@sevvnuraydn
|
"Sizin burada ne işiniz var?" diye sordu Yağmur. Yanında duran Berna'nın bakışları bizden ölümüne nefret ettiğini bir kez daha göstermişti. O an Devrim'in neden buraya gelmek istemediğini daha iyi anladım. Yağmur ile Buğra arasında bir şeyler olması bir yana Berna tüm resitalin suçlusu olarak beni görüyordu. Işık'ın notlar aracılığıyla ona yaptırdığı şeylerden sonra böyle düşündüğü için onu suçlayamazdım. Sonuçta itirafçı olmayı seçen bendim. "Size bir soru sordu? Evimde ne işiniz var?" diyerek diretti Berna. Eli kapının hemen arkasındaydı. Bir an önce bizi geldiğimiz yere geri postalayıp yüzümüze kapıyı kapatmak istediği belliydi. Devrim onun bu haline sinir olmakla birlikte, "Buğra nerede?" diye sorarak direkt konuya girdi. "Size ne abimden! Bir de evime kadar gelmişler." "Berna sakin ol," dedi Yağmur ama Berna'nın neredeyse hiç sabrı yoktu. Bir an önce gitmemizi istiyordu. Okulda bile görmek istemediği kişileri evinin kapısında görmek midesini bulandırıyordu. Sırf bu yüzden Yağmur'a ters bir bakış atmış sonrasında, "Abimin nerede olduğu onları ilgilendirmez. Karşındakinin Işık'ın katili olduğunu unutuyorsun Yağmur," dedi Berna dişlerinin arasından. Yağmur ise Berna'nın aksine bize bakmış, "Buğra'yı neden arıyordunuz?" diye sormuştu. O da Berna kadar olmasa da burada bulunuyor olmamızdan rahatsızlık duyuyordu. Beklentiyle bize baktığında, "Buğra tehlikede," diyerek konuya direkt girmeyi tercih ettim. Onların olmayan sabrı bir yana bizim içinde zaman git gide daralıyordu. Işık'ın bize verdiği zamanın doğruluğundan bile emin değildim. Sırf bu yüzden Buğra'nın yerini öğrenmeli ve olabilecek facianın önüne geçmek zorundaydım. Zehri ondan uzak tutmak zorundaydım! Onlara, "Buğra nerede?" diye sordum yeniden. Sabırsızlığım ve donuk ifadem en çok da Berna'nın hoşuna gitmemişti. İlk başta Yağmur'a bakmış sonrasında delici bakışlarını doğrudan bana yöneltmişti. "Abimin nerede olduğunu bilmiyoruz," diye geveledi Berna. Sol elini boynuna götürdü. Parmakları boynunda gezinirken onun yalan söylediğini ve hatta Buğra'nın içeride olduğunu anladım. Peki neden abisinin bizi gönderebileceğini bile bile yerini söylememek konusunda bu kadar ısrarcı davranıyor? Bir şey saklıyor. Ama ne? "Yalan söylüyorsun," dedim bir an bile tereddüt etmeden. Tam panik yapıp kapıyı yüzüme kapatıyordu ki ayağımı araya koyup kapıyı ona çarpma ihtimalini gram umursamadan sertçe itip açtım. Ne Yağmur'a ne de Berna'ya tek kelime etme imkanı vermedim. İçeriye girdim. Aceleci adımlarım beni merdivenlere yöneltirken Devrim de peşimden içeri dalmıştı. Berna, "Bu ne cüret? Def olun evimden! Yoksa polis çağırırım!" diye bağırdı arkamızdan. Onu umursamadığımdan merdivenlerden yukarıya tırmanmaya başlamıştım. Yukarı çıkar çıkmaz, "Buğra!" diye seslendim. Berna ise, "Abim evde değil!" dedi sinirle. "Evimden gitmezseniz yemin ederim polis çağırırım!" diye de ekledi. "Hiç durma," dedim ona bakıp. Onu ciddiye almamak bir yana yüzündeki köşeye sıkışmışlık ifadesi aklıma başka bir şeyin gelmesine neden oldu ve bu şey yanlış kişiye yöneldiğimizi anlamamı sağladı. Zehir Buğra için değildi. Zehri satın alan kişi Berna'ydı! Berna abisinin