@sevvnuraydn
|
"Aç mısın bakalım?" diye şakıdı Işık neşeyle elindeki şeffaf poşeti havada sallayarak. Onun neşeli halinin aksine Devrim'in yüz ifadesi mahkeme duvarı gibiydi. Tek bir yüz kası bile kıpırdamamış bıkkın bir nefes eşliğinde dolabın kapağını kapatırken, "Bunu daha kaç defa konuşmamız gerekiyor Işık?" demişti.
Onlara dikkat kesilirken buldum kendimi. Devrim'in ve Işık'ın arasında olanları merak ediyordum. Normalde bu tarz şeylerin beni ilgilendirmemesi bir yana umurumda olmazdı ama şimdi tartışmaları o kadar alevlenmişti ki bir köşeden onları izlemeye başlamıştım. İnsanları izleme aktivitemin bugünki şahsiyetleri Devrim ile Işık'tı.
Işık elindeki poşeti Devrim'e uzattı ve "Neyden bahsettiğini anlamıyorum," dedi yüzünde samimiyetsiz ve hatta yapmacık bir gülümsemeyle. Genellikle bir şeye çok kızdığında tıpkı şu anda da olduğu gibi sinirden güler sakinliğini korumaya çalışırdı. Bunun farkında olmayan Devrim ise tartışmanın fitilini ateşleyen sözcükleri bir bir sıralamaya başlamıştı.
"Bizim aramızda hiçbir şey yok Işık. Sana daha en başında söylemiştim. Seni sevmediğimi, istemediğimi ve hayatımda bir arkadaştan öteye geçemeyeceğini sana daha en başında söylemiştim ama sen anlamamakta ve insanlara bizim çıktığımızı söylemekte ısrarcı davrandın. Ama artık buraya kadar. Ben daha fazla bu saçmalıklara tahammül etmeyeceğim."
Devrim'in sözleriyle Işık kahkaha atmaya başlamıştı. Kapı sesini anımsatan kahkahası sadece benim değil koridordaki birkaç öğrencinin daha dikkatini çekmişti. Işık'ın geçirdiği ilk sinir krizi değildi bu ve son da olmayacaktı. En azından o an için böyle sanıyordum.
"Bunu nasıl söylersin? Bana olan aşkını nasıl böyle silip atabiliyorsun Devrim? Aramızda olan bağı bu kadar kolay koparamazsın!"
"Sorun da bu! Bizim aramızda zaten bir şey yok! Sen kendi kendine beni bir saçmalığa alet ettin ve benden bunu sürdürmemi bekliyorsun ama bu kadar yeter Işık! Daha fazla senin kuklan olmayacağım!"
Işık sinirden siyah bantlı ayakkabısının kalın topuğuyla zeminde asabi bir ritim tutturmuş Devrim'in söylediklerini sindirmeye çalışıyordu. Devrim ise onun elinden aldığı poşeti tuttuğu gibi hemen ilk gördüğü çöp kutusuna attı ve oradan ayrıldı.
Devrim ile Işık o günden sonra bir daha konuşmamışlardı. Işık o günden sonra okula bir daha ayak basmadı. Devrim ise Işık'tan kurtulduğu için rahat bir nefes almıştı. Fakat bu sevincinin kısa süreceğini Işık'ın kanını resital günü piyanonun tuşlarında göreceğini kim bilebilirdi ki?
Devrim'e, "Bu işte beraberiz. Işık'a ne olduğunu beraber bulacağız," dedim. Daha sonra beraber kapıdan geçip az evvel olan olayın ardından yaşananları öğrenmeye gittik.
Umut ile Vural bir köşede konuşuyordu. Koridor bu son olanların üzerine Umut'un intihar etmeye kalkmasının ardından gergin öğrenci ve öğretmenlerle dolup taşmıştı. Savcı ortada dolanıyordu ve tüm bu olanların içinde hedef yine bizdik. Devrim ile ben.
