@sevvnuraydn
|
"Hadi ama sevgilim sadece bir fotoğraf," dedi Işık Devrim'in kollarını bedenine dolayıp objektife doğru gülümserken. İkisi okulun bahçesindeki bir bankta kameraya karşı poz veriyordu. O an için müziğime değil Işık'ın gülümseyişine odaklanmıştım. İnci gibi parlak dişlerini aramızdaki mesafeye rağmen rahatça görebiliyordum. Elleri Devrim'in ellerinin üzerindeydi. Bu mutluluk resmini bozan şey ise Devrim'in donuk bakışlarıydı.
Devrim objektife bakarken yüzünde tek bir kas bile oynamamıştı. Çelik kadar sert bakışlarıyla kameranın merceğini parçalara ayırmıştı ki fotoğraflarını çeken Müjde kamerasını indirip, "Biraz gülümse Devrim," demişti.
Devrim fotoğraflarını çeken tıknaz kıza karşı ters bir bakış atmış en sonunda dudaklarının zorla da olsa yukarıya doğru kıvrılmasını sağlamıştı. Uzaktan onları izliyordum. Devrim'in fotoğraf çekiminin bitimiyle Işık'tan uzaklaşışını izledim. Onunla arasına hatırı sayılır bir mesafe koymuştu Devrim ve yüzüne yayılan rahatlama ifadesinin aksine Işık bu durumdan oldukça rahatsız olmuş gibi görünüyordu.
"İki kare fotoğraf için yapmadığın kalmadı Devrim," diyerek söylendi Işık. Devrim umursamaz bir tavırla omuz silkmiş Işık'ın yanından kalkmıştı. İki adım atmıştı ki bahçedeki onca öğrenci arasından kahverengi gözleri beni buldu. Onları izlerken yakalanmış olmaktan utanmam mı gerekiyordu?
Devrim olduğu yerde durmuş beni izliyordu. Birinin bana bakmasına alışkın değildim. İzlemesine hiç değildim ve o an Devrim'i ardımda bırakıp okula girdiğim andı. Şimdi ise beraber o gün çekilmiş olan fotoğraflardan birine bakıyorduk. İkimizde bunu dolaba koyanı biliyorduk ve yalanlar resitalinin sıradaki kurbanının az ötemizde olduğunu görebiliyorduk.
Devrim elimden fotoğrafı alıp tam Müjde'nin yanına gidiyordu ki onu durdurdum. Elim onun kolunu kavradı. İlk başta bunu yaptığıma şaşırmıştı. Onu kolundan tutup tekrar yanıma çektiğimde aramızdaki mesafeyi azalttığımın farkında bile değildim. O ise aramızdaki sıcak nefes akışına takılı kalmış kahverengi gözlerini benim mavilerime dikmişti.
"Fotoğrafı ona soracağız ama şimdi değil Devrim. Şu haline bir bak," dedim elmacık kemiğinin üzerindeki kırmızılığa bakarak. Sıcak nefesini yüzüme üfledi ve "Ne varmış halimde?" diye sordu.
Her zamanki gibi aksiydi. Vural ile olanların üzerine böyle bir şey yaşadığı için sinirlerinin fena halde bozulduğunu biliyordum ama şimdi hiç sırası değildi. Sıkıntılı bir nefes verdim ve "Buz bulacağım. Sende benimle beraber geliyorsun Devrim Dinçer Demiralp," dedim her kelimenin üzerine basa basa.
İtiraz etmedi. Aksini diretecek en ufak bir hareket de yapmadı. Onun yerine öyle bir şey yaptı ki yaptığı şeye sadece ben değil etrafımızda olan herkes şaşırmıştı. Devrim elimi tuttu ve Umut ile Vural'ın yanından geçerken Vural'a keskin bir bakış atmıştı. Onun yaptığı şeye bizler nispet yapmak diyoruz. Peki ama Devrim benim elimi tutarak neyi kanıtlamaya çalışıyor?
Vural'ın gözden kaybolmasını fırsat bilerek Devrim'in elini bıraktım ve "Bunu bir daha yapma," dedim tekdüze. Bozuldu ama yaşadığı duygu değişimini her zamanki gibi öfkesinin ardına saklamıştı. "Merak etme. Bir daha yapmam," dedi Devrim aramıza mesafe koyarak. Beraber koridorda ilerleyip alt kata inen merdivenlere yöneldik.
