Yeni Üyelik
28.
Bölüm

4.Bölüm: İlk Prova

@sevvnuraydn

İnsan ışık olmadan göremez, hissedemez, yaşayamazmış. Karanlığın var olmasını istemez, her daim ışığa yönelirmiş. Bu yüzden kimse görmemiş karanlığı.

Işığın büyüsüne kapılmışlar. Işığın peşinden gitmişler. Ona hayran olmuşlar. Gölge düşmesin diye bedenlerine ışığın yanından hiç ayrılmamışlar. Halbuki karanlığın gölgesi onları ışıktan koruyan sığınaktı. Onlar bunu bilemediler. Karanlık onlara uzaktan bakarken onlar yolunu kaybetmişçesine kanat çırpan kelebekler misali ışığı takip etmişler. Ta ki ışık kelebeklerin kanatlarını yakana dek...

Işık en büyük yalan aslında. Bir tür göz yanılsaması. Görmek istenenin görülmesini sağlayan bir tür aldatmacadan ibaret. Kırık bir cam parçasından yansıyan en büyük düşmandı ışık. Karanlığın düşmanı...

Karanlık ise ışığın zıttıydı. Geceydi, sırlardı, gerçeklerdi karanlık. Efsanedeki sihirli gölün koruyucusu ve sahibiydi. Sihrin kendisi, gerçeklerin kalbiydi karanlık. Işıkla yok olan, gölü yalanlara karşı içinde saklayandı. Kimsenin görmediği, görmek istemediğiyken o çıkageldi. Demir Alp.

Küçük bir merakın onu ışıktan uzaklaştırıp karanlığa götüreceğini kim bilebilirdi ki? Onun merakı, karanlığın ardındakine uzanmak isterken görünmeyene aşık oluşunun hikayesiydi bu. Bir nevi imkansıza dokunuşun hikayesiydi bu yazılanlar. Tüm bunlar bizim küçük bir anımızdı. Bizim anımız. Devrim ile benim anım.

Şimdi ise tıpkı eskiden de olduğu kimse gelmeden önce uyanmış okulun bahçesinde öğrencilerin gelmesini bekliyordum. Elimde onun yazdığı metin vardı. Sadece iki kere okuyarak metni baştan sona ezberlemiştim. Ne de olsa yazanlar bana yabancı değildi.

"Günaydın," dedi Devrim birden. Onun geldiğini bile ancak o bana seslenince fark edebilmiştim. Başımı kaldırıp ona baktım. Daha önce onu hiç böyle görmemiştim. Gözlerinin içi parlıyordu ve bunun sebebini az çok biliyordum.

"Günaydın," diye karşılık verdim ve oturduğum banktan kalktım. Aramızdaki boy farkını bu sayede kısmen de olsa kapattığım sırada Devrim'in bakışları elimdeki metine kaydı.

"Okudun mu?" diye sordu.

"Okudum. Hatta ezberledim."

"Metni daha dün eline aldın. Hepsini bu kadar kısa sürede nasıl ezberledin?"

"Benimde kendime göre yöntemlerim var Devrim Dinçer Demiralp."

Devrim gülümsedi. Bense ona baktım. Çenesindeki küçük çizgiyi her zaman görüyordum ama yanağındaki çok nadiren ortaya çıkıyordu. Ona, "Her şeyi ezberlediğime göre bana yokluğumda okulda olan biteni anlatsan iyi edersin," dedim ve okul binasına doğru adımlaya başladım.

Devrim ile okul binasından içeriye girdiğimiz sırada etrafımızdaki bakışları umursamadan tüm dikkatimi ona verdim. "O zaman seni isim isim bilgilendireyim Sanat Karay," diyerek başladı Devrim sözlerine.

"Genel olarak herkes bıraktığın gibi olsa da aramızda değişim gösterenler de var."

"Kimler mesela?"

"Yağmur okula geri döndü. Heves ile Tolga arasında anlayamadığım birtakım durumlar var ve tüm bunların içinde Buğra şaşırtıcı bir şekilde beladan uzak duruyor. Korkut okuldan atıldı. Merve onun yokluğunda sessizce ortada geziniyor ve son olan olaydan beri Umut iyice içine kapandı. Tabii biri daha senin yokluğundan etkilendi."

