@sevvnuraydn
|
"Ambulans çağırın!"
Hiçbir yalan kusursuz değildir. Üzerinde planlar yaptığımız, hiçbir açık vermediğini düşündüğümüz hatta doğruluğuna kendimizi bile inandırdığımız yalanların bile mutlaka bir kusuru vardır. Her şey küçük bir ayrıntıya bakar. Yakalanmanız gözden kaçırdığınız o küçük ayrıntıyla artık an meselesidir. Doğruluğun soğuk nefesi yalanınızı ifşa etmek için ensenizde biter. Fısıldar doğruluk. Söyle ve kurtul diye...
Siz söylememek için direnirsiniz. Yalanınızın ardına saklanır ona güvenirsiniz. Bunu yaparak aslında doğruluğun eline yalanınızı bitiren kozu vermiş olduğunuzu fark etmezsiniz. Tek düşündüğünüz yalanınızın sonsuza kadar size sahip çıkacağıdır. Karla kaplı yollarda yürürken yalanların ayak izlerinizi örttüğünü doğruluğun artık size zarar vermeyeceğini düşünürsünüz. Fakat yanılıyorsunuz.
Asıl yalanlar bizleri ifşa eder. Yalan söylemek bıçağın keskin tarafında yürümek gibidir. Yalan söylemeyi göze alırsanız sonuçlarına katlanmak zorunda kalırsınız. İngiliz yazar Samuel Butler, "Her budala doğruyu söyleyebilir. Ama ustaca bir yalan uydurabilmek ancak akıllıların işidir," der. Eğer aptalsanız bıçağı yönelten kişi olduğunuzu sanırken bir anda kendinizi bıçağın keskin tarafında bulursunuz. Fakat bu hikaye yalan söyleyen aptalların değil; yalanlar resitalinin kurbanlarının hikayesi.
"Ambulans nerede kaldı?" diye bağırdı biri. Etrafta o kadar çok ses vardı ki konuşanın kim olduğunu algılayamıyordum. Tüm sesler birbirine karışıyordu. Kafamın içinde onlarca insan varmışta hepsi aynı anda konuşuyormuş gibi tüm sesler beynimde uğulduyordu. Hiçbir şey net değildi. Görüntüler, sesler o kadar bulanıktı ki bu resimde net olan hiçbir şey yok. Hiçbir şey!
Büyük bir karmaşanın ortasında sıkışıp kaldım. Etrafımda koşuşturan insanları algılamam bir hayli uzun sürdü. Yavaş yavaş kendime gelmeye başladım. Önce görüntüler netleşti. Sonra da sesler...
Artık nerede olduğumu ve neyin içinde olduğumu biliyorum. Resitalin düzenlendiği salondaydım. Sahnedeki kalabalığa ve salondan koşarak çıkan insanlara bakılırsa bir şeylerin ters gittiği açıktı. Peki ama ne? Burada neler oluyor? Neden herkes panik halinde?
Çıkışa gitmek için bir deniz misali dalga dalga ilerleyen kalabalığı yararak sahneye doğru ilerledim. Olayın asıl kaynağına, etrafı bir grup insanla çevrili piyanonun olduğu yere resitalin kalbine doğru ilerledim. Bacaklarım sanki bir metalin mıknatısa doğru çekilişi gibi beni herkesin dehşetle baktığı o ürkütücü manzaraya doğru götürüyordu. Bir grup insan yerde yatan kıza bakıyordu. Ama asıl olay o değildi. Buradaki asıl olay yalanlar resitalini başlatan şeydi. Piyano...
Piyanonun beyaz tuşlarını kızıla boyayan yoğun kan aslında bir alametti. Her şeyin kötüye gideceğinin ve artık yalanların enseleneceğinin habercisiydi. Kanın zemine damlarken çıkardığı sesi etraftaki kaosa rağmen duyabiliyordum. Koyu kızılın akışını izliyordum. Piyanonun tuşlarından yere doğru akıyordu kan.
Yalanlar resitali de işte tam olarak bu şekilde başladı. Burada bulunan herkes yalan söylüyor ve bu yalanlar birinin hayatına mal olmuştu. Peki ama kimin? Bu akan kan kimin? Hangimizin kanı? Benim mi? Hayır! Ama belki de o kanın akmasına sebep olanlardan biri de benimdir. Ben kim miyim?