temin ettiği malı Adahan aracılığıyla satın almıştı. Buğra'nın olanlarla uzaktan yakından bir ilgisi yoktu. Peki ya diğer kızın başına gelenler? Diğer kız kimdi? Bir anlığında bu soru üzerinde düşündüm ve aklıma bir isim geldi. Onun ortadan kaybolmasının sebebi, cesedinin ormandaki kulübeden çıkarılmasının sebebi buydu. Esila Kehribar da bu zehir illetine bulaşmış bir şekilde kendi sonunu getirmişti. Esila Kehribar bu yüzden ölmüş olabilir miydi? Berna'ya baktım ve, "Polis çağır. Eminim ki bu skandala onlarda ortak olmak isteyeceklerdir," dedim. "Ne demek istiyorsun?" diye sordu Berna. "Bence sen ne demek istediğimi gayet de iyi anladın," dedim imalı bir bakış eşliğinde. Daha sonra koridorda ilerlemeye başladım. Devrim hemen arkamdaydı. Amacımın Buğra'nın odasına girmek olduğunu sanıyordu ama benim asıl amacım Berna'nın odasından zehri almak ve onu yok etmekti. Bir kişinin daha bu illet yüzünden ölmesine izin vermeyecektim. Berna, "Sanat!" diye bağırdı arkamdan ama durmadım. Onun odası olduğunu tahmin ettiğim üzeri çiçeklerle süslenmiş kapıyı açıp içeriye daldım ve benimle beraber içeriye giren üçlüye baktım. Berna, "Bunu sen istedin Sanat! Polis çağırıyorum," dedi telefonunu alıp aceleyle tuşlara basarken. Bende onu durduracak sözcükleri sıraladım bir bir. "Adahan ile ne işler karıştırdığını biliyorum Berna Taşkın." Berna çarpılmış gibi kalakaldı. Devrim ise dibime kadar gelip, "Buğra'yı aramamız gerekirken Berna ile vakit kaybediyoruz," dedi fısıltıyla. Ona baktım ve aynen şöyle söyledim. "Adahan zehri Buğra için değil Berna için aldı. Bundan eminim Devrim." "Nasıl?" "Bana bugün günlerden ne söyle." "Salı." "Derbi var. Buğra ile Adahan maça gitti. Gitmeden önce de Adahan Berna'ya verdiği sözü tutarak hapları ona verdi." Devrim bir süre düşündü. Berna ise polisi aramaktan son anda vazgeçti. Daha doğrusu onun büyük sırrını bildiğimi anladığından polisi işe karıştırmak istemedi. Telefonu yavaşça komodinin üzerine bıraktı ve, "Sen neyden bahsediyorun?" diye sordu Berna. Yağmur ise, "Burada neler döndüğünü biri anlatabilir mi?" diyerek en sonunda sessizliğini bozdu. Hepimiz Berna'ya baktık. Duygudan yoksun bakışlarımın altında sırrının patlamaması için direnen, şüphelerimde beni haklı çıkaran, şifoniyerine kısa bir bakış atan o kıza baktık hep birlikte. Onun hapları çıkarıp bize vereceğini umut ederek onunla göz kontağımı bir an bile bozmadım. Soluk mavi gözlerim onun gözlerinde gezinirken, "Adahan'ın sana verdiği şeyi hemen şimdi sakladığın yerden çıkar Berna," dedim. "Berna," dedi Yağmur. "Adahan geldiğinde sana bir şey mi verdi?" diye de ekledi. Berna'yı patlatan kişinin Yağmur olacağı kimin aklına gelirdi ki? Açıkçası bu benim işime gelmişti. Devrim de, "Onu bize ver," dedi uyarıcı bir tonda. O an Berna'nın gözlerinin dolduğuna şahit oldum. Dokunsam ağlayacak gibi bir hali vardı. Sırf bu yüzden omuzlarından dökülen uzun düz saçlarının arkasına sakladı yüzünü. Onu o halde görmemizi istemedi. Bir süre tek kelime etmedi. Başını kaldırıp baktığındaysa, "Bunu yapamam," dedi. Sesi kısılmış gibiydi. Konuşmakta güçlük çekiyordu. Kelimeler boğazında düğümlenmişti sanki. Ona, "Buna mecbur olmadığını