@sevvnuraydn
|
"Kızımın suç cezaya sevkine savcı kırk sekiz saat süre tanıyabildi. Bu süre içinde eğer babanla kızımı buradan kurtaracak bir yol bulamazsan o zaman benim bildiğimi bilmeyen kalmaz Sanat Karay."
Bana en son böyle söylemiş sonra da çekip gitmişti. Şimdi ise savcının karşısında oturmuş boşluğa bakıyordum. Olanları düşünüyordum. Yaşadığım onca olayın sonucunda buraya nasıl geldiğimi düşünüyordum ki, "Seni dinliyorum," dedi savcı bıkkın bir nefes verdikten sonra.
Ne kadar süredir sorgu odasındayım bilmiyorum ama bu süre avukatımın yanımda belirmesine yetecek kadar uzundu. Işık'ın öldüğünü öğrenmemin üzerine Polen'in babası tarafından tehdit edildiğimden beri kendimde değildim. Sanki başıma ağır bir cisimle vurulmuşum gibi hissediyordum.
"Artık konuşacak mısın?" diye sordu savcı. Sabrı tükenmeye başlamıştı. Bir an önce konuşmamı ve ifademi tamamlamamı istiyordu.
"Dün gece hastaneden çıkış yaptım," diyerek başladım sözlerime.
"Sabahında omzundan vuruldun ve sen akşamında hastaneden çıkış yaptığını mı söylüyorsun?"
"Hastanede durmak istemedim. Çıkış işlemlerimi bir şekilde halledip Devrim ile beraber hastaneden ayrıldım."
"Devrim Dinçer Demiralp de seninleydi demek," dedi savcı sinir bozukluğuyla.
"Hastaneden çıktıktan sonra ne yaptınız?"
"Devrim beni çorbacıya götürdü. Beraber çorba içtikten sonra da bir otele gittik."
"Çorbacının ve otelin adını söyle."
Çorbacının adını ve otelin adını söyledim. Gece gelen telefonun aşağı yukarı hangi saat aralığında geldiğini anlattıktan sonra sabahında resepsiyondaki kızın bana verdiği notu anlattım savcıya. Her şeyi tek tek not aldı. Sonra da beni dışarı aldı. Olayla bir alakamız olmadığı için babamın pek kıymetli avukatı bizi bu olaydan da kurtardı. Fakat Polen'in olayı kolay kolay çözülecek gibi değildi.
"Babama burslu kızın olayını anlat. Ne yapıp edip onu içeriden çıkarmak zorundasın. Polen suç cezaya sevk edilmeden önce bu işi hallet," dedim avukata ve serbest bırakılan Devrim'e doğru adımladım.
Devrim daha iyi görünüyordu. En azından Işık'ın ölüm haberini aldığı andaki haline göre daha iyiydi. Bana, "O adam seni alenen tehdit etti. Polen içeriden çıkmazsa seni ifşa edecek. Şimdi ne yapacaksın?" diye sordu kısık sesle.
Bu ortalık yerde konuşulamayacak kadar hassas bir konuydu. Sırf bu yüzden Devrim ile beraber emniyetten çıkmış onun arabasına doğru ilerlemeye başlamıştım. Arabayı ormandan alıp buraya getirmişlerdi. Şimdi ise kendimi arabaya atmış ona bakıyordum.
"O işi Rutkay Karay halleder. Biz okula dönelim," dedim Devrim'e.
Okula neden gittiğimizi sormadı. Daha doğrusu bir şeyleri sorgulayacak, konuşacak hali olmadığından dediğimi yapıp arabayı çalıştırmakla yetindi. Yol boyunca da ağzını bıçak açmadı. Her ne kadar konuşmasa da şu an içindeki gürültüyü dışarıya yansıtmamayı tercih ettiğini biliyordum. Onu aslında okula götürmek istememin sebebi de buydu. İçindeki ağırlıktan kurtulmasını sağlamak.
Devrim arabayı okulun bahçesine park ettiğinde, "Şimdi seninle bir şey yapacağız," dedim. Bana baktı. Öyle bitkin görünüyordu ki tek kelime etmeye gücü yoktu ama biraz sonra ondan tüm gücünü kullanmasını isteyecektim.
