Yeni Üyelik
31.
Bölüm

7.Bölüm: Beraber

@sevvnuraydn

Mesaj açıktı. Beni en çok seven kişi benden en çok nefret eden kişi olmadan durmayacaktı. Peki ya oyunun kurallarını asıl yazan ben olursam? Tüm bu ihanetleri kendi lehime çevirirsem ne olur? Cevabını biliyorum ve o beni bitirmeden ben onu bitireceğim. Bu sefer ihanetler benden yana. Herkesi kendi tarafıma çekip onlara Işık'ın hayatta olduğunu kanıtlamadan durmak yok.

Boş boş karşıya bakarken kafamda her şeyi planlamıştım bile. Geriye sadece uygulamak kalmıştı. Bundan sonra alacağım küçük riskler beni Işık'a götürecekti. Işık'ın ortaya çıkışı gerçeği getirecekti. Herkes gerçeği öğrenecek bende aklanacaktım. Devrim de öyle...

Üzerimizdeki şüphe bulutları dağılacaktı. Artık kimse bize suçlu gözüyle bakamayacaktı. Yalanlar resitalinin ardından ihanetler müzikaliyle gerçekler ortaya çıkacaktı. Her şey planlandı. Geriye sadece oyunu başlatmak kaldı. Şimdi ise arabaya doğru adımlayan kişiye bakıyorum. Devrim Dinçer Demiralp'e...

"Senin içeride olman gerekmiyor muydu?" diye sordum yorgun bir nefes vermeden hemen önce. Devrim ise çoktan şoför koltuğuna yerleşmiş bana bakmıştı.

"Benim yerim senin yanın Sanat," dedi gülümseyerek.

Başımı koltuğa yaslayıp onu izlemeye başladım. Ona, "Senin yerin de benim içimde bir yerlerde Devrim," dedim iç çekerek.

Kalbimin yerini onunla hatırlamıştım. Göğsümün tam ortasında atıyordu. Ne yaşadıkları ne de üzerindeki yara onu durdurmaya yetmişti. Aşk onu iyileştirdi. Kim bilir belki bir gün beni de iyileştirir.

Devrim'e, "Buğra bir şey söyledi mi?" diye sordum bu seferde.

"Hayır. Yağmur da ona bir şey söylemedi. Tüm bunların Adahan'ın başının altından çıktığını o bilmeyecek ama bizde buna seyirci kalacak değiliz."

"Adahan'ın sırrını ona karşı kullanacağız Devrim."

"Aklında ne var?"

"Işık'ın oyununu ona karşı oynamanın vakti gelmedi mi sence?"

"Adahan ile başlayacağız."

Başımı hafifçe salladım. "Onunla başlayıp sırayla diğerlerini tarafımıza çekeceğiz Devrim. Işık'ı köşeye sıkıştıracağız," dedim ve, "Peki sen benimle bu oyunu oynamaya var mısın?" diye de ekledim.

"Varım. Hem de sonuna kadar."

"Aklıma bir şey geldi."

"Ne geldi o güzel aklına?"

"Karanlık, Demir Alp'e çok aşık."

Devrim'in gözlerinin içinin parladığını gördüm. Bana, "Uyu," dedi fısıltıyla.

"Adın gibi karanlık ol bu gece. Bende karanlığı uykusunda izleyebileyim."

Gözlerimi yavaşça kapattım. Yanımda onun olduğunun, beni gözünü bile kırpmadan izlediğinin bilincinde huzurla uyudum o gece. Sabahındaysa gözlerimi bu kadar erken saatte açmama neden olan şey telefonumun ısrarla çalıyor oluşuydu. Telefonumu elime alıp ekranda yazan isme baktım. Arayan kişi Rutkay Karay'dı!

Sırf onunla konuşmamın nasıl geçeceğini bildiğimden ve de Devrim'i uyandırmak istemediğimden arabadan inip biraz uzaklaştım. Aramayı cevaplandırıp telefonu kulağıma götürdüm. Bıkkın bir nefes eşliğinde, "Neden aradın?" diye sordum. Ses tonum bile onun telefonu kapatmasına neden olabilirdi ama Rutkay Karay bu sefer bunu yapmayacaktı. Onun yerine durumun ciddiyetini ifade eden sözcükleri art arda sıralamayı seçti.