Benim adım Sanat. Sanat Karay. Yalanlar resitalindeki herkesin yalanlarını bulacak olan benim. Doğruluğun soğuk nefesi benim ve yalanların sonunu bizzat ben getireceğim.
(Resital günü sabahı...)
İnsanlar genelde kendileri gibi olmayanı dışlama eğilimi gösterirler. Belki bunu yaptığının farkına bile varmazlar. Fakat bir şekilde kendilerine yakın bulmadıklarından uzak durmaya devam ederler. Kaçarlar ve saklanırlar. Tıpkı beni gören herkes gibi...
Özel Karay Müzik Koleji'nde beni gören herkes önce bakışlarını kaçırır sonra da bulunduğum ortamdan koşarak uzaklaşır. Bu geldiğim andan beri böyle ve ben gidene kadar da değişmeyecek şeylerden biri de bu. Benden kaçmalarının benimle konuşmaya bile cesaret edememelerinin sebebi bakışlarımdı. Donuk, ifadesiz ve soğuk bakışlarım onların içlerinde beliren en ufak cesareti de alıp götürüyordu. Anlayacağınız insanlara karşı pek cana yakın davrandığım söylenemez.
Siyah kulaklıklarımı takar müziğin sesini sonuna kadar açarım ve onların içinde onlardan kaçmış olurum. Şu anda da bunu yapıyorum. Siyah kulaklıklarımdan yayılan kaçış müziğimle birlikte okulun koridorlarında onlarca insanın bakışlarına aldırmadan yürüyorum. Kimisi bana korkuyla bakıyor. Kimisi yanındakine hakkımda bir şeyler söylüyor ve kimisi de gizlice beni izliyordu. Onlara baktım. Yalancıların arasında yürüdüğümden habersiz onlara baktım ve koridordaki kırmızı okul dolabımın önünde durdum.
Dolabımı açıp nota defterimi çıkaracağım sırada birinin omzumu dürtmesiyle kulaklıklarımı çıkarmak durumunda kaldım. Kulaklığımı boynuma asıp arkamda duranın kim olduğuna baktım. "Sanat," diyerek kendini gülmeye zorlayan bu esmer kız Polen. Beline kadar uzanan koyu renk saçları var. Saçının gözünün önüne gelmesini sevmediğinden dolayı taktığı onlarca renk tacın arasından bugün kırmızı olanını tercih etmişti. Genelde kırmızıyı kendisi için özel ve önemli olan günlerde taktığını söyleyebilirim ve bugün onun için özel bir gün. Bugün yapılacak olan piyano resitalinin sahibi o.
Gülümseyerek, "Nasılsın?" diye sordu. Dudak kıvrımındaki gerginliği net bir şekilde görebiliyordum. Bu gerginliğin sebebi benimle iletişim kuruyor oluşuydu. Çoğu kişinin benden çekindiğini daha önce söylemiştim. Fakat bunun sebepleri arasında sadece soğuk tavırlarım yoktu. Okulun sahibinin kızı olmamda onların bana olan yaklaşımlarını etkileyen bir diğer faktördü.
Dudaklarımı yukarıya doğru kıvırmaya zorladım. Ama bunu beceremedim. Onun yerine, "İyi. Sen nasılsın Polen?" diye sordum. Polen bunun üzerine omuzlarına dökülen bir tutam saçı parmağına doladı. Kırmızı rugan ayakkabısına baktığımda sağ ayağıyla bir ritim tutturduğunu fark ettim. Polen gerildiğinde genelde bunu yapardı. Özellikle de sınav zamanı şu ayakkabının çıkardığı tak tak sesleri tüm koridoru inletirdi.
"Bende iyiyim," diye lafı ağzında geveledi. Bunun üzerine kollarımı göğsümün altında bağlamış beklentiyle, "Hadi. Ne söylemek istiyorsan söyle," demiştim. Polen ilk başta karşımda kıvransa da en sonunda lafı bugün olacak piyano resitaline getirmeyi başarmıştı. Resitali piyano dersinin birincisi olarak o verecekti ve gerginliği sadece farkında bile olmadan yaptığı hareketlerden değil aynı zamanda da kömür karası gözlerinin bana olan bakışından da gayet net bir şekilde belli oluyordu.
"Resitale sayılı dakikalar kaldı ve ben çok heyecanlıyım. Bugün diğer sanat okullarının müdürleri ve önde gelenleri de salonda olacak. Başaramazsam baban beni atar diye çok korkuyorum."