Okula girdik. Kimsenin olmayışını fırsat bilerek özel yerimize gittik. Burası artık bizimdi. Bizim özel yerimizdi ve kimsenin bilmediği bu yerde Devrim'e içindeki karanlıktan kurtulmayı gösterecektim. Ona nasıl kendi karanlığımla başa çıktığımı gösterecektim. Onu acılarından arındıracak, yeniden özgür bırakacaktım.
"Gel," dedim soyunma odasına doğru ilerlerken. Dolaplardan birinde bandajlar vardı. İki tane uzun bandajı aldım ve Devrim'in soyunma odasındaki uzun kahverengi pufa oturuşunu izledim. Yanına oturdum ve elini tutup kendime çektim.
Eline dikkatlice bandajı sarmaya başladığımda ne yapmaya çalıştığımı anlamıştı. Gözleri üzerimdeydi. Ona baktığımda, "Sen nasıl dayandın?" diye sordu. Neyden bahsettiğini biliyordum. Yaşadıklarımı bilmese de dikiş izlerimin sebebinin ne derece ağır olduğunu anlayabiliyordu.
"Ben dayanamadığım için bu haldeyim Devrim ama sen dayanacaksın. Düşmene izin vermeyeceğim."
Devrim tuttuğum eline baktı bu sefer. Bir elini sarmış diğerine geçmiştim. Sargı elinin etrafında dolandıkça eski bir anıyı yeniden yaşıyormuşum gibi hissettim. Sargıyı bitirdikten sonra beraber içeriye geçtik. Kum torbasının tam karşısına...
"Şimdi vur ona," dedim donuk bakışlarımla havada asılı duran kum torbasına bakarken.
Devrim ilk yumruğu vurdu. Kum torbası sallanmaya başladı ama bana göre bu yeterli değildi. "Tekrar," dedim ve kenara çıktım.
Devrim art arda kum torbasına vurmaya başladı. Gözlerindeki öfkeyi görebiliyordum. O öfkeyi dışarı bırakmasını sinirini dışa vurmasını istiyordum. Sırf bu yüzden, "Kendini tutma Devrim. Daha iyisini yapabilirsin," demiştim.
Sinirle bir kez daha vurdu. Sonra bir kez daha ve bir kez daha derken kum torbasını katilmiş gibi düşünerek yumruklamaya devam etti Devrim. Tüm sinirini o kum torbasından çıkarana kadar durmadı. Nefesi kesilene kadar yorgun düşüp yere çökene kadar devam etti. En sonunda durdu.
Yere uzandı. Soluklandı. Gözleri beni bulduğunda, "Teşekkür ederim," dedi. Bana ilk teşekkür ettiği anı anımsıyorum da bu seferki o zamankinin aksine daha içtendi. Sanki onun hayatına yeni bir soluk getirmişim gibi baktı gözlerime.
Yanına yere uzandım. Ben başka bir yöne bakıyordum. O ise bambaşka bir yöne. Ters duruyordu bedenlerimiz ama yine de yan yanaydı. Başımı çevirdim. Soluk mavi gözlerim onun kahverengi gözlerine kilitlendi. O soluklandı. Ben dinledim. O baktı. Ben kalbimin varlığını hissettim. Yaralı bir kızın varlığından bile haberinin olmadığı kalbi yeniden çarptı ama demir alpin bundan haberi yoktu.
"Işık'ın katilini bulalım Sanat. Onu bulmadan durmayalım," dedi Devrim.
"Durmayalım Devrim. Bunu Işık için yapalım."
Yerden kalktım. Elimi uzattım ona. Yeniden tuttu elimi. Benden destek alıp yerden kalktı ama buna rağmen elimi bırakmadı. Elim avucundaydı. "Katili bulmadan önce Polen meselesini çözmemiz gerek," dedi Devrim gözlerimin içine bakarak.
Polen'in meselesini anımsamak bile canımı sıkmaya yetmişti. Bu işten nasıl sıyrılacağımı bilmiyordum. Ben gerçekleri sakladıkça gerçekler ortaya çıkmaya bir adım daha yaklaşıyordu sanki. Yalanlar etrafımızı yeterince kuşatmışken kimse benim doğrularımı kaldıramazdı. Özellikle de Devrim. O bunu öğrenmeye hazır değildi. Işık'ın öldüğünü öğrenmiş birinin böylesine korkunç bir gerçeği öğrenmemesi herkes için en doğrusuydu.