Devrim ile beni baş şüpheli ilan eden toplumun bizim hakkımızda ürettikleri teorilerine bir yenisini daha eklemelerine neden olan asıl olay savcının onca öğrencinin arasından bizi buluşu olmuştu. "Siz ikiniz," dedi savcı bir bana bir de Devrim'e bakarak.
"Benimle geliyorsunuz."
Kalabalığı yardık. Savcının peşinden gittik. Bizi birkaç dakika önce çıktığımız o odaya aldılar. Devrim ile yeniden yan yana oturduk. Savcının bizi neden yanına çağırdığını az çok tahmin ettiğimden ses etmedim.
"Söylediğin tarihteki tüm kamera kayıtlarına baktırdım," diyerek başladı savcı sözlerine. Birkaç dakika önceki halinin aksine şimdi fazlasıyla sakindi ki içimden bir ses bu sakinliğin hayra alamet olmadığını söylüyordu.
"Öyle bir kayıt yok. Ne Devrim'in Işık'ın elinden poşeti aldığına dair ne de poşeti çöpe atış anına dair en ufak bir görüntü yok."
"Bu mümkün değil. Devrim'in dolabını görecek açıda bir kamera olduğa eminim."
"Kamera var. Tam da Devrim'in dolabını görecek açıda ama geçen haftadan bu yana o kamera hiç kayıt almamış. İşin en gizemli yanıysa resital salonundaki kameralar da bir süredir aktif değilmiş. Kameraların arızalı olduğunu tespit ettik. Daha doğrusu biri okulun kamera sistemiyle oynamakla da kalmamış olan görüntülere de ulaşmamıza engel olmuş. Tabii okula bunun için de ayrıca soruşturma açılacak."
Kahretsin! Bunun olduğuna inanamıyorum. O görüntüye ihtiyacımız vardı. Devrim'in o poşeti çöpe atış anını bulmuş olsaydık hakkımızda ortaya atılan bir iddiayı kısmen de olsa çürütmüş olacaktık ama şimdi daha da kötüsü resital salonundaki kameranın da çalışmıyor oluşunu öğrenmiş olmamızdı. Yani bilinen bilgilere rağmen elde var sıfır. İçimden bu olanlara okkalı küfürler savurmak geliyordu ki sırf savcının katili bulduğunu düşünüp zafer kazandığını sanmaması için moralimin bozulduğunu belli etmedim.
Her zamanki dik duruşum ve duygudan yoksun ifademle, "Peki şimdi ne yapacaksınız?" diye sordum. Savcı bir süre sessiz kalmayı tercih etti. Sonrasında, "Diğer öğrencilerden sözü edilen olayı gören biri olup olmadığını anlamak için yeniden sorgu yapacağım. Tabii bu süre zarfında başka şeylerin de üzerine düşeceğim. Bu yüzden sorguya yeniden ve ilk sizinle başlamaya karar verdim," dedi.
Devrim bir anlığına bana baktı. Öğrendiklerimiz sadece benim değil onun da canını bir hayli sıkmıştı. Sadece ben duygularımı dışa yansıtmıyordum o kadar.
Savcı, "Bahsi geçen şu şeffaf poşet mevzusunu bir kenara bırakıp her şeyin en başına geçelim. Bana biraz Işık'tan bahsedin. Işık nasıl biriydi?," dedi ve konuşmamız için eliyle işaret verdi. Savcının sorusuna ilk cevap veren Devrim oldu.
"Işık ile bir süre çıktık. Daha doğrusu ben bunu hiçbir zaman istemedim ama o tüm okula bizim beraber olduğumuzu söylemiş bile. Bana yalvardı. Çok kısa bir süre bu sevgililik oyununa ortak olmamı ve sonrasında ayrılacağımızı söyledi. İlk başlarda reddettim. Fakat sonra Işık bunu bir takıntı haline getirdi. Okulun kraliçesi gibiydi ve ününün elinden gitmesini istemediğinden sırf bu oyuna ikna olmam için bir gün..."
"Bir gün ne?" diye sordu savcı. Devrim bir süre boşluğa baktı. Sonrasında kelimelerini güçlükle sıraladı.