"Sanat senin klinikte ne işin var? Üstelik gecenin bir vakti uyuşturucu yüzünden az kalsın ölecek olan bir kızı nasıl o kliniğe götürürsün? Aklını mı kaçırdın sen!"

"Kendin söylüyorsun. Kız ölüyordu. Bende buna mecbur kaldım. Emin ol bu cehenneme başka türlü asla gelmezdim."

"Benimle düzgün konuş! İğneleyici ses tonuna bir ayar ver! Babanla konuştuğunu unutma! O kızı da götür hemen."

"Kız burada kalacak. Neden biliyor musun? O kız senin okulunda buldu uyuşturucuyu. Bunun sana nasıl pahalıya patlayacağının farkında mısın?"

Kısa bir sessizlik, birkaç derin iç çekiş ve hatta fısıltıya dönen birkaç okkalı küfürün ardından, "Kız konusunda klinik ile konuşacağım. Sende beladan uzak dur. Yine aynı şeyleri başa sarmak istemezsin öyle değil mi?" dedi.

"Aynı şeyler bir daha yaşanmayacak."

"Ben yine de uyarımı yapayım. Uyuşturucu bağımlılığın yüzünden aklını kaçırdığını unutma. Seni o kliniğe boşuna yatırmadım ben."

"Ben hiçbir zaman uyuşturucu kullanmadım!"

Telefonu sinirden onun yüzüne kapattım. Bana söylediği o son sözler benim için bardağı taşıran son damlaydı. Ne onun bu yaptığımdan ötürü öfkeleneceği gerçeği umurumdaydı ne de başka bir şey. Hiçbir şey umurumda değildi ama bana söylediği o son sözler aklıma hatırlamak istemediğim görüntülerin gelmesine neden olmuştu.

Gözlerimi sıkıca yumdum. Zihnimdeki o korkunç görüntüleri karanlığımla bastırmak istedim ama olmadı. Onun yerine tam arkamdan gelen ses ile gerçeğe dönmek zorunda kaldım.

"Sanat."

Arkamı dönüp ona baktığımda ne diyeceğimi ona karşı nasıl yaklaşacağımı bilemez bir haldeydim. Öylece gözlerime bakıyordu. O da en az benim kadar şaşkındı. Duyduğu şeyi sindirebilir miydi ondan bile emin değildim.

Bana, "Az önce," dedi ama gerisini getiremedi.

"Az önce duyduklarını unut Devrim. Hiç duymamış gibi yap."

"Yapamam. Bu o kadar kolay değil!"

Artık sabrı taşmıştı. Belirsizlik onu tüketmeye başlamıştı bile. İnsan aşık olduğu kişinin her şeyini bilmek ister ve Devrim bu isteğini sırf bana söz verdiği için bastırmak zorunda kalıyordu ama onun da sabrının bir sınırı vardı. Artık her şeyi öğrenmek istiyordu. Karşısındaki kızı tanımak istiyordu. Fakat şöyle bir gerçek var ki o kız ona mecbur kalmadığı sürece yaşadıkları ile ilgili tek kelime etmeyecekti. Edemezdi. Etmeye gücü yoktu çünkü.

Devrim'e baktım ve, "Devrim lütfen," dedim ama beni dinlemeye onu geçiştirmeme artık tahammülü yoktu.

"Hayır Sanat. Az önce duyduğum şeyin aslını bana anlatacaksın. En azından bana bunu anlat," dedi Devrim yalvarırcasına.

"Kaldıramazsın. Bunu sana yapamam Devrim."

"Kaldırabilirim. Hiçbir şeyi kendi başına sırtlanmak zorunda değilsin. İzin ver yanında olayım. Beraber iyileşelim."

"Benden geriye iyileşecek bir şey kalmadı Devrim ama senin hala yaşamaya değer bir hayatın var ve ben bunu senin elinden almayacağım."

Devrim bana doğru bir adım attı. Aramızdaki mesafeyi kapatışıyla gardımı düşüreceğimi biliyordu. Kalbimi ele geçirmek üzere gözlerime bakıyordu. Soluğu yüzüme vururken, "Anlat," diye fısıldadı. Onu bir şekilde atlatmam gerektiğini hissediyordum. Öğrenmesine engel olmam gerekiyordu.

