Yeni Üyelik
22.
Bölüm

22.Bölüm: Kamera Kayıtları

@sevvnuraydn

Savcının delici bakışları Devrim ile benim aramda mekik dokuyordu. Katili bulduğuna inanıyordu. Işık Günay dosyasını bu sefer bir daha açılmamak üzere kapatacağını düşünüyordu. Her şeyin bittiğini, bizi köşeye sıkıştırdığını ve benim boşu boşuna Devrim'i korumak için kendimi ateşe attığımı düşünüyordu ama yanılıyordu. Işık'ı Devrim öldürmedi.

 

"Siz ikiniz," dedi savcı kibirli bir gülümseme eşliğinde.

 

"Yine ne tür bir belaya bulaşacaksınız bakalım?"

 

"Ders denilen bir şeye bulaşmayı düşünüyoruz sayın savcım. Şimdi izninizle yetişmemiz gereken bir ders var," dedim ve Devrim'i kolundan tutmak suretiyle oradan uzaklaştırdım. Devrim duyduğu şeyin etkisinden çıkamamıştı. Tabii bende.

 

Her ne kadar bunu dışarıya yansıtmasamda savcının söylediklerini aklımdan bir türlü çıkaramıyordum. Bir anda Devrim olduğu yerde durdu ve, "Savcının söylediklerini düşünüyorsun öyle değil mi?" diye sordu hayal kırıklığıyla.

 

Dönüp ona baktığımda kahverengi gözlerinde kendi yansımamı gördüm. Ondan şüphelendiğimi düşünüyordu. Tereddüt ettiğimi, Işık'ı onun öldürmüş olduğuna inandığımı sanıyordu ama bu doğru değildi.

 

"Evet bir şeyler düşünüyorum ama savcının aksine ben bunu senin yaptığını düşünmüyorum Devrim. Sen Işık'a zarar vermedin. Vermezsin."

 

"Benim yapmadığımdan nasıl bu kadar eminsin?"

 

"Eminim. Çünkü aynadaki yansımada sen yoksun."

 

Devrim'in gözlerime öyle bir bakışı vardı ki sanki ruhumu görüyormuş gibi hissettiriyordu bana. Sanki içimdeki karanlıkta filizlenen o küçük çiçeği görebiliyordu. Ona dokunabiliyordu. Bir damla güneş ışığı bile görmeyen o yerde çiçeğimi hayatta tutmayı başarabiliyordu.

 

Yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Soluk mavi gözlerime bakarak, "Aynadaki yansımada sen yoksun da ne demek?" diye sordu.

 

"Ne demek olduğunun bir önemi yok. O görüntülerdeki kişi sen değilsin. Bunu biliyorum ve sen her ne yaparsan yap onlar ne söylerse söylesin ben senden şimdi nasıl ki şüphe etmediysem sonra da şüphe etmeyeceğim Devrim Dinçer Demiralp."

 

Onunla aramdaki mesafeyi açtım. Arkamı döndüm ve sıradaki dersimin olduğu sınıfın kapısını çalmaya tenezzül dahi etmeden direkt içeri daldım. Hoca beni görünce bir şey demedi. Bunda insanı ürküten bakışlarımın etkisi büyüktü. Bana azar çekmekten vazgeçmiş derse geri dönmeye karar vermişti ki kapı yeniden aralandı. Gelen kişi Devrim'di.

 

Onu görünce bile başımı çevirmiştim. Bir an önce gitmesini istiyordum. Şu an onunla konuşmak istemiyordum. Fakat şöyle bir detay var ki söz konusu Devrim olunca inat onunla bir bedene bürünüyordu.

 

"Hocam izninizle Sanat'ı almam gerek," dedi Devrim bana bakarak. Dönüp ona baktığımda ona karşı çıktığım an beni ikna edene kadar burada dikileceğini anladığım için dersin hocasına baktım.