Onun gereksiz kuruntuları olduğundan bahsetmedim öyle değil mi? Polen genelde gergin olduğunda kafasında kurar ve kuruntularından kurtulmak içi böyle şeyler yapardı. Benimle konuşmak ve babamın onu okuldan atmaması için önayak olmamı istemek gibi saçmalıklardan bahsediyorum. Başımı umutsuzca salladım ve "Merak etme. Babam şu ana kadar hiçbir öğrencisini bu gibi saçma bir sebepten dolayı okuldan atmadı," dedim.
Polen söylediği şeye saçma dediğim için bozuldu. Dudakları ince bir çizgi halini aldığında, "Biliyorum ama sana söyleyerek içimi rahatlatmak istedim," diye mırıldandı. Olabilecek en dostane tavrımla -ki hiç dost canlısı olduğum söylenemez- omzuna dokundum. "Bu okulda piyanoyu senden daha iyi kimse çalamaz. Şimdi endişelerini bir kenara bırak," diyerek elimi omzundan çektim.
Polen söylediklerimden memnun olmuşa benziyordu. Bunun üzerine başlayacak olan keman dersime gitmem gerektiğini söyleyerek notalarla dolu defterimi aldığım gibi Polen'in yanından ayrıldım. Bu hayatta en iyi yaptığım şeylerden biri hiç şüphesiz ki keman çalmak. Ailemin zorlamaları sonucu alınan derslerden keman dehası olarak çıkabileceğimi kim bilebilirdi ki?
Derse geç kalmamak için koridorda adımlarken bir yandan da etrafımda olup biteni izliyordum. Sağ taraftaki kırmızı dolapların önünde hararetle Vural'a bir şeyler anlatan Umut'a takıldı gözlerim. Okul kravatı her zamanki gibi bağlanmamış gömleğinin yakası biraz sağa kaymıştı. Umut'un konuşma tarzına bakılırsa şu sıralar daha sık kekeler olmuştu. Onu heyecanlandıran birtakım mevzuların olduğu açıktı. Umut'un kekeme olmasından dolayı bazı kendini bilmezler ona ucubeymiş gibi bakıyordu.
Vural ise onu dinleyen iki kişiden biriydi. Duyduğuma göre ikisi çocukluktan bu yana en iyi arkadaşlarmış. Ayrılmaz bağları müzik okulunda da onları bırakmamış. Umut'un heyecanına kısa bir bakıştan sonra onların yanından geçip ilerlemeye devam ettim. Biraz ötemde okul dolabından defterini çıkaran kişi Devrim'di. Devrim Dinçer Demiralp.
Her zamanki aksi bakışları metal dolabı bile delecek kadar sertti. Birçok kişi adı ve soyadının baş harflerinden dolayı ona kısaltma olarak 3D derdi. Tabii o kendisine böyle söylenmesinden nefret ederdi. Bugün kıyafet kuralını delmiş olduğunu gördüm. Okuldaki resitali fırsat bilip okul gömleği yerine siyah bir tişört giymişti. Dolabının kapağını pat diye sertçe kapatırken yanından geçtim. Merdivenlerden çıktım ve kendimi bir üst kattaki keman sınıfına attım.
Sınıfımız on beş kişilikti. Tıpkı buradaki her enstrümanın olduğu diğer sınıflardaki gibi. Keman dersinin hocası Fulya hoca siyah kare gözlükleriyle her zamanki gibi ayakta dikilerek öğrencilerin sınıfına girmesini bekliyordu. Saçlarını tek bir telin bile isyan etmesine müsaade etmeyecek şekilde sıkı bir topuz yapmıştı. Üzerindeki Fransız mürebbiyelerinin giydiklerine benzeyen gömleği ve bedenini saran siyah uzun kalem eteğiyle tam karşımda duruyordu. Göz altlarında siyah çerçeveli gözlüğünün bile saklayamayacağı kadar derin koyu halkalar vardı. Muhtemelen haşarı oğlu onu gece yine uyutmamıştı.
Fulya hoca, "Herkes geldiğine göre duyurumu yapabilirim," dedi nazikçe boğazını temizledikten sonra. Hepimiz kemanları almayı bırakmış onun söylediklerine kulak kesilmiştik.
