“Onları ikna etmeyi başardın. Şimdi ikna etme sırası bende,” dedi Devrim.
Başımı göğsünden kaldırıp gözlerine baktım. Beni tam olarak hangi konuda ikna etmek istediğini merak etmiştim ki, “Akşama kadar benimlesin Sanat Karay,” dedi Devrim.
“Bunun anlamı?”
“Bunun anlamı şimdi okulun kapısından birlikte çıkıyoruz,” dedi Devrim ve ekledi.
“Yalanları ardımızda bıraktığımız bu günde sence de bir arada olmamız gerekmez mi?”
“Gerekir Devrim. Sanat’ın Devrim’i ile olması gerekir.”
Devrim’in parmakları benimkileri sardı. Beraber el ele yalanları ardımızda bıraktığımız koridordan geçip okulun kapısından çıktık. Artık yalanlar yoktu peşimizde. Sırlar yoktu ardımızda. İhanetler vardı dört bir yanımızda. Gerçekler ise ihanetlerin ardına saklanmış bekliyordu pusuda. Her an açığa çıkabilirdi. Her an saklandığı yerden çıkabilirdi. Çıkacaktı da.
Bunun bilincindeydim ama içimde en ufak bir kuşku yoktu. Korku hiçbir zaman var olmamıştı bedenimde. Şimdi ise elini tuttuğum o çocukla beraber bugünü bizim için özel kılmaya gidiyorduk. Bizim için özel…
Devrim’in arabasına bindim. O da yanımdaki yerini alınca ilk yaptığı şey benim için müzik açmak oldu. Bu sefer açtığı şarkı rastgele değildi. Yıllar önce bana kulaklığımı verdiğinde açtığı şarkıydı bu. Daha sözlerine sıra gelmediği halde hatırlamıştım. Tınısından ve de o an hissettiklerimi anımsayışımdan…
Dudaklarımda küçük bir tebessümün belirdiğini hissettim. Devrim’e baktığımda onunda benimle aynı şeyi düşündüğünü gördüm. İkimizde terasta geçirdiğimiz o kısacık anı düşünüyorduk. Yakalanmamak üzere saklandığımız duvarın ardında bir diyaloğumuzun bile olmadığını söyleyen Devrim yıllar önce o kızla aynı sınıfta kilitli kaldığındaki ana ve hatta daha öncesine dönmüştü bu sayede. Belki de hayatında olmadığım o günlere dönmüştü. Belki de Işık’ın sözü üzerine geldiği bu okulda yanımdan rüzgar gibi geçişini anımsamıştı. Kim bilir?
Tam olarak hangi zaman dilimindeydi bilmiyorum ama dudaklarına hakimiyet kuran güzel gülümsemesi aynı zamanları düşündüğümüzü hissettirdi bana. “Ne düşünüyorsun bilmiyorum ama umarım beni kaçırmak gibi bir düşüncen yoktur Devrim Dinçer Demiralp,” dedim en sonunda. Söylediğim şeye güldü. Keyifli kıkırtısının yerini haylaz bir gülümsemeye bıraktı.
“Onu bilemeyiz Sanat Karay,” dedi Devrim meydan kurcasına.
Başımı umutsuzca salladım. Sonrasında şarkıyı mırıldanarak dışarıyı izlemeye başladım. Devrim’in beni nereye götürdüğünü bilmiyordum belki de ama onun yanında olduğum sürece bulunduğum yerin önemini yitirdiğini biliyordum. Şarkı bitip yerini derin bir sessizliğe bıraktığında bile ona soru sormamamın nedeni de buydu. Devrim varken her şey önemini yitiriyordu.
Bakışlarım yeniden onu bulduğunda, “Söyle,” dedi birden.
“Neyi?”
“Aklından geçeni.”
“Madem akşama kadar seninleyim. O zaman ilk durağımız yemek yiyebileceğimiz bir yer olsun Devrim Dinçer Demiralp.”
“Seni aç bırakacağımı düşünmedin umarım Sanat Karay. Eğer öyle düşünmene sebep olduysam birileri buna tepki gösterebilir.”