Soluk mavi gözlerimi gözlerine diktim ve, "Tek bilmen gereken şey benim o zehire hiçbir zaman dokunmadığım Devrim. Daha fazlasını anlatamam. Çünkü seni kendimden bile çok seviyorum," dedim ve uzanıp elini tuttum.

Bir zamanlar ona dokunmak bile imkansızken şimdi ise parmaklarımı onunkilere kenetlemiştim. Ona doğru iyice yaklaştım. Dudaklarımızın birbirine değmesine çok az bir fark kala durdum ve, "Seni seviyorum Devrim Dinçer Demiralp. Sırf bu yüzden aşık olduğun zifiri karanlığın ardını göstermiyorum sana," diye fısıldadım.

Devrim gözlerime baktı uzun uzun. "Sana daha önce de söylemiştim," diyerek başladı sözlerine.

"Senin acıların bana yük değil Sanat. Onlar benim sevdiğim kızın acıları, benim acılarım. Kaldıramayacağımdan korkuyorsun ama bu doğru değil. Şu zamana kadar nelere göğüs gerdiğimi bilseydin bana anlatmakta bir an bile tereddüt etmezdin."

"Sana kendimi anlatmayı istemediğimi sanıyorsun ama yanılıyorsun. Ben en çok sana anlatmak istiyorum. Eskiden nasıl olduğumu en çok sana anlatmak istiyorum ama yapamıyorum."

"Çünkü korkuyorsun Sanat. Anlattıklarından sonra aramızdaki bağın kopmasından korkuyorsun ama düşündüğün gibi olmayacak. O bağ ne senin anlatacaklarınla ne de bir başkasının müdahalesiyle kopacak gevşek bir bağ değil. O bağ bizim bağımız. Ona kimse, hiçbir şey dokunamaz."

Devrim usulca elimi okşadı. Sakinleştiğimi hissettim. Sanki dudaklarının arasından çıkacak tek bir sözcükle her şeyi anlatabilecekmiş gibi hissettim kendimi. Ona baktım ve, "Üzgünüm," dedim güçlükle. Gözlerindeki umut dolu bakış artık yoktu.

Hayal kırıklığıyla bakıyordu bana ama buna rağmen elimi bir an bile bırakmadı. Beni bırakmadı. Halbuki beni bırakması için onca sebebi vardı. En ağırı da teslim olmadan önceki gece onun hayatını avukatıma araştırtmış olmamdı.

Devrim'in bundan haberi yoktu. Öğrenince bir daha da yüzüme bakmayacağını biliyordum. Daha ben ona kendimle ilgili gerçekleri anlatmamışken onun hayatını araştırtmıştım. Bu affedilemezdi. Özellikle de Devrim için...

Şimdi ise aklıma gelen bu gerçekle birlikte bırakıyorum tuttuğum eli. Çünkü hak etmiyorum. Onun yanında durmayı, ona dokunmayı, onun kalbinde olmayı hak etmiyordum. Bunu biliyordum ama ondan tamamen gidemiyordum. En azından o beni hayatından tamamen itmediği sürece gitmeyecektim. Gidemezdim.

Devrim'e, "Berna'nın yanına gitmen gerek. Onun iyi olduğunu duymaya ihtiyacım var," dedim tekdüze.

Sözüme karşılık tek kelime etmedi. Arkasını döndü, kliniğin kapısından içeriye girdi. Onun gidişi bende göğsümün ortasına sıkı bir yumruk yemişim gibi hissetmeme neden olmuştu. Keşke her şey bu kadar zor olmasaydı da ona kendimi tamamen açıklayabilseydim ama yapamam. Bunu yaptığım an Devrim'in ne hale geleceğini biliyordum ve bunun olmaması için susmak zorundaydım. Onun gidişinin üzerinden epey bi zaman geçmişti ki telefonum bildirim sesiyle titredi.

Devrim: Berna gözlerini açtı. Durumu iyi. Merak etme.

Rahat bir nefes aldım. Berna hayattaydı. Durumu iyiydi. Buğra henüz olay çıkarmamıştı ve tüm bunların içinde Yağmur benim masum olduğuma inanıyordu. En azından öyle söylüyordu. Şimdi ise bana düşen diğer herkese kendimi kanıtlamak ve Işık'ın ortaya çıkmasını sağlamaktı.