İkimizin de ağzını bıçak açmıyordu. Devrim'in bana kırılmış olabileceği ihtimali zihnimde geziniyordu ki ona bakmaktan kendimi alamadım. Aksi bakışlarıyla yürüdüğümüz yolları ateşe veriyordu. Geçmişe dönüp bakıyorum da benim yolumun Devrim ile kesişme imkanı bile yokken şimdi aynı yolda yan yana yürüyorduk. Yalanlar resitalinin bizi bir araya getireceğini kim bilebilirdi ki?
Devrim, "Neden buraya geldik?" diye sordu bulunduğumuz yeri bilmediğinden. İlk başta cevap vermedim. Sonrasında önünde durduğumuz kapıyı araladım. Küçücük odada sadece eski ama iş gören bir derin dondurucu vardı. Dondurucunun kapağını aralayıp içinden bir buz diski çıkardım.
Devrim, "Orada neden o kadar çok buz diski var?" diye sordu. Bu soruya verecek bir cevabım yoktu. Dondurucunun kapağını kapatıp elimdeki buz diskini ona uzattım. Odadan çıktığımızda Devrim sorduğu sorulara cevap vermediğim için bozulmuş buz diskini yanağına koymuştu.
"Yanlış yere koyuyorsun," dedim Devrim'e. Omuz silkti. Buzu aynı yerde tutmaya devam etmişti ki uzanıp elinden buz diskini almaya yeltendim. İzin vermedi. O kadar inatçıydı ki onunla baş edemeyeceğimi hissettirmeye çalışıyordu ama bu bende işe yaramıyordu. Küçük bir numarayla onun elinden buz diskini almayı başardım. Bunu nasıl yaptığımı sorgulamadı. Çünkü cevap vermeyeceğimi biliyordu.
Kaderine teslim oldu Devrim. Buz diskini yanağındaki küçük çürüğe tutmama ses etmedi. İlk başta küçük bir inilti döküldü dudaklarından. "Acıyor mu?" diye sordum. Bana baktığının farkında bile değildim ki, "Umurunda mı?" diye sordu.
Ona baktım. Bakışlarındaki derinliğin sebebini bilmiyordum belki ama bana karşı yumuşadığını hissediyordum. "Umurumda. Acı çekmeni istemiyorum Devrim," dedim aniden. İlk defa birine karşı böyle sözler sarf ediyordum ve bu kişi Devrim'di.
Devrim'in parmakları birden elimin üzerine kapandı. Buzu tutan parmaklarımın üzerinde onunkiler vardı ve gözleri korkusuzca benimkilerde geziniyordu. Onu bakışlarımla öldürmemden korkmuyordu. Soğuk bakışlarımda donmaktan korkmuyordu. Etrafımızda bizi izleyebilecek olan bakışlardan korkmuyordu ve tüm bunların içinde ilk kez biri bana korkmadan bakıyordu.
Elimi tuttu. Halbuki bana daha demin bunu bir daha yapmayacağını söylememiş miydi? "Devrim," diye fısıldadım. Kalbimin aramızdaki bu yakınlığa karşı ürkek bir kuş gibi tepki verdiğini hissettim. Alışkın olmadığım bir durumun içindeydim ve bunun hemen son bulması gerektiğini hissediyordum. Peki ama neden ondan uzaklaşamıyorum?
"Devrim," diye tekrarladım güçlükle.
"Artık fotoğrafın peşine düşmemiz gerek."
Devrim elimi bıraktı. Buzu az evvel aldığımız yere geri bıraktı ve bunun üzerine tekrar yukarı kata çıkmak üzere harekete geçmiştik ki okulun bittiğini belli eden son zilin sesi yankılandı dört bir yanda. Herkes evlerine dağılıyordu ve bizim bu kalabalıkta Müjde'yi bulmamızın olanağı yoktu.
Devrim de benimle aynı şeyi düşünmüş olacak ki, "Müjde'yi bu kalabalıkta bulamayız. Yarına kadar beklememiz gerekecek," dedi sıkıntılı bir nefes eşliğinde. Onu başımla onayladım.
"Fotoğrafı yarına kadar saklamak zorundayız Devrim. Yarın ilk iş Müjde'ye fotoğrafı sormak olacak."
