@sevvnuraydn
|
"Provan bittiğine göre benimle geliyorsun Sanat Karay," dedi savcı gayet kendinden emin bir şekilde.
Onun buraya neden geldiğini, neden benimle görüşmek istediğini az çok tahmin edebiliyordum. Konunun Işık ile ilgili olduğunu biliyordum. Bunu tek bilen ben değildim. Devrim de endişeyle bir savcıya bir bana bakıyordu ki sahneden inmiş savcının peşinden giderken buldum kendimi.
Herkesi ardımda bırakmıştım. Resitalin ardından müzikali ardımda bırakmış savcının peşine takılmıştım. Onun peşinden salonun dışına çıkmış kaderimin gözlerine bakmıştım. Kaderim dipsiz bir uçurum gibiydi. Geçen her dakika aleyhime işliyor beni sona yaklaştırıyordu. Bunu savcıya baktığım an daha iyi anladım.
Bana, "Buraya geliş sebebimi tahmin ediyorsundur," dedi ilk başta.
"Işık Günay," diye de ekledi.
Işık'ın adını söylerken ses tonunu alçaltması dikkatimden kaçmamıştı. Sanki söylediği şeyi Işık'ın duymasını istemiyormuş gibi bir hali vardı. Işık'ın onu bir yerden izlediğini ve dinlediğini biliyormuş gibi davranıyordu.
"Ilgaz Günay senin içeriden çıktığını öğrendi. Üstüne okuldaki öğrencilerin zorbalığına uğraman an meselesi."
"Sorun değil. Bunlarla baş edebilirim savcım."
"Her ihtimale karşı ben önlemimi aldım. Bunu bil."
Bir an etrafı kolaçan etti. Daha sonra, "Işık'ın yaşadığını öğrenmedikçe onlar durmayacak. Dikkatli ol ve onun ortaya çıkması için elinden geleni yap Sanat Karay," dedi ve koridorun öteki tarafına doğru adımlamaya başladı.
Onun gidişiyle Devrim geldi yanıma. Bana baktı. Konuşmama gerek kalmadan beni anladı. "Merak etme. Bunun da üstesinden geleceğiz," dedi Devrim.
Ona içimde beliren sıkıntıyı anlatamadım. Beni bekleyen tehlikenin varlığından bahsedemedim. Onun yerine, "Biliyorum," dedim sadece. Başka da bir şey söylemedim. Çünkü bu doğruydu.
Bir şeyler olacaktı. İyi veya kötü bir şeyler olacaktı ve biz sonunda tepetaklak olacaktık. Belki kaybedecektik. Belki kazanacaktık. Belki Işık ortaya çıkacak belki de kendini saklamaya devam edecekti. Polislere bile izini kaybettiren tek amacı Devrim'i elde etmek olan bir kıza karşı savaş açmış biri olarak önümde beni bekleyen ihtimaller silsilesini görebiliyordum.
Sırf bu yüzden herkesin salondan çıkıp gittiğinden emin olduktan sonra, "Benimle beraber çatıya gelir misin?" diye sordum Devrim'e.
"Tabii ki," dedi sadece. Beraber herkesin gittiğinden emin olduktan sonra merdivenlere yöneldik. Her basamakta aklıma gelen görüntüleri düşünmemeye çalışarak çıktım son basamağı. Anahtarlarımın arasından çatıya açılan kapının anahtarını çıkardım. Metal anahtar avucumdaydı ve benim yapmam gereken tek şey onu yuvasına sokup çevirmekti. Bunu yaptığım ilk günün üzerinden ne kadar uzun zaman geçti böyle.
Metal anahtarı yavaşça yuvasına sokup çevirdim. Kapı açıldı. Ben adım attım o soğuk rüzgara karşı. Devrim hemen arkamda rüzgarsa tam karşımdaydı. Hava o kadar soğuktu ki tenimin ürpermesi bir yana etimin altındaki kemiklerin bile bunu hissettiğine emindim. Yüzümü tokatlarcasına sert esiyordu rüzgar. Ölü gibi beyaz yanaklarım pembeleşmeye başlamıştı. Artık hiçbir uzvumu hissedemiyordum. Tıpkı ruhumu hissedemediğim gibi...