Aldığım iyi haberden sonra arabaya geçtim. Devrim'in dönmesini beklemiştim ki arabanın yanına park eden siyah araçla beraber sıkıntılı bir nefes verdim. Gelenin kim olduğu belliydi. Rutkay Karay!

Aracından inişini izledim. Beni henüz fark etmemiş direkt klinikten içeriye girmişti. Onun kliniğe girişinin ardından Devrim geldi yanıma. Arabaya bindi. Tek kelime etmeden arabayı çalıştırdı. O an sadece yola odaklanmayı seçti. Benim yüzüme dahi bakmadı ama bunun için onu suçlamıyordum. Aksine ona hak veriyordum. Ben bunu çoktan hak etmiştim.

Bir süre ikimizde tek kelime etmedik. Aramızdaki ölüm sessizliğine birbirimize attığımız kaçamak bakışlar karışıyordu. Onunkiler her beni bulduğunda içim sızlıyordu. Halbuki ben hissetmek nedir bilmezdim ama şimdi onun hayal kırıklıkları içime batıyordu. Kollarımdaki kesikler bile daha az acımıştı.

Ona, "Sana sadece duyduğun şeyin gerçek yüzünü anlatabilirim," dedim birden.

Bakışları beni buldu. Arabayı kenara çekti ve, "Anlatmayacağını sanıyordum," dedi acılı bir tebessüm eşliğinde.

Ne diyebilirdim ki? Ona büyük haksızlık etmiştim. Etmeye de devam ediyordum ama şimdi ona o duyduğu şeyin küçük bir kısmını anlatacaktım. Sadece küçücük bir kısmını...

"Anlatacağım şey sadece benim hayatımın küçücük bir kısmı Devrim. Bu kadarı bile çok fazla," diyerek başladım sözlerime.

Devrim bana baktı. İki dudağımın arasından çıkacak o sözcükleri bekledi. Bense, "Yaklaşık dört yıl önce babam uyuşturucu yüzünden aklımı kaçırdığımı düşündüğünden beni bu kliniğe yatırdı," diyerek ona beklediğini verdim.

"Ama ben uyuşturucu kullanmadım Devrim."

"Bu nasıl olur? Bunu sana nasıl yapar?" diye sordu Devrim çenesini sıkarak.

"Hikayenin bu kısmını öğrenmeye hazır değilsin ama şunu bil ki ben bu kliniğe sadece uyuşturucu bağımlılığım olduğuna inandıkları için yatırılmadım Devrim."

Devrim öylece gözlerime bakarken ben onun gözlerinden kendi yansımamı görüyordum. Yaralı, duygusuz, akıl hastası olan Sanat'ı...

Bana, "Bir gün tüm bunların sebebini anlatacağın o günü bekleyeceğim," dedi çatlayan sesiyle.

"O zamana kadar mecbur kalmayıp da bana kendini açacağına inanıyorum Sanat."

Yorgun bakan gözlerime son bir kez baktıktan sonra yeniden arabayı çalıştırdı. Başımı koltuğa yaslayıp bütün yol boyunca onu izledim. Bir gün çekip gideceğinin bilincinde bütün yol boyu onu izledim. Bir daha göremeyecekmişçesine baktım ona. Yolumuzun okulun kapısından içeriye girip de son bulduğu o ana dek...

Devrim arabayı bahçeye park ederken müzikal provasına ucu ucuna yetiştiğimizi fark ettim. Dün yaptığımız ilk provanın ardından ikinci prova Cüneyt Hoca'nın daha çok içine sinmişti ama bir şeylerin eksik olduğunu da ayrıca belirtmişti. Herkesin ortaya attığı fikirler ışığında Karanlık uykuya dalmadan önce son repliğin hemen ardından Karanlık'ın bir şarkının sonunda uykuya dalmasına ve müzikali bu şekilde bitirmeye karar vermiştik. Şimdi ise ikinci günün provasını tamamlamış herkesle birlikte öğle arasına çıkmıştık.

Bahçe her zamanki gibi müzik yapan öğrencilerle doluydu. Bense Devrim ile beraber o kalabalığa karışmak yerine okulun içinde kalmayı seçen nadir insanlardan sadece biriydim. Okul dolabımın üzerindeki yazıyı umursamamış kulaklıklarımı rafa bırakmıştım.