"Haklısın. O halde yarın görüşürüz Sanat Karay."
"Yarın görüşürüz Devrim Dinçer Demiralp."
*******
Ertesi gün okulun kapısında Devrim'in gelmesini beklemiştim. Bahçedeki banklardan kapıya en yakın olanında onun gelmesini beklerken birçok kişiyle göz göze gelmiştim ki bunların arasında resitalin başrolü Polen de vardı. Açıkçası onun bu kadar çabuk okula döneceğini düşünmemiştim. Bana kalırsa maruz kaldığı o dehşet verici andan sonra evde kalması daha iyi olurdu.
Polen bakışlarını yerden ayırmadan okulun kapısından içeriye girdi. Dudakları da teni gibi solmuş, gözleri şişmişti. Bu halde okula neden geldiğini sorguluyordum kendimi kendime ki tam o sırada okulun bahçesine adım attı Devrim Dinçer Demiralp.
Bana doğru adımlıyordu. O bana yaklaştıkça gerildiğimi hissettim. Ayağa kalktım ve Devrim'e baktım. Devrim, "Günaydın," diye mırıldandı.
"Günaydın," diye karşılık verdim ve birlikte yan yana okula doğru yürümeye başladık. Devrim, "Fotoğraf yanında mı?" diye sordu fısıltıyla. Onu başımla tasdikledim. Siyah okul ceketimin iç cebine koyduğum fotoğrafı çıkarıp ona uzattım.
O an ikimizinde gözleri fotoğrafın çekildiği bankın olduğu yere kaydı. Bank boştu. Gözümün önünde fotoğrafın çekildiği an belirdi. Işık buradaydı. Bir süre buradaydı ve şimdi kayıptı. Ölü mü yoksa yaşıyor mu bilmiyoruz. Ona ne olduğunu, neyle karşı karşıya olduğumuzu bilmiyoruz ve bu belirsizlik tehlikenin an be an bize yaklaştığını gösteriyordu.
Devrim, "Müjde okula geldi mi?" diye sordu bu seferde.
"Geldi. Hatta on dakika sonra piyano sınıfında dersi var. Derse girmeden onu yakalamamız gerekecek."
Devrim ile adımlarımızı hızlandırmıştık. Müjde'yi sınıfa girmeden önce yakalamamız gerekiyordu. O fotoğrafı neden koyduğunu öğrenmemiz gerekiyordu ve açıkçası bunu tam olarak nasıl yapacağımızı bilmiyordum. Bunun sebebi Müjde'yi suçüstü yakalamamız gerektiğiydi.
Devrim ile piyano sınıfının olduğu tarafa doğru ilerlerken Müjde'yi kapının önünde birkaç kızla konuşurken gördüm. Zayıflıktan neredeyse ölecek gibi gözüken bu kızın olayla nasıl bir bağlantısı olabileceğini düşündüm ama onun Işık ile hiçbir bağı yoktu. Peki ama neden Devrim'in dolabına o fotoğrafı koydu? Amacı tam olarak ne?
Devrim, "İşte orada," dedi sıkıntıyla. Beraber Müjde'ye doğru adımlarken Müjde'nin bizi fark etmesiyle beraber koşmaya başlaması da bir olmuştu. Onu elimizden kaçıramazdık. Üstelik bizden kaçma gereksinimi hissettiğini varsayarsak Müjde'nin Işık hakkında bir şeyler bildiği kesin ve bizim bunu öğrenmemiz gerekiyordu.
"Müjde!" diye seslendim ama durmadı. O ince bacakların bu kadar hızlı koşabileceğini düşünmemiştim. Daha şimdiden yorulmuştum ve Müjde'nin durmaya hiç niyeti yoktu. Ta ki Vural'ın radarına takılana kadar.
Vural, Müjde'ye seslendiğimi duymuştu. Kızı kolundan tuttu ve gitmesine engel oldu. Açıkçası onun benim yanımda durabileceğini hiç düşünmemiştim.
"Bırak beni!" diye bağırdı Müjde. Vural onu bırakmadı. Onun yerine bana baktı ve "Buyurun hanımefendi," dedi gülerek. Devrim, Müjde'yi Vural'ın elinden aldı ve Vural bununla beraber yoluna baktı. Bizde büyük gizemi aydınlatmak üzere Müjde'ye fotoğrafı gösterdik.