“Birileri?”
“Sevgilimi kast etmiştim,” dedi Devrim öğle arasında kantinde olanlara atıfta bulunmak için ve bunun üzerine sola saptı. Yönümüzün gidişatına bakılırsa beni nereye götüreceği belliydi. Beni yeniden o gece gittiğimiz çorbacıya götürüyordu. Bir zamanlar abisi ile gittiği çorbacıya…
Ona, “Çorbacıya gidiyoruz öyle değil mi?” diye sordum.
Beni başıyla tasdikledi. Yolu sadece bir kere gitmeme rağmen hatırlamama şaşırmadı bile. Onun yerine, “İstersen başka bir yere de gidebiliriz,” dedi. Onu saniyesinde reddettim. Çorbacıya gitmek istediğimi söyledim.
“Anıları yad etme hakkımı çalmana izin vermem Devrim,” diye de ekledim.
Kıkırdadı. Gülüşü öyle güzeldi ki ona bakıp gülmeden durmak imkansızdı. Bulaşıcıydı gülüşü. Sıcaktı ve en önemlisi bu gülüş sadece bana özeldi. Sanat’a özel.
Devrim, “Merak etme Sanat Karay. Bugün benimlesin ve ben seninle geçmiş anıları yad etmekle kalmayacağım. Yalanlardan kurtuluşumuzu da kutlayacağım,” dedi huzurla.
Bugün ikimiz için her ne kadar zor geçse de üzerimizdeki yalanlardan kurtulduğumuz gündü. Sanat ile Devrim’in herkese en can yakan yanlarını gösterdikleri ve de özgür oldukları gündü bugün. Şimdi ise özgürlüğümüzü kutlayacağımızı söylemişti Devrim.
Onun bu sözünün üzerine gülümserken buldum kendimi. O yola bakarken ben uzun uzun onu izledim. Arabayı çorbacının önüne park ettiğinde ise gözleri beni buldu. Dayanamayıp alnıma küçük bir buse bıraktı Devrim Dinçer Demiralp. Sonrasında beraber arabadan inip çorbacıya geçtik.
Devrim ile yeniden kendimi aynı yerde aynı masada buldum. O gece omzumda derin bir yara vardı. Çevremizi kuşatan kurbanlar vardı. Aleyhimize işleyen deliller ve de birbirlerinin sırlarından habersiz iki kişi vardı. Şimdi ise sır perdesi aralandı. Kurbanlar yalanların tarafında değildi ve tüm bunların içinde Devrim ile Sanat aklandı.
Bakışlarımı yanımıza gelen garsona çevirdiğim sırada tüm bu düşünceleri kafamdan attım. Garsona siparişimizi verip beklemeye başladık. Devrim’e, “O gece bana burada sırrının öznesini söylemiştin Devrim,” dedim birden.
“İtiraf etmeliyim ki sırrımın öznesi ile buraya gelmeyi severdim ama tüm bunlar geride kaldı Sanat.”
“Bana abinin sana ulaşmaya çalıştığını söylemiştin. Bu durum hala geçerli mi?” diye sordum beklentiyle. Devrim’in gözleri o an garsonun önümüze koyduğu çorba kasesine kaydı. Önündeki kaseye bakmak bile geçmişi anımsamasına yetmiyormuş gibi ona bu soruyu yönelttiğim için saniyesinde pişmanlık duydum.
“Özür dilerim. Bir daha bu konuyu açmayacağım,” dedim ve çorbamdan bir kaşık aldım. Konuyu açtığım gibi kapatmaktı niyetim ama Devrim benimle aynı fikirde değildi.
Bana baktı ve, “Hala deniyor,” diyerek yanıtladı sorumu.
“Ama bu çabası bir işe yaramayacak Sanat. Abim o gece bende bitti. Onu hayatımın sonuna kadar affetmeyeceğim. Bir gün o da anlayacak bunu.”
“İkimiz de birilerini sildik Devrim. Bir daha yazmamak üzere hemde.”
“Onları bir daha yazmayacağız belki ama biz birbirimizi yazdık Sanat.”