Devrim hemen arkamda duruyordu. Beni izlediğini biliyordum ama buna rağmen ona hiçbir şey söylemedim. Onun yerine çatının en kenarına doğru adımlamaya başladım. Rüzgar her ne kadar beni itse de beni istemese de ve hatta benden ölümüne nefret etse de ben yine de o çatıya doğru adımlamaya devam ettim. En kenara kadar gittim ve durdum.
Normalde fark edilmemek için aşağıya birkaç adım geriden bakardım ama şimdi fark edilmek umurumda bile değildi. Devrim'in yanıma gelişi elimi tutuşunu hissettim. Soğuktan kaskatı kesilmiş parmaklarım onunkilere değdiği anda gözlerimi kapattım.
Her şey o anda kayboldu sanki. Orada, o soğuk rüzgarın altında sadece ikimiz vardık. İlk kez yalnız olmadığımı hissetti üşüyen bedenim. Alışık olmadığım bir sıcaklık sardı yüreğimi. O an bazı şeyleri kaybettikten sonra yeniden bulduğumu anladım.
Önce ruhumu kaybettim, sonra da onu. Şimdi ise önce onu buldum, sonrada onda kaybolan ruhumu.
"Karanlığın sonu geldi Devrim," dedim birden.
"Artık uyanmamak üzere gözlerini kapatmasının vakti geldi."
Başımı çevirip ona baktım. Bir an bile bırakmadığı elime baktım. Bunu yaparak kendini nasıl bir riske soktuğunu bilse acaba yeniden tutar mıydı elimi? Yaralı bir akıl hastasının demir parmaklıkların arasından uzanan parmaklarına kenetler miydi parmaklarını? Göze alır mıydı sona yaklaşmaya, sona dokunmaya, sonun geleceğini bile bile yine de sever miydi beni?
Ona her baktığımda bir yanım bunları düşünüyor diğer yanımsa şefkatle harmanlanmış bir arzuyla onunla olmak istiyordu. Ona dokunmak istiyordu. Onda kendim olmayı, eski Sanat olmayı istiyordu ama yapamazdım.
Her şey bu kadar karanlık ve kötüyken bazı şeyleri içimde yaşamak zorundaydım. Sırf bu yüzden ona, "Bizi bekleyen şeyin farkında değilsin," diyerek başladım sözlerime.
"Önce beni senin için özel olan yerlere götürdün. İlk göle götürdün sonra da çorbacıya. En son da odana götürdün beni. Kimsenin içeriye girmesine izin vermediğin o küçük dünyaya soktun beni. Sırrına ortak ettin. Nasıl tehlikeli biri olduğumu bile bile aşık oldun bana. Kalbi bile olmayan, her şeyi birkaç yıl öncesinde kaybetmiş bir Sanat'ın yanında durmayı seçtin. Bende sana şu kadarını söyleyeyim Devrim."
Ona baktım ve, "Önümüze engeller çıkacak. Yalanlar resitalinin ardından ihanetler kuşatacak etrafımızı ve ben senin zarar görmeni istemiyorum," dedim.
Devrim bana yaklaştı. Nefesi rüzgarın aksine şefkatle geçiyordu yüzümden. Bakışları bir ölüyü diriltebilecek kadar kuvvetli, Sanat'ı eskisi gibi hissettirebilecek kadar yoğundu. Bana, "Seni seviyorum," dedi yeniden. Yüzümü avuçlarının arasına aldı. Daha önce kimse elimi bile tutamazken o şimdi yüzümü avuçlarının arasına almış beni sevdiğini yeniden söylemişti. Devrim Dinçer Demiralp karanlığı sevdiğini söylemişti.
Bana, "Tehlikenin de farkındayım," dedi.
"Yalanlar resitalinden sonra müzikalin geldiğini biliyorum ama korkmuyorum Sanat. Ben hiçbir zaman korkmadım. Korkmam da. Çünkü biliyorum ki biz bu çatıda verdiğimiz sözü yeniden tutacağız."
"Işık'ın ortaya çıkmasının bedeli ağır olacak Devrim. Bunu göze alabilecek misin?"
"Aylar önce aynı yerde yine aynı sözü veriyorum sana. Şimdi kısıtlı olan zamanımızda onu bulmak için ne yapabiliriz onu düşünelim."
"Ben onu ortaya çıkarmanın bir yolunu biliyorum," dedim bir an bile tereddüt etmeden.
"Onun ortaya çıkmasının tek yolu sensin Devrim."