"Kim?"

"Ben. Senin yokluğun en çok beni etkiledim Sanat."

Devrim durdu. Artık benimle birlikte yürümüyor doğrudan gözlerimin içine bakıyordu. Ona baktığım anda o günü yeniden hatırladım. Büyük itirafımın ardından koridora çöken ölüm sessizliğini, savcının elindeki kelepçenin boşlukta sallanırken çıkardığı sesi anımsadım.

Bana yolun sonunda olduğumu söylemişti. Ona doğru yaklaşmış herkesin kollarımdaki dikiş izlerinden sonra bileklerimdeki derin izleri görmesini umursamadan görevini yerine getirebilmesi için ellerimi ona uzatmıştım. Kelepçelenen bileklerime bakmış polislerin yanımdaki yerlerini alışını tek kelime etmeden izlemiştim. Tam o sırada Devrim geldi yanıma.

Beni yabancıların arasından alıp götürmek istedi ama bunu yapamadı. Ne kadar dirense de polisler beni okuldan çıkarmış araca bindirmişlerdi. Başımı çevirip arabanın arka camından ona baktığımda bunun onu son görüşüm olduğundan emindim ama şimdi o yanımdaydı. Benim yanımdaydı. Sanat'ın yanındaydı.

Bana doğru bir adım attı. Sanki biraz sonra söyleyeceklerini hiç kimsenin duymasını istemiyormuş gibi bir hali vardı. En çok da Işık'ın duymasını istemiyordu. En çok da Işık'ın...

"Onun senden istediğini yapıp seni götürdüklerinde benim için zaman durdu. Her şey önemini yitirdi ve ben hayatımda ilk defa kendimi bu kadar çaresiz hissettim Sanat."

"Bende senin varlığına tutundum Devrim. Bunca zaman böyle ayakta kaldım. Sence de tüm bunlar bir resital yalanının sebep olabileceğinden çok daha fazlası değil mi?"

"Bunun bir adı var Sanat."

"Neymiş?"

"Aşk."

Devrim'in sıcak gülüşü doldurdu dudaklarını. Daha sonra benimle birlikte koridorda adımlamaya devam etti. Birlikte kırmızı okul dolaplarının önünde etraftakilerin kınayıcı bakışları altında yürürken Devrim'in bakışları benden yanından geçtiğimiz okul dolabıma kaydı. Benim dolabıma!

Keşke o bunu görmemiş olsaydı ama artık iş işten çoktan geçti ve keşkelerle dolu cümleler sarf etmenin ne yazık ki kimseye bir faydası yok. Yanımdan geçip okul dolabıma doğru yaklaştığı sırada sıkıntılı bir nefes vermiştim. Çünkü biraz sonra olacak olanı çok iyi biliyordum.

"Devrim," dedim onu durdurmak için ama durmadı. Peşinden gittim. Etrafımızdaki insanların sayısı git gide artarken herkesin gözleri dolabımın üzerindeki yazıdaydı. Aramızda bir katil var!

Kırmızı okul dolabının kapağında üç metre öteden bile belli olan o beyaz yazıya baktı Devrim. Tıpkı diğer herkes gibi...

"Kim yazdı bunu?" dedi Devrim. Ses tonu bile az sonra kopacak kıyameti gözler önüne seriyordu ki, "Kim yazdı bunu!" diye bağırdı.

Kimse sesini çıkaramadı. Çünkü herkes Devrim'den korkardı. Benim hakkımda kimse tek kelime edemedi. Bunu fırsat bilip Devrim'in karşısında dikildim. "Bunun bir önemi yok," dedim her zamanki soğukkanlılığımla.

"Benim için önemli. Çünkü kimse sana böyle bir şeyin imasında bile bulunamaz," dedi Devrim dişlerinin arasından.

Gözlerindeki öfkeyi gördüm. Çileden çıktığını biliyordum. Tabii bunu yapanı bulana kadar durmayacağını da!

"Madem kimse suçunu itiraf etmiyor o halde herkes şunu iyi bilsin! Sanat benim sevgilim ve ona yapılan yanlışı bana yapılmış sayarım. Bunun bir tekrarı daha olmayacak."

