Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2.Bölüm: Saç Teli

@sevvnuraydn

Gözlerim piyanonun tuşlarından damlayan kızıl sıvıya takılı kalmıştı. Resitalin en büyük yalanının damla damla yere akışını izledim. Beyaz tuşlar koyu kırmızıya boyanmıştı. Etrafta polis sirenlerinin ve büyük bir gürültüyle çarpan kalbimin sesi dışında ses yoktu. Tüm bunları saymazsak salonda ölüm sessizliği hakimdi. Ölüm sessizliği...


"Kimse kıpırdamasın!"


Ölüm sessizliğini sonlandıran sözcükler bunlardı. Polis ekipleri salondan içeriye girdiğinde tüm bu dehşet verici görüntülerin içinde gözlerim ona kaydı. Devrim'e.


Her zaman çevreye aksi bakışlar atan gözlerinde bu sefer korku vardı. İlk defa onu böylesine endişeli ve korkmuş görmüştüm. Polislerin bizi olay yerinden uzaklaştırması gözlerimi kapatıp açmam kadar kısa bir zaman dilimi içinde olmuştu. Hepimizi tek tek salondan dışarı çıkardılar.


İçimizden birinin yalanı yüzünden tüm okulun gözaltına alınabileceğini kim tahmin edebilirdi ki? Tabii ki de hiçbirimiz. Polislerin herkesi dışarı alışını izlerken bir el kolumu kavradı. Kimin olduğuna bakamayacak kadar olayın etkisindeydim. En sonunda başımı çevirip ona baktım. Devrim'in parmaklarının neden kolumu kavradığını anlamaya çalışırken aslında çok yanlış bir noktada bulunduğumu ve aslında onun tek niyetinin beni kenara çekmek olduğunu anladım.


Kenara çıktım. Devrim elini kolumdan çekti ve sırtını duvara yasladı. Kaçış planının suya düşmüş olması bir yana kimsenin eve dönemeyeceği de apaçık bir gerçekti. Okulumuzdan biri bir başkasını öldürmüş olabilir ve tüm bunların içinde en garip olanıysa ortada bir cesedin olmayışıydı. Ortada bir ceset yok. Peki ya o kan kime ait? Piyanonun beyaz tuşlarından süzülen ölüm kiminki? En önemlisi buna sebep olan kişi kim?


Cevaplanması gereken çok soru var. Gözüm bir anlığına içeriye giren adli tıp ekiplerine kaydı. İçeride neler olup bittiğini deli gibi merak ediyordum ama içeri giremem. Yasak. Ayrıca polisler daha ifademi alacak. Peki ama onlara ne söyleyeceğim? Daha o kanın kime ait olduğu bile belli değilken onlara ne söyleyeceğim?


Yanı başımda duran Devrim'e baktım. Kasılan yüz kaslarını inceledim. Fazlasıyla gergindi. Hemen sağ tarafıma gelen Vural ise onun aksine biraz daha sakin görünüyordu. İkisinin arasında durmuş öylece boşluğa bakıyordum. Düşünüyordum. Kafamda beliren soru işaretlerini netlemeye çalışıyordum ki koridorda yanımızdan bir adam geçti. Resmi kıyafetine bakılırsa o bu olayı çözmekle görevlendirilen savcı olmalıydı.


Düşüncelerimde haklı olduğumu içeriden çıkan adli tıptan bir kadının, "Savcım piyanonun içinde bir düzenek bulduk. Ayrıca bir tutam saç teli de düzeneğe takılı kalmış," dediğini duydum. Savcı adam hemen kapının kenarında duran bana, Vural'a ve Devrim'e kısa bir bakış attıktan sonra içeriye girdi. Benimse aklımda tek bir şey vardı. Piyanonun içinde bir düzenek olduğu...


Tüm bunların anlamı neydi? Düzenek ile kast edilen şeyin ne olduğunu kafamda kurarken, "Sen iyi misin Sanat?" diye sordu Vural. Beni izliyordu. Bense tüm bunların içinde her zamanki donuk ifademle karşımdaki boş duvarı izliyordum.


