Yeni Üyelik
26.
Bölüm

2.Bölüm: Yeni Bir Not

@sevvnuraydn

"Serbest bırakılmış," dediğini duydum birinin.

"İtirafından sonra nasıl okula gelebiliyor?" dedi bir başkası.

Herkes bana bakıyordu. Bir zamanlar okulun görünmez kızıyken şimdi herkesin gözleri önünde olacağım kimin aklına gelirdi ki? Bu kadarını ben bile tahmin etmemiştim.

Soluk ve uykusuzluktan acıyan mavi gözlerim kalabalığı tararken Devrim güven vermek istercesine elimi hafifçe sıktı. Onun dik duruşu, kalabalığa attığı tek bir bakış bile onların seslerini kesmesine yetmişti ama bu durumun çok kısa süreceğini biliyordum. O olmadığı zaman ben yok olacaktım. Nasıl ki içerideyken kabuslarım beni ele geçiriyorsa onun yokluğunda ben yine aynı kabusta bulacaktım kendimi.

"Gidelim," dedi Devrim. Elimi bir an bile bırakmadı. El ele okulun kapısına doğru adımladık birlikte. Kimse tek kelime edemedi. Kimse bizim arkamızdan konuşmaya cesaret edemedi. Bunun tek bir sebebi vardı. O da şu an elimi tutuyordu.

Birlikte okulun kapısından içeriye girdiğimizde geride bıraktığım hiçbir şeyin aslında hiç de eskisi gibi olmadığını anladım. Koridorda durmuş bize bakan Vural ile göz göze geldim. Beni gördüğüne ilk başta şaşırsa da bakışlarından burada olmamda en çok onun payı olduğunu anladım.

Onun yanından geçip gittim. Devrim beni elimden tutmuş özel yerimize doğru götürüyordu. Bizim özel yerimize...

Kapıyı açtı. Beraber içeri girmiş kapıyı ardımızdan kapatıp özel yerimize geçmiştik. Burası tıpkı bıraktığım gibi kalmıştı. Gözlerim havada asılı kum torbasına kayarken o günü anımsamadan edemedim. Omzumdaki yarayı umursamadan kum torbasına yumruğumu indirişim, gerçeklerin farkına varışım, onunla dinlediğimiz o özel şarkıyı son kez dinleyişim bir bir gözlerimin önünden geçti.

"Sanat," dedi Devrim neredeyse fısıltıyla.

O kadar bitkindim ki sadece ona bakmakla yetindim. Devrim, "Tehlikedesin. Okuldakiler resitalde olanların sorumlusu olarak seni görüyorlar ve sana bedel ödetmek isteyecekler," dedi.

Benim için endişeleniyordu. Polis korumasında olmak istemememin sebebini sorguluyordu kendince. İçimdeki cesaretin neyden cüret aldığını merak ediyordu. Halbuki olanları bilse bunu merak etmeyi bir kenara bırakır böylesine korkunç bir sırra alet olmamak için çekip giderdi. Sırf bu yüzden ona anlatmayacaktım. O da diğer herkes gibi hiçbir şey öğrenmeden hayatına kaldığı yerden devam edecekti.

"Onlardan korkmuyorum," dedim güçlükle. Uykusuzluktan sesim bile değişmişti. Kelimelerimin ne derece doğru olduğundan bile emin değildim. Sanki yanlış bir şey söylemişim gibi hissediyordum.

Devrim de bendeki bu hali fark etmişti. Baygın bakan gözlerime baktı. Göz altlarımdaki koyu halkalar ona ne halde olduğumu göstermişti. "Uyuman gerek," dedi birden.

"İstesemde uyuyamam. Çünkü eğer gözlerimi kaparsam..."

"Gözlerimi kaparsam?"

"Gözlerimi kaparsam yeniden aynı kabusu görmekten korkuyorum Devrim."

Devrim söylediklerimden sonra bunun yaşadıklarımla ilgili bir şey olduğunu anladı. Bana bakışı bile değişti. Şu anki halim onu endişelendiriyordu. Biliyorum ama elinden ne gelirdi ki? Gözlerim acısa da onun yüzünde gezindi. O ise aynen şöyle söyledi bana.

"Dizlerimde uyumak ister misin?"