Dolabımın kapağını kapattıktan sonra da Devrim ile beraber koridorda yürümeye başladık. Etrafımızdaki herkes her ne kadar sevgili olduğumuzu bilse de bizi el ele gördükleri her an arkamızdan konuşmayı ihmal etmiyordu. Benim hakkımda ne düşündüklerini az çok tahmin ediyordum ama bu benim umurumda bile değildi. Benim asıl hedefim Işık'tı ve onu ortaya çıkartmak için ilk yapacağım şey Adahan'ı bulmaktı.

"İşte orada," dedi Devrim birden. Onunla beraber cam kenarında oturmuş ekmek arası bir şeyler yiyen Adahan'a baktık. Dün gece olanlardan sonra okula gelme cesaretini gösterebilecek kadar aptal olduğu için işimin daha da kolay olacağı kesindi.

Ona doğru adımlamaya başladık. Adahan iştahla sandviçini yerken yanına geldiğimizi bile çok sonradan fark etmişti. Omzuna dokunup onu dürtmemiş olsaydım belki de başını çevirip bize bakma tenezzülünde bile bulunmazdı.

"Siz," dedi Adahan şok içinde. Ya bizi karşısında görmeyi beklemiyordu ya da biraz sonra olacakları önceden sezdiği için paniğe kapılmıştı. Sanırım bu sefer cevap her ikisi de.

Adahan, "Sizin ne işiniz var burada?" diye sordu neredeyse fısıltıyla.

"Nerede olmamız gerekiyordu? Az kalsın senin salaklığın yüzünden ölecek olacak Berna'nın yanında mı?" dedim imayla.

"Berna mı?"

"Bilmezlikten gelme! Dün gece Sanat ile beni okulun bodrumuna kilitleyen de sendin!" diye gürledi Devrim sinirle.

Adahan'ın gözleri fal taşı gibi kocaman açıldı. O koca cüssesine rağmen Devrim'den korkuyordu. Devrim onu yakasından tutup oturduğu yerden kaldırdığında bile kendini savunmak için en ufak hamlede bulunmadı. Daha doğrusu buna cesaret edemedi.

Onun yerine, "Siz neyden bahsediyorsunuz?" diye sordu dalga geçer gibi.

Devrim onu kolundan tutup koridorda sürüklercesine yürütmeye başladı. Bizi kimsenin duyamayacağı bir köşeye geçtiğimizde ise, "Bana aptalı oynama Adahan. Yemin ederim o gevşek ağzını kırarım senin," dedi Devrim. Sinirden kendini zor tutuyordu. Bir an önce Adahan'ı konuşturmak istiyordu. Tabii Adahan kelimenin tam anlamıyla aptalın teki olduğundan bu ne yazık ki kolay olmayacaktı.

Ona, "Berna'ya hapları senin verdiğini biliyoruz," dedim birden.

Adahan'ın rengi kireç gibi oldu. Bembeyaz kesilen yüzünde irileşen gözbebekleri köşeye sıkıştığının en büyük göstergesiydi. İşte şimdi onu kapana kıstırdık.

Adahan, "Hapları ben verdim. Bu doğru ama onlar Berna için değildi," dedi neredeyse fısıltıyla.

"Kimin içindi?"

"Tolga. Onları Berna aslında Tolga için istemişti. Eğer getirmezsem canına kıyacağını söyledi. En yakın arkadaşımın kardeşinin kendini öldürmesine izin veremezdim."

"Evet. Az kalsın senin sayende ölümünü daha kolay yoldan gerçekleştiriyordu," dedi Devrim dişlerinin arasından.

"Yemin ederim Berna'nın bunu yapacağını bilseydim asla böyle bir işe kalkışmazdım."

"Berna neden Tolga'ya bunu yapmak istesin ki? Berna'nın Tolga'ya aşık olmadığını bilmeyen yok," dedi Devrim.

Adahan gürültülü bir yutkunuşun ardından, "Çünkü Tolga'yı bir başka kızla gördü. Bende ondan bebeğinin intikamını falan alacağını sandım," dedi.

"Berna mevzusunu geç. Bir başkası daha bu haplar yüzünden zarar görmüş. Kimdi o?" diye sordum Adahan'a tehditkar bir bakış attığım sırada.