Bazen boşluk sandığımız şeyler içinde sonsuzluğu barındırır. İşin en güzel yanı o boşluğu istediğiniz şeyle doldurabilecek olmanızdır. Kimi insan o boşluğu güzel bir hayalle kimileriyse umutlarla doldurur. Bense o boşluğu henüz dolduracak bir şey bulamayanlardanım. En azından şimdilik.


Vural cevap vermeyince sorusunu tekrarladı. Dönüp ona baktım. Duygudan yoksun bakışlarımla, "İyiyim," diye mırıldandım. Tek kelimelik cevap vermeme bozulacağını düşünmüştüm ama öyle olmadı. Aksine tüm bu olanlara rağmen dudaklarında küçük bir tebessüm yakaladım.


Vural'dan sonra sol tarafımda sessizliğini koruyan Devrim'e baktım bu seferde. Onda alışık olmadığım bir sükunet vardı. Haddinden fazla sessizdi. Sanki bir şeylerin ortaya çıkacağını hisseden birinin yakalanacağını hissettiğindeki boş vermişliği vardı üzerinde. Devrim Dinçer Demiralp bir şey biliyor olabilir miydi?


Ona haddinden daha uzun ve dikkatli bakmış olacağım ki, "Bu sefer neden bakıyorsun Sanat?" diye sordu. Sesindeki bıkkınlığı sezebiliyordum. Bakışlarımdan rahatsız olduğunu anladığımdan karşımdaki duvara baktım.


"Bir sebebi yok," dedim omuz silkerek. Bana inanmadı ama yine de üstelememeyi tercih etti. Sanki konuşmaya bile mecali yokmuş gibi bir hali vardı. Soluğundan bile ne kadar gergin olduğunu anlayabiliyordum. Tüm bunların içinde gözlerim bu seferde koridordaki kalabalığı taradı. Neredeyse herkes buradaydı. Birkaç kişi dışında herkes...


Aniden, "Kanın sonucu çıkar çıkmaz haberim olsun," diye bir ses yankılandı. Resitalin yapıldığı salonun kapısı yeniden aralandı. Birkaç dakika önce içeri giren savcı ve beraberinde adli tıptan bir kadın çıkageldi.


Kadın, "Emir anlaşıldı sayın savcım," dedi ve tekrar içeri girdi. Savcı ise başımızda duran polislerden birine, "Öğrencileri tek tek sorguya alalım," dedi.


Koridorda kulak tırmalayan uğultular başladı. Tabii savcının buna tahammülü olmadığı için herkesi susturdu ve hepimizi tek tek sorguya aldı. Odaya biri giriyor diğeri çıkıyordu. Vural'ın hemen arkasından sorguya ben girdim. Savcı son derece hassas olan bu konuya ilişkin neler bildiğimi sordu. Ona hiçbir şey bilmediğimi söyledim.


"Son zamanlarda dikkatini çeken herhangi bir şey oldu mu?"


"Hayır. Olsaydı söylerdim."


"Peki bugün okula gelmeyen bir arkadaşın hakkında daha öncesinden herhangi bir tuhaflık sezdin mi? Sence bunu kim yapmış olabilir?"


Savcının kollarını göğsünde kavuşturduğunu gördüm. Dudakları ince bir çizgi halini almıştı. Sürekli kaş çatmaktan olsa gerek alnındaki çizgiler yer etmişti ve benim asıl dikkatimi çeken detay gözlerindeki şüpheydi. Herkesten şüphelendiği gibi benden de şüpheleniyordu. Omuzlarımı dikleştirip, "Hayır sezmedim. Kimin yapmış olabileceğini de bilmiyorum," dedim.


