Yeni Üyelik
8.
Bölüm

8.Bölüm: Kelebek

@sevvnuraydn

İnsanın ruhu doğuştan beyaz bir sayfa gibidir. Temizdir. Aydınlıktır ve yaşananlarla dolmayı bekler. Fakat bazı insanlar vardır ki ruhunu yalanlarla örter. Mürekkep hokkasını elinin tersiyle itip ruhunu boyar. Yalanlar artık ruhunu ele geçirmiştir. Artık ne yaparsa yapsın bu lekeden kurtulamaz.

 

Sırlarda böyledir. Sırların bazıları vardır ki açığa çıkması bir felakete yol açar. Artık sadece ruhu değil etrafındakilerin ruhlarını da kirletir sırlar. Şu anda da olan tam olarak buydu. Bizler başkalarının yalanlarıyla, sırlarıyla kirlenmiş kimselerdik. Bizler yalanlar resitalinin kurbanlarıydık ve sonuncusu da olmayacaktık.

 

"Yiğit Eren," dedim neredeyse fısıltıyla. Yere saçılmış çizimlerle dolu kağıtlar yalanlar resitalinin sıradaki kurbanını paniklendirmişti. Yiğit Eren yere eğilip dağılan çizimlerini hızlıca toplarken onun kafasında kaçma planları yaptığından bi haberdim.

 

Yiğit Eren yerden topladığı çizimlerini defterinin arasına yerleştirdi ve yerden kalktı. Karışıklığı fırsat bildi. Heves'in ortalığı karıştırmış olmasını fırsat bildiğini anladığımda, "Devrim!" deme gereksinimi duydum.

 

Yiğit Eren kucağında eskiz defteriyle kalabalığı yararak hızla ilerlemeye başlamıştı ki Devrim'in Buğra'yı bırakamayacağını anladığımdan Yiğit Eren'in peşinden koşmaya başladım. "Yiğit Eren!" diye seslendim arkasından ama durmadı. Var gücüyle aştığı kalabalığın ardından koşmaya başladı.

 

"Yiğit Eren!"

 

Kucağındaki defteri sıkı sıkı tutmuş koşuyordu ve durmaya hiç niyeti yoktu. Onu köşeye sıkıştırmaktan başka çarem yoktu. Tüm okulu ezbere biliyordum ve onu nerede tuzağa düşüreceğimi iyi biliyordum. Peşinden merdivenlerden çıktım. Koşmaktan nefes nefese olmam bir yana Yiğit Eren'in bacak boyunun neredeyse benim kadar oluşu onu yakalamamı imkansızlaştırıyordu.

 

Onu girdiği koridorun sonunda kıskıvrak yakalayacağıma emin olduğum sırada Devrim çıkageldi. Yiğit Eren'i yakasından tuttuğu gibi sırtını duvara dayadı. Defter yeniden yere düştü. İçindeki çizimler etrafa saçıldı ve benim dikkatim yeniden çizimlere kaydı. Çizimlerdeki iki kişi vardı. Farklı kağıtlara resmedilmiş iki kişi vardı. Biri Işık'tı. Diğeri ise ben!

 

"Beni rahat bırakın!" diye bağırdı Yiğit Eren. Devrim'in gözü dönmüştü bir kere. Onu konuşturmadan bırakmayacağını biliyordum. Sırf bu yüzden ona dokunmakta bir mahsur görmemiştim. Omzuna dokundum Devrim'in. Dönüp bana baktı. Delici ifadesinin kaynağının ben olmadığımı biliyordum. Bu yüzden, "Sakin ol," diye fısıldadım.

 

Devrim sinirlerini yatıştırabilmek için birkaç kez derin nefes aldı ve "Sanat'ı neden çizdin?" diye sordu çenesini sıkarak.