 

Hocamız bıkkın bir nefes eşliğinde, "Çıkın dışarı. Ders sonuna kadar da gelmeyin," dedi. Devrim'i aşıp sınıftan çıktım. Kendileri de gelince delici bakışlarımı ona diktim.

 

"Şimdi de derse girmeme mi engel olmaya başladın."

 

"Soruma cevap verene kadar durmayacağımı biliyorsun. Aynadaki yansımayla neyi kast ettin?"

 

Devrim'in hassas bir noktaya parmak bastığının bilinciyle bana karşı daha dikkatli yaklaşmaya çalıştığını fark ettim. Ona içimden çok fazla şey söylemek geliyordu. Kaderlerimizin birbirine bağlandığı o günden başlamak, durmadan konuşmak geliyordu içimden ama bunu yapamazdım.

 

Ona o zamanlar yardım ederken suçsuz olduğuna emindim. Fakat şimdi durum farklıydı. Işık'ı Devrim öldürmedi. Bunu biliyorum ama ona ilk kez yardım ederkenki halimle şu anki halim arasında fark vardı. Eski Sanat ona suçsuz olduğu için yardım ediyordu. Şimdiki Sanat ise suçsuz olduğunu bildiği kişiye aşık olmuştu. Aradaki uçurumu görebiliyorum. Yaralı bir akıl hastasının onun gibi birine aşık olması olacak şey değildi. Biz diye bir şey hiçbir zaman olamazdı. Bunu bilmek her ne kadar canımı yaksada asıl beni kahreden gerçek ona hiçbir zaman aşık olduğumu dile getiremeyecek olmaktı.

 

"Bir şey söylemeyecek misin?" diye sordu yumuşak bir sesle. İçimdeki tüm sesleri bastırdım. Duygularımı karanlığıma, kalbimi ise gerçeklerimin arkasına sakladım. Donuk bir ifadeyle ona söyleyecek hiçbir şeyimin olmadığını dile getireceğim sırada, "Devrim Dinçer Demiralp ve Sanat Karay ikilisi," diye bir ses yankılandı koridorda. Bu ses savcının sesiydi ve bize doğru geliyordu.

 

"Derse girmediğiniz iyi oldu. İkinizde benimle geliyorsunuz."

 

Soru sormadık. İkimizde eli mahkum savcının peşinden gitmek durumunda kalmıştık. Savcı bizi kamera kayıtlarının olduğu odaya soktu. Başımızda savcı ve iki polis memuru vardı. "Şimdi sizinle çizgi film izleyeceğiz," dedi savcı ve kaydı başlatması için bilgisayarın başındaki polise işaret verdi.

 

Kayıt başladı. Bu kamera kaydı okulun girişine aitti. Demir sürgülü kapının önündeki yolu çekiyordu. O an kadraja giren iki kişiyle nefesimi tutmuştum. Merve ile Işık okula doğru yürüyordu. İçeri girmek üzerelerdi ki arkadan gelen siyah arabanın farkında bile olmadıklarını gördüm.

 

İkisi de bir yandan konuşuyor bir yandan yürüyordu. Okul kapısından girmelerine çok az bir zaman kala siyah araba durdu. İçinden inen kar maskeli, uzun ve yapılı bir adam Işık'ı belinden tutup yakaladı. Merve adama vurmaya başladı ama işe yaramadı. Çünkü arabadan inen bir kişi daha vardı. O da Merve'yi yakaladı.

 

Işık adamdan kurtulmak için çırpınmaya başladı. Adam onu arabaya bindirdiğinde Merve'yi arkada bırakmışlardı. Merve arabanın arkasından koştuğu sırada yerden bir kağıt parçası aldı. Onun bunca zaman sessiz kalmasının nedeni işte buydu. Not!

 

İzlediğim görüntüler karşısında vücudumdaki tüm kanın çekildiğini hissettim. Işık'ın kaçırılış anını bulmuştuk. "Kamera görüntülerine ulaşmanız neden bu kadar uzun sürdü?" diye sordum sinirlerime hakim olamayarak.