Ne demek istediğimi anladı. Harekete geçmeden önce ne yapacağımızı ona anlatacaktım ama burada değil. Işık'ın olduğu yerde değil.
Işık'ın bizi dinlediğini, bizi bir şekilde takip ettiğini ikimiz de biliyorduk ve bunu onun yanına bırakmayacaktık. Bu yüzden harekete geçmek zorundaydık. Tabii biz böyle düşünürken o da boş duracak değildi. İhanetlerin sayısını arttırmak için her şeyi yapacaktı. Hem de her şeyi...
Şimdi ise birlikte birbirimize söz verdiğimiz yerde aşağıya bakıyorduk. İkimizde aynı şeyi düşünüyor aynı şeyi hissediyorduk. Aşağıda yürüyen tehlikeyi izliyordu gözlerimiz. Onun okul binasına doğru aceleci adımlarını izlerken Devrim ile birbirimize baktık.
"Onun diğerleriyle çıkıp gitmiş olması gerekmiyor muydu?" diye sordu Devrim.
"Bir işler çeviriyor," dedim bıkkın bir nefesle. Daha sonra Devrim ile beraber kapıyı kilitleyip merdivenlerden inmeye başladık. Amacımız olan biteni öğrenmekti. Daha ötesi değil.
Merdivenlerden inip duvarın arkasına saklandık. Onun bizi göremeyeceği bir mesafeden onu izliyorduk ki onun merdivenlere yöneldiğini gördüm. -1e inmesindeki niyeti hem merak ediyor hem de tahmin edebiliyordum. Sırf bu yüzden onu suçüstü yakalamak istiyordum. Onu suçüstü yakalamak ve sıradaki ihanetin gerçekleşmesini istiyordum. Yalanların değil.
Devrim, "Oraya neden gittiğini biliyorsun," dedi fısıltıyla.
"Biliyorum ve onu yakalamak istiyorum," diye karşılık verdim.
Devrim'in kendinden emin bakışlarına baktım. Daha sonra onunla beraber merdivenlerden inmeye başladım. Arkasından gittiğimizi bilmeyen Adahan ise hedefine yönelmiş vaziyetteydi. Ne orada olduğumuzdan haberdardı ne de onun amacının ne olduğunu bildiğimden. Öylece yürüyordu karanlık ve ıssısız koridorlarda.
Koridor o kadar karanlıktı ki onu zar zor seçebiliyordum. Onun oldukça uzağında adımlarken bir anda bir el kapandı dudaklarıma. Bedenimi kucakladı. Ne olduğunu anlayamadım bile. O kadar ani gelişti ki her şey kendimi savunmaya fırsatım dahi olmadı. Karanlığın derinlerine doğru çekiliyordum ki sağ dirseğimle beni tutan bedenin karın boşluğuna sertçe vurdum. Kendimi ondan kurtardığım sırada loş ışıkta yüzünü görme fırsatı buldum.
"Devrim," dedim sinirle. Yeniden eliyle ağzımı kapattı. Karnına indirdiğim sert darbe umurunda bile değildi. Gördüğü şey onu dehşete düşürdüğü için, "Sessiz ol," dedi fısıltıyla.
Loş ışıkta bile dehşetle bakıyordu. Benim göremediğim ne gördü merak ettim. Onu böylesine dehşete düşüren şey neydi? İkimizi karanlığa, duvar dibine çeken şey neydi? Sessizliğimizi korumamıza sebep olan şey neydi? Adahan'ın önüne çıkmamıza engel olan şey neydi?
Devrim ile duvar dibine geçince gerçeği o küçücük ışığın ardında gördüm. Sırtım duvarla bütünleşmiş, Devrim rahat durmam için beni korumacı içgüdüsüyle çepeçevre kuşatırken gördüm olan biteni.
"Elinde bu kadar mı var?" diye sordu Adahan sessizce.
Gözüm eline aldığı şeye takılı kalmıştı. Şeffaf küçük bir poşet sallanıyordu parmaklarının arasından. Poşetin ağzı kilitliydi. Loş ışığın geçişiyle içindeki net bir şekilde görünüyordu. Sahip olduğu beyaz renge inat hayatları karartan haplar o küçük poşetin içinden bana bakıyordu sanki. Göründüğü kadar masum değillerdi. Onun ne olduğunu biliyordum ve bizi bekleyen sonu görebiliyordum. Hepimiz ipin ucundayız. Hem de hepimiz!