biliyorsun. Unutmak için bunu yapmana gerek yok," dedim. "Tolga'yı unutmak istiyorum. Yaşadıklarımı, bebeğimi kaybettiğim gerçeğini unutmak istiyorum ve bunun başka yolu yok." "Yanılıyorsun Berna. Sen güçlü bir kızsın ve ben senin kendini Tolga yüzünden zehirlemene izin vermeyeceğim," dedim ve ona doğru bir adım attım. Elimi ona doğru uzattım. Yaralı birinin ellerine zehri vermesi için bekledim. Belki de elimi tutmasını ve bana içini boşaltmasını beklemiştim ama o ne hapları bana verdi ne de elimi tuttu. Öylece gözlerime baktı ve aynen şöyle söyledi: Artık çok geç! Gözlerinden akan iki damla yaş teninde kayarken bunu yapmış olmamasını umut ediyordum. Hapları bize vermemek için böyle söylediğini bile düşünmüştüm ama ne yazık ki Berna yalan söylemiyordu. O, hapları çoktan içmişti! Şimdi ise gözlerindeki iki damla yaşın aksine bana öyle bir bakışı vardı ki onun her an kendini kaybedebileceğini anladım. "Berna," dedim neredeyse fısıltıyla. Olanlardan haberi olmayan Yağmur onun bu halinin üzerine olan biteni anladı ve, "Adahan ile kapıda konuşmalarından anlamalıydım! Kahretsin! Berna!" diye bağırdı. Berna artık bizi duyuyor gibi görünmüyordu. Bizi gördüğünden bile emin değildim. Yağmur onu kendine getirmek istercesine onun koluna girerken Berna, "Tolga," dedi Yağmur'a bakıp. Dudaklarında sersemlediğini belli eden küçük bir tebessüm belirdi. Tebessüm yavaşça soldu ve Berna birden nefes alamadığını belli edercesine üzerindeki bluzun yakasını çekiştirmeye başladı. "Hastaneye!" dedim bir an bile düşünmeden. Yağmur ile beraber Berna'nın kolunun altına girdik. Devrim'e, "Arabayı çalıştır," dedim panikle. Kaybedecek vaktimiz yoktu ve Berna'nın durumu her an daha da ağırlaşabilirdi. Acilen hastaneye gitmeliydik. Hemde bir an önce! Devrim, "Tamam," dedi ve koşarak odadan çıktı. O an Yağmur'a baktım. Korkudan beti benzi atmış kıza baktım ve, "Olanları artık biliyorsun. Onu hastaneye götürmekten başka çaremizin olmadığını da," dedim. Yağmur sıkıntılı bir nefes verdi. Beraber Berna'yı sürüklercesine odanın dışına çıkardık. Merdivenlerden indiğimiz sırada Yağmur, "Ben senin katil olmadığını hiçbir zaman bir başkasına zarar vermeyeceğini biliyorum Sanat," dedi birden. Ondan böyle sözler duymayı beklememiştim. Özellikle de tüm okulun önünde Işık'ı öldürüp resitalin tüm yalanlarını kendi omuzlarıma bindirdikten sonra bunları duymayı hiç beklememiştim. Berna'yı evden çıkarıp Devrim'in yardımıyla arka koltuğa yerleştirirken Yağmur'a, "Bana inandığını bilmek güzel," dedim ve hemen sonrasında Berna'yı dizlerine yatıran Yağmur'a baktım. Devrim'in yanındaki yerimi almam ile birlikte yola koyulduk. Bu tip bir durumda karakolluk olabileceğimizden Rutkay Karay'ın bir tanıdığının kapısını çalmanın daha iyi bir fikir olacağı kanısına vardım. Devrim'e hastane yerine o adamın kliniğinin adını verdim. O adamın kliniğinin... Araba son sürat ilerliyordu yollarda. O kliniğe doğru ilerliyordu ve ben nefesimi tutmuş her şeyi bir kenara bırakmış Berna'nın iyi olmasını umut ediyordum içten içe. Onu vaktinde yetiştirebilmeyi umut ediyordum. Bir yandan da boş bakışlarla yolu izliyordum. Bana yabancı olan yolları... Yollar yabancıydı