"Bu fotoğrafı Devrim'in dolabına bırakan sendin. Peki ama neden?" diye sordum ilk sorumu.
Müjde bir bana bir de elimde salladığım fotoğrafa baktı. Gözlerindeki dehşeti görebiliyordum. Paniğin vücuduna dalga dalga yayıldığını görebiliyordum ve bir şey sakladığını da biliyordum. Bakışları, mimikleri ve hatta dişlediği dudakları onu ele veriyordu. Müjde, "Neden bahsettiğinizi anlamıyorum," diye geveledi.
Her sır saklayanın yaptığı hatayı yapmış yakayı daha ilk cümlesiyle ele vermişti. Sıkıntıyla, "Bal gibi de anladın. Bu fotoğrafı okulun dedikodu dergisi için çektin. Şimdi de yine aynı fotoğrafı Devrim'in dolabına koydun ve bilmezlikten geliyorsun. Işık ile ne ilgin var Müjde? Bu olayla ne alakan var?" diye sordum.
Soğuk bakışlarım mıydı onu ürküten yoksa elimle onu omzundan itekleyerek dolapların birine yaslanmasını sağlamış olmam mıydı tam olarak emin değilim ama benden korktuğunu görebiliyordum. Resitalin yalanlarından çok benden korkuyordu. Işık'ın başına gelen belirsizlikten çok benden korkuyordu ve bu korkunun onun eteğindeki taşları dökeceğinden artık eminim.
"Işık ile bir alakam yok," diyerek başladı sözlerine Müjde. Sesi daha şimdiden titremeye başlamış gözleri yaptığı şeyin suçluluğuyla dolmuştu.
"Işık ile hiçbir alakam yok. Ben sadece benden isteneni yaptım."
"Bunu yapmanı senden kim istedi?" diye sordu Devrim. Ona baktım. Birinin suçu Devrim'e atmak istediği aşikardı ve bu kişinin kim olduğunu öğrenmek zorundaydık.
"Bilmiyorum. Onu tanımıyorum."
"Tanımıyorsan neden onun söylediğini yaptın?" diye bağırdı Devrim sinirle. O kadar sinirliydi ki bu bilinmezlik canına tak etmişti. Tabii onun bilmediği bir detay vardı ki bu bilinmezlikten tek sıkılan o değildi. Bende en az onun kadar bu durumdan sıkılmıştım ve gerçekleri öğrenmeden Müjde'yi kolay kolay bırakacak değildim.
"Bize açık açık ne olduğunu anlat Müjde," dedim artık sabrımı zorlamaması gerektiğinin sinyallerini vererek. Müjde soğuk bakışlarıma daha fazla maruz kalmamak adına derin bir nefes aldı ve "Bir not buldum," diyerek başladı sözlerine.
"Ne notu?"
"Biri dolabımın kenarına sıkıştırmış. Kimin koyduğunu bilmiyorum. Benden Işık ile Devrim'in bu tarihte çekilmiş bir fotoğrafını Devrim'in dolabına koymamı yazmış."
"Sende öylece kimin yazdığını bile bilmediğin bir notta yazan şeyi yaptın. Öyle mi?" dedi Devrim sinir bozukluğuyla.
"Yapmak zorundaydım. Eğer yapmasaydım sırrımı tüm okula ifşa edecekti."
Müjde'nin sırrının ne olabileceğini az çok tahmin ediyordum. Bu yüzden sıkıntılı bir nefes vermemin ardından, "Notu gösterir misin?" diye sormuştum. İlk başta notu göstermek istemedi. Çünkü o notun devamında Müjde'nin öğrenilmesinden korktuğu sırrının yazdığını biliyordum. Fakat sonrasında korktuğu için okul ceketinin iç cebinden notu çıkarıp bana uzattı ve ardına bakmadan piyano sınıfına doğru koştu.
"Ne yazıyor?"
Devrim ile beraber kağıda baktım ve içimden bu duruma okkalı küfürler savurdum. Tam da tahmin ettiğim gibi yazıyordu. Işık ile Devrim'in fotoğrafını Devrim'in dolabına bırakmazsa Müjde'nin blumia hastası olduğunu tüm okulun öğreneceğini yazıyordu.