 

Savcı gözlerimin içine baktı. "Görüntülere daha yeni ulaşabildik. Çünkü biri daha yeni o görüntüleri sisteme yüklemiş. Anlayacağın katil görüntülere ulaşmamızı şimdi istedi," dedi savcı ve Devrim'e baktı.

 

"Katil yakalanmak istiyor belli ki," diye de ekledi.

 

Devrim'e katil damgası yapıştırması sinirlerimi bozuyordu. O maskenin altında herkes olabilirdi ama Devrim olamazdı. Bunu biliyordum. Sırf bu yüzden, "Kar maskeli adamı tekrar görmek istiyorum," demiştim.

 

Savcı cüretimden ötürü beni azarlayacağı yerde istediğimin olmasını sağladı. Bilgisayar başındaki memura kar maskeli adamı açmasını ve görüntüyü netleştirmesini söyledi. Görüntü yeniden karşımızda belirdi. Adamın vücut yapısı Devrim'e gerçekten de çok benziyordu ama bu kişi herkes olabilirdi.

 

Uzun uzun resme baktım. Adamın giydiği kıyafetleri ve hatta ayakkabısını bile inceledim. O an bir detay takıldı aklıma. Küçücük bir ihtimal bile Devrim'in ayağını kaydırmaya yeterdi ve ben buna izin vermeyecektim. Savcıya baktım.

 

"Bu adam Devrim değil."

 

"Bu kadar emin olduğuna göre bir kanıtın vardır diye düşünüyorum Sanat Karay."

 

"Devrim bu saat aralığında okuldaydı."

 

Devrim'e baktım bu seferde. Kar maskeli adam o değildi. Işık'ı o öldürmedi ve çok yakında herkes bunu görecekti. Savcı kendinden emin duruşum karşısında kamera kayıtlarının saat aralığına baktı.

 

"Bu söylediğini araştıracağım Sanat Karay ama bu söylediğinin aksini kanıtlarsam o zaman sende herkes gibi gerçeği göreceksin."

 

"Asıl araştırmanızı tamamladığınız zaman Devrim'in suçlu olmadığını anlayacaksınız savcım."

 

Devrim'in sessizliği koruyor oluşu her ne kadar bana anlamsız gelse de onun gidişiyle savcı gitmeme engel oldu ve, "Kendime bir söz verdim. Yarın sabah bu dosyayı kapatacağım. Önce Polen sonra da Devrim bu işten yakayı kurtaramadan içeriye girecek. Hoş, gerçi Devrim alışkındır oralara," diyerek sözlerini tamamladı.

 

"Devrim alışkındır da ne demek?"

 

"Bunu ona sor. O sana uzun uzun anlatır."

 

Kolumu ondan kurtardım. Odadan çıkıp Devrim'in yanına geçtim. Ona savcının söylediği şeyi sormak istedim ama bundan saniyesinde vazgeçtim. Onun yerine bunu akşam herkes gittikten sonra kendim araştırmaya karar verdim. Şimdiki önceliğim Devrim'in izlediklerinden sonraki ruh haliydi.

 

Devrim ile beraber kamera kayıtlarının olduğu odadan olabildiğince uzağa gittik. "Sen savcının sözlerine kulak asma. O da senin suçsuz olduğunu anlayacak," dedim Devrim'e ama o beni pek dinliyormuş gibi görünmüyordu.

 

Dalgın görünüyordu. İzlediği görüntülerin onu bu hale getirdiğini biliyordum. Işık'ın kaçırılma anını izlemek ona ağır gelmişti. Dönüp ona baktım. "Güçlü olmak zorundasın. Işık'ın katilini bulmaya çok yaklaştık Devrim," dedim ve onun vereceği tepkiyi bekledim.