Net cevabıma karşılık bir şey söylemedi. Sadece dışarı çıkmamı ve kalabalıkta kalan son ismi Devrim Dinçer Demiralp'i çağırmamı söyledi. Odadan çıktım. Devrim'in yanına gittim ve ona savcının yanına gitmesi gerektiğini söyledim. Onun gidişiyle Vural, "Muhtemelen bizi olay çözülene kadar burada tutacaklar," dedi sıkıntılı bir nefes verirken.


Benimle iletişim kurmaya çalıştığını anlamam birkaç saniyemi aldı. Genellikle kimse benimle konuşmazdı. Mecbur kalmadıkça benimle konuşmadıkları gibi göz teması kurmaktan da kaçınırlardı. Başımı hafifçe kaldırıp Vural'a baktım. Sonrasında bu konuda haklı olduğunu bildiğimden ve insanlarla daha fazla muhatap olmak istemediğimden boynumdaki kulaklığı geri takıp kendime sevdiğim şarkılardan birini açtım.


Müziğin bangır bangır sesiyle öylece boşluğa baktım. Resitalin bir faciayla sonuçlanmasının ardından benim bu soğukkanlılığım etrafımdaki kalabalığın da dikkatinden kaçmamıştı. Kendi aralarında konuştuklarını görebiliyordum. Kınayıcı ve küçümseyici bakışlar üzerimde geziniyordu ama ben bunu umursamıyordum. Bir süreden sonra bu tip şeylere karşı bağışıklık kazanmıştım.


Göz ucuyla kalabalığa baktım. Başım hafif eğikti. Kimseyle doğrudan göz teması kurmuyordum. Sadece izliyordum. Çevremde olup bitenleri izleyerek zihnimin bir köşesine kaydediyordum. Fotografik hafıza dedikleri şey vardı bende. Bir gördüğüm şeyi kolay kolay unutmamakla birlikte küçük detayları kolaylıkla fark edebiliyordum. Tıpkı şimdi de olduğu gibi...


Devrim'in odadan çıktığını gördüm. Yüzü mahkeme duvarı sözünü oldukça iyi bir şekilde yansıtıyordu. Ağır adımlarla tekrar sol tarafımdaki yerini aldı. Sırtını duvara yasladı ve sıkıntılı bir soluk bıraktı. Başımı kaldırıp ona baktım. Sert yüz hatları ve gergin solukları konuşmanın nasıl gittiğini az çok anlamamı sağladı. Devrim'in bu olayla bir ilgisi olabilir mi?


Bilmiyorum. Fakat bildiğim bir şey var ki bu olay bir şeylerin başlangıcıydı ve sonu olmayacaktı. Her şey yeni başlıyordu. Resitalin son bulması aslında tüm yalanların başlangıcıydı. Sadece o an bunun farkında değildik. Farkına vardığımızdaysa her şey için artık çok geçti.


Savcının odadan çıkmasıyla müziğimi kapatıp kulaklıkları tekrardan boynuma asmak durumunda kaldım. "Herkes burada mı?" diye sordu savcı. Emniyet amiri olduğunu düşündüğüm bir başka adam, "Bugün gelmeyenler dışında tüm öğrenciler ve öğretmenler buradalar sayın savcım," dedi.


Koridor o kadar kalabalıktı ki kimin eksik olduğunu tam olarak anlayamadım. Savcı, "Şimdi herkes beni dinlesin," diyerek asıl gelmek istediği konuya bir başlangıç yaptı.


"Resital salonunda olanları biliyorsunuz. Gerekli incelemeler yapılıyor. Olay yeri inceleme ekibi çıkana kadar kimse resital salonuna adım atmayacak. Ayrıca polis arkadaşlarımız birazdan sizlere yiyecek ve su dağıtımı yapacak."


Savcı sözlerini tamamlar tamamlamaz yanındaki polis amiriyle birlikte resital salonuna girdi. Koridorda yeniden uğultular başladı. Herkes olanlar hakkında farklı bir yorumda bulunuyordu. Kimisi bunun bir cinayet olduğunu, kimisi cinayet olsaydı ortada bir cesedin olması gerektiğini, kimisi kimin öldürüldüğü konusunu tartışırken kimisi de bunu kimin yaptığını tartışıyordu. İçimizde bir katil var diyen birini duydum.