Devrim, "Bu yazan şey doğru öyle değil mi?" dedi sıkıntıyla. Yazanın doğru olduğunu bilmek bir yana Müjde'nin blumia hastasını olduğunu anladığım o günü anımsadım. Müjde öğle arasında bahçede bir paket bisküvi yemekle başlamıştı işe. Tıknaz birine göre aşırı yemek yediğinin her zaman bilincindeydim. Fakat onca şeyi yedikten sonra nasıl bu kadar zayıf kaldığını anlayabilmiş değildim.
O gün de Müjde normal birine göre aşırı beslenmişti ve hemen ardından tuvalete koşmuştu. O zamanlar ona ne olduğunu merak ettiğimden peşinden gitmiştim. Müjde kendini tuvalete kapatmış ve uzunca bir süre midesinde ne var ne yoksa tuvalete kusmuştu. Bunun başına ilk kez gelmediğini anladığımdaysa kendimi araştırma yaparken bulmuştum.
Müjde blumia hastasıydı. Aşırı besin tüketiminden sonra yediklerini çıkarma gereksinimi duyduğu bir psikolojik hastalığa sahipti ve bu notu yazan kişi de tıpkı benim gibi onun bu durumunu biliyordu. Peki ama kim? Kim onun bu sırrını okula ifşa etmekle tehdit etsin ki? Bir şeyler mantıksız geliyordu.
Işık ile uzaktan yakından alakası olmayan biri neden kurban olarak seçildi? Üstelik bu fotoğraf ile eline ne geçti? Devrim'in o fotoğrafı görmesini neden istedi? Cevaplanması gereken çok fazla soru vardı ama bir şey var ki o da içimizden biri Devrim'i cinayet şüphelisi konumuna getirmek istiyordu ve daha da ileri gideceği aşikardı. Biri Devrim'in hüküm giymesini istiyordu. Peki ama kim?
Aklıma birkaç isim geldi ama elimde onları suçlayabileceğim hiçbir kanıt olmadığı gerçeği akıllara gelince isimleri kafamdan silmek durumunda kaldım. Sıkıntıyla Devrim'e baktım. "Bu notu polise vermemiz gerek. Not el yazısıyla yazılmamış. Gazete kağıtlarından kesilmiş harflerden oluşturulmuş ama belki parmak izi bulabilirler," dedim notu katlarken.
"Olmaz," dedi Devrim aniden.
"Neden? Bu suçu sana atanı bulmamız için iyi bir fırsat Devrim. En ufak bir iz bizi Işık'a bunu yapana götürebilir. Bunu sende biliyorsun."
"Biliyorum Sanat ama bir şey daha var ve bu hiç hoşuna gitmeyecek," dedi Devrim ve bakışlarını kaçırdı. O gözlerime korkusuzca bakan Devrim şimdi gözlerime bakmaktan çekiniyordu ve içimden bir ses bunun altından da bir şeyin çıkacağını söylüyordu.
"Bir şey var. Bana bile anlatmaktan korktuğun ne oldu Devrim?"
"Bunu anlattıktan sonra benden uzaklaşmandan korkuyorum Sanat."
Devrim'in gözlerinde ilk kez korkuya şahit oldum. O her zaman etrafındaki insanlara aksi bakışlar atan Devrim Dinçer Demiralp şimdi korkuyordu. Üstelik korkmasının sebebi bendim. Benim ondan uzaklaşmamdan, onu yüzüstü bırakmamdan korkuyordu. Devrim benim ondan gitmemden korkuyordu.
Ona baktım. İfadesiz bakan mavi gözlerimi onun gözlerine diktim ve "Anlat," dedim. Tereddüt etse de anlatmaya bir yerden başladı.
"O fotoğraf dolabıma öylesine konulmadı Sanat. Işık ile onca fotoğrafımızın arasından özellikle o fotoğrafın dolabıma konulmasının bir sebebi var," dedi Devrim ve duraksadı.
Tepkimden korktuğunu görebiliyordum. Donuk ifademle belki de onu biraz cesaretlendirmiş olacağım ki, "O fotoğrafın çekilmesinin ardından Işık ile beraber keman dersini ektik. Daha sonra Işık zorla beni okulun kayıp eşyalarla dolu bir odasına gizlice soktu. Oraya neden geldiğimizi sorgulamamıştım. Ta ki içeride bir olaya karışana dek," dedi Devrim o anı yeniden yaşarmış gibi uzaklara dalarak.