Devrim uzanıp elimi tuttu ve beni kalabalığın arasından çıkardı. Tüm okula benim onun sevgilisi olduğumu söyledi. Üstüne bir de elimi tutup beni yanlarından aldı. Bu Işık'a karşı bir darbeydi. Onunlayken yalandan sevgililik rolü yaptığında bile elini tutmamıştı. Ondan bir kez bile etraftakilere sevgilim diye bahsetmemişken şimdi tüm okula benim onun sevgilisi olduğumu söylemişti Devrim Dinçer Demiralp.

Şimdi ise kalabalıktan olabildiğince uzakta durmuş sinirlerini yatıştırmak için ensesini ellerinin arasına almıştı. Olduğu yerde adımlıyor bir yandan da burnundan soluyordu. Kendi kendine bir şeyler mırıldandığını duyabiliyordum. Ne söylediğini tam olarak anlayamasamda donuk bakan mavi gözlerimi onun üzerinden ayırmıyordum.

Bir süre sonra durdu. Bana baktı ve, "Bunu biliyordun öyle değil mi?" diye sordu. İfadesiz duruşum bile sorusunu yanıtlamama kalmadan ona gereken cevabı vermişti.

"Neden bana söylemedin?"

"Ortada söylenecek bir şey yok Devrim. Olmadığım bir şey için üzülecek değilim."

Devrim bana doğru bir adım attı. "Yine de bu affedilebilir bir durum değil Sanat," dedi sıkıntıyla.

"Bunun bir önemi yok Devrim. Nedenini biliyor musun?" dedim ve bir cesaret Devrim ile aramdaki mesafeyi kapattım.

Sabırsızlığım onu şaşırtsada, "Çünkü ben hislerimi kaybedeli çok uzun zaman oldu Devrim Dinçer Demiralp," diyerek başladım sözlerime.

"Ne onların dolabıma katil yazması umurumda ne de başka bir şey. Beni katil olarak damgalamaları da umurumda değil. Ben olmadığım bir şey için suçluluk duymuyorum ama bundan sonra olacağım kişi için aynı şeyleri söyleyemem."

"Ne demek istiyorsun?"

"O yazıyı Işık yazdı. Bende ona sadece bu yaptığının değil tüm resitalin bedelini ödeteceğim. O yüzden sana şimdiden söyleyeyim. Kendini riske atmak zorunda değilsin."

Devrim aramızdaki mesafeye baktı. Gözlerime baktı ve, "Bu risk almak değil, seninle olmak ve ben her zaman seninleyim Sanat," dedi.

Elimi tuttu. Müzikalin ilk provasına geç kalmamak için el ele her şeyin başladığı o yere doğru yürüdük. Resitalin başladığı yere, ihanetlerin yankılanacağı o salona yürüdük birlikte. Müzikal bize ihanetleriyle gelecekti. Her birimiz Işık'a ihanet edecek ve onun ortaya çıkmasını sağlayacaktık. Hem de her birimiz!

Salona girdiğimizde Cüneyt Soysal, Fulya Hoca ve beraberinde iki hocanın sahnede müzikal için orkestra ile ilgilendiğini gördüm. Fulya Hoca kemancılar ve çellocuları organize ederken diğer hocalar kalan öğrencileri yönlendiriyordu. Müzikalin ana unsurlarını oynayacak öğrenciler ise ellerindeki metinlere göz atıyordu.

Devrim ile beraber sahneye çıktık. Bizim geldiğimizi gören Cüneyt Hoca yüzünde manidar bir gülümsemeyle, "Başrollerimiz de aramıza teşrif ettiğine göre dönem sonu müzikalinin ilk provasına başlayabiliriz," dedi.

Kelimeleri vurgulayış biçiminden her ne kadar hoşlanmasamda ses etmedim. Onun yerine Devrim ile olmamız gereken yerde müzikalin tam merkezinde durdum. Cüneyt Hocanın önümüzde bir ileri iki geri yürümesini görmezden gelerek bizi yönlendirmesini bekledim.

"Bu daha ilk prova olduğu için ufak tefek aksaklıklar olabilir. Bu yüzden heyecan yapmanıza hiç gerek yok," diyerek başladı Cüneyt Hoca sözlerine.