 

Bana baktı. Gözlerindeki o ateşin hepimizi yakacağını bilemezdim. "Kar maskeli adamın ne giydiğine dikkatli baktın mı?" diye sordu sadece. Başımı hafifçe salladım. Konunun ne ara kıyafete geldiğini bile anlayabilmiş değildim.

 

"O adamın üzerindeki kıyafetlerden bende de var Sanat."

 

"Bu o kıyafetlerin sana ait olduğu anlamına gelmez Devrim."

 

"Doğru ama ya katil onları aldıysa?"

 

İçime küçük bir kuşku düştü. Katilin tüm suçu Devrim'e atmak için böyle bir şey yapmış olabilme ihtimali bile sıradaki kurbanın Esila Kehribar değil de aslında Devrim olduğunu gösteriyordu. Esila Kehribar'ın okulda olmayışı bile onun kurbanlar listesindeki yerini ertelemeye yetiyordu.

 

"Evine gidip kıyafetlerin hala orada olup olmadığına bakmamız gerek. Eğer düşündüğün gibi kıyafetler dolabında yoksa katil suçu senin üzerine atmak için an kolluyor demektir Devrim."

 

"Dersi ekeceğimizin farkındasındır umarım."

 

"Resital olayından beri tek yaptığımız bu değil mi zaten? Emin ol gitar dersini sonra da alabilirim Devrim Dinçer Demiralp."

 

"Gidelim öyleyse."

 

Devrim ile yeni bir şeyin peşine düşmüştük. O kıyafetler Devrim'in olabilir miydi? Katil tüm suçu onun üzerine yıkmak için onun kıyafetlerini almış olabilir miydi? İçimde garip bir his vardı. İzlediğim görüntüler bir yana savcının söylediği şeyi bir türlü aklımdan çıkaramıyordu. Bana Devrim'in hapishaneye alışkın olduğunu ima etmişti. Devrim bahsettiği gibi daha öncesinde hapse girmiş olabilir miydi?

 

Aklımdaki ihtimali bir kenara bıraktım. Şu an için tek düşünmem gereken şey katilin Devrim'in kıyafetlerini alıp almadığıydı. Diğer konuyu daha sonra da öğrenebilirdim ama şimdi değil. Devrim arabayı süratle sürüyor gerginliğini gaza basarak atıyordu.

 

Araba boş yolda yağ gibi kayıyordu. O kadar hızlı gitmemize rağmen kılımı bile kıpırdatmadım. Normalde kızlar bu hızla giden bir arabanın içinde panik atak krizleri geçirirken bu benim umurumda bile değildi. Bir an önce varacağımız yere ulaşmak ve işin aslını öğrenmekten başka bir düşüncem yoktu.

 

Devrim, "Annem okulu ektiğim için kıyametleri koparacak ama muhtemelen yanımda sen olduğun için bunu akşama saklayacak," dedi arabayı evin önüne park ederken.

 

Ev çok büyüktü. İki katlı beyaz ve açık gri tonlarında bir evdi. Demir Demiralp'e de böyle bir ev yakışırdı zaten. Evin dış cephesini incelemeyi bir kenara bırakıp Devrim'in peşinden gittim. Kapı çalar çalmaz açıldı. Sanki Devrim'in annesi okuldan çıkış yaptığının haberini önceden almış gibi kapıyı açıp bize bakmıştı.

 

"Dersi mi ektin Devrim?" dedi annesi sinir bozukluğuyla. Daha sonra bakışları beni buldu. Beni baştan aşağıya süzdü. Dudaklarında beliren tebessüme bakılırsa benim burada oluyor oluşum hoşuna gitmişti.

 

"İçeri gelin," dedi Devrim'in annesi.

 

İçeriye doğru bir adım attım. Sonra bir adım daha. Devrim'in, "Anne! Biz odamdayız!" diyerek annesine seslendiği o ana kadar gözüm evin içinde gezinmişti.