"Okuldakilerin onunla gülüp eğlenmesini kaldıramayacağını ve hatta gerekirse kendini öldüreceğini söyledi. Başta onu ciddiye almadım. Her zamanki saçmalıklarından biri olduğunu düşünmüştüm ama sonra gecenin bir vakti kapıma geldi."
Devrim o güne tekrar dönmüş gibi uzaklara daldı. Dudakları ince bir çizgi halini almıştı. Yutkundu ve "Elinde bir bıçak vardı," dedi.
"Işık karşımda hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Bıçağın keskin tarafını bileğine götürdüğü sırada onu durdurdum. O gece teklifini kabul etmemin beni kuklalaştıracağını bilemezdim. Bir süre onunla bu oyuna ortak oldum ama sonra artık buna daha fazla tahammül edemeyeceğimi anladım."
"Bunu anlamana ne sebep oldu? Ayrıca Işık'ın bu yaptığını senden başka bilen biri var mı?"
Devrim başını olumsuz anlamda salladı. "Onun bu yaptığını benden başka bilen biri yok. Onun bu hallerine daha fazla tahammül edemeyeceğimi anladığımdaysa iş işten geçti. Işık ayrılığı kabul etmedi. Aramızda olan şeyin gerçek olduğuna o kadar inanmıştı ki bu onu delirtti."
"Bana bir de şu mavi kurdelenin olayını anlat."
"Mavi kurdele Işık'ın tokasıydı. O tokayı bana ilk verdiği gün onu geri alacağını ve bende kaldığı süre boyunca tokasına bakıp kendisini düşünmemi istediğini söylemişti. Bir şey demedim. Tokayı bana ilk verdiğinde cebime tıkmıştım. Geçen hafta o tokayı son görüşüm oldu. Poşetin içine koymuştu. Her zamanki gibi."
"Pekala. Anladığım kadarıyla Işık'ın psikolojik sorunları var. Okuldaki itibarı için seni bir oyunun içine çekmiş ayrılık durumunda da kriz geçirmiş. Diyelim ki bu bir intihar vakası. İntihar olsa bile Işık öldüğünde kendi kanını düzeneğe koyamayacağına göre bu ihtimal dahilinde gözükmüyor. Biri aranızda olanı ve Işık'ın psikolojik durumunu biliyordu ve bunu yaptı. Bu kişinin sen olmadığına nasıl emin olacağım Devrim Dinçer Demiralp?"
Devrim bir şey diyemedi. Işık'ın her ne kadar psikolojik sorunları da olsa bunu yapamayacağını o da en az benim kadar iyi biliyordu. Devrim'in ardından savcı bu sefer bakışlarını bana çevirdi.
"Şimdi sana gelelim Sanat Karay. Verdiğin detaylara bakılırsa fotografik hafızaya sahipsin ki bu olayı aydınlatmada senin anlatacaklarının da etkisinin büyük olacağını tahmin ediyorum. Anlat bakalım. Işık'ı ne kadar tanıyorsun?"
"Işık adını taşıyan biriydi. Her zaman bakımlı olan yaldızlı sarı saçlarıyla okulun koridorlarından her geçişinde tüm dikkatleri üzerine çeken biriydi. Mermer beyazı teni safir mavisi gözleriyle dik duruşundan ödün vermezdi. Işık saçardı Işık. Işığına bakansa kör olurdu."
Sırtımı dikleştirdim. Kuruyan boğazımı polis memurunun önümüze koyduğu suyla ıslattım ve "Fakat şöyle bir gerçek var ki onun ışığına bakıp kör olanlar onun dudaklarındaki sahici olmayan gülümsemeyi fark etmedi. Herkes onu gördü belki ama kimse onun içinde taşıdığını görmedi. Ben ona baktığım ilk anda anladım onun acı çektiğini," diyerek devam ettim sözlerime.