 

Afalladım. Ben onun Işık'ı sormasını beklerken o Yiğit Eren'e beni çizmesindeki nedeni sormuştu. "Cevap ver," dedi Devrim hafiften Yiğit Eren'i yakasından tutup silkeleyerek. Yiğit Eren, Devrim'in bakışlarından korkmuş olacak ki, "Sanat'ı çizdim. Çünkü," dedi ama gerisini getiremedi,

 

"Çünkü ne?" diye kükredi Devrim.

 

"Çünkü ben Sanat'tan hoşlanıyorum."

 

Devrim onu bıraktı. Duyduğu şeyle çarpılmış gibi kalakaldı. İlk başta onu kendine getirmek için, "Devrim," demiştim ama bu işe yaramak şöyle dursun sinirden gülmeye başlamasına neden olmuştu. Bir bana bir Yiğit Eren'e bakıyor bir yandan da gülüyordu.

 

En sonunda olaya dahil oldum. "Işık'ı neden çizdin peki? Işık ile ne alakan var?" diye sordum Yiğit Eren'e. Devrim uzun süren gülme krizine nihayet noktayı koymayı başarmıştı ki, "Cevap ver," dedi sinirle.

 

Yiğit Eren yerdeki çizimlerine baktı. Bakışlarındaki dehşet ifadesini görebiliyordum. Bir şey saklıyordu. Işık hakkında bir şey biliyordu ve bizden bunu saklıyordu. Peki ama daha önce aynı ortamda bile bulunmadığı bir kişi hakkında bu kadar önemli ne saklıyor olabilirdi?

 

"Sana bir soru sordu! Cevap ver!"

 

Devrim onu yeniden duvara yapıştırmıştı ki, "Işık'tan her zaman nefret ettim," dedi Yiğit Eren en sonunda dayanamayarak. Devrim'in ellerini tutup kendinden uzaklaştırdı ve eğilip yerdeki çizimlerini defterinin arasına topladı. Sonrasında, "Benimle gelin," diye mırıldandı.

 

Devrim ile birbirimize baktık. Bunun altından ne çıkacağını bilmiyorduk ama öğrenmek zorunda olduğumuz aşikardı. Yiğit Eren'in peşine takıldık. Onun defterini ortamıza açışını ve o sır gibi sakladığı çizimleri önümüze dizişini izledim. Beni çizmişti. Hem de bir kez değil. Birkaç sayfada olacak şekilde ve ben buna karşılık nasıl bir tepki vereceğimi bilmiyordum.

 

"Bunlar Işık'ın çizimleri," dedi Yiğit Eren ve "Ondan nefret etmek için sebeplerim vardı," diye de ekledi.

 

"Ne gibi bir sebep? Işık sana ne yaptı?"

 

Sorum karşısında ikisi de bana baktı. Yiğit Eren, "Bana bu dünyada kimsenin yapmayacağı kötülükleri Işık yaptı. Benimle dalga geçmesine alışkındım ama son yaptığı bardağı taşıran son damlaydı," dedi gözlerini çizimlerine dikmeden hemen önce.

 

Çizimleri incelediğimde bunların aslında Yiğit Eren'in anılarından parçalar olduğunu anladım. Beni keman çalarken çizmişti. Işık'ı ise Devrim ile beraberken. Devrim'e aşkla bakan Işık'ın resmine bakarken Devrim'in bakışlarını üzerimde hissettim. Bana neden öyle baktığını sormak istedim ama bundan saniyesinde vazgeçtim.

 

Onun yerine, "Işık'ın bardağı taşıran son damlası neydi?" diye sordum Yiğit Eren'e. Devrim huysuzca homurdandı. Çizimleri tek tek incelemeye başlamıştım ki Yiğit Eren'in konuşmasına gerek kalmadan bir detay çarptı gözüme. Emin olabilmek için kağıdı elime alıp baktım.