"Sana ne kadar lazım?" diye sordu karşısındaki kişi. Yüzü görünmüyordu. Başında kapüşon vardı. Yüzünü yere doğru eğmiş sanki orada bulunduğumuzun bilincindeymiş gibi, "Bundan daha fazlası elimde yok. İdare et," dedi etrafı kuşatan ürkütücü sessizlikten hemen öncesinde.
"Bundan memnun olmayacak. Parası verildi bir kere. Gerisini getirmek zorundasın," dedi Adahan. Israrcı ve sabırsız hali bir yana bu durumdan memnun olmayacak olan kişi kim diye düşünmeden edemedim. Tam da o esnada, "Bu işe bir son ver Adahan. Bu sonuncusuydu. Kıza olanlardan sonra bir vukuat daha olmasın," dedi karşısındaki kişi.
Kıza olanlarla neyi kast ettiğini anlamadım. Daha doğrusu kız diyerek kimden bahsettiklerini düşündükçe aklıma sadece iki isim gelmişti. Bunlardan ilki peşinde olduğumuz, ikincisi ise peşine düşeceğimiz kişiydi.
Adahan bu sefer, "Merak etme. Bu eğer söylediğin kadar etkiliyse sonuncu olacak ve gerisine gerek kalmayacak. Bu dozdan sonra her şey bitecek," dedi ve elindeki küçük şeffaf poşeti usulca cebine indirdi. Kapüşonlu kişi ona, "Bundan sonra kendi başınasın zaten," dedi ve gitti.
Onun gidişiyle beraber Adahan da koridorun en sonuna doğru adımlamaya devam etti. O an dönüp Devrim'e bakma ihtiyacı hissettim. Tıpkı içerideyken onu düşünmeye, onu yanımda hayal etmeye ihtiyaç duyduğumdaki gibi...
Devrim bana, "O hapların kimin için olduğunu öğrenmemiz gerek," dedi fısıltıyla.
"Bu yüzden ben Adahan'ın peşinden giderken sende yukarı çıkıp beni bekliyorsun," diye de ekledi.
"Hiç şansın yok Devrim Dinçer Demiralp."
"Ben ciddiyim Sanat. Ne konuştuklarını sende duydun. Ortada sandığımızdan daha ciddi bir durum var ve ben bu durumda seni riske atacak değilim."
"Risk almak dediğin buysa bu benim aldığım risklerin yanında küçük kalır Devrim."
"Ne demek bu?"
"Seninle geliyorum demek."
"Sanat," dedi Devrim güzellikle ama bu bende işe yaramadı. Ondan önce adımlamaya başlamıştım bile. Arkamdan geldi. Benim aceleci adımlarımı yakalamıştı ki bir gürültü koptu.
İkimiz de olduğumuz yerde durmuş karanlık okul koridorundan gelen tüyleri diken diken eden sesin kaynağını anlamaya çalışıyorduk ki Adahan'ın benim dışımdaki herkesin duvar sandığı plakayı kaldırıp çelik kapıyı açarak gizli odaya geçtiğini gördüm. Bunun anlamı bazı şeylerin saklı kalmadığıydı.
Devrim'e, "Benimle gel," dedim ve Adahan'ı suçüstü yakalamak için çelik kapıyı açıp o küçük odaya doğru bir adım attım. Tam da o esnada odada yalnız olduğumuzun ve Adahan'ın olmadığını fark ettim. O an bunun bizi içine çekmek için kullandığı bir tür tuzak olduğunun farkına vardım. Arkamı dönüp kapının ağzında duran Adahan'a baktığımda iş işten çoktan geçmişti. Adahan gözlerimizin içine baka baka bizi o karanlık odaya kilitledi.
"Kahretsin!" dedi Devrim. Kapı çelik olduğundan kırmasının olanağı olmadığını ikimiz de biliyorduk. Sırf bu yüzden anahtarlığımdaki anahtarları karıştırma ihtiyacı hissetmiştim.
Devrim anahtarlığımdaki onlarca anahtara baktı ve, "Bunlar okulun anahtarları mı?" diye sordu. Anahtarların sayısının çok olması ne yazık ki aradığımızı bulmamıza olanak sağlamamıştı. Buranın kilitli olmadığını anladığımdan beri anahtarını alma gereksinimi duymamıştım ve şimdi sırf bu yüzden burada mahsur kalmıştık.