Savcının kaşları çatıldı. Söylediğim sözlerin anlamını zihninde tarttığına emindim ki Devrim'in de tüm bunlardan habersiz oluşu beni asıl şaşırtan şey olmuştu. Savcı, "Işık'ın acı çektiğini nereden çıkardın? Bendeki bilgilere göre Işık'ın hayatında onu üzecek herhangi bir detay yok. Ünlü iş adamı Ilgaz Günay'ın kızı olması ve babasının biricik prensesi olması mı onun acı çekme sebebi?" diye sordu bir önündeki dosyaya bir bana bakarken.
"Işık'ın acı çekmesinin sebebi annesi. Annesi ile babası boşandıktan sonra Işık kendini müziğe verdi. Okulu kazandı ve annesinin dikkatini çekebilmek için sınıfının en iyisi oldu. Yarışmalara girdi. Okulumuzu temsil etti ve arp dalında derece aldı."
"Diyelim ki bu anlattıkların doğru. Sen daha okulu kazanmadan öncesinde Işık'ın ne yaşadığını nereden biliyorsun? Onu okulda gördüğün kadar tanıyabileceğini varsayarsak bunu nasıl açıklıyorsun Sanat Karay?"
"Işık'ın okulu kazanmadan önceki hayatını diğer insanların konuşmalarından biliyorum. Okulumuzun en popüler kızı hakkında konuşmayacaklar da kimin hakkında konuşacaklar? İnsanlar dedikoduyu severler savcım. En çok da ulaşılmaz gördükleri hakkında konuşmayı severler."
"Pekala. Işık hakkında anlattıklarınıza bakıyorum ve bu bilgilere kaynaklık eden başka isimleri de sorgulamam gerektiği kanısındayım. Bana Işık'ın arkadaşı varsa ismi gerek."
"Işık'ın en çok takıldığı iki arkadaşı var. Bunlardan biri daha birkaç dakika öncesine kadar onun uğruna çatıdan atlayıp hayatına son vermek üzere olan Umut diğeri de Umut'un bu okulda Işık'tan sonra neredeyse tek konuştuğu kişi olan Vural. Bu üçü her zaman birlikte takılırdı," diyerek savcının sorusunu yanıtladım.
Savcı bir defterin arasına söylediğim isimleri not aldı ve "Siz çıkabilirsiniz," dedi. Tam Devrim ile ayaklanmıştık ki savcı, "Bir olaya daha karışmayın. Bu sefer ikinizi de yakarım," diye küçük bir uyarıda bulundu.
Çatıda olan olayı kast ettiğini anlamam birkaç saniyemi almıştı ki başımı hafifçe sallamakla yetindim. Devrim ile beraber bir günde iki kez sorgulanmamız yetmezmiş gibi artık herkesin gözünde asıl şüpheli konumuna düşmüştük. Açıkçası ben insanların kınayıcı, küçümseyici, anlamsız bakışlarına alışkındım ama Devrim değildi.
Devrim'i gören insanlar ona imrenirdi. Beni görenler ise korkardı. Aramızdaki en bariz farkın bir günde kaybolacağını kim bilebilirdi ki? Artık herkes Devrim'in katil olduğunu düşünüyordu ve tüm bunların içinde kendimi Devrim'in işbirlikçisi konumunda bulmuştum.
"Düşündüğümden daha fazla şey biliyorsun Sanat Karay," dedi Devrim aniden. Dönüp ona baktığında yüzünde bariz bir rahatlama ifadesi olduğunu gördüm.
Resital olayının asıl failini bulmaya bir adım daha yaklaştığımızı hissediyordu. Üzerindeki şüpheleri bir bir dağıtıyor oluşumuz onu mutlu bile ediyordu. "Hadi ne söylemek istiyorsan söyle," dedim bu işteki ortaklığımıza güvenerek.
"Teşekkür ederim. Ortada hiçbir sebep yokken beni savunduğun ve hatırladığın küçük detaylarla olayı aydınlatmaya yardım ettiğin için teşekkür ederim Sanat."
"Az önce Devrim Dinçer Demiralp bana teşekkür mü etti yoksa ben yanlış mı duydum?"