 

Çizimde Işık yoktu ama Işık'ı temsil eden bir detay vardı. Bir yaka iğnesi resmedilmişti. Hem de sandalyeye bağlanmış yüzü gözükmeyen çocuğun ayaklarının dibindeydi. O an anladım. Buğra ile Adahan'ın o gün kayıp eşya odasında sandalyeye bağladıkları çocuk Yiğit Eren'di ve üstelik Işık bunun bilincinde o odaya girmişti. Hem de beraberinde Devrim'i de sürükleyerek.

 

"Bu," dedim elimdeki kağıttaki yaka iğnesini işaret ederek. Devrim yanıma gelip işaret ettiğim noktaya baktı. O da bunun ne anlama geldiğini anlamıştı.

 

Dehşet dolu bakışlarla, "Bu Işık'ın kelebekli yaka iğnesi," dedi Devrim. Elimdeki kağıdı alıp bir süre inceledi ve sonrasında birkaç küfür savurdu. Sinirden ne yapması gerektiğini kestiremeyecek bir haldeydi. Çizimi sertçe Yiğit Eren'in göğsüne çarptı ve "O odadaki çocuk sendin!" diye bağırdı.

 

"Evet bendim. Hatta o gece seni polise ihbar eden de bendim," dedi Yiğit Eren ve cebinden Işık'ın kelebekli yaka iğnesini çıkardı.

 

"Ama sonra Sanat seninle beraber odaya girdi. Geri dönüşü olmayan bir şey başlattığım için onu oradan çıkaracak yeterli vaktim olmadı."

 

Yiğit Eren bana baktı. Sözlerine, "Bende olaya daha fazla müdahale etmemeyi tercih ettim. Tek istediğim Işık'ın tüm bunların bedelini ödemesiydi ama o yaptığı onca kötülüğe rağmen bunların hiçbirini hak etmedi," diye devam etti.

 

"Yaka iğnesini olay günü yanıma aldım. O gün bana bunu yapanın o olduğunu ispat etmek için ama sonra bundan vazgeçtim."

 

"Seni vazgeçiren şey neydi?" diye sordum dik dik bakarken.

 

"Sendin," dedi Yiğit Eren.

 

"Eğer senin o odaya girip Devrim'e yardım edeceğini bilseydim böyle bir şeye asla kalkışmazdım Sanat. Tüm bunlar benim suçum."

 

"Işık'a ne yaptın?" diye sordu Devrim artık sabrının taştığını belli edercesine.

 

"Işık'a hiçbir şey yapmadım. Ona dokunmadım bile. O olaydan sonra da Işık'ı bir daha da görmedim."

 

"Sana neden inanayım? Işık'ı senin öldürmediğini nereden bileceğim?" diye sordu Devrim.

 

"Onu ben öldürmedim. Geçen gece seni yakalatmak istememin sebebi de buydu. Onun katili sensin Devrim Dinçer Demiralp. Ondan hep nefret ettin içten içe. Şimdi de kendine başka bir suçlu arıyorsun. Sırf Sanat'ı senden kurtarmak için yaptım!"

 

Devrim sinirden gülmeye başladı. Sağ avucunu sıkıp açtı ve Yiğit Eren'in yakasından tuttuğu gibi duvara yapıştırdı. Yiğit Eren titredi. Kendi başına yaptığı şeylerin sonucu ortadaydı. "Devrim bırak onu," dedim ve Devrim'i kolundan tutup onu bırakmaya zorladım.

 

"Söylediklerini duymuyor musun? Buğra ile Adahan'ın suçunu Işık'ın üzerine atmakla kalmayıp beni Işık'ı öldürmekle suçluyor!"

 

"Devrim sana onu bırak dedim!"

 

Sesim o kadar yüksek çıkmıştı ki Devrim onu bıraktığında dönüp bana baktı. Bense, "Beni korumak sana düşmez Yiğit Eren. Ben ister karanlığa, istersemde bataklığa girerim. İstersemde tıpkı şimdi de olduğu gibi bir cinayet şüphelisinin yanında olurum. Bana olacak olan sadece beni bağlar," dedim.