Adahan tüm konuşmaları duyduğumuzu anladı. Artık inkar etme gibi bir lüksü yoktu. Olan biteni anlatmak zorundaydı. O haplar yüzünden kimin zarar gördüğünü söylemek zorundaydı. Aksi bir durumda bu işe savcıyı karıştırmaktan geri durmazdım.

Adahan'a, "Söylemek için üç saniyen var," dedim ve donuk bakışlarımın altında onun kıvranışını izledim.

"O haplardan zarar gören kişi Esila Kehribar'dı. Son dozu aldığı günden beri onu bir daha görmedim."

Tahminlerimde yanılmamıştım. O kulübeden çıkarılan kişinin Esila Kehribar olduğunu en başından beri biliyordum. Şimdi ise onun uyuşturucu illetine bulaşmış ve bundan dolayı öldüğünü öğrenmiştim.

Adahan'a, "Hapları kimden aldın?" diye sordum bu seferde.

Başını iki yana salladı. Söylemek istemedi. Daha doğrusu söylediği an her şeyin kendi aleyhine işleyeceğinin bilincindeydi. Bize, "Söyleyemem," dedi ama bu ne Devrim ne de benim için geçerli bir yanıt değildi.

Devrim onu yakasından tutup hafifçe silktikten sonra, "Tamam söylüyorum!" dedi Adahan. Söz konusu kendisi olunca herkesi yakardı. Sırf kendini kurtarmak için dahi olsa bize o ismi vereceğini biliyordum.

Devrim ile birlikte onun iki dudağının arasından çıkacak isme dikkat kesilmiştik ki Adahan, "Korkut," dedi fısıltıyla.

"Korkut Bolat."

Duyduğum isimle birlikte aklıma bıçak geldi. Korkut'un bıçağında Işık'ın kanı olduğunu sanıyordum. Belki de o kan Esila Kehribar'a aitti. Esila uyuşturucu meselesi ortaya çıkmasın diye Korkut tarafından öldürülmüş olabilir miydi? İki ihtimal vardı. Ya Korkut düşündüğüm şeyi yapmıştı ya da Esila Kehribar kendi sonunu kendi getirmişti. Peki ama hangisi? Doğru olan hangisi?

Devrim duyduğu isimle Adahan'ı bırakırken ikimizin gözleri buluştu. "Esila," dedim neredeyse fısıltıyla. Işık'ın resitali düzenlemesinin ardından olayların bu kadar korkutucu bir hal alabileceğini düşünmemiştim. Resitalde yaşananların felaketlerin sadece bir ön gösterimi olabileceğini kim tahmin edebilirdi ki?

"Kulübeden çıkarılan oydu," dedi Devrim.

"O öldü," diye fısıldadım.

Devrim ile beraber Adahan'ın gidişini bir kenara bıraktık. Zaten almamız gereken cevapları almıştık. Peki ya şimdi ne olacak?

Devrim'e baktım ve, "Kliniğe geri dönmek zorundayız," dedim güçlükle. Bunu söylemek bile benim için yeterince zorken şimdi oraya gitmek ve içeriye girmek zorundaydım.

Devrim, "Buna mecbur değilsin," dedi.

"Berna ile ben konuşurum," diye de ekledi.

Başımı olumsuz anlamda salladım. "Konu sadece Berna değil Devrim. Buğra ile Yağmur'la da konuşmam gerek. Onları ikna etmem gerek. Yanımızda olmaları için bunu yapmaya mecburum," dedim Devrim'e.

"Beraber gideriz ama bir şartla."

"Nasıl bir şarttan bahsediyorsun Devrim Dinçer Demiralp?"

"Kendini zorlamayacaksın. Kötü hissedersen beni arabada bekleyeceksin."

"İki şart sundun ama yine de bunların hepsini kabul ediyorum."

Devrim her ne kadar onun şartını kabul etmeme sevinse de içinin hiç de rahat olmadığını gözleri bana belli ediyordu. Beni götürmek gelmiyordu içinden. Çünkü bilmesede hissediyordu. Neler yaşamış olduğumu, içeriye girdiğim an ne hale gelebileceğimi görebiliyordu. Benim için endişeleniyordu Devrim Dinçer Demiralp.

Ona doğru bir adım attım. Gözlerinin tam içine bakarak, "Sen yanımda olduğun sürece beni hiçbir şey yıkamaz," dedim fısıltıyla.