Devrim'e baktım ve, "O iş bizi aşar Devrim. Bunu halledebilecek tek kişi babam ve onun avukatlar ordusu. Bizim asıl hedefimiz Işık'ın katili olmalı," dedim donuk bakışlarla.
Önceden Işık'ın katili derken bile onun yaşadığının bir ihtimali vardı ama şimdi o ihtimal ormandaki kulübeden çıkanla yok oldu. Işık öldürülmüştü. Biri onu öldürmüştü ve şimdi onunla yakın olanlar bir yana onunla aynı koridorda yürüyenler bile tek tek kurban seçiliyordu. Katil sıradaki kurbanını seçmiş oyununu oynamayı bekliyordu.
"Ne düşünüyorsun?" diye sordu Devrim. Dalgın bakışlarımı ona çevirdim. Sıradaki kurbanın kim olduğunu az çok tahmin ediyordum. Işık'ın dostu, Vural!
"Sırada Vural var."
"Onun ortaya çıkmasından korkacağı bir sırrı olduğunu sanmıyorum Sanat."
"Herkesin ortaya çıkmasından korktuğu sırları vardır Devrim. Benimde var."
Düşünceliydi Devrim. Sanki onun hayatında da büyük bir yalan saklıymış gibi hissettim. Kimsenin öğrenmesini istemediği, hayatının tam merkezinde duran bir sırrı vardı sanki.
"Yarın sabah ilk iş Vural'ı bulmak olsun."
"Vural'ı bulmak kolay. Asıl sorun katilin Vural'a kimin aracılığıyla ulaşacağını bulmak. Ona notu nasıl ulaştıracağını bilmiyoruz Devrim."
"Peki ya gerçek katil Vuralsa?"
"Bu da bir ihtimal ama sanmıyorum."
"Neden? Vural katil olamaz mı?"
"Olamaz. Bunu Işık'ın yakın arkadaşı olduğu için söylemiyorum. Vural'ın da bir kurban olduğunu bildiğim için söylüyorum."
"Vural'ın kurban olduğundan nasıl bu kadar eminsin?" diye sordu Devrim imalı bir bakışla.
"Vural kurbanlardan biri olmasaydı ve gerçek katil o olsaydı adını savcının dosyasına ekletmezdi."
"Ya dikkat çekmemek için bunu yaptıysa? Bu da bir ihtimal değil mi?"
"Doğru. Bu da bir ihtimal ve bizim bu ihtimali elemek için daha sağlam deliller bulmamız gerek. Bu yüzden yarın sabah Vural'ın peşine düşüyoruz."
"Vural'ın peşine düşmemize gerek yok. Kendileri zaten senin peşinden bir türlü ayrılmıyor," dedi Devrim küfredercesine.
"Bu da ne demek şimdi?"
"Bence ne demek istediğimi anladın," dedi Devrim ve elindeki bandajları çıkarmaya çalıştı ama beceremedi.
"Ben hallederim," dedim. Elini tuttum. Kendi sardığım bandajı yine kendim çıkardım. İlk önce sol elindekini sonra da sağ elindekini çıkardım. Tam o sırada Devrim'in telefonu çaldı. Dün geceye döndüğümüzü hissettim. Sanki arayan Işıkmış da bizden gerçekten yardım istiyormuş gibi hissettim ama telefonun arkasında Işık yoktu. Hiçbir zaman da olamayacaktı.
"Annem," dedi Devrim sinir bozukluğuyla. Aramayı cevaplandırdı. Telefonu kulağına götürüp annesinin ona sarf ettiği endişe dolu sözleri dinlemeye başladı.
Bir süre tek kelime etmedi. Daha doğrusu annesi ona konuşma fırsatı vermedi. En sonunda, "Geliyorum anne," dedi ve telefonu kapattı. Yüzündeki ifadeye bakılırsa konuşma pek de iyi geçmemişti.
"Eve dönmem gerek ama seni tek bırakmak istemiyorum," dedi Devrim.
"Ben senden önce de burada tek kalıyordum Devrim. Aileni daha fazla meraklandırma. Merak etme, beni burada kimse bulamaz."
Gitmek istemedi ama buna mecburdu. Evine dönmeliydi. Ailesini daha fazla meraklandırmamalıydı.
"Git," dedim sakince.
"Yarın okulda görüşürüz Devrim Dinçer Demiralp."
"Yarın okulda görüşürüz Sanat Karay."