 

Yiğit Eren bir şey demedi. Devrim'in ellerinden kurtulduğu gibi okulumuzun sessiz tiplemesinin çizimlerini toplayıp defterinin arasına koyuşunu ve kelebekli yaka iğnesini bizim görebileceğimiz bir noktaya bırakışını izledim. Yiğit Eren gitti. Geriye sadece Devrim kalmıştı.

 

"Bunu yapmak zorunda değildin," dedi Devrim sinir bozukluğuyla. Çaresiz, tükenmiş ve hatta tüm bunların içinde yorgun düşmüş gibi bir hali vardı.

 

"Bana bunu neden yapıyorsun Sanat?"

 

"Ben sana ne yaptım Devrim?"

 

"Tüm deliller beni gösteriyor Sanat. Her şey benim aleyhime işlerken sen hala neden benim yanımdasın? Neden masum olduğuma inanıyorsun? Ya ben senin sandığın kadar masum değilsem o zaman ne yapacaksın?" diye sordu Devrim.

 

Yiğit Eren'in sözleri onu bu hale getirmişti. İçinde bulunduğumuz duruma isyan ediyordu Devrim ve olayların git gide daha da karmaşık bir hal alması onu daha şimdiden yormuştu. Ona doğru bir adım attım. Gözlerimi onun gözlerine diktiğimde artık korkmuyordum.

 

"Sen masumsun Devrim. Çünkü ben yalan söyleyen birini gözünden tanırım ve senin gözünde yalandan eser yok."

 

"Yiğit Eren haklı. Ben dokunduğum şeye zarar veriyorum Sanat. Işık'ın başına ne geldiği belli değil ve ben ilk şüpheli olarak seçildim bile. Herkesin gözünde ben azılı bir suçluyum artık. Ne yaparsam yapayım bu değişmeyecek. Ben suçluysam sende suçlusun. Yanımda durman bile suç. Senin yanımda durman doğru değil Sanat."

 

İfadesiz bakışlarımla, "Yiğit Eren'in söyledikleri umurumda bile değil. Sen suçsuzsun Devrim ve ben bunu ispat edeceğim. Senle veya sensiz bunu ispat edeceğim. Işık'ın başına gelenlerin sorumlusunu ortaya çıkardığım zaman herkes gibi sende göreceksin," dedim ve kelebekli yaka iğnesini alıp cebime attım.

 

Devrim tam bir şey söyleyecekti ki o an aşağı kattan bağırış sesleri yükseldi. Aşağıda bir felaket bıraktığımızın bu sayede farkına vardım. Devrim ile beraber merdivenlere yöneldik. Hızlı hızlı indiğimiz basamakların sonunda aşağı kattaki felaketin arasına daldık.

 

Buğra'yı üç kişi tutuyordu ve tüm bunların içinde Heves yine rahat durmamış gibi görünüyordu. "Arkasına saklanacağın kimsen kalmadı! Şimdi seni geberteceğim," dedi Heves ve oradan kimsenin müdahale etmemesini fırsat bilerek yeniden Berna'nın saçlarına yapıştı. Berna'nın çığlıklarına Tolga ile Buğra'nın birbirlerine attıkları yumrukların sesleri karışıyordu.

 

Devrim tam olaya müdahale etmek için atılıyordum ki, "Sen dur ben hallederim," dedi. Keskin bakışlarım onu buldu.

 

"Sen Buğra ile Tolga'yı ayır. Ben Heves ile ilgilenirim," dedim ve onun daha ağzını açmasına fırsat kalmadan Berna'yı parçalamak üzere olan Heves'e doğru adımladım.

