gördüm. Söylediklerimin doğru olduğunu o da biliyordu. Annesinin gidişinin yarattığı boşluğa bir de babasının herkesten gizli yasak bir aşk yaşadığını öğrendiğindeki hayal kırıklığı eklenmişti. Işık tüm bunlarla baş etmekte zorlandığı o dönemde de Devrim’i görmüştü. Farkında bile olmadan ona bağlanmıştı. Devrim onun hislerine karşılık vermeyince de onu kaybetmemesi gerektiğine kendini inandırmış ve onu takıntı haline getirmişti.
Işık’a baktım ve, “Her şeyi bir kenara bırak Işık. Senin Asır’ın yanında olman çok tehlikeli. Onun nasıl biri olduğunu bilmiyorsun,” dedim onu uyarmak için. Tabii kendisi hemen bu duruma da itiraz etti.
“Asır’ın yanında olmam seni ilgilendirmez Sanat.”
“Bak. Asır tehlikeli biri. Senin sandığın gibi biri değil ve sana zarar verecek. Ondan uzak dur Işık.”
“Asır bana zarar vermez.”
“O yüzden mi boğazını sıkmaya kalktı?” diye sordum sinirle.
Safir mavisi gözlerini benimkilere dikti. Ona, “Ben kendime bunu neden yaptım sanıyorsun? Asır’ın bana yaşattıkları yüzünden!” diye bağırdım. Sonrasında sinirli bir nefes çektim ciğerlerime. Hemen ardından, “Ben senin düşmanın değilim Işık. Ben sadece kendimi korumaya çalışıyorum. Savaşı başlatan sensin bunu unutma,” diye de ekledim.
Işık ilk başta sessizliğini korudu. Bir süre tek kelime etmedi. Bakışlarını yeniden bana yönelttiğinde, “Bu kadar safsata yeter Sanat,” dedi. Ona inanamayarak baktım. Beni ciddiye almamış oluşu her ne kadar sinirimi bozsa da tek kelime etmedim. Onun yerine kafamı duvara yasladım ve beklemeye başladım.
Işık ise safir mavisi gözlerini yere sabitlemişti. Dudaklarından bilindik bir şarkının sözleri dökülmeye başladı. Bu şarkıyı iyi biliyordum. Hatta bu şarkıyı ondan bir kez daha duymuştum. Annesinin başka bir adamla evlendiğini öğrenince arpı ile bu şarkıyı çalmıştı. Şimdi ise çaresiz ve kırılgan hissettiği o anda çalamadığı şarkının sözleri dudaklarından dökülüyordu. War of Hearts!
Sözlerin anlamını anımsadım. O söyledikçe sözlerin anlamı kafamda yankılanıyordu. O söyledikçe onun içinde bulunduğu durumu daha iyi anlıyordum. Her ne kadar bu düşüncem tuhaf olsa da Işık için üzülüyordum.
Yardım edemem ama seni seviyorum
Yapmamaya çalışsam da
Seni istemeden edemiyorum
Sensiz öleceğimi biliyorum
Karanlıkta yanılmadan duramıyorum
Çünkü bu kalp savaşında yenildim
Şarkının sözleri onun dudaklarında yeniden hayat buluyordu. Uzaklara bakan gözlerinde çok fazla şey vardı. Bir parça acı, bir parça korku, bir parça çaresizlik, bir parça öfke ve de kin gizlenmişti gözlerine. Tüm bu duygu karmaşası safir mavisi gözlerinde kendini öyle iyi gizlemişti ki onu anlamak için bakmayan göremezdi ama ben görmüştüm. Onu anlamıştım. Ona üzülmüştüm içten içe ama o benim aksime benden ölümüne nefret ediyordu. Sanki onun elinden en değerli oyuncağını almışım gibi bana kin güdüyordu. Benim varolmamı bile suç olarak görüyordu. Halbuki ben onun istese tüm bunları sonlandırabileceğini biliyordum. Sonlandırmayacağını da…
Onun şarkısını dinledim sonuna kadar. Gözlerimi tavana diktim en sonunda. Tüm bunlarla savaşmaktan yorgun düşen bedenim duvara yaslıydı. Ne çok isterdim arkamda Devrim’in olmasını. Ellerimi uzatabilmeyi, uzattığım an onun ellerinde yeniden canlanmayı ne kadar çok isterdim ama yapamazdım. Yapamazdık. Beni burada bulamayacağını biliyordum. Üstüne üstlük Asır’ın Işık’ın benden özür dilemeden bizi bırakmayacağını da.
“Özür dile de bitsin,” dedim fısıltıyla.
“Ölsemde özür dilemem senden,” dedi Işık ve şarkıyı yeniden mırıldanmaya başladı. Bu seferki söyleyişi mırıldanmaktan çok sayıklamak gibiydi. Öylesine sessiz söylüyordu ki artık onu duyamıyordum. En sonunda pes ettim. Beklemeye başladım. Birinin bizi buradan çıkaracağını ümit etmeye başladım.
“Devrim,” diye fısıldadım. Işık’ın bunu duyup duymadığını bilmiyordum. Umurumda da değildi. Ben onun adını söylediğimde bile rahatladığımı hissederken bunu benden almasına izin vermeyecektim.
Gözüm yanı başımdaki kapıya kaymış sıkıntılı bir nefes vermiştim ki sanki fısıltımı duydu Devrim. Kapı birden yumruklanmaya başladı. “Sanat! Orada mısın?” diye bağırdı Devrim. Beni bulmuştu. Yeniden…
“Devrim!”
“Sanat! Bekle! Geliyorum!”
Kapının kilidini kırmak biraz uzun sürse de Devrim kapıyı tekmeleye tekmeleye en sonunda kırıp açmayı başarmıştı. İçeri daldı ve yanıma çöktü. Önce ayak bileklerimdeki ipleri çözdü. Sonra da el bileklerimi esir edenleri…
“İyisin,” dedi bana sıkıca sarılmadan önce. Öylesine korkmuştu ki göğsüne başımı yasladığında kalbinin şiddetle çarptığını duydum. Beni kollarında sıkıca sarıp sarmaladığı sırada Vural girdi içeri. Işık’ı çözdü. İkisi de uzaktan baktı bize. Biri hayatını çaldığını düşündüğüne diğeri ise olmasını düşlediği ama hiçbir zaman olmayacağını bildiği o küçücük ihtimale…
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
6.1k Okunma |
441 Oy |
0 Takip |
43 Bölümlü Kitap |