*******
Devrim'in eve gidişinin ardından ertesi güne uyanmış okul kıyafetlerimi giyinmiştim. Pansumanımı çantam Devrim'in arabasında kaldığı için yapamamış umursamaz bir ifadeyle aynadan kendime bakmıştım. Artık çemberin ortasındayım. Ateş beni yakmak üzereydi ama ben korkmuyorum. Çünkü daha önce yanmış biri ateşten korkmaz.
Kimse gelmeden önce özel yerimden çıktığım sırada kulaklıklarımın olmadığını fark ettim. Bugünü de onlar olmadan idare etmek zorundaydım. Bahçeye çıktım. Banka oturdum ve onun arabasıyla bahçeye girişini izledim.
Bir fırtına gibiydi Devrim Dinçer Demiralp. Geçtiği yollar onun rüzgarıyla dolardı. Şimdi de bana doğru adımlıyordu. O bana yaklaştıkça, bana baktıkça içimde yeni bir hayat filizleniyordu sanki. Derin bir nefes aldım ve bu hissettiğim duyguyu bir kenara bırakıp ayağa kalktım.
"Günaydın," dedi Devrim. Düne göre daha iyi görünüyordu. Bunun sebebinin bugün iş üstünde olacağımız olduğunu biliyordum. Bu yüzden kapıdan giren araca baktım ve, "Vural geldi," dedim.
İkimizin de bakışları aynı yöne çevrildi. Vural arabadan indi. O ağır adımlarla okula doğru ilerlerken Devrim'in huysuzca homurdandığını duydum. Vural'dan haz etmemesi bir yana bugün Vural'ı göz hapsine alacak olmamız onun sinirlerini bozuyordu.
Kalabalıklaşan okul bahçesine son bir kez göz atıp okul kapısından içeriye girdim. Vural her şeyden habersiz önümde yürüyordu. Işık'ın durumunu bilmediği belliydi.
Devrim, "Olanlardan haber yok," dedi yanı başımdan.
"Bu iyiye işaret."
Adımlarımı hızlandırıp Vural'a yetiştim. Beni karşısında görmeyi beklemeyen Vural'ın dudakları keyifle yukarı kıvrılırken bu tezimin doğru olduğundan kesin olarak emin oldum.
Ona, "Geçen sefer sana kantinden bir şey ısmarlama fırsatım olmamıştı. Fulya hoca konusunda bize yardımcı olduğun için borcum ikiye katlandı," dedim.
"Aramızda borç ilişkisi yok Sanat. Sen ne istersen iste benden," dedi Vural manidar bir bakış eşliğinde.
Onunla yan yana kantine doğru ilerlerken Devrim'in ayaklarını yere vura vura arkamızdan geldiğinin bilincindeydim. Vural ile birlikte kantine girdiğim sırada, "Sen bizim için masa tut. Ben birazdan dönerim," dedim ama ben daha kantin sırasına giremeden bana engel oldu.
"Sen geç otur Sanat. Ben alırım. Daha geçen sabah omzundan vuruldun. Şimdi o kalabalığa girme," dedi Vural fısıltıyla.
Vurulma mevzusunu kimsenin duymaması için kısık sesle konuşmuş daha sonra benim yerime kantin sırasına girmişti. O kantin kuyruğuna girdiği sırada kendime boş bir masa buldum. Sandalyeye oturdum ve tam sandalyemi masaya yaklaştıracağım sırada Devrim ensemde bitmiş sandalyemi usulca masaya yaklaştırmıştı.
Kulağıma doğru eğildi ve, "Kurban falan dinlemem en ufak temasta Vural'ı bitiririm," diye fısıldadı. Dönüp ona baktığımda Vural gelmeden önce yanıma sandalye çektiğini gördüm. Bazen gerçekten onu anlamakta zorlanıyorum.
Ona, "Vural ile ne alıp veremediğin var?" diye sordum donuk bir ifadeyle.
"Ondan hoşlanmıyorum."
"Bu geçerli bir neden değil Devrim Dinçer Demiralp."
Tam ağzını açıp bir şey diyeceği sırada Vural geldi. Elinde küçük bir tepsi vardı. Tepside iki tost iki de çay olduğunu gören Devrim'in sinir bozukluğuyla arkasına yaslandığını gördüm. Vural ise Devrim'in varlığından her ne kadar rahatsızlık duysa da üstelemedi. Onun yerine Devrim'in inadına sandalyesini dibime kadar çekti. Bir yanımda Devrim diğer yanımda Vural vardı. İkisinin arasında esen soğuk rüzgarlara doğrudan maruz kalsam da her zamanki gibi soğukkanlılığımı koruyarak asıl meseleye odaklandım.