 

Heves'in gözü dönmüştü bir kere. Berna'yı daha şimdiden perişan hale getirmişti ki, "Bırak onu," dedim uyarıcı bir tonda. Bana bakmadı bile. Daha doğrusu Berna'yı bırakmak istemediğinden beni görmezden gelmeyi tercih etmişti.

 

Berna çığlık attı. Heves şeytani bir kahkaha patlatmıştı ki kolumla onu boğazından yakaladım. Onu Berna'dan uzaklaştırmadan önce kolumla boğazına baskı yaptım. Heves can havliyle Berna'yı bırakmıştı ki onu kenara çekip serbest bıraktım.

 

"Sen aklını mı kaçırdın? Senin yüzünden az daha ölüyordum!" diye bağırdı Heves boğazını tutarak. Boş bakışlarım ve umursamaz tavırlarım onu daha da krize sokmuştu ki kalabalığın adeta bir deniz misali yarılmasına neden olan bir şey oldu.

 

Savcı peşine çelik kuvveti takmış bize doğru adımlarken ne Buğra ile Tolga kavga etmeye devam edebilmişti ne de etrafta tek bir kişiden ses çıkmıştı. Hepimiz olduğumuz yerde durmuş savcının öfkeyle üzerimize gelişini derin bir sükunet içinde izlemiştik. Savcı, "Hepsini alın!" diye kükredi.

 

Heves, Berna, Tolga, Buğra ve Devrim'in ardından polisler beni de almıştı. Savcı ise sinirden kıpkırmızı olan yüzüyle bizi ip gibi karşısında sıraya dizmesi yetmezmiş gibi üstüne bir de bağırıp çağırmaya başlamıştı.

 

"Burada neler oluyor? Derhal biri bana burada ne olduğunu izah etsin!"

 

Hiçbirimizden ses çıkmadı. Berna birden ağlamaya başladı ve tüm bunların içinde savcı hiçbirimizin dikkatini çekmeyen bir detaya parmak bastı. "Öğretmenler nerede? Kimse kavgayı ayırmaya neden gelmedi? Sizi ayırmak için ihbar mı almamız gerekiyor?" diye bağırdı savcı ve çalan telefonunu cevaplandırmak üzere biraz öteye geçti.

 

Uzun uzun telefonda konuştu. Konuşmanın ne kadar alevlendiğini savcının boğazının sağ tarafında beliren kalın damar bizlere gösterirken Devrim dibimde bitmişti. "İğne," diye fısıldadı Devrim. O an için ne demek istediğini anlamadığımdan duruma bir açıklık getirmek için, "Kelebekli iğneyi bana ver," dedi fısıltıyla.

 

Göz ucuyla savcıyı kontrol etmesi de dikkatimden kaçmamıştı ki cebimden kelebekli yaka iğnesini çıkardım. Fakat tam o sırada savcının bize dönüşüyle yakayı ele vermem de kaçınılmaz oldu. "Senin elindeki şey ne?" diye sordu savcı kapattığı telefonu ceketinin iç cebine yerleştirip bana doğru adımlarken.

 

"Hiçbir şey," dedim tek düze ama inanmadı. Tam avucumu zorla açacağı sırada yukarı kattan inen memur, "Savcım acilen buraya bakmanız gerek," dedi.

 

Savcı gözlerini gözlerime dikti. Bir katile bakar gibi tiksinerek baktı bana ve elini geri çekti. Sanki pis bir şeye dokunmuş gibi elini ceketine sürttü ve onu çağıran polis memurunun yanına gitmeden önce, "Şu altısı hariç diğerleri bahçeye çıksın ve onları da yanıma yukarı getirin," dedi savcı. Bunun üzerine bizim dışımızdaki herkes bahçeye çıkarıldı.

 

Okulun kapısı içeriye kimsenin girememesi ve aynı zamanda dışarı da kimsenin çıkamaması için kilitlendi. Heves, Berna, Tolga, Buğra, Devrim ve ben kilitlenen kapıların ardından polis memurları eşliğinde yukarı kata çıktık.