"Anahtar yok," dedim sinirle.
Devrim telefonunu çıkardı. Bir numarayı tuşladı ve bekledi ama telefon çalmadı bile. Sinyal yoktu. Telefon çekmiyordu. Tabii doğal olarak benimki de!
"Çekmiyor. Burada kaldık," dedim ve telefonumun flaşını açtım. En azından ışığı yakarak koca odada karanlıkta kalmamızın önüne geçebilirdim.
Elimde telefonumla kapının olduğu yere doğru adımladım. Işığı açtım ve içerisini beyaz floresanın ölü ışığı ile dolmasına izin verdim. Devrim ise, "Sanat," dedi neredeyse fısıltıyla. Dönüp ona baktığımda buranın sandığımdan daha öncesinde keşfedildiğini anladım.
"Adahan," dedim sadece.
Devrim, "Adahan karşısındaki kişi her kimse ona yalan söyledi. Bu son doz değildi ama birinin sonu olacakları kesin," diyerek tamamladı sözlerimi.
Birlikte karşımızdaki duvardaki küçük kilitli ecza dolabına baktık. İçinde ne olduğunu ikimizde biliyorduk. Belki de bildiğimizi sanıyorduk.
"Geri çekil," dedi Devrim ve etraftaki yuvarlak masalardan birinin etrafından aldığı sandalyeyle ecza dolabına vurdu. Sonra bir kez daha ve bir kez daha derken dolap yere düştü. Plastik kapağı kırıldı. Devrim kırılan parçaları kenara attı ve kutunun içindekine baktı. Işık'ın bize bıraktığı nota!
Notu aldım elime. Devrim'in de görebileceği bir şekilde tutup okumaya başladım.
Zamanınız yarın sabah ikinci müzikal provasıyla son bulacak. Elinizi çabuk tutun. Yoksa sıradaki kişi ihanetle gözlerini kapayacak. Bu karanlığın uykusuna benzemez. Ebediyet çok yakınınızda!
Okuduğum o küçücük not yazısı bile sıradaki kurbanın kim olabileceğini tahmin etmemi sağlamıştı. Sıradaki kişi Buğra'ydı. Adahan'ın en yakın arkadaşı ve karanlık sırrının ortağı bir sonraki kurbandı. Sırada o vardı!
"Buğra," dedi Devrim sanki iç sesimi duymuş gibi.
Ona, "Buğra son olanlardan sonra kullanmayı bıraktı ve Adahan da yokluk çekti öyle değil mi?" diye sordum. Beni başıyla tasdikledi. İkimizde bizi bekleyen o korkunç senaryonun farkındaydık. Sıradaki kurban ile Işık oyuna yeniden dahil olmuştu ama onun bile unuttuğu bir şey vardı.
Yalanlar resitalini o başlattı. Müzikal ise bizim. Onu biz devraldık ve Işık'ı oyunun dışına atacaktık.
Devrim'e, "Geceyi burada geçirmekten başka çaremiz yok," dedim ve sırtımı duvara yasladım. Usulca yere çöktüm. Tıpkı içeride de olduğu gibi ama bu sefer içeride olmayan bir şey vardı yanımda. Devrim...
Devrim de yanıma oturdu. İkimizde yerde oturmuş birbirimize bakmıştık. Onun kolu benimkine değiyordu. Gözlerimiz yaşadıklarımızı konuşmamıza gerek kalmadan birbirimize anlatıyordu sanki.
Bana, "Söyle," dedi birden.
"Neyi?"
"Gözlerinden geçeni."
"Duymak isteyeceğin şeyler değil."
"Nereden biliyorsun?"
"Kimse bir başkasının boşluklarla dolu paragraflarını duymak istemez Devrim."
"Ben istiyorum. O boşlukları doldurmak istiyorum Sanat."
Yine yapmıştı. Beni yeniden ele geçirmişti Devrim Dinçer Demiralp ve bunun farkında bile değildi. Onu ne kadar çok sevdiğimin ve yanımdan bir an olsun ayrılmasını istemediğimin farkında bile değildi. Belki de ben öyle sanıyordum.