İlk başta bu söylediğini uykusuzluktan dolayı gördüğüm bir tür halüsinasyon falan olduğunu düşündüm ama değildi. Bana dizlerinde uyumak isteyip istemediğimi sordu Devrim Dinçer Demiralp. Ona yeniden bağlanmak isteyip istemediğimi sordu aslında. Sadece o henüz bunun farkında olamayacak kadar düşünceliydi o kadar.

Ona baktım ve, "Ben iyiyim," dedim. Sadece ses tonum bile bana itiraz etmesine yetmişti.

"Sen uyurken yanında olacağım Sanat. Hiçbir kabusun sana dokunmasına izin vermeyeceğim."

"Bunu nasıl yapacaksın?"

"Elini tutacağım. Nasıl ki sen demir parmaklıkların ardında benim elimi tuttuysan bende senin elini tutacağım. Sen beni kabusumdan uyandırdın. Sıra bende."

Devrim ayakta durmaya bile halim olmadığından bana destek olmak için kolunu belime sardı. Beni sürüklercesine basamakların olduğu yere götürdü. İlk basamağa oturduk birlikte. Sonra o benim ağzımı açmama kalmadan başımı dizlerine koyduğu yastığa yaslamamı sağladı. Üzerimi battaniyeyle örttü ve gözlerime baktı.

"Tatlı rüyalar Sanat," dedi fısıltıyla. Gözlerine baktım bir süre. Kalbim onunla yeniden atmaya başladı. Küçücük kalmış kalbim ona olan aşkımla yeniden atmaya başladı ve ben gözlerimi ilk kez birine karşı duyduğum koşulsuz şartsız güvenle kapattım.

Uykuya dalmam saniyelerimi aldı. Kendimi yeniden aynı kabusun ortasında buldum. Üzerimde hastane kıyafetlerim vardı. Banyodaydım. Su dolu bir küvetin içindeydim. Banyonun kilitli kapısını yumruklayan insanların varlığını umursamadan öylece boşluğa bakıyordum. Suyun rengi kırmızıydı ve ben git gide suyun içine batıyordum.

Durgun su beni içine çekiyordu. Taşlaşmış kalbimi dibe çekmeye çalışıyordu ve ben buna karşı koymuyordum. Savaşmıyordum. Suyun beni içine almasına izin veriyordum. Kalp atışlarım zayıflıyordu. Soluğum yavaş yavaş kesiliyordu. Boğuluyordum. Kollarımdaki kan suyu daha da koyu bir kırmızıya boyarken kalbim acıdan patlamak üzereydi ve ben tüm bunların içinde o kırmızı sıvının içinde ölmeyi bekliyordum. Ta ki o ana kadar...

Kapı kırıldı. Gürültüyle açıldı kapı. Ben onlar geldi diye düşünürken, "Sanat," dedi Devrim.

Onların bana ulaşmasına izin vermedi. Yanıma geldi. Beni tuttuğu gibi çıkardı küvetten. Kollarına aldı titreyen bedenimi. Söz verdiği gibi tuttu elimi.

"Geçti," diye fısıldadı kulağıma doğru. Küvetin önünde dizlerinin üzerindeydi. Kollarında ben vardım. Odanın kapısında başka kimse yoktu. Kabusumdaki silüetler onunla beraber silinmişti.

"Yanındayım," dedi Devrim.

Kalp atışlarımın normale döndüğünü hissettim. Onun hayaline sarıldım. Başımı göğsüne yaslamış soluklanıyordum. Nabzımı hissedebiliyordum artık. Yeniden nefes alıyordum. Ölmüyordum. Yaşıyordum.

Gözlerimi gerçek dünyaya açtığımda onunla göz göze geldim. Onun kollarındaydım. Tıpkı rüyamdaki gibi...

"Teşekkür ederim," diye fısıldadım güçlükle. Gülümsedi. Elimi tutan eline baktım bu seferde. Bana verdiği sözü tutmuştu Devrim Dinçer Demiralp.

Kabusların beni ele geçirmesine izin vermemişti. Şimdi ise onun beni sarıp sarmalayan kollarının arasından çıkmak zorundaydım. Doğruldum. Yanına oturdum. Gözlerimi ovuşturdum ve, "Ne zamandan beri uyuyorum?" diye sordum.

"Dünden beri," dedi Devrim.