 

Savcı tam önümüzdeydi. Öğretmenler odasına doğru ilerliyordu ki kapıda durması bir oldu. Onun niyeti bize müdahale etmeyen öğretmenlere ayar çekmekti ama bir şeylerin ters gittiğini onun dönüp bize baktığında yüzünde hakimiyet kuran şok ifadesiyle anladım. O odada bir şey vardı. Peki ama ne?

 

Hepimiz onun yanındaki yerimizi aldığımızda gerçeği gördüm. Öğretmenlerimiz büyük oval masanın etrafına dizilmişti. Normal olmayan durum ise hepsinin derin uykuda oluşuydu. Nefes aldıklarından bile şüpheliydim ki savcı bize dönüp, "Çocukları yandaki boş sınıfa alın," dedi.

 

Polisler bizi sınıfa götürdü. Yeni bir olay çıkmasına karşılık gözetim altındaydık. Savcı henüz yanımıza gelmemişti ve bunun sebebinin az önce gördüklerimiz olduğunu biliyordum. Devrim'in yanına oturdum ve "Az önce olan şeyi gördün mü?" diye sordum sessizce.

 

"Biri onları uyutacak bir şey vermiş. Aşağıda olanlara kayıtsız kalmaları için. Peki ama kim?"

 

"Kim olduğunu tahmin edebiliyorum ama bundan tam olarak emin değilim Devrim."

 

"Aklında kim var Sanat?"

 

"Kim değil kimler daha doğru bir soru olurdu Devrim."

 

Kimlerden bahsettiğimi anladı. Sıkıntılı bir nefes verdi ve "Açelya ile Ela bugün nöbetçiydi," diyerek ikizlerinde bu işte bir kurban olduğunu dile getirdi Devrim. Onların neyle tehdit edildiğini merak ediyordum. Işık ile olan bağlantılarını ve aşağıda çıkan kaos ile tam olarak ne gibi bir şey amaçladıklarını anlamaya çalışıyordum ki Devrim, "İğne," dedi yeniden.

 

Yaka iğnesi hala avucumdaydı. Kelebeğin kanatları avucumu sıkmaktan elime batmıştı. Avucumu araladığımda kanadığını gördüm. Kelebeği yere ayağımın dibine attım ve diğer polislerin dikkatini çekmeden hemen önce onu odanın uzak bir köşesine doğru ayağımla ittirdim. Şükürler olsun ki savcı odaya girmeden hemen önce kelebekli yaka iğnesinden kurtulmuştum ki Devrim birden elimi tutup avucuma baktı.

 

"Acıyor mu?" diye sordu ilgiyle. Bakışları elimdeki küçük kan damlalarında gezindi ilk önce. Hemen ardından da gözlerimde.

 

Çelik bakışlı Devrim ilk kez endişeli görünüyordu. Daha önce kimsenin bana bakmaması bir yana kimse benim için endişelenmemişti. Avucumdaki kanı okul gömleğiyle sildi ve avucumdaki küçük yaraya üflemeye başladı. Canımın yanmadığını, bunun gibi küçük bir şeyin önemsiz olduğunu söylemek istedim ama bunu yapamadım.

 

Sıcak nefesi avucumdaki küçük yaraya vururken onu izlediğimin bilincinde değildim. Devrim avucumdaki yaraya üfledikten sonra geri çekildi ve gözlerime baktı. Gözlerinde küçük belki de benden başka kimsenin göremeyeceği bir pırıltı gördüm. Elim hala onun avucundaydı ve ben ona bakmaya o kadar dalmıştım ki ne kadar tehlikeli olduğunu bildiğim halde elimi onunkinden çekip kurtaramadım ta ki savcı içeriye dalana dek.

 

"Şimdi hepiniz bana olanları anlatacaksınız!"