belki ama içinde bulunduğum an bana hiç de yabancı değildi. Bundan sonrasını görebiliyordum. Neler olacağını, neler olabileceğini, ihanetin bize neler getireceğini biliyordum. Sırf bu yüzden bu korkutucu hikayedeki tek gerçeğe, kendi gerçeğime bakmıştım. Devrim Dinçer Demiralp'e... Devrim onu izlediğimin bilincindeydi. Araba hızlı gittiğinden ve de gözlerini yoldan ayırmaması gerektiğinden dolayı kısa bir anlığına elimi tuttu. O küçücük andaki sıcak dokunuş bile içinde bulunduğumuz duruma karşı beni cesaretlendirmişti. Başımı arka tarafa çevirip Yağmur'a, "Onu sıkı tut. Ara ara da nefesini kontrol et," dedim. Yağmur beni başıyla tasdikledikten sonra Berna'yı daha sıkı tutmuş ve nefes alıp almadığını kontrol etmek için elini burnunun altına doğru tutmuştu. "Nefes almıyor," dedi Yağmur birden. "Berna nefes almıyor!" "Kahretsin! Konuma göre daha kliniğe yolumuz var!" dedi Devrim sinirle. "Bir şeyler yap Devrim! Daha hızlı sür! Berna ölüyor!" dedi Yağmur ağlamaklı bir sesle. Önüme döndüm. Kemerimi taktım ve Devrim'in arabayı uçururcasına sürmesine neredeyse hiç tepki vermedim. Tek düşündüğüm şey Berna'nın nefes almıyor oluşuydu. Eğer onu vaktinde yetiştiremezsek neler olabileceğini düşünmek dahi istemiyordum. Bu yüzden gözlerimi kapattım. Zihnimdeki her şeyi susturdum. Tüm düşünceleri, tüm yaşanmışları susturdum ve Yağmur'un, "Berna," diyerek ağlamalarını dinledim. Gözlerimi açtım yeniden. Bu sefer Devrim ani bir frenle arabayı kliniğin önünde durdurdu. Sesler sustu. Devrim, "Sedye getirin!" diye bağırdı bir süre sonra. Yağmur Berna'ya bir şey olmasından korktuğu için tuttuğu hıçkırıkları salmış ağlıyordu. Bense o arabada oturmuş öylece boşluğa bakıyordum. Ne inebiliyordum ne de başka bir tepki verebiliyordum. Öylece boşluğa bakmaktan başka hiçbir şey yapamıyordum. Ta ki Devrim yanıma gelip kapımı açıncaya dek. "Sanat," dedi Devrim. Ona baktığımda donuk ifademe alışkın olduğundan ne düşündüğümü bilemez diye düşünmüştüm ama yanılmışım. "Berna iyi olacak," dedi ilk başta. "Bu yüzden arabada kalmanda bir sakınca yok. Gerisini doktorlar halleder," diye de ekledi. İçeri girmek istemediğimi anlamıştı. Hastaneleri sevmediğimi biliyordu ve benim burada beklememi istiyordu. Fakat şöyle bir gerçek var ki hayat ne onunla ne benimle aynı fikirdeydi. Klinikteki doktorlardan biri Devrim'i çağırınca bir terslik olduğunu anladım. Sırf bu yüzden her zamankinden daha da ruhsuz bir halde arabadan inmiş Devrim'in peşinden o kliniğin kapısından içeriye girerken bulmuştum kendimi. Kapıdan içeriye girdiğim an gözlüklü doktoru Devrim ile konuşurken yakaladım. "Ne demek ona müdahale edemem!" diye bağırdı Devrim. Adamsa büyük bir soğukkanlılıkla gözlüklerini burnunun üzerinde yukarıya doğru itmişti. Tam Devrim'e bir şey söylemek üzere dudaklarını aralıyordu ki hışımla ona doğru yürüdüm. Beni gördüğü an ilk başta afalladı. Bense, "Onu tedavi edeceksin," dedim her kelimenin üzerine basa basa. Doktor kısa bir anlığına benden Devrim'e çevirdi bakışlarını ve arkasını döndüğü gibi gitti. Onun gidişinin bize Berna'yı geri vermesini ummaktan başka elimden hiçbir şey gelmezdi. Berna'nın yaşaması için dua etmekten başka yapılacak bir