Ona baktım ve, "Kalbimi, ruhumu, benliğimi kaybedeli çok uzun zaman olmuştu," diyerek başladım sözlerime.
"Bir daha yaşadığımı hissetmeyeceğimden eminken sen çıktın karşıma. Bana kaybolduğunu sandığım ruhumu geri verdin. İçeri girdiğimde hiçbir şey hissetmeyeceğimi düşünürken ruhumu seninle birlikte yeniden kaybettiğimi düşünürken hayatımda ilk defa çok yoğun bir hisle yüzleşmek zorunda kaldım."
Devrim'in gözleri gözlerimde gezinirken, "Özlem," dedim sessizce.
"Seni özledim Devrim."
"Bende seni özledim Sanat. Hem de çok özledim."
Sağ eli benim sol elimi aldı avucuna. Tıpkı içeride son haftalarımı geçirdiğim hücrede de olduğu gibi yanımdaydı ve elimi tutuyordu. Elim onun avucundayken diğer eliyle bileğimdeki o derin ize dokundu. Parmağı izin üzerinde gezinirken sanki o iz hiç oluşmamış gibi ben tüm bunları aslında hiç yaşamamışım gibi yeniden yaşayan, nefes alan, boş bir bedenden ibaret olmayan o eski Sanat gibi hissettim kendimi.
"Seninle olduğum zaman acılarım kayboluyor Devrim. Yaşadıklarım yok oluyor. Yerine sen geliyorsun. Bir dokunuşunla, bir bakışınla, dudaklarının arasından çıkan tek bir isimle tüm her şeyi unutturuyorsun bana. Sesin hafızamı siliyor. Sadece Sanat demen yeterli. Diğerlerinin söylemesi bir şey ifade etmiyor. Ama sen söyleyince hayata bağlanıyorum. Bana sadece sen adımı söyle istiyorum. Bunun ne demek olduğunu biliyor musun?"
Devrim sözlerim karşısında ilk başta tek kelime edemedi. Fakat sonrasında bana, "Sanat'ım," dedi ilk kez. Yumuşacık sesi içinde bulunduğumuz duruma rağmen beni güvende hissettiriyordu. Sanki bundan sonra olabilecek tüm korkunç senaryolara karşı bağışıklık kazanmışım gibi hissettim.
Ona baktım. Bana, "Keşke zamanı geriye alabilme gücüm olsaydı," dedi. Bu onun için ne ifade ediyor bilmiyorum ama zaman kavramı benim için hiçbir zaman mutluluk verici olmadı. Özellikle de geçmişim...
"O zaman bundan yıllar öncesine giderdim," diye devam etti Devrim sözlerine.
"Kaç yıl öncesine?"
"Dört yıl öncesine giderdim. Yeni bir başlangıç yapar seni bulurdum."
"İnan bana beni o halimle bulmak istemezdin Devrim."
Devrim'in ifadesi değişti. İkimizinde aynı zaman diliminde bir şeyler yaşadığını onun dönmek istediği zaman diliminden anlamıştım. O ise her şeyimi o zaman kaybettiğimi anladı. Bana bakarken nefesi kesilir gibi oldu. Yutkunamadığını gördüm. Anlatmamı istediğini biliyordum. Bana her şeyi sormak istediğini biliyordum. En önemlisi de bana verdiği sözü tutarak ben anlatana kadar tüm bu dürtüleri bastıracak oluşuydu.
"Sanat," dedi sadece.
"Devrim," dedim fısıltıyla.
"Zamanda geri dönmekten daha çok istediğim bir şey var." "Ne?"
"Senin yaralarını sarmak isterdim. O izler hiç oluşmasın isterdim."
"Öyle bir gücün var Devrim. Yanımda olman yeterli. Sen yanımda olunca hayat daha da yaşanılır oluyor."
Bileğimdeki izi okşamayı bıraktı. Parmaklarını parmaklarıma kenetledi. Gözlerime baktı ve dudaklarında titreşen acılar zoraki bir gülümsemeye dönüştü. O an içimden öyle bir şey geçti ki bunu düşündüğüme böyle hissettiğime kendim bile inanamadım.
Onu acı dolu tebessümünden öpmek üzere yüzümü Devrim'in yüzüne yaklaştırdım. Ne yapmaya çalıştığımın farkındaydı. O da bana doğru yaklaştı. Dudaklarımızın birbirine değmesine bir milim kala bir ses yankılandı. Çelik kapının açılma sesi!