 

Savcının dehşet dolu ifadesine karşılık hepimiz birbirimize baktık. Olanları anlatmaya kimsenin dili varmıyordu ki savcı kurban olarak beni seçti. "Sanat Karay," dedi savcı sabır çekerken.

 

"Benimle gel!"

 

O odadaki herkesi en çok da Devrim'i geride bırakmıştım. Savcının önderliğinde bulunduğumuz sınıfın yanındaki bir başka boş sınıfa geçtik. Savcı sıraya geçmem için eliyle işaret verdikten sonra, "Ne saklıyorsan hemen şimdi anlatmaya başlasan iyi edersin," dedi.

 

Başımı hafifçe salladım ve "Siz buraya gelmeden önce tuvaletin aynasında bulduğum notla başladı tüm bu yaşananlar," diyerek başladım sözlerime.

 

"Ne notu?"

 

"Notu kimin koyduğunu bilmiyorum ama yazanlar tüm bunların olmasına sebep oldu."

 

"Notta tam olarak ne yazıyordu?"

 

"Saat 15.00 da Berna'nın sırrını tüm okulun öğreneceği yazıyordu."

 

Savcı kısa bir anlığına düşündü. Sonrasında, "Berna'nın ne gibi bir sırrı var ki seni ve Devrim'i kavganın tam ortasında buluyorum acaba?" diye sordu tükürürcesine. Asıl anlatması zor olan noktaya gelmiş bulunmaktaydık ve ben bunu karşımda yanardağ gibi patlamaya hazır bir Cumhuriyet savcısına nasıl açıklayacağım hiç bilmiyorum.

 

Derin ve sıkıntılı bir nefes çektim ciğerlerime ve, "Berna ile Tolga'nın birlikte olduğu görüntüler saat 15.00 da tüm okuldaki telefonlara sızdırıldı," dedim bir avazda.

 

Savcı yüzünü buruşturdu. Yüzündeki tiksinme ifadesini saklama çabasının içine girmeden, "Peki diğerlerinin bu olayla ilgisi ne?" diye sordu.

 

"Heves, Tolga'nın sevgilisi. Buğra ise Berna'nın abisi. Onlar bu olayın patlamasıyla birbirine girdi. Devrim ile bende olaya müdahale ederken siz geldiniz."

 

Savcı bir süre tek kelime etmedi. Bana güvenmiyordu. Bana inanmıyordu ve içten içe saklama gereksinimi dahi hissetmeden benden nefret ediyordu. Bunun şahsi bir sebebi olmadığının farkındaydım. Kaldırdığı her taşın altından benle beraber Devrim'in çıkıyor oluşu bizden nefret etmesine yetecek bir sebep gibi görünüyor.

 

Savcı, "Olayı anladım. Fakat bir şeyler eksik. Okulda bir şeyler oluyor ve öğrencilerden biri ihbarda bulunuyor. Üstüne bir de öğretmenlerin hepsi baygın halde. Kim yaptı bunu?" diye sordu kendi kendine.

 

Cevap vermedim. Aklımdaki isimleri kendime saklamayı tercih ettim. Çünkü kendisinin onlara eliyle koymuş gibi ulaşacağını biliyordum. Sırf bu yüzden sessiz kalmayı tercih etmiştim ki savcı, "Elindeki şey nerede?" diye sordu bu seferde.

 

"Kaybettim," dedim boş bakışlarla ona bakarken. İnanmayacağını bile bile böyle söyledim. Daha sonra beni diğerlerinin yanına götürmesine izin verdim. Polis beni diğer sınıfa bıraktı ve kapıyı kapattı.

 

Heves bir köşede kendi kendine sinirden tırnaklarını kemirirken Berna abisine bakmaya korkar halde farklı bir noktadaydı. Tolga ise ağzı yüzü darmadağın bir haldeydi. Onların yanından geçip Devrim'in yanına oturdum. "Savcı her şeyi biliyor," dedim daha ona soru sorma fırsatı bile vermeden.