"Teşekkür ederim," dedim Vural'ın uzattığı çayla tostu alırken. Devrim yerinde huzursuzca kıpırdandı. Daha şimdiden Vural'ı göz hapsine almıştı ki, "Bu şekilde olmadı. Omzum iyileşince ben sana ısmarlayacağım," dedim Vural'a.
Vural keyifle gülümsedi. Devrim ise sanki söylememem gereken bir şey söylemişim gibi baktı yüzüme. Çatık kaşlarıyla alışkın olduğum Devrim buydu. Fakat şöyle bir gerçek var ki şimdi önceki halinden bile daha aksi bakıyordu.
Vural, "Bu bir çıkma teklifi mi?" diye sordu Devrim'e yandan yandan bakarak.
Devrim sinirden gülmeye başladı. Bense buz gibi bakan gözlerimi Vural'a çevirmiş, "Ne olarak anladığına bağlı," demiştim. Tabii ki de bu söylediğim Devrim'i şoka soktu. Benden böyle bir şey duymayı beklememişti. Vural ise zevkten dört köşe olmuş gibi görünüyordu. Tam çayımdan büyük bir yudum aldığım sırada telefonum titredi. Tostumu ve çayımı masaya bırakıp gelen mesaja baktım.
Devrim: Onunla çıkmayı düşünmüyorsun herhalde???
Mesajı okuduğum an Devrim ile göz göze geldim. Sanki kendisi dibimde değilmişçesine ona, "Düşünmüyor değilim," yazıp yolladım. Mesajı okuduğu an parmakları klavyede gezinmişti.
Devrim: Reddet. Böyle bir şey olamaz.
Ona bana kimsenin emir veremeyeceğini hatırlatan bir mesaj atıp telefonu masanın üzerine bıraktım. Çayımı yudumladım. Tostumu yedim ve Vural'a, "Nasıl gidiyor?" diye sordum.
"Şu aralar seni pek göremiyoruz. Seni bilmesem okulu ektiğini falan düşüneceğim."
"Yokluğum çok mu belli oluyor?"
"Hayır olmuyor," dedi Devrim araya kaynak yaparak. Dönüp ona susması için uyarıcı bir bakış attım ve sonrasında, "Bu aralar çok fazla olay oldu. Kendine dikkat et Vural," dedim. Bu söylediğimden ne anladı bilmiyorum ama Vural'ın keyiflendiği kesindi.
"Benim için endişelenmen hoşuma gitti."
Vural'ın sözüyle telefon ekranımda yeni bir mesaj bildirimi göründü.
Devrim: Onun için endişelenmen hoşuna gitmiş. Duydun mu???
Ekranda ikinci mesaj bildirimi göründü.
Devrim: Söyle şuna sana bakıp bakıp gülmesin. Yoksa ben ona bunu usulüne uygun bir şekilde anlatmaktan zevk duyacağım.
Devrim telefonunu masaya bıraktı. Onda bir haller vardı. Normalde olduğundan daha huysuzdu ki şu an onun ani ruh değişimini düşünemeyecek kadar önemli bir meselenin tam ortasındaydım. Vural'a bu sefer, "Katilin kim olduğu hala belli değil Vural. Her gün biri daha kurban olarak seçiliyor. Bu kişi neden sen olmayasın?" dedim tepkisini ölçmek için.
Durgunlaştı. Sonra da, "Eğer öyle bir şey olursa benimle ilgili olan her şeyi öğrenmiş olacaksın," dedi. Sol avucunu açıp kapattı bir süre. Gerginliğini gizlemeyi iyi beceriyordu. Fakat yalan söylemeyi değil.
"Sırrını öğrenmelerinden korkuyor musun?"
"Benim sırrım yok. Katilin beni tehdit edebileceği bir sırrım hiç yok," dedi Vural ve ayağa kalktı. Hala sol avucunu açıp kapatıyor oluşu onun hakkında düşündüğüm şeyi kanıtlar nitelikteydi.
"Sonra görüşürüz Sanat," dedi Vural ve gitti. Onun gidişi birilerinin gerginliğini almış gibi görünüyordu.