 

Devrim'in peşinden merdivenlere yöneldim. Merdivenlerden çıktıktan sonra sağdaki üçüncü kapıdan içeriye girdik. "Sen sağ taraftan başla. Ben soldan," dedi Devrim odaya girer girmez. Kendimi onun dolabını karıştırırken bulacağım aklımın ucundan dahi geçmemişti. Koca dolapta o kazakla pantolonu bulabilir miydim onu bile bilmiyordum.

 

En sağdan askıları ve rafları karıştırmaya başladım. Aradığım şeyin siyah boğazlı bir kazak olduğunu biliyordum. Onu bulmak bile bir ihtimali eleyecekti. Askıları ve rafları karıştırmaya devam ediyordum ki, "O kazağı bana Işık almıştı," dedi Devrim birden.

 

"Sence bu tesadüf olamayacak kadar planlanmış bir şey gibi durmuyor mu?"

 

"Kazak dolapta değilse birisi onu almış olmalı."

 

Devrim'in gerginliği yüzünden okunuyordu. İkimiz ortada buluşana kadar dolabın altını üstüne getirmiştik ama kazak ortada yoktu. Bu da yetmezmiş gibi takıp çıkardığım askıların arasındaki boş bir askıya iliştirilmiş notu gördüm. Notu gördüğüm an katilin buraya gelip o kazağı aldığını anladım. Notu yapıştığı yerden alıp okumaya başladım.

 

Zamanın kısıtlı. Beni bulmak için bundan çok daha fazlasını yapman gerekirdi Devrim Dinçer Demiralp.

 

Notu Devrim'e gösterdim. İkimiz de pes ettik. Dolabı kapattık ve yere oturduk. Kollarımız birbirine değiyordu ve ikimiz de öylece odanın farklı bir tarafına bakıyorduk ki aklıma son bir ihtimal düştü. Yerden kalktım. Devrim'e baktım ve "Bakmadığımız bir yer daha var," dedim. İlk başta beni duymadı. Daha doğrusu zihnindeki gürültü beni duymasına engel oldu.

 

Bende elinden tuttum. Onu o çakılıp kaldığı yerden kaldırdım ve "Bir yer daha var," dedim yeniden.

 

"Annene kuru temizlemeye gönderilen kıyafetlerin nerede olduğunu sor."

 

"Kuru temizleme mi?"

 

"Katil onu kullandıktan sonra geri bırakmış olabilir. Savcı evini incelettiğinde bulunsun diye."

 

Tam Devrim bu ihtimalin olup olamayacağını öğrenmek üzere annesinin yanına gidiyordu ki kapı açıldı. Odanın kapısından bize bakan kişi annesiydi. Elinde küçük bir tepsiyle odaya girdi. Tepside kurabiye ve iki bardak meyve suyu vardı. Tepsiyi Devrim'in çalışma masasına bıraktığı sırada, "Benim kıyafetlerimden bu hafta kuru temizlemeye gönderdiğin var mı?" diye sordu Devrim annesine.

 

"Evet. Birkaç parça yollamıştım. Sanırım aralarında senin kıyafetlerin de vardı."

 

"Peki şimdi neredeler?"

 

"Sanırım aşağı kattaki odadalar. Kızlar henüz yerleştirmedi."

 

Devrim bunu duyduğu gibi odadan çıktı. Odada sadece annesiyle ben kalmıştım. Annesi yüzünde saklamakta zorlandığı bir gülümseme eşliğinde, "Devrim için çok değerli olmalısın," dedi. Ne demek istediğini anlayamadığımdan, "Devrim odasına kolay kolay kimseyi sokmaz. Seni odasına aldığına göre seni önemsiyor demektir," diyerek kısaca durumu açıkladı. Ne diyeceğimi bilemedim. O an aklıma Işık'ın daha önce bu odaya girip girmediği geldi.

 

Annesi, "Benim şimdi aşağıya inmem gerek. Mutlaka yemeğe kalmanı istiyorum," dedi ve cevabımı duymadan odadan çıktı.