"Dünden beri mi? O kadar çok uyumuş olamam."

"Sadece üç saat kadar uyudun. Şimdi öğle arasındayız."

"Üç saat boyunca burada benim yanımda mıydın?"

"Evet. Sana söz verdiğim gibi."

"Buna mecbur değildin."

"Bu bir mecburiyet değil. Sen bir mecburiyet değilsin Sanat."

Devrim'in güven veren sözlerine sıcak gülümsemesi eşlik etti. Ayağa kalktım. Soyunma odasına geçtim. Dolabımın kapağını araladığımda okul kıyafetlerimi ve uzun zamandır bir kez bile kullanamadığım kulaklıklarımı gördüm.

İlk başta okul kıyafetlerimi giyindim. Saçlarımdaki siyah lastiği çıkardım ve kulaklığımı boynuma astım. Hırkamın cebindeki telefonumu da aldıktan sonra Devrim'in yanına döndüm. Beni bekliyordu. Hazır olmamdan çok kendimi hazır hissetmemi bekliyordu.

Bana baktı. Üzerime biraz bol gelen okul kıyafetlerime baktı ve en sonunda saçlarıma kaydı bakışları. Yanına gittiğimde parmakları saçlarıma uzandı. Omuzlarımdan dökülen bir tutamı parmaklarının arasına aldığında, "Saçların uzamış," dedi.

"Eskiden omuzlarında biterdi saçların. Şimdi omuzlarını geçiyor ve ben senin saçının uzayışını bile göremedim Sanat."

Derin bir iç çekti. "Bende senin gülümsemeni göremedim Devrim," dedim ona bakarak.

"İşte şimdi ödeştik."

Devrim ne diyeceğini bilemedi. Öylece gözlerime baktı ve, "Hazır mısın?" diye sordu. Elinde olsa beni buradan tehlike geçene kadar çıkartmazdı ama bir şey vardı ki tehlike dışarıdakiler değildi. Tehlike bizzat bendim. Sadece o bunun henüz farkında değildi. Henüz...

"Hazırım," dedim bir an bile tereddüt etmeden.

Devrim ile beraber özel yerimizden çıktık. Öğle arasının bitmesine daha var olduğundan birlikte öğrencilerle dolu koridorda ilerlemeye başladık. Her ne kadar Devrim etrafımızdaki bakışlardan rahatsızlık duysa da bu benim umurumda bile değildi.

Herkesin dönüp bana bakıyor olması üstüne bir de kendi aralarında konuşmasının beni germesi gerektiği yerde hiçbir şey hissettirmemişti. Çekincem yoktu. Kimsenin ne düşündüğünü umursamıyordum. Ruhunu yeniden kaybetmiş biri için böyle şeyler ceviz kabuğunu dolduracak sebepler değildi. Burada bulunma sebebimi, yapmak üzere olduğum planı ve müzikalin asıl amacını bilmedikleri sürece benim için hiçbir şeyin önemi yoktu.

Devrim ile beraber yürürken kantine girdik. Ona her ne kadar canımın bir şey yemek istemediğini söylesemde tabii ki de onu ikna edemedim. Beni eski kiloma döndürene kadar durmaya pek niyetli gibi görünmüyordu.

Kantin kısmına geçtiğimizde, "Sen geç otur. Bende sana bir şeyler alacağım," dedi Devrim.

İtiraz etmeme fırsat bile vermediğinden boş bir masaya oturdum. Etraftaki bakışları ve konuşmaları umursamadan öylece boşluğa baktım. Buraya en son gelişimde neler olduğunu anımsadım. Yalanlar resitalindeki baş şüpheliyi, Işık'ın katilini bulmak için nasıl çabaladığımı hatırladıkça kendimi aptal gibi hissediyordum. Ortada katil yoktu. Bunu Işık planlamıştı. Fakat şöyle bir gerçek var ki ortada bu sefer gerçek bir ceset var. Esila Kehribar'ın ceseti!

İrkildim. Onun kulübeden çıkarılışını anımsadıkça başına ne geldiğini düşünmeden edemiyordum. Ona ne olduğunu, öldürüldü mü yoksa bunda başka bir şey mi var diye düşünmeden edemiyordum. Tam o sırada Devrim geldi yanıma. Elinde iki tane tost bir de meyve suyu vardı.