Gülümsedi. Onu ilk kez bu kadar içten gülerken görüyordum ve itiraf etmek gerekirse bu hali alışık olduğumun oldukça dışındaydı. Devrim, "Yanlış duymadın. Birine teşekkür etmemi gerektirecek daha önce bir sebebim olmamıştı. Ta ki sen hayatıma dahil olana kadar," dedi.
"O halde teşekkürlerini sonrası için sakla Devrim Dinçer Demiralp. Çünkü bu olay aydınlatılınca sadece bana değil teşekkür etmen gereken çok fazla insan olacak," dedim gözlerimle savcının odasını işaret ederken. Daha sonra kulaklıklarımı takıp yoluma baktım.
Henüz müziğimi açmamıştım ki Devrim'in arkamdan, "Sonra görüşürüz Sanat Karay," dediğini duydum. Cevap vermesemde dudaklarımda küçük bir tebessümün oluştuğunu hissettim. Dudaklarımın yukarı kıvrıldığını hissetmeyeli o kadar uzun zaman olmuştu ki bu yabancılıktan koridorda sağ tarafa dönünce kurtuldum.
Koridorda birkaç öğrenci vardı. Birçoğu benimle göz teması bile kurmuyordu. Hepsinin gözünde ben bir ucubeden farksızdım ama bunun benim için bir önemi yoktu. Nefret edilmeye alışkındım. Kınanmaya, ötekileştirilmeye ve de uzaylı muamelesi görmeye alışkındım. Ne de olsa ben onların gezegenine ait olmayan yabancı bir cisim değil miydim?
Koridorda kendime dinlenebileceğim bir köşe buldum. Oturdum ve etrafımda olup bitene dikkat kesildim. Tolga ile Heves çifti şu durumda bile performanstan düşmemiş gibi görünüyor. Heves her zamanki gibi tüm sinirini Tolga'dan çıkarıyordu ve Tolga'nın yüzünde mimik oynamadığından Heves daha da çok deliriyordu. Onca olandan sonra kavga edecek ne gibi bir sebep bulduklarını merak ettim. Sırf kafamı dağıtacak küçük bir merakın peşinden kulaklığımı boynuma asmış onların arasında geçen diyaloglara kulak kesilmiştim.
Heves, "Allah belanı versin Tolga!" diye bağırdı. Sesi tüm koridoru inletiyordu ve Tolga bu sefer onu sakinleştirmek yerine bıkkın bir nefes vermekle yetinmişti. Heves'in topuklarını vura vura sınıfa girişini izlemiştim ki kadrajıma yaklaşık 190 boyunda biri takıldı. Devrim Dinçer Demiralp.
Ona baktığımı fark ettiği anda durup bana baktı. Kahverengi gözlerinin altında ifadesiz bakışlarımla öylece ona bakıyordum. Normal insanlar karşılaştıkları kişileri tanıyorsa selam verirler ama ben bu parantezin dışında kalıyorum. Donuk bakışlarım Devrim'in üzerindeydi. Mavi gözlerim onu üşütmekten uzaktı. Korkmadan bakıyordu bana. Herkesin aksine...
Devrim kadar uzun bakmamıştı kimse bana. Üstelik o beni kınamıyordu. Yargılamıyordu, hakkımda kötü düşüncelere sahip değildi ve tüm bunların içinde en önemlisi daha önce kimse bana bakıp gülümsememişti. Her zaman düz bir hat şeklinde olan dudakları yavaşça yukarıya doğru kıvrıldı. Artık gülümsüyordu. Devrim bana bakıp gülümsüyordu ve ben bunun sebebini bilmiyordum. İşte tam da o anda insanları analiz etmede uzman olan Sanat Karay bir gülüşün anlamını çözemedi.
"Devrim Dinçer Demiralp!" diye bir ses yankılandı aniden. Dönüp baktığımda sesin sahibinin öfkeli bakışlarını gördüm. Üstelik etraftaki kimseyi umursamıyor doğrudan Devrim'e doğru hırsla adımlıyordu.