 

Devrim gelene kadar odada beklemeye karar verdim. Gözlerim o an odasında gezindi. Çift kişilik yatağın hemen sol tarafında havada asılı bir kum torbası vardı. Diğer köşede tekli bir koltuk ve tekli koltuğun yanındaki kitaplıkta birkaç küçük süs eşyası ve romanlar diziliydi. Uzaktan gözlemlediğim bir detay daha vardı.

 

Yatağın yanındaki küçük komodinin üzerinde bir fotoğraf çerçevesi vardı. Bu fotoğraftaki adam ve gencin kim olduğunu biliyordum. Devrim ile abisinin fotoğrafıydı bu. Devrim her zamanki gibi aksiyken abisi onun aksine gayet neşeli görünüyordu. Tam fotoğrafa bakmaya daldığım sırada odanın kapısı yeniden açıldı. İçeri bu sefer elinde şeffaf kıyafet hurcuyla Devrim girdi.

 

"Buldum," dedi Devrim. Hurcu yatağın üzerine koydu ve fermuarı yavaşça araladı. Kazak buradaydı. Üstelik tertemizdi. Katil Devrim'in suçu işleyip delilleri temizlediği izlemini vermek için onu eve bırakmıştı.

 

"Şimdi ondan kurtulmamız gerek."

 

"Bunu yaparsak savcının ne yapabileceğini biliyorsun Sanat. Delil karartmanın cezası büyük. Sadece bunun için bile beni yeniden..."

 

"Yeniden ne?"

 

"Yok bir şey," dedi Devrim ama o kelimeyi öylesine söylemediğini biliyordum. Bir şey vardı ve bu şeyin savcının bana yaptığı imayla yakından alakalı olduğunu hissediyordum. Sırf bu yüzden, "Kazaktan kurtulmayacaksak bundan sonra ne yapacağını söyle," dedim beklentiyle.

 

"Bilmiyorum. Tek bildiğim tepeden tırnağa belaya bulaştığım. Ne yaparsam yapayım olmayacak. Ben bu kazağı yaksam da savcının gözünde katil benim ve bu değişmeyecek Sanat. Bana kimse inanmayacak."

 

"Ben inanıyorum Devrim. İnanmaya da devam edeceğim. Sadece benim inanmam sana yetmez mi?"

 

Devrim aramızdaki mesafeyi kapattı. Yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Buz mavisi gözlerime bakarken, "Hayal kırıklığına uğrayacaksın. Savcı beni gözlerinin önünde kelepçeleyince hayal kırıklığına uğrayacaksın. Gerçek katil hiçbir zaman ortaya çıkmayacak Sanat," dedi neredeyse fısıltıyla.

 

"Bu olmayacak Devrim."

 

"Yarın Polen'in suç cezaya sevk edileceği gün. Avukat onu içeriden çıkaramadı. Senin sırrın da bundan dolayı patlak verecek. Sonra da beni alacaklar içeriye ve bu iş yarın bitecek."

 

"Bu kadar çabuk mu pes ediyorsun?"

 

"Pes etmiyorum. Sadece senin üzülmeni istemiyorum Sanat. Seni umutlandırmak sonra da gözlerindeki ışığı kendi ellerimle söndürmek istemiyorum."

 

"Benim gözlerimdeki ışık söneli çok oldu Devrim. Ne yalanlar resitali ne de başka bir şey buna neden oldu. Benim ışığım zaten yok. Olmayan bir şeyi de yok edemezsin."

 

Devrim'in gözlerine bakarken elim onunkine uzandı. Parmaklarımı onunkilere kenetledim bir cesaretle.

 

"Ben bu eli bırakmayacağım Devrim. Katili bulacağım ve ikimizi de üzerimize bulaşan bu yalandan kurtaracağım. Göreceksin."