"Şimdi ilk provamıza başlayabiliriz," diye de ekledi. Onun sahneden inip en öndeki koltuklardan birine kuruluşunu izledim.

Beklentiyle baktı her birimize. Başlamamız gerekiyordu ve ben şarkıyı orkestranın girişiyle söylemek zorundaydım. Derin bir nefes almakla başladım işe. Daha sonra orkestra şefliğini yapan hocaya bakışlarımla hazır olduğumun işaretini verdim. Orkestra çalmaya başladı, bende söylemeye.

Karanlık ne sevmeyi bilir ne de sevilmeyi

Görünmez olmakmış onun tek bildiği

Sihri, geceyi, yıldızları saklarmış benliği

İlk sözleri tamamlamamın ardından göz ucuyla Devrim'e baktım. Bana öyle güzel bakıyordu ki ilk kez kendimi karanlıkmış gibi değilde aydınlıkmış gibi hissediyordum. Bana doğru bir adım attı ve sözlerini art arda sıraladı.

Demir bir alp varmış ormanın derinlerinde

Kendi halinde yaşarmış küçük kulübesinde

Yalnız, yapayalnız bir çare

Devrim'in ardından aydınlığa, ışığın kendisini oynayacak olan Heves'e geçti sıra. Heves burada olmamdan memnun olmadığını belli eden bir edayla Devrim'e doğru adımladı. Hikayede üzerine düşeni yaparak Karanlık ile Demir Alp'in önünde bir duvar gibi durdu.

Demir Alp'in çaresi ışıkta

Aydınlığın ve güneşin kollarında

Çık dışarı, aç kulübenin kapılarını

Aydınlık kuşatsın yalnızlığını

Heves kollarını Devrim'e doğru uzattı. Ellerini tutmasını bekledi ama Demir Alp onun ellerini tutmadı. Sırtını döndü ışığa. Işığın kolları kendi bedenini sardı. Usulca çöktü yere ve bekledi. Demir Alp'in ona dönmesini onu yerden kaldırıp kucaklamasını bekledi ama Demir Alp bunu yapmadı.

Demir Alp'in çaresi ışıkta olsaydı

Yaşamaz mıydı ormanın en aydınlık köşesinde?

Işık bir aldatmaca olmasaydı

Demir Alp döner miydi sırtını güneşe?

Işığa geri dönmek yerine ormanın derinlerine doğru adımladı Demir Alp. Karşısına genç bir kız yani Yağmur çıktı. Elinde toprak bir testi ile Demir Alp'in tam karşısında durdu ve onunla konuşmaya başladı.

Nedir buralara gelmenin sebebi?

Çelik bakışlarında keder gizli

Yoksa sende mi ararsın hiçliğin sihrini?

Demir Alp duraksadı. Derin bir düşünce aldı benliğini. Karşısındaki kızın sihir ile ne kast ettiğini düşündü. En sonunda sormaya karar verdi ona. Küçük bir sorusunun meraka merakının ise aşka dönüşeceğinden habersiz araladı dudaklarını.

Sihir denilen şey bir yalan

Yalansa en büyük ihanet

Sen ne dersen de

Yalandan ummayacağım medet

Kız başını hafifçe iki yana salladı. Gözleri ellerindeki hayali testiye kayan Yağmur'a baktım. Başı dik, kendinden emin duruşuyla Demir Alp'in içinde merakını körükleyecek sözleri sıraladı.

Madem inanmazsın bana

Ne diye durursun burada?

Sende bilirsin ki çare senin yalan sandığında

Demir Alp ormanda rastladığı kıza da sırtını dönmüş ama gidememiş. Çünkü içine düşen küçücük umut damlası onu ele geçirmişti bir kere. Işığa yaptığını yapamazdı. Aydınlığı arkasında bıraktığı gibi sihrin kaynağını öğrenmeden gidemezdi. Yeniden baktı ormanda rastladığı kıza.

Sihir gerçekse eğer göster bana

Yalnız yapayalnız bu bir çare adama

Kız elindeki testiyi ona doğru uzattı.

Sen neredeysen sihir de seninle gelir

Onun kaynağı demirin altındaki çelik kalptedir

Demir Alp kızın ne demek istediğini anlayamamış. Kız ise onun eline toprak testiyi tutuşturmuş.