Tostları önüme bıraktı. Meyve suyunu da önüme koyup yanıma oturduğu sırada, "Onlar bitecek Sanat Karay," dedi Devrim. Gözlerimi devirdim.

"Zayıfladığımın farkındayım ama bu kadar çok yiyemem Devrim Dinçer Demiralp."

"İtiraz kabul etmiyorum Sanat."

Sıkıntılı bir nefes verdim. Biraz daha ısrar edersem Devrim'in bana kendi elleriyle yemek yedireceğini biliyordum. Sırf bu yüzden zorla da olsa tostumu yemeye başladım. Meyve suyunu da yine Devrim'in zoruyla içmiştim. İçeride vitamin almadığım için hasta olmamdan korktuğunu söyledi. Beni iyileştirme görevini kendince üstlenmişti. Fakat şöyle bir gerçek var ki beni iyileştirmek için zamanı yoktu.

Zaman aleyhime işliyordu. Müzikale kadar Işık'ı bulmalı ve onun hala sağ olduğunu herkese göstermeliydim. Acaba Devrim'in bunlardan haberi var mıydı? Ona baktım ve, "Savcı ile beraber arkamdan iş çevirmedin öyle değil mi?" diye sordum şüpheyle.

Arkasına yaslandı. Bir yandan yemeğimi bitirmem için bana göz ucuyla uyarıda bulunurken, "Savcıdan seninle görüşmek için izin istedim. Başka da bir şey konuşmadık," dedi Devrim. Konuyu bilmediğini dolayısıyla savcının sözünü tutmuş olduğunu ve Devrim'e bana sunduğu davadan sonsuz özgürlük şartından görüşme öncesinde bahsetmemiş olduğunu o an anlamış oldum. Peki ya yanılıyorsam? Ya Devrim sandığımın aksine beni kurtarmak için bir şekilde oyuna dahil olduysa? Bu ihtimali göz ardı edemezdim.

Yemeğimi yer yemez Devrim ile masadan kalkmıştım. Birlikte kantinden çıkarken koridorda sınıflara dağılmak üzere olan öğrenciler bana bakmaya başlamıştı. Aralarında tanıdık isimlerde vardı. Buğra, Berna, Yiğit Eren, Miray ve daha çok daha fazlası beni izliyordu.

Onları suçlamıyordum. Hatta onları anlıyordum. Gözlerinin önündeki ışığı kendi ellerimle söndürdüğümü söyledikten sonra bana cephe almaları elbette ki kaçınılmazdı. Yanlarından geçtim.

Devrim ise, "Bilmen gereken bir şey var," dedi.

Dönüp ona baktığımda aslında o günden sonra bu okuldaki her şeyi ve herkesi bilen o kız olmadığımı daha iyi anladım. Yokluğum çok fazla şeyi değiştirmişti. Resitalin yalanları hepimizi etkilemişti. En başta da Devrim ile beni...

"Son sınıflar için bu haftaki dersler müzikal için iptal edildi ve müzikalin yapılacağı salondaki isimlerin hepsini yakından tanıyorsun."

"Resitalin kurbanları."

Devrim beni onaylarcasına başını hafifçe sallamakla yetindi. Salona indiğim an herkesin gözlerinin benim üzerimde olacağını ikimizde biliyorduk. Belki de daha fena şeyler olacaktı. Belki de bana bakmakla yetinmeyeceklerdi. En çok da bu korkutuyordu Devrim'i ama beni değil.

Ben korkmuyordum. Hissetmiyordum. Acıyı, üzüntüyü, mutluluğu hiçbir duyguyu hissetmiyordum. Özellikle de korkuyu hissedemiyordum. İnsanın kaybedecek bir şeyi olmayınca korkmaz derler. Benimde kaybedecek hiçbir şeyim yok. Onlardan korkmuyorum, korkmayacağım da.

"Gidelim," dedim Devrim'e.

"Müzikal provalarına geç kalmayalım."

Beraber bir zamanlar resitalin yapıldığı o salona, yalanlar resitalinin hepimizin hayatını kararttığı o yere doğru yürüdük. Ara ara bizimle aynı yere giden kişilerin bakışlarını üzerimde hissediyordum. Bana öylesinde derin bir nefretle bakıyorlardı ki gerçek ortaya çıkmadığı sürece bu durumun değişmeyeceği aşikardı.