 

Gözlerime öyle güzel bakıyordu ki dalıp gitmiştim. Bu anı bozan şey ise tıklatılan kapıydı. İkimizde aramızdaki mesafeyi açıp kapıya baktık. Gelen genç kadın, "Yasemin Hanım sizi aşağıda bekliyor Devrim Bey," dedi ve sonrasında gitti.

 

"Annem şimdi sana bir ton soru soracak," dedi Devrim.

 

"Önemli değil. Benim içinde değişiklik olur. Anneni yakından tanımış olurum."

 

Devrim önde ben arkada odadan çıktık. Merdivenlerden inip salonda bizi bekleyen annesinin yanına gittik. Annesi bize gülümseyerek baktı. Ayağa kalktı ve bana tanışmak için elini uzattı. Devrim'in gerildiğini fark ettim. Parmak uçlarımla kadının elini nazikçe sıktım. Bileğimin görünmediğinden emin olmanın rahatlığıyla, "Ben Sanat," dedim.

 

"İsmin ne kadar da güzel. Tabii sen daha güzelsin."

 

"O sizin güzel bakışınız."

 

Devrim ile beraber uzun beyaz koltuklara oturduk. Annesi tekli koltukta tam karşımızdaydı ve bize sebebini anlayamadığım bir şekilde gülümseyerek bakıyordu. Sanki karşısında biz değilde o hep istediği pahalı çantayı görmüş gibi gözleri ışıl ışıldı. Mutluluktan dudaklarına yayılan sıcak gülüşü bastırmakta zorlanıyordu.

 

"Işık'tan beri bu eve kimse gelmemişti," diye başladı sözlerine.

 

"Anne."

 

"Dur bir saniye Devrim. Burada arkadaşınla biz bize sohbet ediyoruz."

 

Devrim'in bu muhabbetten hoşlanmadığı belliydi. Önümüze konan tatlıların ve meşrubatların ardından, "Oğlumun odasına ilk giren kişi olmak nasıl bir his?" diye sordu annesi.

 

"Anne lütfen."

 

"Tamam sustum. Siz güzel güzel tatlılarınızı yiyin. Ben de yemek hazır mı onu kontrol edeyim," dedi annesi bu sefer. Elindeki tabağı kenara koyduğu gibi salondan ayrıldı.

 

"Sen anneme bakma. O biraz fazla heyecanlı."

 

"Söylediği doğru mu?" diye sordum bir cesaret.

 

"Hangi söylediği?"

 

"Odana ilk giren ben miyim?"

 

"Evet. Işık da dahil kimseyi odama sokmadım. Kimsenin özel alanıma girmesini istemiyorum çünkü."

 

Devrim'in bakışlarını üzerimde hissettim. Önce o benim özel alanıma girmişti. Şimdi de ben onunkine girmiştim. İkimizde birbirimizin özel yanlarını bir şekilde görmüştük. Şimdi ise onun evinde, onun salonunda, onun yanındaydım.

 

Elimdeki tabağı ortadaki sehpaya bıraktığım sırada tekli koltuğun arkasındaki raf dikkatimi çekti. Rafın üzerinde çerçeveler vardı. Onun üzerinde de Devrim'in anne ve babasıyla olduğu yağlı boya bir tablo vardı. Ne tabloda ne de çerçevelerin hiçbirinde abisine dair bir iz yoktu. Onun neden hiç resmi olmadığını merak ederken buldum kendimi.

 

Aklıma birkaç ihtimal takıldı. İhtimaller hiç de iyi değildi. Git gide çoğalan ihtimallerin ardından, "Beni okula bırakabilir misin?" diye sordum Devrim'e.

 

"Biraz daha kalsaydın. En azından yemekten sonra gitseydin."

 

"Okula dönsem daha iyi olacak Devrim."

 

Yüzümdeki ifadeden dolayı Devrim ısrarcı olmadı. Bir şeyler düşündüğümün farkındaydı ama ne düşündüğümü sormadı. Onun yerine annesinin ısrarlarına rağmen yemek için başka bir zamana söz verip evden ayrılmıştım.