şey kalmamıştı. Başka yol yoktu. Yaşamla ölüm arasında duran o ince çizgiyi geçmek artık Berna'nın ellerindeydi. Doktorun gittiği yere baktım uzun uzun. Devrim ise bana bakıyordu. Tek bir lafımla o adamın nasıl ikna olduğunu düşünüyordu. Buraya daha önce neden geldiğimi, burada neden daha önce bulunduğumu sorguluyordu kendi içinde. Cevabını bilmediği sorulara yenileri eklense de beni tutup kenara çekti. Yağmur'un karşısındaki koltuklardan birine oturduğumda o da hemen yanı başımdaydı. Kafasının içinde karınca sürüsü misali gezinen soruları sorma içgüdüsünü bastırmış, "Sanat," demişti yeniden. Adımı ondan duyduğumda ne hissettiğimin bilinci içinde... Ona baktığımda burada bulunuyor olmanın bile benim için ne kadar zor olduğunu anladı. Bana, "Her şey yoluna girecek," dedi. Bu söylediğine beni ikna etmek bir yana kendini de inandırmak istiyordu. O an karşımda hıçkıra hıçkıra ağlayan Yağmur'a bakma gereksinimi duydum. Devrim ile beraber bir zamanlar onun ameliyattan çıkmasını beklemiştik. Şimdi ise üçümüz Berna'nın yaşam mücadelesini kazanmasını bekliyorduk. Koridorlarda dolanan doktorlar dışında bizden başka kimse yoktu. Issız ve soğuktu koridorlar. Boğucuydu. Kasvetliydi ve sis perdesinin ardına saklanmış anıları geri getiriyordu. Elimi ne zaman boğazıma götürdüğümü bile hatırlamıyorum. Okul gömleğimi gevşetmeye çalışırken burada daha fazla duramayacağımı hissettim. Dışarı çıkmalıydım hem de bir an önce. "Sanat," dedi Devrim ama benim ona cevap vermeye bile gücüm yoktu. Gitmek zorundaydım. Soğuk havaya inat o rüzgarın karşısında dimdik durmak zorundaydım. Yoksa her şey daha kötü olacaktı. "Sanat," diye de tekrarladı Devrim. Arkamdan geliyordu. Kendimi dışarı attığım anda soğuğu ve sıcağı aynı anda hissettiğimde onu görmemi sağladı. Sıcak parmakları kolumu tutup beni kendine çevirdiğinde elimi boğazımdan çektim. Boğulma hissinin geçmesini bekledim. Yutkundum ve ona baktım. Devrim'in benim için ne kadar çok endişe duyduğunu görmüş oldum. "Arabaya," dedim sadece. Beni tuttu. Kolunu belime sarmış beni arabaya doğru götürüyordu. Arabanın kapısını açtı. Yerime oturunca kapımı kapatmak yerine dizlerinin üzerine çöktü. Ellerimi tuttu ve gözlerimin içine bakarak, "Hastanelerden nefret etmenin sebebi burasıydı öyle değil mi?" diye sordu. Başımı hafifçe sallamakla yetindim. Kafamın içinde beliren görüntüleri düşünmemeye çalıştım. Her şeyin geride kaldığına kendimi ikna etmeye çalıştım ama olmadı. O doktorun yüzü, kaldığım oda, bana yapılan hiçbir şey çıkmıyordu aklımdan. Bu yüzden ondan güç almak istedim. Tuttuğu ellerime baktım ve, "Ben burada daha önce kaldım Devrim," dedim güçlükle. "O doktoru da tanıyorum. Bu hastanede olan her şeyi de biliyorum. Kollarımın serum iğnelerinden delik deşik olduğunu, beni nasıl uyuşturduklarını, yaşadığımı unutmam için her şeyi yaptıklarını hatırlıyorum. Ben hiçbir şeyi unutmadım Devrim. Unutamam." Devrim, "O zaman neden geldik buraya Sanat?" diye sordu. "Berna'nın madde kullandığı bilgisinin buradan dışarı çıkmayacağını biliyorum çünkü. Zaten başka da seçeneğimiz yok." Devrim gözlerime baktı. "Ne yaptılar sana?" diye sordu yutkunurken. Kelimeleri ifade etmek bile ona