"Sen kimsin de bizi savcıya şikayet ediyorsun? Sen bizim en yakın arkadaşımızın katilisin! Sen bir katilsin Devrim Dinçer Demiralp ve bundan savcıya bizim adımızı vererek kurtulamazsın!"
Vural ipini koparmış gibi Devrim'in üzerine yürüyordu ve tüm bunların içinde Umut bir köşeden onları izliyordu. Her zamanki gibi belaya bulaşmamayı tercih ediyordu. Vural tam Devrim'in yüzüne yumruğu çakmıştı ki onları ayırmak için yanlarına koştum. Devrim'in sendeleyip sırtını dolaba çarptığını gördüm.
"Vural!" diye bağırdım. Onu kolundan tutup kenara çektim. Beni bulan bakışlarına karşılık, "Ne yaptığını sanıyorsun?" diye sordum dişlerimi sıkarak.
"Devrim bizim adımızı savcıya vermiş. Savcı bizi Işık'ı öldürmekle suçladı. En yakın arkadaşımızı öldürmekle suçlandık biz Sanat ve bunun suçlusu o! Bedelini ödeteceğim!"
Vural tam Devrim'e doğru hışımla bir yumruk daha atacaktı ki, "Sizin adınızı savcıya Devrim değil ben verdim," dedim. Vural afalladı. Umut'un bir köşeden bana keskin bakışlar attığını hissedebiliyordum ve gördüğüm kadarıyla Devrim de yüzüne yediği yumruğun acısını Vural'dan çıkarmak için bu tarafa doğru geliyordu.
Devrim de Vural'ın yüzüne yumruk attı. Vural boşluğa doğru savruldu. Umut Vural'ı tuttu. İkisi de birbire öldürecek gibi bakıyordu. Kavganın dozu daha da şiddetlenmeden önce zor da olsa araya girmeyi başardım.
"Sizin adınızı savcıya ben verdim! Burada bir bedel ödemesi gereken kişi Devrim değil benim Vural!"
Bu benim Devrim için ikinci kez kendimi ortaya atışımdı. Vural da bunun farkındaydı ve bu durumdan hiç de hoşnut olmadığını anlayabiliyordum. "Şimdi git buradan. Bir daha böyle bir şey tekrarlanırsa olacaklardan ben sorumlu değilim Vural. Umut'u da al ve sonra da git," dedim her kelimenin üzerine basa basa.
Duygudan yoksun ifadem miydi onu bu hale getiren yoksa söylediğim sözler miydi tam emin değilim ama Vural'ın bana ne kadar kırgın olduğunu görebiliyordum. Umut'a başıyla işaret verdi. İkisi oradan uzaklaşırken Devrim'e "İyi misin?" diye sordum.
Öfkesini bastırmakta zorlanıyordu. Derin birkaç nefesin ardından, "İyiyim," diye mırıldandı. Vural'a olan sinirden konuşmakta bile zorlanıyordu. Gözlerime bile bakmıyordu. Doğrudan yere bakıyordu ki gözüme bir şey takıldı. Yerde kağıt parçasına benzer bir şey vardı. Üstelik hemen Devrim'in ayağının ucundaydı.
Yere eğildiğim sırada, "Ne yapıyorsun Sanat?" diye sordu Devrim.
"Sol ayağını kaldır."
Devrim dediğimi yaptı. Ayağının altındaki kağıt değildi. Bir fotoğraftı ve ben elimde fotoğrafla yerden kalktığımda Devrim de benim gibi bunun iyiye işaret olmadığını anladı. "Bu da ne?" diye sordu Devrim bir bana bir elimdeki fotoğrafa bakarken.
"Bilmiyorum ama bu fotoğrafın kavga sırasında senin dolabından düştüğüne eminim Devrim."
Devrim bana baktı. İkimizde ensemizde biten tehlikenin farkına o an vardık. Her şeyin asıl şimdi başladığını, yalanların hemen ardımızda olduğunu o an anladım. Yalanlar resitalinin ilk kurbanları bu resimle seçildi ve bu daha başlangıçtı. |
0% |