 

Arabada derin bir sessizlik hakimdi. Zihnim ise bulunduğumuz yerin aksine bir hayli gürültülüydü. Kafamdaki ihtimaller silsilesine düşündükçe yenileri ekleniyordu. Başımı çevirip Devrim'e baktım. Yola odaklandığından onu izlediğimin farkında değildi. En azından ben öyle sanıyordum.

 

"Beni izlediğinin farkındayım."

 

"Sadece ne düşündüğünü merak ediyordum."

 

"Ben sana ne düşündüğümü hemen söyleyeyim. Aklında bir şey var ve bu kesinlikle benim onaylamayacağım bir şey olduğu için şimdi seninle ne yapacağımı düşünüyorum."

 

"Onaylamayacağın bir şey yapacak olsaydım beni senin bırakmana izin vermezdim Devrim."

 

"Hayır verirdin. Yabancılardan hoşlanmıyorsun."

 

Beni ne kadar iyi gözlemlediğini bir kez daha anladım. "Yarın okulda nasılsa görüşeceğiz Devrim," dedim imalı bir bakışla. Devrim arabayı okulun girişindeki demir sürgülü kapının önünde durdu. Burası Işık'ın kaçırıldığı yerdi. İkimizde bunun bilincindeydik. O an susup boş yola baktık.

 

"Yarın görüşebilmek dileğiyle diyelim biz ona," dedi Devrim. Beni bir daha göremeyecekmiş gibi uzun uzun baktı gözlerime. Bana kendince veda mı ediyordu yoksa aklından başka bir şey mi geçiyordu bilmiyorum ama gözlerindeki hüznü görebiliyordum.

 

"Yarın görüşeceğiz Devrim Dinçer Demiralp. Yarın sabah okulda seni bekliyor olacağım."

 

Ona son bir kez baktım ve arabadan indim. Demir kapıdan geçtim. Kimsenin olmadığı okul binasından içeriye girdim ve onun olmayışıyla aklımdaki soru işaretlerine son noktayı koymak üzere harekete geçtim.

 

İlk önce gizli yerimden anahtarlarımı aldım. Daha sonra okudaki tüm öğrencilerin belgelerinin saklandığı arşiv odasına girdim. Buraya girmem yasaktı. Yakalanırsam cezalandırılacağımı biliyordum ama hiçbir şey bir cinayet soruşturmasının ortasında olmak kadar gözümü korkutamazdı.

 

Odaya girdim. Bu yolun geri dönüşü olmadığını biliyordum. Telefonumun flaşıyla alfabetik sıralanmış dosyalar arasından D harfini bulup çektim. Sayfaları karıştırmaya başladığımda en sonunda onun isminin olduğu adli sicil kaydıyla göz göze geldim. Normalde adli sicil kaydı yoktur yazması gereken yerde Devrim'in belgesinde adli sicil kaydı vardır yazıyordu. Bunun ne anlama geldiğini biliyordum. Devamında ne yazdığına bakamadım. Baksam da anlamazdım. Benim başkasından yardım almam gerekiyordu.

 

Telefon rehberimden avukatın numarasını bulup tuşladım. "Alo Sanat Hanım," diyerek açtı avukat telefonumu. Sıkıntılı bir nefes verdim. Normalde böyle bir şey yapmamam gerekirdi ama kendime engel olamadım. Aklımdaki soruları cevaplandırmaktan çok onu koruma içgüdüm daha ağır basıyordu.

 

"Senden birini araştırmanı istiyorum ama öncelikle bu konuştuklarımız aramızda kalacağına ve Rutkay Karay'ın bunu bilmeyeceğine dair bana bir söz vermeni istiyorum."

 

"Tabii ki Sanat Hanım. Bu konuşulanlar aramızda kalacak. Siz bana araştırmamı istediğiniz kişinin isim ve soyismini verin yeter."

 

"Devrim Dinçer Demiralp."

Loading...
0%