"Bildiğiniz üzere bugün birçok müzik akademisi eğitimcileri ve ünlü müzisyenler okulumuzdaki piyano resitali için salonda toplanacak. Bu sebeple bugün yapılacak olan dersler iptal edilmiştir. Şimdi resital saatine kadar serbestsiniz."
Fulya hocanın söylediğiyle sınıfta şimdiden sinir bozucu uğultular yankılanmaya başlamıştı. Herkes derslerin iptal olmasından dolayı gayet memnun görünüyordu. Bir sonraki dersim olan piyano dersinin iptal olması açıkçası benimde işime gelmişti. Herkes tek tek sınıfın dışına çıkmaya başladı. Resital sebebiyle derslerin iptal olmasıyla öğrenciler koridorda toplanmıştı. Kimileri koridordaki oturma alanlarında kimileri ise kafeterya tarafında takılıyordu. Bense tüm herkesin aksine en büyük kaçış silahıma yöneldim. Siyah kulaklıklarıma.
Boynuma astığım kulaklıkları başıma geçirip telefonumdan açtığım müziğin sesini sona getirdiğimde artık insanlıkla olan görünmez ve zayıf bağımı tamamen koparmaya hazırdım. Müziğimle beraber sınıftan çıktım. Koridorda ağır adımlarla ilerlerken birçok kişinin bakışlarının benim üzerimde olduğunu biliyordum. Beni tuhaf buluyorlardı. Yadırgıyorlardı. Bu yüzden bana uzaylıymışım gibi bakıyorlardı.
Onlarla yakın olmadığım için bir şeyler sakladığımdan şüpheleniyorlardı. Halbuki ben onların tüm sırlarına hakimdim. Asıl sır saklayan onlardı. Vücut dillerinden, gördüğüm en ufak detaylardan kimin ne olduğunu rahatlıkla söyleyebiliyordum. Benim asıl yeteneğim de buydu. İnsanları anlamak.
Elimdeki nota defterini dolabıma geri koyup yürümeye devam ettim. Koridorda ilerlerken birkaç kişiyle göz göze geldim. Genelde baktığım kişi bakışlarını kaçırıyordu. Tek bir kişi dışında herkes.
Devrim Dinçer Demiralp.
Onun aksi bakışları beni bulduğunda bir anlığına bana dikkat kesilmiş sonrasında yarım kalan işini tamamlamak için dolabının kapağını aralamıştı. Kırmızı dolabın kapağını araladığı gibi kapatması da bir olmuştu. Homurdandığını görebiliyordum. Kısa bir anlığına ona odaklandım. Stresliydi. Avucunu açıp kapıyor bir nevi kasılan el kaslarını çalıştırıyordu. Onun gerginliğinin sebebini öğrenebilirdim. Ama bunun yerine köşeme çekilmeyi tercih ettim.
Herkesin ruhunu dinlendirdiği bir yeri vardır. Bir yeri olmasa bile bir yöntemi muhakkak vardır. Ben aslında her ikisine de sahibim. Piyano ve kemanın birleşiminden oluşan tasarımıyla herkes tarafından ilgi çeken okul binamızda benim için özel olan bir yer vardı. Fakat şu an oraya gitmekle vakit kaybetmek istemiyorum. Sonuçta müziğimin olduğu her yer benim ruhumu dinlendirdiğim evim ve benim için müzik olduktan sonra mekanın pek de bir önemi yok. Şimdi ise pencere kenarında öğrencilerin dinlenmesi için özel olarak tasarlanmış hamster çarkına benzeyen koltuklardan birine sırtımı dayamış müzik dinliyordum. Sırtım bu oval yapının içinde rahatını bulmuştu.
Kimsenin benim yanıma yaklaşmayı istememesi işime gelmekle birlikte yüksek müziğin sesiyle keyfim iyice yerine gelmişti. Hiçbir zaman gülmeyen bu biçimli dudaklarda küçük bir tebessümün bile belirdiğine emindim. Müziğin ritmi oldukça hareketliydi. Dinlerken insanın enerjisi yerine geliyordu sanki. Benim gibi depresif biri bile bu tip bir şarkıyla kendini enerjik hissedebilir. Gözlerimi etrafta oturan öğrencilere çevirdim. İnsanları incelemeyi seviyorum. Onları anlamak için gözlemler yapıyorum ve bunu yaparken bazı detayları zihnimde bir yerlere kaydediyorum.