Her kafadan ayrı bir ses çıkıyordu. Bu seslerden tek rahatsız olan ben değildim. Devrim de en az benim kadar bu gürültüye tahammül etmekte zorlanıyordu. Polis ekiplerinin koridordaki herkese savcının da söylediği gibi yiyecek ve su dağıtmaya başlamasıyla payıma düşeni alıp yere çöktüm. Olanlardan sonra bir şey yiyebilecek durumda değildim. Bir yudum su içtim ve beklemeye başladım.


Resital salonundan gelecek habere kulak kesilmiş bir haldeyken dikkatimi dağıtan kişi Vural oldu. Sandviçini dişlerken, "Neden hiçbir şey yemedin? Bizi burada ne kadar tutacakları belli değil. Yerinde olsam sandviçimi yerdim," dedi.


"Yerimde olmadığına göre bırak da ne yapıp ne yapmayacağıma ben karar vereyim Vural."


Devrim'in onca olan şeye rağmen söylediğim şeye kıs kıs güldüğünü fark ettim. Vural ise kafasını önüne eğdi ve bir daha da konuşmadı. Sanırım onu fena bozdum ama şu an bunu düşünemeyecek kadar kafam dolu. Ortada bir cinayet olabilir ve ben bu ihtimali düşündükçe o kanın kime ait olduğu ihtimalleri zihnimin bir köşesinde art arda sıralanıyor.


Gelmeyenleri düşündüm. Bugün okula gelmeyenleri kafamda listeledikçe devamsızlık hakkını resitale saklayanların sayısının bir hayli fazla olduğunu fark ettim. Hatta içlerinden bazıları daha hafta başından beri okulda yoktu. Sıkıntılı bir nefes verip sandviçimi yemeye başladım.


"Afiyet olsun," dedi Vural bilmiş bir edayla. Bir şey demedim. Sandviçimi yememin üzerinden epey bir zaman geçmişti ki resital salonunun kapısı yeniden aralandı.


En önde savcı olmak üzere peşinden emniyet amiri çıktı. Amir, "Bugün ve daha öncesinden okula gelmeyen öğrencilerin listesini yaptık savcım. Birazdan ekipten arkadaşlar listeyi tarafınıza iletecekler," dedi.


Savcı koridorda ilerledi. Koridorun başındaki polis memurunun elindeki dosyayı alıp incelemeye başladı. Listede kimlerin olduğunu merak ederken buldum kendimi. Belki de piyanonun tuşlarındaki kanın sahibi çok yakından tanıdığım birine aitti. Belki de o kadar yakından tanımasam da koridorda sürekli denk geldiğim biriydi. Belki de herkes gibi o da benden çekinen biriydi. Kim bilir?


Aradan neredeyse saatler geçti. Geçmek bilmeyen uzun dakikaların sonunda akşam oldu. Koridordaki ışıklar olmasaydı neredeyse karanlıkta kalmış olacaktık. Bizi dışarı salmadıkları gibi okul içinde gezinmemiz de yasaktı. Piyanodaki kanın kime ait olduğu anlaşılana kadar hareket etmemize bile izin vermiyorlardı. Resmen koridorda oturup kalmıştık. Adli tıp ekibi gideli de çok olmuştu. Hepimiz kanın sahibinin kim olabileceğini merak ediyorduk. Bir an önce adli tıptan bir ismin gelmesini bekliyorduk. En azından birçoğumuz böyle umuyordu.


Sıkıntıyla iç çektim. Devrim'in geçen onca zamandan sonra bakışlarını üzerimde hissettim. Dönüp ona baktığımda sert ifadesinden taviz vermeden, "Korkuyor musun?" diye sordu. Onun bu sorusuyla kısa bir anlığına düşündüm. Korkmadığım gibi hiçbir şey hissetmiyordum.