Devrim’in de benimde dudaklarımda yaşadığımız onca şeye rağmen içten bir gülümseme belirdi. Beraber çorbalarımızı içtik. Sonrasında da arabaya geçmek yerine el ele kaldırımda yürümeye başladık.
“Şimdi nereye gidiyoruz Devrim Dinçer Demiralp?” diye sordum imayla.
Devrim yukarı kalkmış bir yay misali gerilmiş kaşlarıma baktı. Tuttuğu elimi bırakmadan kolunu boynuma sarıp beni kendine çekti ve, “Seninle nereye olursa,” dedi gülerek.
Bende pes ettim. Onun rüzgarına kapılmayı seçtim. Onunla savrulmayı, onunla her şeyi akışına bırakmayı seçtim. En sonunda da beraber yürüye yürüye ana meydana çıktık. Dört bir yanımızı saran kalabalığın arasında ilerlerken hoş bir melodi doldurdu kulaklarımı. Bu ses bir kemandan geliyordu.
Devrim de sesin geldiği noktaya baktığımı fark etmiş olacak ki, “Müziksiz duramıyorsun,” dedi beni kemancının olduğu tarafa götürmeye başlamadan hemen önce.
“Beni iyi tanıyorsun Devrim.”
“Ben seni sadece tanımıyorum Sanat. Sen en başından beri benim ezberimdesin.”
Gözlerimi kemancıdan alıp ona diktim. Kahverengi gözlerine baktım uzun uzun. Ona, “Sana yıllar önce kaçmanın bir yolunu bulursam ilk sana söyleyeceğimi söylemiştim,” dedim birden.
“Şimdi buldum Devrim. Ben o yolu sende buldum.”
Devrim alnını alnıma dayadı o an. Sıcak nefesi yüzüme vuruyordu. Sıcakladığımı hissediyordum. Gözlerimi kapatmış derin bir iç çekmiştim. O an bu dünyadan gerçekten kaçtığımı hissettim. En karanlık sırrımı okulun koridorlarında bırakmış olmama rağmen böyle hissediyordum. Onunla göz göze geldiğimde ise gülümserken buldum kendimi.
Birlikte keman çalan gence baktık bu sefer. Kemanını büyük bir ustalıkla çalan çocuğu dinlerken Devrim beni bırakıp çocuğun yanına gitti. Çok kısa bir süre sonra Devrim beni yanına çağırdı. Çocuğun elindeki kemanı bana uzatışıyla bunun Devrim’in oyunu olduğunu anladım.
Kemanı aldım elime. Çenemin altına yerleştirdim. Avucuma bırakılan yayı tuttum ve tellerin üzerinde hareket ettirmeye başladım. Kendi bestelediğim parçayı çalıyordum. Yalanlar Resitalini!
Piyano vardı gözlerimin önünde. Tuşlarından parmaklarımıza bulaşan yalanlar ve daha onlarcası bir bir gözlerimin önünden geçti. Yayımı yavaşça aşağıya doğru kaydırıp parçamı sonlandırdığımda etrafıma toplanan kalabalığı ancak parçayı tamamladığımda fark edebilmiştim.
Herkes beni alkış yağmuruna tuttu. Bu anı kayda alanlarla ve ıslık çalanlarla doluydu etrafım ama ben o an onca kalabalığın içinde tek bir kişiye odaklandım. Devrim’e, Sanat’ın Devrim’ine…
Elimdeki keman ve yayı sahibine geri verdikten sonra Devrim’in tam karşısında durdum. “Bu parçanın adını biliyorsun öyle değil mi?” diye sordum. Dudaklarındaki tatlı tebessümü daha fazla saklayamadı. Başını hafifçe salladıktan sonra elimi tuttu. Parmaklarını parmaklarıma kenetledi. Beni görünür kıldığı gibi kalabalığın arasından çekip alan da oydu. Devrim…
Beraber el ele kalabalığı ardımızda bıraktık. Sonrasında Devrim’in beni meydandaki tokacıya götürüşü oldu. “Buraya neden geldiğimizi sormuyorum bile,” dedim bilmiş bir edayla. Devrim ise çoktan toka stantlarının arasına karışmıştı. Bana cevap vermek yerine aradığını bulmuş olacak ki yanıma geldi.