"Çünkü biliyorum ki ben dağılsam sen toplarsın. Tıpkı daha önce de olduğu gibi..."

"Ya toplayamayacağım kadar çok parçaya ayrılırsan. Ben sana bakmaya kıyamazken seni oraya götürerek o hale kendi ellerimle getirmiş olmak istemiyorum Sanat."

"Sen beni o hale getirmedin. Getirmezsin. Sen içi boş bir bedenin kaybolan ruhunu geri getirensin Devrim. Bundan sonrasında ne olacağının bir önemi yok ki."

Devrim'in parmakları omuzlarımı kavradı. Parmakları omuzlarımdan kollarıma doğru yavaşça indi. En sonunda ellerimi tuttu ve "Beraber aşacağız," dedi.

"Beraber iyileşeceğiz. Beraber saracağız yaralarımızı. Bundan sonra hep beraber olacağız Sanat."

"Beraber," diye fısıldadım.

Sıkıca tuttum onun elini. Başım dik yürüdüm koridorda. Kim ne demiş kim hakkımda ne düşünüyor umursamadığım gibi onların karşısında dimdik durarak Devrim'e aşık olduğumu, ona aşık olmamın hayatımda başıma gelen en güzel şey olduğunu herkese gösterdim. Gün gelecek onlara masum olduğumuzu da gösterecektim.

Devrim ile beraber okulun kapısından çıktık. Bahçedeki insanların bakışlarını görmezden gelip arabaya geçtik. Artık Berna'yı görmeye gidebilirdik. Buğra ve Yağmur ile konuşup onları kendi tarafımıza çekebilirdik. En önemlisi o kliniğe girdiğim an her şeyi geride bırakabilirdim. Her ne kadar bu benim için imkansız gibi görünse de!

Devrim gerginliğimi fark etmiş olacak ki, "Her şey yolunda gidecek. Artık kimin ne olduğunu biliyoruz. Hatta tüm bunları sen en başından beri biliyordun Sanat," dedi.

"Bu doğru ama şöyle bir gerçek var ki insanlar değişir Devrim. Onlarda resitalden sonra değişti."

"Resital sadece onları değil hepimizi değiştirdi Sanat. Seni değiştirdi. Beni değiştirdi. Sonrada senle beni biz yaptı."

Başımı çevirip ona baktım. Gözlerinde yaşadığımız onca şeye rağmen bir arada olmamızdan dolayı ne kadar mutlu olduğunu gösteren bir pırıltı vardı. Halbuki eski Devrim soğuktu. Bakanı ürkütürdü. Bir tek beni ürkütemezdi. O zaman bile ona bakmaktan çekinmezdim. Gizlice bir köşeden onu izlerdim. Tıpkı diğer herkes gibi...

Ama şöyle bir gerçek var ki onu izlediğimde içimde beliren merak diğerlerinde yoktu. Sanki o zamanlardan farkında bile olmadan birbirimize kapılmışız da bunun daha yeni farkına varıyordum.

Devrim ile ben bir yapbozun parçaları gibiydik. Bir araya geldik ve birbirimizi tamamladık.

Şimdi ise beraber kliniğe doğru yola çıkmıştık. Berna'yı, Buğra'yı, Yağmur'u kendi tarafımıza çekmek ve de korkumu yenmek üzere bir yola çıkmıştık. Işık'ı ortaya çıkarmak üzere, resitalin ardından müzikalin ihanetlerine bir yenisini daha eklemek üzere bir yola çıkmıştık. Birlikte... Devrim ile birlikte...

Devrim arabayı kavşaktan döndürdüğü sırada tek endişem kliniğin kapısından içeriye girdiğim anda yaşayacaklarımken şimdi ise o kliniğin kapısından içeriye giremeyeceğimizden endişe etmeye başlamıştım.

Devrim arabayı ani bir frenle durdurdu. Yolu kapatmış önümüzde sıralanmış polis araçlarını görünce birbirimize baktık. İkimizde bunun anlamını biliyorduk. Araçlarından inmiş bize doğru gelen polislerden birinin elindeki silah ve bir diğerinin elindeki kelepçe bizi neyin beklediğini net bir şekilde gösteriyordu. Yolun sonuna gelmiştik. Bundan sonrası yoktu. Yakalandık!

Loading...
0%