"Kayıp eşya odasında ne olmuş olabilir ki?"
"Buğra ve Adahan birini orada sandalyeye bağlamıştı. Işık ile onlara yakalandık Sanat."
Gözümün önünde tarif ettiği sahne belirdi. Buğra ile Adahan'ın ne işler karıştırdığını az çok biliyordum ve yakalandıklarını anladıklarında karşılarındakini susturmak için her türlü kötülüğü yapabileceklerini de az çok tahmin edebiliyordum ki Devrim, "Adahan ile kavga ettik. Buğra Işık'ın kolunu tutup onu odanın dışına atmaya niyet etmişti ki arbedede Işık kafasını duvara vurdu." dedi ve duraksadı.
İstemsiz bir şekilde gözlerimi yumdum ve duyduklarımı sindirmeye çalıştım. "O kan hala duvarda duruyor ve bunu bilen biri Işık'ı öldürme suçunu senin üzerine yıkacak. Çünkü o odanın olduğu kamera aktif hale getirilip görüntüler ortaya çıktığında senin Işık ile odaya girdiğini görecekler," dedim sinir bozukluğuyla.
"Ama odada sadece ben yoktum. Buğra ile Adahan da oradaydı. Hatta bir kişi daha vardı."
"Onlar arka kapıdan çıkmışlardır. Asla kendilerini riske atacak bir iş yapmazlar Devrim."
"Sen bunu nereden biliyorsun?" diye sordu Devrim aniden. Bu soruyu cevaplayacak değildim. Onun yerine kollarımı göğsümün altında bağladım ve "Şu an konumuz o odanın başka bir çıkışı daha olduğunu bilmem değil Devrim. Eğer o kana ulaşırlarsa olacakları düşünmek dahi istemiyorum," dedim.
Devrim sinirden şakaklarını ovuşturmaya başlamıştı. Resitalin ilk kurbanı Müjde'nin ardından sıradaki şüphelilerimiz Adahan ile Buğra'ydı. Onların resital ve dolayısıyla Işık ile nasıl bir bağlantılarının olduğunu öğrenmek durumundaydık ama bundan da daha önemlisi her şeyi bir kenara bırakıp o odadaki kanın hala orada olup olmadığını öğrenmemiz gerekiyordu ve sandığımız kadar kolay olmayacaktı.
Savcının okulda olmayışı bir yana okulda birkaç polis olduğu gerçeği önümüzde aşılması neredeyse imkansız bir duvar oluyordu. Bu işin içinden nasıl çıkacağımızı bilmiyordum. Üstelik olaylar daha da çözülmesi imkansız bir boyuta ulaşıyordu. Tepeden tırnağa pisliğin içine batmıştık. Devrim ile bir bataklıktaydık. Bataklık bizi içine çekiyordu ve bundan kurtulmak için birlikte hareket etmek durumundaydık.
Devrim'e, "Bir planım var," dedim aniden.
"Akşam herkes gittikten sonra biz burada okulda kalacağız," dedim fısıltıyla. Bir kişinin daha bu olaya karışmasını istemiyordum. Her ne olduysa ikimizin arasında kalmasını istiyordum ve bunu sağlamak için elimden gelenin fazlasını yapmaya hazırdım.
Devrim, "Sakın bana gece gizlice oraya gireceğimizi söyleme," dedi dişlerinin arasından.
"Gizli bir girişi var. Arka tarafta ve orada kamera yok. İçeri gireceğiz malzeme dolabından aşırdıklarımızla da duvardaki kanı temizleyeceğiz ve bu işten kurtulacağız Devrim."
"Çok riskli ve senin böyle bir riske girmeni istemiyorum Sanat. Benim yüzümden senin bu işten zarar görmeni istemiyorum."
"Bu yola beraber çıktık Devrim Dinçer Demiralp ve ben bu yolda seninle birlikte yürümekten korkmuyorum."
Devrim, "O zaman bana bir söz vermen gerek," dedi bu seferde.
"Eğer yakalanacağımızı hissedersen beni orada bırakacaksın."
O benden söz verdiğimi duymayı bekledi ama ben ağzımı bile açmadım. Onun yerine yoluma baktım. Devrim'i ardımda bıraktım ve sıradaki dersime girdim. Kemanla bestelediğim şarkıyı çaldım derste. Yalanlar resitali bu sefer bir piyanonun tuşlarındaydı. Tıpkı gerçekte de olduğu gibi...