Beni belimden tutup aynanın karşısına götürdü. Saçlarıma iliştirdiği yıldızlı tokaya baktım. Sonra da dudaklarına yayılan haylaz gülüşe.
“Çok güzelsin,” dedi Devrim. Aynadaki yansımamızda buluştu gözlerimiz. Sanki o aynada ben değilde nadide bir sanat eseri varmış gibi bakıyordu Devrim. Kıymetli bir inci, değerli bir mücevhere bakıyordu sanki. Bana böyle değerli olduğumu hissettiriyordu.
Dönüp ona baktığımda, “Seni seviyorum Devrim Dinçer Demiralp,” dedim gülümseyerek. Devrim, “Bende seni seviyorum Sanat Karay,” dedi. Sonrasında tokanın parasını ödemek üzere kasaya yöneldi. Tam o sırada telefonum gelen bildirimle titredi. Gelen mesaj bilinmeyen bir numaraya aitti.
Bilinmeyen numara: Dışarı bak.
Okuduğum mesajdan sonra kafamı telefondan kaldırıp dükkanın camından bakma ihtiyacı hissettim. Yoldan gelip geçen kalabalığın arasında duran biri vardı. Tanıdık biri. Ömrümün sonuna kadar görmek istemediğim ve de hiç tanımamış olmayı dilediğim biri vardı kalabalığın arasında. Öylece durmuş bana bakıyordu. Çivit mavisi gözlerine şeytani gülüşü ediyordu.
“Asır,” dedim fısıltıyla. Dudaklarım onun adını söylerken onu fark ettiğimi anlamış olacak ki telefonundan yeni bir mesaj attı.
Bilinmeyen numara: Sevgili babacım bizi arabasında bekliyor. Onu bekletmek çok büyük bir kabalık olur diye düşünüyorum. Haksız mıyım Sanatçım?
Mesajı okurken gözlerimi devirme dürtüme daha fazla karşı koyamadım. Hatta mesaj yollayan taraf bu sefer bendim.
Sahibinin yanına dön!
Gönderdiğim mesajın ardından telefonumu kapatıp onun gözlerinin içine baka baka cebime tıktım. Sonrasında yanıma gelen Devrim’in koluna girdim. Beraber dükkandan ayrıldık. Asır’ın arkamızda kalmasını gram umursamadan Devrim ile yürümeye başladım. Tam o sırada pes etmeyeceğini belli edercesine Asır’dan yeni bir mesaj bildirimi geldi.
Bilinmeyen numara: Şimdi arkanı dönüp babacığımız ile görüşmek üzere benimle arabaya geliyor musun yoksa ben Devrim’in karşısına kendim mi çıkayım?
Olduğum yerde durup arkama baktım. Devrim, “Sanat,” dedi soru sorarcasına. Neden durduğumuzu, neden arkama baktığımı ve de bendeki bu halin sebebini merak ediyordu. O sormadan önce, “Babam benimle görüşmek istiyor,” dedim sıkıntıyla.
Devrim ile o an aynı kişiye baktım. Asır öylece durmuş benim gelmemi bekliyordu. Devrim ise, “Peki bunun ne işi var burada?” diye sordu küfredercesine. Belki de o an elini tutmaya kalkmasaydım çoktan Asır’ın üzerine yürürdü.
“Asır burada çünkü okulda olanları babama anlattı. Şimdi de babamın yanına beni götürerek zevkini tatmin etmek istiyor.”
“O zaman şöyle yapalım. Sen babanla konuşurken ben Asır ile vakit geçirerek kendi zevkimi tatmin edeyim.”