Etrafa bakarken Devrim'in yeri döven adımlarla merdivenlere doğru yürüdüğünü gördüm. Öfkeliydi. Bir şey olmuş olduğu belliydi. Onu kızdıracak bir şey ve bu şey her ne ise gözü dönmüştü. Onun merdivenlerden inerek gözden kaybolmasıyla bu seferde Alperen'in merdivenlerden telaşla indiğini fark ettim. İkisinin bu hali her ne kadar beni işkillendirse de görmezden gelmeyi tercih ettim.
Bakışlarımı o taraftan aldığım sırada her zaman aynı köşede eskiz defterine bir şeyler çizen Yiğit Eren ile göz göze geldim. Ona baktığımı görünce başını deve kuşu misali defterine gömmüştü. Ela ile ikizi Açelya da bu sabah epey gergindi. Sebebinin resitalin sorumluluğunu üstelenmeleri olduğunu anlamam çok da uzun sürmedi. Onların yanından geçip giden sert çocuk ise Korkut. Adının hakkını vermekle kalmıyor aynı zamanda sevgilisi Merve'nin tatilde olmasından dolayı etrafta gezinirken çevresine ateş saçıyordu.
Müziğimi değiştirdim. Daha farklı bir şarkı açtım. Bu seferki şarkım bir öncekinin aksine sakindi. Müziğin sözlerine kulak kesilmişken bir yandan da çevremde olup biteni gözlemliyordum. Tolga ile Heves her sabah olduğu gibi tartışarak koridordan geçip aşağı katın merdivenlerine yönelmişti. Onları görünce gözlerimi devirmeme engel olamadım. Onlar kadar uyumsuz ve mide bulandırıcı bir çift daha görmedim.
Onların hemen ardından merdivenlerden inen ikili Umut ve Vural'dı. Vural ona baktığımı fark edince gülümsemişti. Tabii bende mimik oynamamıştı orası ayrı. Onun gözden kaybolmasıyla dolapların orada tartışan abi kardeşe baktım bu seferde. Berna abisi Buğra'nın damarına basmıştı anlaşılan. Buğra'nın kankası sevimsiz Atahan da aralarına dahil olduğuna göre Berna'ya yol göründü.
Berna topuklarını vura vura ilerlerken Yağmur hemen yanından geçip gitmişti. Müjde de her zamanki çekingenliğini bir kenara bırakmış gibi görünüyordu. Zayıflıktan her an yere kapaklanacak gibi görünen bu tıknaz kızın ilk defa koridorda geniş adımlarla yürüdüğünü gördüm. O gelip geçerken Serdar, Esila ve Miray'ın da peş peşe merdivenlerden indiğini gördüm. Herkes bugün olacak resital için koşuşturuyor olmalıydı.
Resitale de sayılı dakikalar kalmıştı. Her an öğretmenler koridorlarda gezinmeye başlayabilirdi. Bu yüzden ortadan kaybolmak benim için en iyisiydi. Yerimden kalktım. Etrafta gezinirken bir anlığına durup bana bakan insanları umursamadan merdivenlere yöneldim. Yukarı çıktım. Bu okulda belki de en sevdiğim yere gittim. Çatıya.
Piyano ve kemanın birleşiminden oluşan sanatsal okul binamızın en güzel yanı piyanonun açık kapağından etraftaki ormanlık alanı ve bahçede olan biteni görebiliyorsunuz. Normalde buraya çıkmak yasak. Fakat ben pek kural tanıyan biri değilim. Buranın anahtarlarını aşırdığımdan beri sık sık buraya çıkarım. Çatıya çıkar çıkmaz esen rüzgar yüzümü yalayıp geçmişti. Derin bir nefes aldım. Rüzgarın tatlı esintisi bana o kadar iyi gelmişti ki...
Çatıda adımlamaya başladım. Aşağıda olup biteni görebileceğim ama kimsenin beni fark edemeyeceği bir mesafeye gelene kadar adımlamaya devam ettim. İstediğim mesafeye geldiğimde aşağıya baktım. Bahçede kendi halinde takılan öğrencilere baktım. Keman çalarak gezinen bir iki kişi vardı. Müzik okulundaysanız bu tip şeyler görmeniz gayet normal.