"Korkmuyorum. Peki ya sen?"


"Korkuyorum Sanat. İçimde kötü bir his var ve bence bu olay kolay kolay kapanmayacak."


Devrim Dinçer Demiralp bana korktuğunu söyledi. Onun gibi biri korktuğunu kolay kolay itiraf etmezdi. Ama şimdi o bana korktuğunu söylüyordu. Ona, "Olayı çözeceklerine eminim. Umalım da bu bir cinayet olmasın," dedim. Göz ucuyla bana baktı. Kuşkulu bakışlarının altında bakışlarımı kaçırmayı tercih ettim.


Savcı bu seferde, "Resital salonu olay çözülene kadar kilit altında olacak. İfadesi alınan tüm öğrenci, öğretmen ve personeli ifadelerinin dosyaya işlenmesi için emniyete götüreceğiz," diye küçük bir duyuruda bulundu.


Emniyet kelimesi bile birçoğumuzun gerilmesine yetmişti. Özellikle de Devrim bu kelimenin ardından fazlasıyla gerilmişti. Normalde de gergin bir ifadeye sahipti ama bu seferki hali bana bi farklı gelmişti. Sanki bir şey biliyormuş gibi bir hali vardı. Sanki resitalin ilk yalanını söyleyen kendisiymiş gibi.


"Herkes beni takip etsin," dedi polis amiri. Bunun üzerine herkes tek sıra halinde koridorda ilerlemeye başladı. Önümde Devrim, arkamda Vural vardı. Koridoru aşıp okulun bahçesindeki servislere bindirildik.


Böylesine ciddi bir durumda bile kimse benimle oturmak istememişti. Yanıma Devrim geçti. Başını koltuğun arka kısmına yaslayıp gözlerini yumduğunu gördüm. Okul servislerinin peşinde birkaç polis otosuyla birlikte emniyete doğru yola çıktık.


Arka taraftan, "Acaba piyanodan akan kan kimindi?" diyen biri oldu.


"Bugün okula gelmeyen çok kişi var, " dedi bir başkası.


"Merve'm olamaz. O tatilde," dedi Korkut rahat bir nefes alarak. Bunun üzerine Umut, "Işık da Merve ile beraber gitmişti," dedi.


Herkes farklı birini öne sürüyordu. Uğultular başladığından ve bu yoğun sese daha fazla tahammül edemediğimden boynumdaki kulaklığı takmaya yeltenmiştim ki Devrim'in bakışlarını üzerimde hissettim.


"Keşke senin kadar umursamaz olup olanlardan kaçabilseydim Sanat," dedi Devrim.


"Umursamaz olduğumu da nereden çıkardın? Herkes gibi olmamamdan mı yoksa teorileri dinleyip ölenin her gün gördüğüm biri olabileceğini düşünüp kendimi üzmek istemememden mi?"


Devrim bana baktı. Ne diyeceğini bilememişti. Bense duran servis ile birlikte ona daha fazla şey söylemek istemediğimden emniyet binasından içeriye girmek üzere servisten indim. Belki de haklıydı. Ben umursamaz, hisleri alınmış biriydim. Belki de herkesin beni garip bulmasının nedeni buydu. Bedenimde yaşayan bir ruhun olmayışı.


Kalabalığın peşinden emniyet binasından içeri girdim. Polisler bizi gruplara ayırdı. Sorgulama için işlerini kolaylaştırmaya çalışıyorlardı. Etraf o kadar kalabalıktı ki Devrim'in kalabalığı yararak bana doğru adımladığını bile ancak yanıma geldiğinde fark edebilmiştim. "Öyle söylemek istememiştim," dedi Devrim sıkıntıyla.


"Hayır. Tam olarak öyle söylemek istedin ve emin ol bunun bir önemi yok. Şu an için önemli olan tek şey bu olay."


"Söylediklerimi umursamadığını mı söylüyorsun?"