Işık bir an önce ortaya çıkmalıydı. Ne yapıp ne edip onun yaşadığını herkese göstermek zorundaydım. Başka yolu yoktu. Ya esir olacaktım ya da özgür ve ben özgür olmak için her şeyi yapardım. Hem de her şeyi...

Devrim ile beraber felaketin yaşandığı yere gittik. Kapıdan girdiğim an arkalardaki koltuklardan birine kuruluşum, Polen'in çığlığını ve herkesin salonu panikle terk ettiği o anlar belirdi gözümün önünde. Bu olay olalı iki aydan fazla olmuştu.

Her şey o gün başlamış, hepimiz farkında bile olmadan resitalin yalanlarına ortak olmuştuk. Yalanları aydınlatmak üzere çıktığım yolda Devrim vardı yanımda. İlk kurban olarak seçilen, yalanlar resitalinin baş şüphelisi oyken kendimi onun yanında bulmuştum. Sonra da ona aşık olmuştum. Şimdi ise yine kimse yokken yanımda sadece o vardı. Devrim Dinçer Demiralp.

Devrim ile beraber tıpkı o günde de olduğu gibi sahneye doğru adımlıyorduk ki herkes enstrümanlarını ayarlamaya kısa bir ara vermişti. Gözler benim üzerimdeydi. Eskiden olsa kimse bakmazdı bana. Kimse cesaret edemezdi gözlerime bakmaya. Bakan gözlerini kaçırır, yönünü değiştirirdi ama şimdi herkes benden eskisinden bile daha çok nefret ediyordu.

"Sanat," dedi Fulya Hoca. Beni gördüğüne sevindi mi yoksa o da diğer herkes gibi benim burada bulunmamdan rahatsızlık mı duyuyordu bilmiyorum ama bana gözleriyle sahneyi işaret ettiğine göre özel hayatını ve olanları bir kenara bırakıp öğretmen kişiliğine büründüğünü anladım.

Devrim ile beraber sahneye çıktık. Etrafımızdakilerin hoşnutsuz bakışlarına aldırmadan dikkatlerimizi Fulya Hoca ile yanındaki diğer iki hocaya çevirdik. İçlerinden biri bizim okuldanken diğerinin kim olduğu hakkında en ufak bir fikrim dahi yoktu.

"Öncelikle hoş geldiniz arkadaşlar," diyerek başladı söze Fulya Hoca. Daha sonra, "Bildiğiniz üzere her sene okulumuzda düzenlenen son sınıfların dönem sonu müzikali haftaya yapılacak. Bunun için hepinizin buna katılımı çok önemli," diyerek devam etti sözlerine.

"Bugün bizlere üniversitede tiyatro bölümünde eğitimci olan arkadaşım Cüneyt Soysal eşlik edecek. Aynı zamanda da dönem sonu müzikali için seçtiğimiz hikayeyi de kendisi seçtiği için hikayenin kazananını açıklamak da Cüneyt Bey'e düşüyor," dedi diğer hoca.

Hepimizin bakışları adının Cüneyt olduğunu öğrendiğimiz adama çevrildi. Kendisinin takdim edilmesinden bir hayli memnun olan adam somon rengi ceketinin iç cebinden çıkardığı kağıdı okumak üzere hazırlandı. Müzikal için her yıl hikaye belirlemede öğrencilerin yaratıcılığından yararlanan okulumuz her yıl olduğu gibi bu yılda küçük bir yarışma düzenlemiş gibi görünüyor. Hepimiz bu yılki kazananı duymak ve hikayenin adını öğrenmek üzere bekliyorduk ki Cüneyt Bey büyük bir gururla konuşmaya başladı.

"Karanlığın Uykusu isimli oyunuyla kazanan öğrencimiz Devrim Dinçer Demiralp."

Duyduğum şeyin üzerine dönüp Devrim'e baktım. Benimle geçirdiği o geceyi ilk başta masal olarak anlatmış daha sonrasında müzikal için bir tiyatro oyunu haline getirmişti. Şimdi ise etrafımızdaki kimseyi umursamadan bana bakıyordu. Soluk mavi gözlerime bakarken dudakları yavaşça yukarıya doğru kıvrıldı.