“Devrim,” dedim uyarıcı bir tonda ama tabii ki de bu ona etki etmedi. İnadın ete kemiğe bürünmüş haliydi Devrim. Ne diye onu ikna etme çabasına girdiğimi bile bilmiyordum. Sonuçta beni dinlemeyeceği apaçık bir gerçek. İşin en sıkıntılı kısmıysa ne yazık ki Devrim’in Asır’ı benzetmesi değil benim Rutkay Karay ile konuşacak olmamdı. Konuşmanın nasıl bir gidişata evrileceğini öngörebiliyordum ve durum daha şimdiden sinirlerimi bozmaya yetmişti.
“Rutkay Karay mademki konuşmak istiyor o halde ona istediğini vereceğim,” dedim kendimden emin bir şekilde.
“Bende şunu tutarım,” dedi Devrim. Asır’dan bir obje gibi bahsetmesi hem dikkatimden kaçmamış hem de oldukça hoşuma gitmişti.
Birlikte el ele Asır’a doğru adımlamaya başladık. Asır ise her zamanki şeytani gülümsemesiyle bize yolu göstermek adına önden yürümeye başladı. Asır’ın peşinden meydanın sonuna kadar yürüdük. Yol kenarındaki siyah aracın içinde kimin beklediğini hepimiz biliyorduk. Rutkay Karay!
“Babacığımız seni çok özlemiş,” dedi Asır yapmacık bir gülümsemeyle. Hemen ardından arabanın kapısını açıp centilmenliğini konuşturmak ve de Devrim’in damarına basmak adına içeriye geçmemi bekledi.
Ona, “Babamla yalnız konuşacağım,” dedim duygudan yoksun bir ifadeyle.
Asır itiraz etmedi. Aksine bunu söyleyeceğimi önceden tahmin ettiğini belli edercesine iğrenç gülümsemesini kondurdu dudaklarına. Devrim’e, “Geleceğim,” dedim bu sefer. Sonrasında arabaya geçtim. Asır kapıyı ardımızdan kapatır kapatmaz araba hareket etmeye başladı. Küçük bir tura dünyanın azarını sığdırmayı bekleyen Rutkay Karay’a baktım bu sefer.
“Dur tahmin edeyim. Oğlunla konuştun ve şimdi de bana nutuk çekeceksin. Hiç durma! Bana ne söyleyeceksen söyle de bitsin bu işkence!”
“Ses tonuna dikkat et,” dedi ifadesiz bir şekilde.
“Sen bana ne yapıp ne yapamayacağımı söyleyemezsin,” dedim meydan okurcasına.
Ses etmedi. Onun yerine sabrını zorladığım için sakinliğini korumak için derin bir nefes aldı. Hemen ardından, “Okulda olanları biliyorum,” diyerek konuya hızlı bir giriş yaptı Rutkay Karay.
“Eminim kaynakların sağlamdır,” diyerek araya girdim.
“Asır’dan değil başkasından öğrendim,” dedi birden.
“Asır olayı öğrendiğimde bile seni korudu. Hatta yaptığın saçmalığın tüm yükünü üstüne aldı. Her ne kadar sen ona iftira atsanda,” dedi ve sırtını dikleştirdi.
Ona karşı ne söylediğimin hiçbir öneminin olmadığını ve de bundan sonra da olmayacağını bildiğim için, “Asır söylemediyse kimden öğrendin peki?” diye sordum. Ses tonumun iğneleyici oluşu her zamanki gibi dikkatinden kaçmadı. İlk başta bana ayar verme niyetiyle araladı dudaklarını. Sonrasında bundan vazgeçmiş olacak ki konuya geri dönmeyi tercih etti.
“Işık,” dedi sakin bir ses tonuyla.
“Ilgaz Günay’ın kızı Işık Günay.”
Histerik bir kıkırtı döküldü dudaklarımdan. Sinirlerim o kadar bozuktu ki son olanlardan sonra hiçbir şey gözüme şaşırtıcı gelmiyordu. Bunun da Asır’ın bir oyunu olduğu ortadaydı. Son olayları anneme verdiği sözü tutmak adına ve de babamın gözünde o kusursuz evlat profilini korumak adına Işık ile açığa çıkarmayı seçmişti. Üstüne bir de oyunculuğunun ne kadar iyi olduğunu bir kez daha göstermişti.