"Sonunda gitti," dedi Devrim. Ona baktığımda aklımdan geçeni söyledim sessizce.
"Vural yalan söylüyor."
"Sana ona güvenemeyeceğimizi söylemiştim."
"Bundan nasıl emin olduğumu sormadığına göre sende bunun farkındasın diye düşünüyorum Devrim Dinçer Demiralp."
"Aslında ondan hiç haz etmiyorum ve onun güvenilir biri olmadığını bildiğim için seninde onun yalancının teki olduğunu anlamana sevindim Sanat Karay."
"Vural o şekilde bir yalan söylemiyor. Bir sırrı olmadığı konusunda yalan söylüyor."
"Onun gibi boş kafalı birinin sırrı olabileceğini sanmıyorum Sanat. Belki de sırf senin dikkatini çekmek için dürüstlüğünü göstermeye çalışıyordur," dedi Devrim sinir bozukluğuyla.
"Hayır bu öyle bir şey değil. Vural sol avucunu ne zaman açıp kapatsa bil ki ya yalan söylüyordur ya da öğrenilmesinden korktuğu bir sırrı saklıyordur. Muhtemelen bu sefer ikisi de."
"Vural'ı bu kadar iyi gözlemlemenin sebebini öğrenebilir miyim?"
Devrim'in tek kaşı havaya kalmıştı. Bana olan bakışlarında bir parça kıskançlık sezdim. Devrim beni Vural'dan kıskanmış olabilir miydi? Bunun olma ihtimali yok gibi bir şeydi. Devrim gibi biri beni neden kıskansın ki? Üstelik karşısındaki kişi Vural!
"Ben sadece Vural'ı gözlemlemedim. Seni de gözlemledim Devrim. Unutma ki ben bu okuldaki herkesi iyi tanıyorum."
"Ben unutmadım ama senin unuttuğun bir detay var Sanat Karay."
"Neymiş o?"
"Bu okuldaki tek gözlemci sen değilsin."
Devrim doğrudan gözlerimin içine bakarak söylemişti bu cümleyi. Ne demek istediğini soramadım bile. Bana o kadar yakındı ki aklımı karıştırmak bir yana kalbimi ele geçiriyordu. Bunu yapması için sadece bir bakışı yetmişti ki, "Gidelim," dedi fısıltıyla.
Masanın üzerinden telefonumu aldım ve birlikte masadan kalktık. Bugün ilk dersimiz ortak olduğundan yan yana sınıfa doğru yürüyorduk ve etraftaki birçok kişi dönüp bize bakıyordu. Kulaklıklarım olmadığı için onların ne konuştuğunu duyuyordum ve bu durum canımı sıkıyordu. Çünkü hakkımda pek de iyi şeyler söylemiyorlardı.
Onları duymazlıktan geldiğim sırada, "Çantan arabamda kalmış," dedi Devrim. Kulaklığımda çantadaydı. Kıyafetlerin altında bir yerde kulaklığımı gördüğüme emindim. Teneffüste kulaklığımı almam gerektiğini kafama not etmemin ardından Devrim ile keman sınıfından içeriye girdim.
Tanıdık simalar kemanlarını almış hocanın gelmesini bekliyordu. Kimse tek kelime etmiyor öylece bize bakıyordu. Özellikle de bana bakıyorlardı. Devrim'den çekiniyorlardı ama benden haz etmiyorlardı. Sırf bu bile onlara bana tiksinerek bakmak için bir sebep veriyordu.
"Selam gençler," diyerek sınıfa giren kişi Fulya hoca yerine idareten gelen genç bir adamdı. Hayatımda bu kadar mutlu bir insan daha görmediğime emindim. Sanki okulda art arda korkunç olaylar silsilesi gerçekleşmiyormuşçasına sınıfa keyifli bir giriş yapan yeni keman hocamız bize kendisini tanıttıktan sonra derse geçmek üzere kemanını kutusundan çıkardı.
"Size küçük bir soru. Müzik tarihinin en ünlü keman virtüözü sizce kimdir?"
"Niccolò Paganini," dedi sınıftan biri.
"Bu doğru. Peki onun nasıl anıldığını bilen biri var mı?"
Sınıfta kimseden ses çıkmadı. Cevabı biliyordum. Onun nasıl anıldığını söylemek üzere el kaldırdım. Hocanın bana söz vermesi üzerine, "Şeytanın müzisyeni," diyerek yanıtladım soruyu.