Sihri bulursan eğer

Suyundan bana da getir

Sihri kaybedersen eğer

Bu yalnızlık seni bitirir

Demir Alp elinde testiyle yollara düşmüştü. Sihrin ne olduğunu bilmeden sadece aklındaki soru işaretlerinin varlığıyla umutsuzca ormanda yürümekten başka bir şey yaptığı yoktu. O her ne kadar fark etmese de ışık aslında onu takip ediyordu. Koruyucu bir melek misali onu izliyordu. Ta ki güneş gökten inip yerini aya bırakıncaya dek...

Işık karanlığa bakmış. Onu yanından geçip gözden kaybolmuş. Yerine yıldızlar gelmiş. Berna, Açelya ve Ela üçlüsü yıldızlar olarak Demir Alp'in karşısına çıkmış. Çalan parçayla uyum içinde gökyüzünde dans etmeye başlamışlar. Demir Alp takip etmiş yıldızları. Onların pırıltısı ile ormanda evini bulabileceğini düşünüyordu ki gecenin altında karanlığı görmüş. Kimse görmezken o görmüş.

Ne yıldızlar ne ay ne de güneş

Onun kadar güzelini görmedi bu gözler

Onun kadar güzeline şahit olmadı bu kalp

Ona görür görmez aşık oldu Demir Alp

Demir Alp'in sözlerini karanlık duymamıştı belki ama ben duymuştum. Ona bakmamam gerektiğinden arkam ona dönüktü. Kalbim heyecanla çarpıyordu ve ben bunun bizim küçük bir anımız olduğunu bilen tek kişiydim. Şimdi ise ikimizin yaşadığı küçük bir anın tam ortasında sırtım ona dönükken Demir Alp'in bana doğru yaklaşmasını bekliyordum.

Gözleri ne gök ne de deniz

Öylesine güzel ve eşsiz

Bir adım daha attı Demir Alp. Artık karanlığa dokunması için hiçbir engeli yoktu. Fakat karanlık onun kadar cesur değildi. Ürkekti karanlık. Kimse bilmesede yaralıydı. Aşık olmaktan korkacak kadar yaralı...

İzin ver bir kez bakayım sana

Bir kez kaybolayım gözlerinde

Bir kez dokunayım sihrine

Söz bir daha değmez gözlerim tenine

Demir Alp'in sözleriyle karanlık düşünmüş. İzin verecek miydi Demir Alp'e? Sihrine dokunmasına, ona bakmasına, onu anlamasına ve hatta onu sevmesine izin verecek miydi? Vermeyecekti. İstese de veremezdi. Sırf bu yüzden sırtı Demir Alp'e dönükken söylemişti sözlerini.

Bana tutamayacağın sözler veriyorsun

Neler olabileceğini göremiyorsun

Buna izin verirsem yok olursun

Karşındaki aşkın değil en büyük kabusun

Demir Alp inanmamış karanlığa. Onun kabus olduğuna inanmamış. Peki ya onun karanlık olduğunu bilirse?

Sesin acıklı bir şiirin ilk mısrası gibi

Dizelerin ise kabustan çok bir rüyanın kesitleri

Karanlık dönüp ona bakmış. Çok kısa bir anlığına gözleri birbirlerini bulmuş. Karanlık hiçbir zaman söylemese de Demir Alp'e onu seviyormuş. Hem de ışıkta kaybolmak pahasına...

Karanlık her ne kadar Demir Alp'i kendinden korumak için ondan kaçsa da Demir Alp'in ondan ayrı kalmaya hiç niyeti yoktu.

Madem bu bir kabus uyandır beni

İlk ve son kez bahşet bana ismini

Karanlık bahşetti ismini Demir Alp'in gözlerine bakarak.

Ben değilim senin sandığın

Saklananım ardında aydınlığın

Bunca zaman beni görmeyen gözlerin

Bunca zaman beni düşünmeyen aklın

Bunca zaman beni hissetmeyen kalbin

Şimdi karanlıkla dolmasın

Karanlık Demir Alp'e doğru bir adım attı. Bekledi. Demir Alp'in ondan korkmasını, diğer herkes gibi saklandığı ormanı terk etmesini bekledi ama olmadı. Ne o gidebildi Demir Alp'ten uzağa ne de Demir Alp ondan ama şöyle bir gerçek var ki karanlık ne sevmeyi bilirdi ne de sevilmeyi. Sırf bu yüzden gitmek istedi karanlık. Demir Alp karanlıkta kalmasın diye...