Ona baktım. O kadar uzundu ki onunla göz teması kurabilmek için başımı neredeyse arkaya yatırmak durumunda kalıyordum. Bıkkın bir nefes eşliğinde, "Aynen öyle söylüyorum," dedim. Şükürler olsun ki Devrim daha fazla üstelemedi. Hem böylesi benim daha çok işime gelmiş hem de ısrar etmesi durumunda söyleyebileceklerimin ayarının olmayacağı da apaçık bir gerçekti.


Savcı, "Sanat Karay!" diye seslendi kalabalığa doğru. Kalabalık kenara doğru çekildi. Ortada tek ben vardım. Donuk bakışlarım kısa bir anlığında tanıdık simalarda gezinirken en sonunda savcıya bakıp, "Benim," dedim.


Sorgu benim odaya girişimle başladı. İfademi yeniden verecek olmak her ne kadar canımı sıksa da olayın çözülmesi açısından bunu yapmak zorundaydım. Savcının karşısındaki sandalyeye kurulup sıkıntılı bir nefes çektim ciğerlerime. Onun delici bakışlarının altında yeniden aynı soruları cevaplayacaktım.


"Yeniden soruyorum. Şüphelendiğin bir durum var mı? Biri veya resital salonunda dikkatini çeken en ufak bir detay dahi varsa hemen söyle."


"Hayır yok," dedim bir an bile tereddüt etmeden. Hazırcevap oluşum muydu onu işkillendiren yoksa herkesin aksine korkusuz ve duygudan yoksun oluşum mu? Hangisi? Onun dikkatini çekmeyi ilk nasıl başardım?


Savcı, "Kim olduğunu biliyorum. Bu yüzden ilk seni sorgulamak istedim," dedi ve parmaklarını bilgiç bir edayla birbirine kenetledi.


"Okulun sahibinin kızı olduğunu, geçmişini, yaşadıklarını ve hatta kaderde seni bekleyen geleceği bile biliyorum. Şimdi tekrar düşün ve bana bir ipucu ver küçük Karay."


Öylece boş boş yüzüne baktım. Belki de zihnimden geçecek küçücük bir detay onun beni rahat bırakmasına yeterdi ama şu an için ona verebileceğim bir detay yok. Donuk ifademle, "Size okulda da söylemiştim. Dikkatimi çeken biri veya bir şey yok savcım," dedim.


Savcı tabii ki de tatmin olmadı. "Okulda seni sorgularken de şüphelenmiştim ama şimdi emin oldum. Bir şey saklıyorsun. Sakladığın şeyi şimdi söylemende fayda var. Aksi halde bu geceyi listemdeki birkaç öğrenci ile birlikte nezarethanede geçirmek zorunda kalırsın. Seçim senin," dedi savcı ve bilmiş bir edayla kollarını göğsünde kavuşturduğu gibi arkasına yaslandı.


Donuk bakışlarıma karşılık kararlı duruşundan etkilenmemi falan mı bekliyor? Belki de sadece gözümü korkutmak istiyordu. Belki de tek amacı söylediği gibi listesindekilerle beraber beni de gözaltına almaktı. Peki ama ben bu olayın tam olarak neresindeyim? Resital ile olan alakam ne? Ben bile bunun cevabını bilmezken o bunu nereden biliyor olabilir?


İfadesiz bir şekilde, "Beni nezarethaneye atmakta özgürsünüz. Size bilmediğimi söyledim ve yine aynı şekilde bu olayla ilgili hiçbir şey bilmediğimi söylüyorum," dedim.


Savcı dışarı çıkmamı söyledi. Yerimden kalktım ve odadan çıktım. Benden sonra savcı herkesi tek tek yeniden sorguya aldı. Bazılarını eve yolladı. Bazılarına beklemesini söyledi ve tüm bunlar içinde hava kararmış ve dolayısıyla da çocuklarının bunca zaman eve dönmediğinden meraklanan velilerde karakola intikal etmişti.