Babama, “Işık Günay evimize kadar seninle konuşmak için geldi demek,” dedim sinir bozukluğuyla.
“Kızı saçlarından tutup okulun ortasında rezil etmişsin! Üstüne bir de üç öğrenciye neden burs bağladığımızı da tüm okula itiraf etmişsin! Bu da yetmezmiş gibi uyuşturucu bağımlılığın yüzünden yıllar önce okulun çatısından kendini attığını artık herkes biliyor!”
“Artık ses tonumuza ayar vermeyi bir kenara bıraktığımıza göre benden ne istediğini söyleyebilirsin!”
“Sanat!”
Sinirli bir nefes çektim içime. Sonrasında, “Ben o kapıdan çıktığım gün bu lanet olasıca sır dışında aramızda bir bağ yoktu. Şimdi o sır da ortadan kalktığına göre benden ne istiyorsun?” diye sordum. Bir an önce şu kahrolası arabadan inip Devrim’in yanına dönmek istiyordum. Bir an önce bu saçmalığın son bulmasını istiyordum. Devrim ile beraber özel yerimize gitmek istiyordum. Daha ötesi değil!
Rutkay Karay duygusuz bir ifadeyle, “Tüm bunları kimin için yaptığını biliyorum,” dedi.
“Her ne yaşanırsa yaşansın sen benim biricik kızımsın ve seni bu konuda uyarmak da benim görevim. Ben senin babanım Sanat. Bu dünyada annenle beraber seni en çok seven ve sana en çok değer veren benim. Bu gerçek hiçbir zaman değişmeyecek.”
Kendimi daha fazla tutamadım. “Benim bir babam yok. Annem hiç yok. Şimdi karşıma geçmiş bana babalık taslama. Seni buna pişman ederim!” diye bağırdım sinirle.
“İnmek istiyorum!” diye de ekledim.
Araba tabii ki de durmadı. Ne de olsa Rutkay Karay son sözünü söylemedi. O sözlerini tamamlamadan ve de şoföre dur emri vermeden bu araba durmayacaktı. Kahretsin! Resmen kapana kısıldım!
Sinirlerimi dizginlemekte zorlandığım o anda Rutkay Karay hassas noktama değindi. “Devrim,” dedi birden. Onun ismi bile az önce yaşanan her şeyi bir kenara bırakıp karanlık harelere bakmama yetmişti.
“Tüm bunları Devrim Dinçer Demiralp için yaptığını biliyorum.”
“Senin hiçbir şey bildiğin yok!”
“Aylar önce aile avukatıma onu araştırttığını ve de Işık Günay olayında Devrim için itirafçı olduğunu biliyorum. Boşuna inkar etme. Işık bana sadece bugün olanları değil bunları da en ince ayrıntısına kadar anlattı.”
“O zaman her şeyi kendisinin planladığını ve de benden kurtulmak için Devrim’i kullandığını da anlatmıştır,” dedim iğneleyici bir tonda.
Başını umutsuz bir edayla sağa sola salladı. Sonrasında, “Tüm bunları o çocuk için yaptığını biliyorum kızım ama yanlış yoldasın. O çocuk bir suçlu. Seni kullanıyor ve ben bunu bile bile senin onunla görüşmene seyirci kalamam,” dedi koyu renk gözlerini benim soluk mavi gözlerime dikerek.
“Buna sen karar veremezsin,” dedim sinirle.
“Evet veririm. Kızımın bir suçlu ile olmasına izin vermiyorum, vermeyeceğim de! Bu arabadan indiğin an Devrim Dinçer Demiralp ile vedalaşsan iyi edersin Sanat Karay! Aksi bir durumda beni daha sert tedbirler almak zorunda bırakırsın!”
“O zaman elinden geleni ardına koyma. Çünkü ölsemde ben ondan vazgeçmeyeceğim Şimdi durdur arabayı. İnmek istiyorum.”