Polen de oradaydı. Eğlenen kalabalığa göre o epey stresli görünüyordu. Tabii az öteden görünen babam ve hemen peşinden gelen müzik okullarının önde gelen isimlerini görmesiyle bu heyecanı daha da artmış çareyi okula kaçmakta bulmuştu. Onu suçlayamam. Koca bir salona ve özellikle de önemli kimselere resital vermek zor bir iş. Bahçedeki iki öğretmenin ortada gezinen öğrencileri içeriye göndermeye başlamasıyla artık resital için salona geçmemiz gerektiğini anladım.
Çatıdan inip kapıyı kapattım. Sonrasında kimseye fark ettirmeden zemin kattaki devasa salona doğru ilerleyen öğrenci kalabalığının arasına karıştım. Tabii içlerinden bazıları beni görünce iki adım geri çıktı. Onlar üzerinde böyle bir etkim var. Benden hoşlanmıyorlar. Hem de hiç. Ama bunun benim için pek de bir önemi yok.
Salonun girişinde Fulya Hoca ile göz göze geldim. Ona kısa bir bakış attıktan sonra müziğimi kapatıp kulaklıklarımı boynuma astım. Sonra da diğer öğrenciler gibi bende salona girdim. Herkes heyecanla önlere doğru ilerlerken ben özellikle arkalarda bulduğum boş bir yere kurulmuştum. Amacım resitalin bitmesiyle kendimi dışarı atmaktı. Kalabalıkla uğraşmak falan istemiyordum. Bir an önce resitalin bitmesini ve buradan gitmeyi istiyordum. Fakat o günün aslında hiç bitmeyeceğini tahmin etmemiştim.
"Burası boş sanırım," dedi Vural. Yanımdaki koltuğa cevabımı sormadan oturması dikkatimden kaçmasa da üstelemedim. Zaten yanıma oturanın kim olduğu zerre kadar umurumda değildi. Boş bakışlarla yerlerine yerleşen öğrencileri izlerken bu sefer de boşta kalan sağ tarafım da doluvermişti. Başımı çevirip baktığımda asi bakışlarıyla sahneyi kapatan kırmızı perdeyi delen kişiyle göz göze geldim. Devrim Dinçer Demiralp ile.
Onun yanıma oturabileceğini düşünmemiştim. Hatta onun böyle bir etkinliğe katılacağını bile düşünmemiştim. Ona haddinden uzun süre bakmış olacağım ki, "Bir şey mi söyleyeceksin?" diye sordu bakışlarını perdeden alıp bana çevirirken. One ne diyebilirim ki? O kadar sertsin ki seni böyle sanatsal bir etkinlikte görmeyi beklemiyordum falan mı diyecektim? Tabii ki de hayır.
"Hayır," dedim tek düze. Bakışlarımı ondan alıp doğrudan karşıya odaklamaya çalıştım. Fakat doğrudan bana bakıyor oluşu bunu yapmamı zorlaştırıyordu. Kimsenin bana üç saniyeden uzun bakmasına alışkın değildim. Özellikle de Devrim gibi insanlarla pek içli dışlı olmayan birinin bana bakmasına hiç alışkın değildim.
Ona baktım. Karanlıkta daha da koyulaşan kahverengi gözlerine diktim gözlerimi. Sonra gözlerimi devirme hissine engel olamayarak, "Bana neden öyle bakıyorsun?" diye sordum. Dudaklarında bilmiş bir ifade belirdi. O kadar cüsseliydi ki oturduğumuz geniş koltuklara rağmen kolu benimkine değiyordu. Bir de basketçi kadar uzun boyundan dolayı oturmamıza rağmen başımı biraz kaldırmak zorunda kaldığımı da söylemeden edemeyeceğim.
"Bana ilk bakan sensin Sanat."
Söylediği şeyde haklıydı. Yeniden ona baktım. Mavi gözlerimde gezinen gözlerine şüpheyle baktım. "Dürüst olmamı ister misin?" dedim bilmiş bir tavırla. Başını hafifçe salladı.
"Açıkçası senin buraya geleceğini düşünmemiştim."
"Neden?"
"Üzerindekilere bir bak," dedim gözlerimle tişörtünü işaret ederek.
"Ne varmış üzerimde?"
"Kaçış kıyafetlerini giymişsin. Geçen hafta keman dersinden kaçtığında da üzerinde bu tişört vardı."