"Çok güzel," dedi yeni keman hocamız ve ardından sözlerine devam etti.
"Onun yaşadığı dönemde keman şeytan işi olarak görülürdü ama bu ona engel olmadı. Paganini kemanını çaldı. En çok da doğaçlama çalmayı severdi. Her konserinden sonra parmakları yara bere içinde kalırdı. Bestelerinin finalini kemanının kopan telleri yüzünden tek telle bitirirdi. Sizlerinde onun gibi olmasını istiyorum gençler. Özgürce, korkusuzca ve yürekten çalmanızı istiyorum. Bu derste de onu örnek alarak serbest çalışacağız. Herkesin tek tek kendi içinden geldiği gibi çalmasını istiyorum."
Keman hocasının yaşam enerjisi saçan bakışları benim kutup rüzgarları estiren soğuk ifademe kaydı. Bana öncelik tanıdı. Kemanımı ve yayımı rafın üzerinden aldım. Kemanımı çenemin altına yerleştirdim. Çalmaya, özgürlüğümü herkese ilan etmeye hazırdım. Tek yapmam gereken yayımı tellerle buluşturmaktı. Sonrası kendiliğinden olacaktı.
Yayımı tellerde gezidirim. Parmaklarım notalara dokunuyordu. Çaldığım parçayı kendim bestelemiştim. Bu benim parçamdı. Adı da belliydi. Yalanlar Resitali.
Notalar akıp gidiyordu. Müziğim herkese yalanlar resitalinde olanları hatırlatıyordu. Piyanonun tuşlarından akan kanı, seçilen kurbanları, öğrenilen sırları fısıldıyordu kemanım. Yayımı son bir kez tellerimin üzerinde gezdirdiğim sırada keman hocam yüzünde gururlu bir tebessümle, "Adın neydi?" diye sordu.
"Sanat."
"İsmin de ruhunu taşıyormuş. Peki bu güzel parçanın bir adı var mı?"
"Var. Adı Yalanlar Resitali."
Keman hocasının söylediğimden etkilendiği belliydi. Benden sonra başka bir öğrencinin çaldığı şarkıyı dinlemeye başlamıştık ki sınıfın kapısı tıklatıldı. İçeri giren kişiyle bir şeylerin ters gideceğini anladım.
Vural doğrudan bana bakıyordu. Yüzündeki ifade onu ele veriyordu. Katil onu yakalamıştı. Şimdi de yalanlar söyleyerek o kimsenin öğrenmesini istemediği sırrı kamufle edecekti. Bana doğru adımladığında elinde bir not olduğunu gördüm. Bu not banaydı. Katil Vural'ı kurban etmekle kalmamış benim sonumu getirmek için harekete geçmişti.
Vural elindeki kağıdı bana doğru uzattı ve "Çok üzgünüm," dedi fısıltıyla. Gözlerimin içine öyle bir baktı ki bunu ona mecbur bırakan sebebi bilmeme rağmen ona bir şey demedim. O gitti. Elimde katilin notuyla orada öylece kalakaldım. Hocanın derse devam edişini ve sınıftakilerin keman çalan öğrenciye odaklanmasını fırsat bilerek katlı olan notu açıp okumaya başladım.
Çok az kaldı. Gerçeklerin ortaya çıkmasına çok az kaldı Sanat Karay. Sana daha önce de söylemiştim. Resital kanla başladı ama yalanla son bulacak. Herkes yalan söyleyecek ama birinin yalanı her şeyi değiştirecek. Oyunda kartlar yeniden dağıtılacak. Şimdiki aşama öncekilerden farklı olacak. Asıl yalancının ortaya çıkmasına çok az kaldı. Sen o kişiyi merak etmiyor musun?
Notu okumayı bitirdiğimde yanımda durmuş benimle beraber aynı notu okuyan Devrim'e baktım. Tıpkı Niccolò Paganini'yi nitelendirdikleri gibi aramızda şeytanın müzisyeni vardı. Yalanlar resitalini başlatmakla kalmadı. Herkesin en büyük sırrını ortaya döktü ve şimdi Işık'ın olayını kapatacak kadar büyük bir şeyle karşımıza çıkmayı bekliyordu. Şeytanın müzisyeni yani katil çok yakınımızda! |
0% |