Gölge dahi düşmesin üzerine

Evine geri dön yıldızların rehberliğinde

Adımı dahi bir daha alma diline

Beni unut, git ve bir daha dönme

Ya dönersem?

Demir Alp'in sorusuyla karanlık ona bakmak zorunda kalmıştı.

Eğer dönersen geri

Alırım ellerinden sana verdiğim sihri

Karanlık Demir Alp'in elinden toprak testiyi aldı. Benliğindeki sihirli göle doğru yaklaştı. Yıldızların üzerinde dans ettiği sihirli gölün suyuyla doldurdu testiyi. Testiyi Demir Alp'e uzattı. Sihre ulaşınca bir daha geri gelmeyeceğini, onun umursadığı tek şeyin bu su olduğunu sanıyordu karanlık ama yanılıyordu. Demir Alp onu istiyordu. Sadece onu...

Karanlığın elindeki toprak testiye baktı Demir Alp. Testiyi avuçlarına aldı. Karanlık onu ardında bırakmaya artık hazırdı. Sihri ona kendi elleriyle teslim ettikten sonra artık yalnızlığına geri dönebilirdi ama tam o sırada bir şey oldu.

Karanlık testinin kırılma sesiyle irkildi. Geriye dönüp baktığında Demir Alp ile göz göze geldi. O an anladı. Onu görenin sadece Demir Alp olduğunu, onu sevdiğini, onu bırakmayacağını anladı.

Sen yoksan eğer ne anlamı var sihrin?

Ne anlamı var aşkın ve sevginin?

Karanlık Demir Alp'i sevmedikten sonra

Ne anlamı var yaşamanın?

Demir Alp öldürmek üzere kendini bıçağını çıkarmış. Kalbine saplamakmış niyeti ama karanlık buna izin vermemiş.

Sakın yapma düşündüğüm şeyi

Çıkarma yerinden uğruna öldüğüm o kalbi

Söyle benden istediğini

Sen ölme diye gerçekleştirecek karanlık her dileğini

Demir Alp elindeki bıçağı bırakmış. Karanlığa doğru yaklaşmış. Karanlığın mavi gözlerine bakıp derin bir iç çekmiş. Elini karanlığın yüzüne doğru yaklaştırdığında aralamış sır gibi mühürlenmiş dudaklarını.

Madem gerçekleştireceksin her dileğimi

O zaman kapat gözlerini

Adın gibi karanlık ol bu gece

Bende ilk ve son kez karanlığı uykusunda izleyebileyim

Demir Alp'in sözleriyle karanlık kapatmış gözlerini. Onun için sonsuza kadar sürecek bir uykuya dalmış ve gösteri burada sonlanmış.

Gözlerimi yeniden açtığımda ilk provamız bitmişti. Cüneyt Hoca eksiklerimizi ve yarınki provada yapacaklarımızı anlattı. Müzikale ilave bir şeyler yapabileceğimizi de söyledi. Bense tüm bunların içinde yanımda duran Devrim'e çevirdim bakışlarımı. Bizim yaşadığımız o küçücük anın bir masala dönüşünün ardından dönem sonu müzikali olarak sahne alacağını kim tahmin edebilirdi ki?

"İlk prova gayet iyiydi. Yarın yine aynı saatte görüşürüz çocuklar," dedi Cüneyt Hoca.

"Ayrıca yarına kadar herkes ezberini yapmış olsun. Ben kostümlerinizi ayarlayacağım," demeyi de ihmal etmedi.

Onun sözlerini tamamlamasıyla orkestradakiler eşyalarını toplamaya başlamıştı. Fulya hoca ile beraber diğer hoca da onların çalışları hakkında konuşmaya başlamıştı ki sahnede bizimle beraber oynayan Berna, Açelya, Heves, Ela ve Yağmur'un bana baktığını gördüm. Her biri benden olabildiğince uzakta duruyordu. Onların sahnenin arka tarafında duran orkestraya doğru adımlayışını izledim.