ağır gelmişti. Boğazındaki damarın kabarışı bir yana bu soru ona acı vermişti. Ona, "Sanat'ın ölmesine bile izin vermediler Devrim," dedim. "Şuraya bir bak. Burada kimler kalıyor biliyor musun?" Devrim merakla gözlerime bakarken, "Ruhu boş bedenler," diyerek tamamladım sözlerimi. "İçinde ruh olmayan bir bedeni iyileştirmeye çalışmaları sence de saçma değil mi? Bence öyle. Bende onlara içinde hala ruh olan bir beden getirdim iyileştirmeleri için." Sesim hafiften çatlayınca kendime gelmek için derin bir iç çektim. "Keşke içimizdeki acıları da ameliyatla alabilmenin bir yolu olsaydı," dedim bu sefer. Devrim'in dudakları titredi. Yaşadığım hiçbir şeyi bilmiyordu. Öğrenmek istiyor ama soramıyordu. Şimdi ise ne yaşadığını bilmediği o kız için üzülüyordu. O kız için endişe ediyordu. Ruhsuz bir bedene ne kadar çok aşık olduğunu iliklerime kadar hissettiriyordu. Bana, "Bunun bir yolu yok ama acılardan kurtulmanın bir yolu var Sanat," dedi Devrim. "Aşk." Devrim'in dudaklarında küçük bir tebessüm belirdi. "Sana söz veriyorum. Bir gün sana tüm acılarını unutturacağım Sanat Karay. Sana olan aşkımla saracağım tüm yaralarını. Bir gün ikimizde iyileşmiş olacağız ve sen bana, 'Bitti mi Devrim?' diye soracaksın. Bende o gün sana, 'Bitti,' diyeceğim Sanat. Bitti..." Devrim bunu söyledikten sonra bileğimdeki ize dokundu. Kendimi daha iyi hissettirdi bana. Sanki şu an o korkunç kliniğin önünde değilmişiz de o gölün kenarındaymışız gibi hissettim. İşte o zaman anladım. İlaçlar bedeni uyuşturur, aşk ise tüm zihni. Devrim benim için kullanılması sakıncalı bir tür ilaç gibiydi. Bir dozu şifa, fazlası zehir gibiydi ve ben buna rağmen ona yüksek dozda maruz kaldım. Hem de bile isteye... Ona baktım. Işık'ın yapmama engel olduğu şeyi Devrim bu sefer gerçek kılmak üzere bana doğru yaklaştı. Aramızdaki mesafeyi kapattı. Dudaklarımızın birbirine değmesine çok az bir fark kala, "Berna odaya alındı," diye bir ses duydum. Gözlerimi açıp Devrim'e baktım. Bu anın yeniden bozluyor oluşu onu sinir etse de ayağa kalktı. Arkasını dönüp Yağmur'a baktı. "Geliyorum," dedi sadece. Daha sonra bana baktı. Beni burada tek bırakıp bırakmamak konusunda kararsız kalsa da ona gitmesi için gözlerimle işaret verdim. Devrim ağır adımlarla Yağmur'un peşinden klinikten içeriye girdi. Onun gidişinin ardından on dakika kadar zaman geçmişti ki telefonum çalmaya başladı. Arayan numarayı tanımıyordum ama nedense bana ulaşanın Buğra olduğu konusunda içimde bir his vardı. Aramayı cevaplandırıp telefonu kulağıma götürdüm. "Efendim," dedim bıkkın bir nefes eşliğinde. "Berna ile Yağmur nerede?" diye sordu Buğra sinirle. Sesi o kadar yüksekti ki telefonu bir anlığına kulağımdan uzaklaştırma ihtiyacı hissettim. Daha sonra, "Berna'yı ve Yağmur'u bana mı soruyorsun?" dedim dümdüz. "Onların nerede olduğunu ben nereden bileyim?" "Bana yalan söyleme Sanat. Kızlarla beraber evden çıktığın kameradan görünüyor. Sana son kez soruyorum. Beni polise gitmek mecburiyetinde bırakma." "Pekala bunu sen istedin. Şimdi sizinkilere hiçbir şey çaktırmadan sana atacağım konuma gel. Eğer anne ile babanın bu olanlardan haberi olursa okul hayatın biter Buğra." "Bu da ne demek şimdi? Ne