"Kapı," dedim birden.
İkimizde açık kapıya baktık. Bütün gece burada kalacağımızı düşünürken şimdi ne oldu da kapı açıldı? O an buna neyin sebep olduğunu anladım. Gözlerim odanın içinde gezinirken kuytuda kalan yuvarlak bir masanın üzerindeki kamerayı gördüm. Işık bizi izlemişti! Üstelik ben Devrim'i öpmek üzereyken de bunun önüne geçmek için bize kapıyı açmıştı!
Kameraya baktım ve daha sonra Devrim'e, "Gitmemiz gerek. Vaktimiz kısıtlı," dedim. Beraber açılan kapıdan çıkıp kapıyı kapattığımız sırada kapının üzerine yapıştırılmış yeni notu gördüm. Tahminimde haklı çıkmıştım.
Işık o odaya bizi hapsetmesi için Adahan'ı kullanmıştı. Bizi izlemişti. Ben Devrim'i öpmeyeyim diye de kapıyı açmıştı. Şimdi ise planının diğer aşamasına geçmek üzere harekete geçmişti. Adahan'ın zehri!
Devrim'e, "Yeni bir not," dedim kağıdı alıp rahatça okuyabilmek için üzerine telefonumun flaşını tutarken. Beraber okuduk notta yazanı.
Yerinizde olsam odadan bu kadar kolay kurtulduğuma sevinmezdim. Çünkü bu daha başlangıç. Bu odadan çıktığınız an girdiğiniz anda bıraktığınızı bulamayacaksınız. Zamanınız daralıyor! Olacak olanın önüne geçmek için hala vaktiniz var. Tik tak! Oyun daha yeni başlıyor!
Devrim ile notu okumayı bitirir bitirmez birbirimize baktık. Notta yazan açıktı. Bu odadan çıktığımız an girdiğimiz anda bıraktığımızı bulamayacaktık. Cümlenin gizli öznesini Devrim de bende biliyordum. Adahan yüzünden Buğra tehlikede!
"Adahan'ı durdurmamız gerek. O zehri Buğra'ya vermeden önce bizim Buğra'ya ulaşmamız gerek."
"Yapacak tek bir şey var. O da Buğra'nın evine gitmek ama adresini bilmiyoruz."
"Adres işi kolay," dedim ve koşar adım koridoru aşıp merdivenlere yöneldim. Amacım öğrenci bilgileriyle dolu odadan Buğra'nın adresini bulmaktı ki Devrim'in bunu hiç de hoş karşılamayacağını biliyordum ama şu an bir hayat uğruna tüm etik olmayan şeyleri yapmaktan başka çaremiz yok.
Bu yüzden anahtarımla açtığım odaya dalmakta bir sakınca görmedim. Ne Devrim'e açıklama yaptım ne de ona herhangi bir şey söyledim. O an için tek bir hedefim vardı. O da Buğra'nın adresine ulaşmaktı.
Birkaç dosyayı karıştırdıktan sonra Buğra'nın evinin adresini buldum. Adresin fotoğrafını çekip odadan çıktım. Devrim'in bir şey söylemesini bekledim ama söylemedi. Çünkü o da bundan başka bir yolun olmadığının farkındaydı.
"Elimizde adres olduğuna göre artık gidebiliriz," dedi sadece. Beraber okuldan çıkıp Devrim'in arabasına geçtik. Devrim anahtarı kontağa sokup çevirirken, "Umarım bu yaptığımızdan pişman olmayız," dedi sıkıntıyla.
"Neden pişman olacakmışız? Buğra'nın hayatı söz konusu."
"Bu doğru ama bize inanmayacaklarını da biliyorsun."
"O halde inanmaları için her şeyi yaparız Devrim. Göz göre göre Adahan'ın Buğra'nın hayatını karartması bir yana onu öldürebilecek olması söz konusu."
Devrim arabayı çalıştırırken, "Biliyorum ama sende göreceğin şeyden sonra beni anlayacaksın," dedi.
Ne demek istediğini ilk başta anlamadım. Araba süratle orman yolundan geçip şehre daldığında tek düşündüğüm olacak olanın önüne geçmekti. Araba evin önünde durduğunda ve kapı açıldığında ise Devrim'in ne demek istediğini daha iyi anladım. |
0% |