Cüneyt Bey'in onu çağırması üzerine yanımdan ayrıldı. Cüneyt Bey, "Bu hikaye tek kelime ile mükemmel. Karanlığın uykusu, sihirli göl hem masalsı hem de çok romantik bir hikaye. Seni kutlarım," dedi ve gülümsedi.

"Karakterlerini seçmen için sana bir şans tanıyorum genç yetenek," diye de ekledi.

Devrim dönüp bana baktı ve, "Karanlığı Sanat'ın oynamasını istiyorum," dedi birden.

Herkes kendi arasında konuşmaya başladı. Benim orada bulunmam onlar için yeterince kötü değilmiş gibi bir de Devrim'in başrol olarak beni seçmesi kimsenin hoşuna gitmemişti. Devrim ise onları umursamadan, "Bende Demir Alp'i oynamak istiyorum," demişti. Daha sonra kalan rolleri dağıttı ve bunun üzerine Fulya Hoca orkestra için kalan öğrencileri organize etme işine girişti.

Devrim yanıma geldi. Hala bunu yapmış olduğuna inanamamak bir yana beni müzikalin başrolü yapmıştı. Bizim küçük bir anımız dönem sonu müzikali olarak sahne alacaktı. Bizim küçük bir anımız...

"Oyun yazmak gibi bir yeteneğin olduğunu bilmiyordum. Tebrik ederim," dedim Devrim'e.

"Benimde kendime göre birtakım yeteneklerim varmış. Bunu sonradan fark ettim."

"Sonradan mı?"

"Sonradan diyorum. Çünkü senden önce ben kendimi ifade edemiyormuşum. Bana kendimi anlatabilmeyi sen gösterdin Sanat."

Donup kaldım. Savcının beni oyuna dahil etmek için Devrim'i kullandığını sanmıştım ama durumun bununla uzaktan yakından bir alakası yokmuş. Onun ışığı değil de karanlığı sevdiğini düşündüğümde nasıl haklıysam şimdi de bu düşüncemde haklıydım. Hapishanede söyledikleri gerçekti. Bana söyledikleri gerçekti ve ben bunu şimdi daha iyi anlıyordum.

Devrim'e tam bir şey söyleyeceğim sırada Fulya Hoca'nın onu çağırmasıyla yanına gitmek zorunda kaldı. Onun gidişini izledim. Devrim'in yanımdan kısa bir anlığına uzaklaşmış olması ortamdaki seslerin artmasına yetmişti.

"Suçunu itiraf ettikten sonra nasıl serbest kalabilir?" dedi biri.

"Işık'ın katili," dedi bir başkası.

"Işık onun yüzünden öldü," diye de ekledi biri.

"Işık'ı öldürdükten sonra bir de onun sevgilisiyle çıkıyor. İnanılır gibi değil."

"Kendine bunu yapan Işık'a neler yapmıştır kim bilir?"

Herkes bu tip şeyler söylüyordu. İtirafçı olunca her şeyin biteceğini sanmakla büyük aptallık etmiştim. Hiçbir şeyin bittiği falan yoktu. Aksine her şey asıl şimdi başlıyordu. Sadece farkında değildim. Farkında olduğumda ise iş işten çoktan geçmişti.

"Sanat!"

Ne olduğunu anlamadım bile. Sadece biri adımı söyledi. Sonrasında kendimi yerde buldum. Her şey o kadar ani olmuştu ki beni iten kişi kimdi, neden yerdeydim bilmiyordum. Başımı kaldırıp baktığımda Vural ile göz göze geldim. Bakışlarım onun dehşetle bakan gözlerinden yerdeki sahne ışığına kaydı. Paramparça olan sahne ışığına!

O an Devrim koşarak yanıma geldi. Yanıma çöktü ve yüzümü avuçlarının arasına aldı. "İyi misin? Bir yerine bir şey oldu mu?" diye sordu endişeyle. Ona iyi olduğumu söyleyip yerden kalktım ve yerdeki sahne ışığına doğru adımladım. Sahne ışığının üzerine yapıştırılmış kağıt parçasını aldım elime. Yeni bir not ve yaklaşan yeni tehlikelerle müzikal kurbanlarını seçmeye başlamıştı bile. Notta da aynen şöyle yazıyordu: Bu daha başlangıç!

Loading...
0%