işler karıştırıyorsun Sanat Karay?" "Sen dediğimi yap. Bir an önce sana atacağım konuma gel ve kimseye de bir şey belli etme. Gelince sana her şeyi anlatacağım." "Tamam geliyorum." Buğra telefonu kapatır kapatmaz ona bulunduğumuz yerin konumunu attım. Daha sonra Devrim'e mesaj attım. Berna'nın durumunu sorduğum bir mesajın ardından cevap çok da gecikmedi. Devrim: Merak etme Berna iyi. Şimdi uyuyor. Telefonu kapatıp cebime koydum. Arabanın içinde öylece bekledim. Buğra'nın gelmesini ve tüm bunların bir sabah güneşiyle hiç var olmamış gibi olmasını bekledim. Buğra geldi ama hiçbir şey bitmedi. Aksine her şey asıl şimdi başlıyordu. "Sanat," dedi Buğra. Arabasını Devrim'in arabasının yanına park ettikten sonra yanıma geldi. Şimdi ona olan biteni anlatmak zorundaydım. Fakat şöyle bir gerçek var ki bu işe Adahan'ı karıştırmam demek Buğra'nın başını derde sokması demekti. Bu yüzden olayları çarpıtmaktan başka bir seçeneğim yoktu. "Merak etme. Berna iyi," demekle başladım anlatmaya. "Ona ne oldu? Onu neden buraya getirdiniz?" "Ona ne olduğunu söyleyeceğim ama sakin olmak zorundasın." Arabadan inip Buğra'nın karşısına dikildim. Onun endişeyle benim iki dudağımdan çıkacak sözleri bekledini gördüm. "Berna uyuşturucu kullanmış," diyerek gerçeği direkt söyledim. "Ama merak etme. Durumu iyi. Şu an uyuyor. Yağmur ile Devrim yanında." "Nasıl olur? Berna bunu nasıl yapar?" "Unutmak için kendini zehirledi. Eğer onu vaktinde yetiştirememiş olsaydık her şey için çok geç olurdu Buğra." Buğra duyduklarını sindirmekte zorlanıyordu. Berna'nın bunu yapmış olabileceğine inanmak istemiyordu. Kardeşinin böylesine kötü bir şey yapmış olabileceğine her ne kadar inanmak istemese de iyi olduğunu kendi gözleriyle görmeye her şeyden çok ihtiyacı vardı. "Berna'yı görmeliyim," dedi ve gitti. Korktuğum başıma gelmedi. Bana Berna'nın hapları nereden bulduğunu sormadı ama bu sormayacağı anlamına da gelmiyordu. Her şeyden önce bu konuda bir şey söylememesi için Devrim'i uyarmam gerekiyordu. Telefonumdan ona kısa bir mesaj yolladım. Buğra yanlarına gelmeden önce Yağmur'un da onun da Adahan'ın adını kullanmamaları gerektiğini özellikle tembihledikten sonra arabaya geçip beklemeye başladım. Hava buz gibiydi. Üzerimdeki okul ceketi beni soğuktan korumak şöyle dursun üzerimde hiçbir şey yokmuş gibi hissettiriyordu. Kollarımı ellerimle ısıtmayı denedim. Bir süre sonra telefonuma yeni bir bildirim geldi. Bilinmeyen bir numaradan hem de... Bilinmeyen numara: Onu kurtarmayı başardın ama hala zafer kazanmış değilsin. Beni bulmak için boşa çaba harcıyorsun. Tüm çaban yersiz. Her şeyin bittiğini sanıyorsun ama bunlar daha başlangıç. Tek tek herkesin senden nefret etmesini sağlamadıkça durmayacağım. Bir gün en çok sevdiğin senden en çok nefret eden kişi olacak Sanat Karay. Mesajı okuduğum anda telefonun ekranını kapattım. Işık'ın yapabileceklerinin sınırı yoktu. O eve gideceğimi buna engel olmaya çalışacağımı biliyordu. O zamanlar katil olduğumu itiraf etmişken şimdi de yalan söylediğimi, aslında Işık'a hiçbir şey yapmadığımı tüm herkese göstermem gerekiyordu. En önemlisi de aşkımla arama girmesine engel olmam gerekiyordu. Olacaktım da! |
0% |