Devrim söylediğim şeyle ilk başta bir şey diyememişti. Sonrasında resitalin başladığını belli edercesine aralanan perde ve kopan alkış seslerine aldırmadan, "Beni mi izliyorsun?" diye sordu kulağıma doğru. Sıcak nefesi boynuma çarparken ne diyeceğimi bilememiştim. Onun sorusunu yanıtsız bırakarak resitale odaklanmayı tercih ettim.
Okulumuz için son derece önemli olan bu resitali dinleyecek ve hemen ardından buradan tüyecektim. Bu yüzden sana laf anlatmakla nefesimi boşa tüketmeyeceğim Devrim Dinçer Demiralp. Alkışlar eşliğinde aralanan perdenin ardından sahneye Polen çıkmıştı. Kırmızı rugan ayakkabılarının çıkardığı sesi aramızdaki mesafeye rağmen hayal meyal duyabiliyordum. Polen piyanonun başına geçtiğinde gerginliğini bir kenara bırakmış piyonun tuşlarında parmaklarını dans edercesine gezdirmeye başlamıştı.
Çalan parçaya dalıp gittiğim sırada Devrim, "Soruma hala bir cevap vermedin Sanat Karay," dedi fısıltıyla. Ona ters bir bakış attım. Hemen ardından ona, "Madem duymak istiyorsun o halde söyleyeyim. Ben sadece seni değil etrafımdaki herkesi izliyorum Devrim Dinçer Demiralp," dedim ve tekrar sahneye diktim gözlerimi. Yanı başımda hafif bir kıkırtı duysamda umursamadım. Çünkü bu kıkırtıyı bastıracak bir ses yankılandı salonda. Korkunç bir çığlık sesi!
Sahnenin oradan gelen sesle insanlar salondan koşarak çıkmaya başlamıştı. Etraf bir anda kaos alanına dönmüştü. Herkesi bu kadar korkutan şey neydi? Sesler o kadar yoğundu ki ayağa ne zaman kalktığımı kaosun kaynağına doğru ne zaman adımladığını hatırlamıyordum bile.
"Ambulans çağırın!"
Bağırış çağırışların arasında en net duyduğum ses buydu. Sonrasında, "Ambulans nerede kaldı?" diye bağırdı biri. Kafamı topladığımda tek düşündüğüm şey bu kaosun sebebiydi. İnsanların aklını kaçırmışçasına salonu terk etme sebebini anlayamıyordum. Sahnenin oradaki küçük kalabalığa baktım. Oraya doğru ilerledim. Hipnotize olmuş gibiydim. Oraya doğru yürüyen sadece ben değildim. Devrim de benimle birlikte sahneye doğru ilerliyordu.
Piyanonun orada yerde yatan kıza baktım. Polen'e. Polen'in neden bu duruma geldiğini anlamaya çalışırken gözlerim resitalin başrolüne takıldı. Sebep buydu. Piyanonun kar beyazı tuşlarını kızıla boyayan oluk oluk akan kan damlaları yalanlar resitalini başlatmıştı. Dehşete kapıldım. Gözlerimi akan kandan alıp benimle aynı tepkiyi veren yanı başımdaki Devrim'e çevirdim.
Burada neler oluyor? Polen'i kendine getirmeye çalışan insan kalabalığından biri piyanonun tuşlarından şelale gibi akan kanı gördüğünde çığlık atmış bununla birlikte öğretmenlerden biri okula polis çağırmıştı. Dört bir yanda ambulans sirenleri yankılandı. Polen en yakın hastaneye götürülürken o salonda kalanlar yalanlar resitalinin kurbanlarıydı. Hepimiz birbirimize baktık. Her birimizin yüzünde aynı dehşet ifadesi vardı. Fakat birimizin yüzündeki ifade sahteydi.
Devrim'in gözlerini üzerimde hissettim. Ona baktığımda salona dalan polis ekipleriyle birlikte yalanlar resitali resmen başlamış oldu. Resital tek bir enstrümanla olur ve içimizden biri asıl büyük yalanı söylüyor. Peki ama o kişi hangimiz? Yalanların notalarını çalan hangimiz? Resitalin böyle olmasının sorumlusu kim? Peki ya piyanonun tuşlarından akan kan kimin? Bu hikayede biri yalan söylüyor ve bu kişi her kimse birinin sebebi oldu. Yalanlar birinin sonu oldu ve ben bunu ortaya çıkaracağım. Ben Sanat Karay. Yalanlar resitali böyle başladı ve benimle son bulacak.
|
0% |