Babamla annem az ötemdeydi. Çoğu kişi evlerine yollanırken birçok kişi hala savcının yapacağı açıklamayı duymak için bekliyordu. Bu kalabalıkta Devrim de vardı. Anne ve babasının karakol kapısından içeriye girişini izledim. Annesinin Devrim'e sarılışını ve nasihat edişini izledim.


Her şeyin yoluna gireceğini betimleyen birkaç sözcük sıralamıştı Devrim'in annesi. Babası yalnızca oğlunun yanında durmakla yetindi. Ağzını bıçak açmaması bir yana onunla temas etmemesi de dikkatimden kaçmamıştı. Devrim de babasına göz ucuyla bile bakmıyordu. Aksine onca kişinin içinde kulaklıklarını takmış etrafındaki sesleri müziğiyle bastırmaya çalışan bana kaymıştı gözleri.


Ciddi bakışları ve dik duruşuyla tam karşımdaydı Devrim Dinçer Demiralp. Soyadıyla vardı. Demir kadar sert bakışları üzerimde gezinirken kılımı bile kıpırdatmadım. Aksine gözlerimi ondan hiç kaçırmadım. Normalde göz temasında bile bulunmayan ben ona baktım uzun uzun. Tam o sırada karakolun kapısından öyle bir isim girdi ki herkesin bakışları otomatikman ona çevrildi. Ilgaz Günay'a.


Kulaklıklarımı boynuma asıp telaşla içeriye giren Ilgaz Günay'a çevirdim bakışlarımı. "Resital salonundaki kan kime ait?" diye sordu Ilgaz Günay. Velilerde dahil kimse onun sorusunun cevabını bilmiyordu. Ta ki, "O kan kızıma ait olabilir mi?" diye sorana kadar.


"Işık tatilde," dedi biri.


"Evet. Hatta Işık bir haftadır okulda değil," diye de ekledi bir başkası.


Herkes Işık ile Merve'nin tatile gittiğini söylerken, "Bu mümkün değil. Işık okula geldi. Tatile de hiç gitmedi. Daha bu sabah onu okula ben bıraktım! Şimdi kızım nerede?" diye bağırdı Ilgaz Günay.


Onun sözleri savcı ile polis amirinin odadan çıkmasına neden oldu. Işık'ı bir haftadır kimsenin okulda görmemesi bir yana babasının söyledikleri kan dondurucu düşüncelerin kafamda gezinmesine neden olmuştu. O kan Işık'a ait olabilir miydi? Herkesin bakışları savcı ile polis amirine kaydığı sırada savcı, "Kızınız kayıp ve onu kimsenin görmediğini mi söylüyorsunuz?" diye sordu.


Bunun üzerine Ilgaz Günay başını olumlu anlamda salladı ve "Kızımı bu sabah okula bıraktım ve şimdi ona ulaşamıyorum. Üstelik buradaki herkes onun tatilde olduğunu söylüyor. Bu mümkün değil," diye de ekledi.


Savcı bunun üzerine, "Resitalde piyanodan bir düzenek çıkarıldı. Düzeneğe uzun kadın genotipinde sarı bir saç takılmış. Bunun kızınıza ait olup olmadığına bakmamız gerek," dedi.


O gece herkes bulunan saç telinin sonucunu bekledi. Herkes nefesleri tutmuş çıkacak sonucu bekliyordu. Eğer o saç teli Işık Günay'a ait çıkarsa neler olacağını az çok tahmin ediyordum. Bunun olmamasını umdum içten içe. Kalabalıkta gergin bir bekleyiş havası vardı.


Ilgaz Günay tam ortada volta atıyordu ve adli tıptan olduğunu tahmin ettiğim biri savcının odasına doğru ilerliyordu. Sonucun çıktığını savcının odasından çıkan üçlü ile anlamış oldum. Polis amiri, savcı ve adli tıptan bir kadın doğrudan Ilgaz Günay'a bakıyordu.


"Saç Işık Günay'a ait."

Loading...
0%