Devrim ise, "Sesin çok güzel," dedi birden bana bakarak.

"Sesimi bilmem ama senin sözleri çok iyi yazdığın kesin Devrim Dinçer Demiralp."

"Bunu bir iltifat olarak alıyorum Sanat Karay."

"Bence almalısın Devrim. Ayrıca sana söylemek istediğim bir şey var."

"Neymiş?"

"Karanlık için mi ışığı ardında bıraktın yoksa ışık için mi karanlığa yöneldin?"

Devrim sorduğum soruyla gülümsedi. Etrafımızdaki bakışları umursamadan bana olabildiğince yaklaştı ve, "Benim için her zaman karanlık vardı Sanat," diye başladı sözlerine.

"Benim yönüm en başından beri karanlıktı. Benim merak ettiğim her zaman karanlığın ardından ne olduğuydu ve sana bir şey itiraf edeyim mi?"

Gözlerimde gezinen gözleri yeterince dikkatimi dağıtmıyormuş gibi omzuma dokunan bir tutam siyah saça dokundu ve art arda sıraladı sözcüklerini.

"İnsan gizeme ilgi duyar. Anlayamadığı, gözüne farklı gelen bir şey oldu mu ona doğru çekilir. Bir girdaba kapılır. Geri dönemez. Vazgeçmek gibi bir şansı artık yoktur. Ben sana ilk baktığımda böyle hissettim. Duygudan yoksun gibi görünen bedeninin altında yatan ruhu merak ettim. Bu merakın zamanla beni ele geçireceğini ve sana aşık olacağımı nereden bilebilirdim ki?"

Saçımdan sonra elinin tersiyle yanağıma dokundu. Teni sıcaktı. Sözleriyse kor birer alev ve ben daha önce hiç böyle hissetmemiştim.

"Pişman değil misin?" diye sordum birden.

"Beni biliyorsun ve bu bildiğin şeyden sonra beni sevmekten hiç pişmanlık duydun mu?"

"Hayır. Hatta sana şöyle söyleyeyim Sanat Karay. Hiçbir şeyin farkında değildin. Sen müzik dinleyerek dışarıya bakarken ben usulca bir köşeden hep seni izledim."

Dudaklarımdaki sıcaklığı hissetmeyeli uzun zaman olmuştu. Küçük bir tebessümümün yerini gülümseme aldı. Devrim yanaklarımdaki gamzelere baktı. Onun sıcak bakışlarıyla yutkunma ihtiyacı hissettim. Ona baktım ve aynen şöyle söyledim.

"Daha önce kimse fark etmemişti beni. Bakan gözlerini kaçırır, yönünü değiştirirdi. Kimse gözlerime senin kadar uzun bakmadı Devrim. Sen bir kez baktın ve ben yeniden doğdum."

İlk kez ona karşı bu kadar açıkça hissettiğim şeyi söylemiştim. İlk kez birine karşı derin duygular besliyordum ve bu kişi Devrim'di. Yalanlar resitalinin ilk kurbanı, cinayetin baş şüphelisi, Sanat'ın Devrim'i...

Devrim elini yanağımdan çekti. Dudaklarındaki sıcak tebessüme baktığım sırada onun bakışları bulunduğumuz salonun kapısına kaydı. Gülüşü yavaş yavaş soldu. Dudakları ince uzun bir çizgiye dönüştü. Bakışlarında dehşet vardı. O an onun baktığı yere kapıya bakma ihtiyacı hissettim.

"Sanat Karay," dedi içeriye giren kişi. Salonda bulunan herkesin bakışları aynı kişiye çevrildi. Herkes o an yapmakta olduğu şeyi bırakmış salona giren kişiye bakıyordu.

Devrim gibi benimde yüzüm düştü. Diğer hiç kimse bunun anlamını onun gelişinin sebebini bilmediği için kendi aralarında fısıldaşmaya başlamışlardı. Onun buraya ne amaçla geldiğini bilen orada sadece iki kişi vardı. O da Devrim ile bendim. Devrim ile ben!

"Provan bittiğine göre benimle geliyorsun Sanat Karay."

Loading...
0%