Rutkay Karay şoföre geri dönmemiz için işaret verdi. Bunun üzerine araba dönüş yoluna geçti. İkimizde o andan sonra tek kelime etmedik. Bunun sebebi Rutkay Karay’ın kendince son sözünü söylediğini sanmasıydı. Benim konuşmama nedenimse öfkeydi. O kadar öfkeliydim ki bir an önce arabadan inip Devrim ile beraber özel yerime dönmek ve de sinirimi kum torbasından çıkarmak istiyordum. Öyle de yapacaktım!
Araba beni aldığı noktada durana kadar sinirden sol ayağımla sabırsız bir ritim tutturdum. Sonrasında arabanın durmasıyla kendimi dışarıya atmam olmuştu. İşte tam da o noktada beni bıraktığı noktada bekliyordu Devrim. Beni bekliyordu. Bunu biliyordum. Bende ona istediğini verdim. Rutkay Karay’ın bizi izlediğini biliyordum ve bu durum umurumda bile değildi. Devrim’in boynuna atıldığımda arabanın lastiklerinden çıkan çığlığı anımsatan sesi duydum ama bu bile benim ona sarılıp iç çekmeme engel olamadı. Rutkay Karay ne yaparsa yapsın engel olamayacaktı.
Biz resitalin yalanlarına rağmen bir araya gelmeyi başarmıştık. Biz etrafımızı kuşatan ihanetlere rağmen birbirimize sımsıkı sarılmıştık ve bundan sonra da asla ayrılmayacaktık.
“Nasılsın?” diye sordu Devrim benden ayrılıp yüzümü avuçlarının arasına aldığı sırada.
“Biraz sinirliyim Devrim Dinçer Demiralp,” dedim derin bir iç çekerek.
“Desene ikimizinde kum torbasına ihtiyacı var.”
“Senin neden kum torbasına ihtiyacın var?”
“Adını anmak istemediğim şahsiyeti dövmek suç olduğu için bu dürtümü atmak için kum torbası ideal bir yol gibi görünüyor Sanat Karay.”
“Çok haklısın Devrim Dinçer Demiralp. Özel yerimize dönmemiz gereken konular bunlar.”
Devrim beni kolunun altına aldı. Oradan uzaklaşırken fark ettim Asır’ın ortalarda olmadığını. Nedenini sorgulamadım bile. Devrim ile aralarında ne geçtiğini de sormadım. Çünkü ondan bile daha can sıkıcı bir durumun tam ortasındaydım. Okula gidene kadar da bu konuyu düşünmemek için kendi içimde büyük bir savaş verdim. Tabii ki de işe yaramadı!
Zihnim bana inat yaparcasına o anları tekrar tekrar başa sardı. Okula vardığımızda ise hiç vakit kaybetmeden Devrim ile özel yerimize geçtik. Antrenman için hazırlandık ve sonunda kum torbasının karşısına geçtik.
İlk yumruğu ben attım. Sonrakini Devrim attı derken ikimizde art arda yumruklarımızı indiriyorduk kum torbasına. İkimizde öfke doluyduk ama şöyle bir gerçek var ki Devrim birkaç yumruktan sonra rahatlamıştı. Artık kum torbasına acımasızca vuran sadece bendim. Soluk mavi gözlerimde gizlenen öfkenin ne derece büyük olduğunu o da fark etmiş olacak ki en sonunda dayanamadı. Belimden tuttuğu gibi beni kendine çevirdi. Artık kum torbası yoktu karşımda. O vardı. Devrim Dinçer Demiralp.
“Babanla ne konuştunuz Sanat?” diye sordu Devrim ilgiyle.
Bir yanım ona anlatmamam gerektiğini bunu öğrenince Devrim’in tepkisinin nasıl olacağını bana hatırlatsa da ondan hiçbir şey saklamak istemiyordum. Sır istemiyordum. Yalan istemiyordum. Ona yeniden ihanet etmek istemiyordum. Ben onun olmak, onunla olmak istiyordum.
En çok da bu yüzden ona, “Senden uzak durmamı istedi,” dedim tek seferde.
Devrim ilk başta söylediğim şeye karşılık hiç tepki vermedi. Sonrasında elleri ensesini kavradı. Sinirden gülmeye başladı. Önümde bir o tarafa bi bu tarafa volta atıyordu ki, “Sebep?” demekten kendini alamadı.