Sözleri olmayan bir şarkıydı bu benim için. Yalanlarla dolu bir şarkıydı ve bu yalanları tek bir kişi söylemedi. Herkes bir yalan söyledi ve yalanlar bu şarkıyı oluşturdu. Parmaklarım piyanonun tuşlarında gezinirken tek bir şeyi düşünüyordum. Akşamki operasyonu değil, yalanlar resitalinde olanları değil, öğrendiklerimi hiç değil ben onu düşünüyordum. Devrim Dinçer Demiralp'i.
Devrim'in yüzü gözümün önündeydi. Zihnimde bana bakıyordu. Yüzüne buz tutarken, uzaktan, sessizce bana bakıyordu Devrim. Beni izliyordu. Hatta bir anlığına bana gülümsemişti. Piyanonun tuşlarındaki ritim hızlandıkça kalp atışlarımın kontrolünü kaybettiğini hissettim ve Devrim o an bile benimleydi.
Şarkının son notasını da çaldığımda gözlerimi açtım ve beni alkışlayan öğretmenime ve sınıf arkadaşlarıma baktım tek tek. Şarkı tamamlandı. Geriye sadece resital kaldı. Yalanlar resitalinin gerçek sahibini bulma zamanı geldi. Ders bitti. Herkes dağıldı. Geriye okulda sadece benle Devrim kalmıştı.
Devrim, "Temizlik malzemelerini aldım," dedi elindeki iki kovayı göstererek. Sesimiz o kadar kısıktı ki koridorda nöbet tutan iki polis memuruna yakalanmamak için nefeslerimizi bile yeri geldiğinde tutmak durumundaydık.
Devrim'i okulun ıssız ve gizli yollarından kayıp eşya odasına doğru götürdüm. Buraları nasıl bildiğimi sorguluyordu içten içe ki bunu bir kez dışından da dile getirmişti ama ben ona yine cevap vermedim. Bazı sorular cevapsız kalmalıydı. Bazı sorular yanıtlanmamalıydı. Böylesi her iki taraf içinde en iyisiydi.
Devrim ile beraber kayıp eşya odasının arkasındaki girişten içeri girdiğimizde kovaları yere bıraktık ve eldivenlerimizi giydik. Işığı yaktım ve "Olay ne tarafta oldu?" diye sordum.
Devrim bana sağ tarafta dolaplardan oluşan bir koridoru işaret etti. Yerden su dolu kovayla içinde temizlik malzemeleri olan kovayı alıp Devrim'in bana gösterdiği tarafa doğru ilerledim. Bu taraf karanlıktı ve ne yazık ki duvarda kan varsa da şu an göremiyordum. Şükürler olsun ki fener getirmeyi akıl edebilmiştim.
"Devrim feneri tutabilir misin?" dedim hemen arkamda beliren Devrim'e. Fenerin düğmesine bastı ve duvara tuttu. O an ellerimdeki kovalar yere düştü. İkimizde dehşete kapılmış bir halde duvara bakıyorduk ve ne ayaklarımızı ıslatan su ne de başka bir şey umurumuzdaydı.
"Bu," dedi Devrim şok içinde. İkimizde ne diyeceğimizi bilemeyecek kadar şoktaydık. Duvarda Işık'ın kanının hemen üzerinde bir yazı vardı. Devasa yazıda aynen şöyle yazıyordu: Katil aramızda!
Yazıya ve duvara sinmiş kan lekesine baktığımda bir şeyin farkına vardım. Birisi bizi buraya çekmek için kasıtlı olarak o fotoğrafı Devrim'in dolabına koymuştu. Bunu anladığımda, "Bu bir tuzak! Acilen buradan çıkmamız gerek," dedim Devrim'e. Onunla beraber arka taraftan çıkmaya yeltenmiştim ki kapı gürültüyle açıldı. Artık her şey için çok geçti. Namlu alınlarımıza doğrultulmuştu bile.
"Kimse kıpırdamasın!" diye bağırdı polis. Devrim ile birbirimize baktık. Suçüstü yakalanmıştık ve bu işten kurtulmamızın olanağı yoktu. Her şey buraya kadar! |
0% |