“Seni araştırmış,” diyerek yanıtladım sorusunu.
“Haliyle katilin yanında durmanı istemedi.”
“Hayır. Sen katil değilsin Devrim.”
“Bunu bir tek sen biliyorsun Sanat.”
“Onun ne düşündüğü umurumda bile değil Devrim,” dedim ve aramızdaki mesafeyi sabırsızca kapattım. Ellerim yüzünü kavradı. Gözlerime bakmasını sağladım. Sonrasında, “Senden asla vazgeçmem Devrim,” dedim fısıltıyla.
“Benim her şeyim sensin Devrim.”
Bu cümlenin üzerine Devrim’in elleri de benim yüzümü kavradı. Öyle şefkatli dokunuyordu ki onun ellerinde ufacık olabilecek olsam bile korkmazdım. Çünkü biliyordum. Ben dağılsam o toplardı. O dağılsa ben onu toplar onun her bir zerresini ayrı ayrı severdim. Tıpkı şimdi de olduğu gibi…
“Bizi kimse ayıramaz Sanat,” dedi Devrim rahat bir nefes verirken.
Onu başımla tasdikledim. Tam ona yeniden sarıldığım sırada bir telefon geldi. Çalan telefon Devrim’indi. Arayan ise her zaman ki gibi annesiydi. Habersiz kaldığı için haliyle merak etmişti.
“Efendim anne,” dedi Devrim aramayı cevaplandırdıktan sonra. Annesinin sesi telaşlı geliyor olacak ki, “Tamam geliyorum,” demişti. Bu sözün üzerine telefonu kapattı Devrim.
“Bir sorun mu var?” diye sordum.
“Bilmiyorum ama annem acilen eve gelmemi söyledi.”
“O zaman anneni daha fazla meraklandırma Devrim.”
“Ama seni bırakmak istemiyorum.”
Devrim’in beni bırakmayacağını biliyordum. Özellikle de Asır’ın dönüşünden sonra böyle bir ihtimal Devrim için kabul edilemezdi. Bunu biliyordum. Sırf bu yüzden, “Sen gelene kadar burada bekleyeceğim. Şimdi annenin yanına git Devrim,” demiştim.
Devrim tereddüt etse de uzun ısrarlarım sonucunda eve gitmeye razı oldu. Tabii bunda bana başta o gelene kadar telefonumu elimden bırakmamak gibi koştuğu onlarca şartı kabul etmemin etkisi büyüktü. Onun gidişiyle tıpkı ona söz verdiğim gibi elimde telefonla basamaklara oturup beklemeye başladım. Tam o sırada birinin adım seslerini duydum.
“Devrim!” diye seslendim ama ses veren olmadı.
Devrim’in geri dönmüş olabileceğini düşünmekle hata etmiştim. Üstüne bir de sesin kapının oradan değilde soyunma odasının olduğu taraftan gelmesi iyice işkillenmeme neden olmuştu. Elimdeki telefonu daha da sıkı tuttum. Orada birinin olduğunu bildiğimden buradan çıkmam gerektiğini hissettim. Ayağa kalktım. Kapının olduğu tarafa doğru aceleyle adımlarken adımların sahibi gelip beni esir aldı. Telefon elimden düştü.
“Tokanı bırakalım da birileri meraklanmasın,” dedi sesin sahibi. Saçımdaki tokayı çıkarıp yere attı. Birden içeri bir sürü insan girdi. Onların neden geldiğini biliyordum. Beni yeniden aynı yere kapatmak üzere gelmişlerdi.
“Bırakın beni!”
Ne çığlıklarım ne de çırpınmam bir sonuç verdi. Sakinleştirici iğneyi ne zaman yaptıklarını anlamadım bile. Sadece tek hatırladığım beni ambulansla götürdükleriydi. Sonrası tamamı ile karanlık. Kapkaranlık!
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
6.24k Okunma |
447 Oy |
0 Takip |
45 Bölümlü Kitap |