 

"Peki ama şimdi ne olacak? Biri Işık'a zarar vermekle kalmadı. Hepimizle tek tek oynuyor. Üstelik bunu yaparken hepimiz en korkunç sırlarını da ifşa ediyor. Az önce yaşananlardan sonra eline ne geçmiş olabilir?"

 

"Amacını bilmiyorum ama bunun son bulmayacağı belli Devrim. Hepimizin karanlık yanını ortaya çıkarmadıkça pes etmeyecek."

 

"Senin karanlık bir yanın var mı?" diye sordu Devrim aniden. Ona baktım. İlgiyle bakması bir yana cevabını öğrenmek istediği sorunun bile tehlikeli olduğunun farkında değildi.

 

"Senin yok mu?" diye sordum sorusuna karşılık. Devrim gözlerime baktı. Mavi ve dipsiz bir okyanusu anımsatan gözlerimdeki karanlığı henüz göremiyordu Devrim. Umarım hiçbir zaman da görmezdi.

 

"Herkesin karanlık bir yanı vardır Sanat. Benim bile."

 

Devrim'in başını umutsuzca duvara yaslayışını izledim. Onun karanlığını bilmeyi istedim ve hemen sonrasında bu düşünceyi kafamdan def ettim. Bir süre boş sınıfta yan yana oturduk. Herkes bir köşede kendi halinde takılırken Devrim gözlerini kapatıp uykuya daldı. Devrim uyudu bense onu izledim.

 

Uyurken ne kadar da farklı gelmişti gözüme. Kirpikleri, sıkıca mühürlenmiş dudakları, sert ve uzun çenesi, çenesinin üzerindeki çizgi halindeki küçük gamzesi ve sonbahar tonlarındaki kahverengi dağınık saçlarıyla hemen yanı başımdaydı Devrim Dinçer Demiralp.

 

Her şeyi bir süreliğine kenara bırakmış öylece uyuyordu. Kıpırdandı. Başı kaydı ve ben o an omzumdaki ağırlığa karşı kılımı bile kıpırdatmadım. Devrim başı omzumda öylece uyurken birden başını dizlerime yasladı. Kıpırdayamadım bile. Değil hareket etmek bana düşünme şansı bile tanımamıştı Devrim.

 

Başı dizlerimdeydi. Belki de bunun farkında bile değildi ama ben bunun bilincindeydim. Kokusu burnuma doluyordu. İçimde garip bir his vardı. Ne olduğunu bilmiyordum ama elimi onun saçına götürme dürtümü bastırmakta zorlanıyordum. Tam elimi saçına götürüyordum ki avucumdaki küçük yaraya takıldı gözlerim.

 

Minicikti yaram. Gözle görülemeyecek kadar küçüktü ama oradaydı. Sırf yaram Devrim'in canını acıtır endişesiyle elimi koyamadım saçlarına. Elim boşlukta kaldı. Devrim tüm bunlardan habersiz uyurken yutkundum. Gözlerimi yumdum ve bekledim.

 

Onun uyanmasını, savcının artık gitmemiz gerektiğini söylemesini, Işık'ın bulunmasını, ona bunu yapanın kim olduğunu öğrenmeyi ve tüm bunların son bulmasını bekledim ama ne bunlar son buldu ne de Devrim uyandı. Öylece başı dizlerime yaslı bir halde uyumaya devam etti Devrim.

 

Bir süre sonra kapı aralandı. İçeri savcı girmedi. Polis de girmedi. İçeri iki yeni kişi girdi. Yalanlar resitalinin sıradaki talihlilerinin gözleri hepimizin üzerinde tek tek gezinirken şüphelerimde haklı olduğumu ve tüm herkesin en karanlık sırlarının ortaya çıkmadan tüm bunların son bulmayacağını anladım. Herkesin sırları gün yüzüne çıkacaktı. Benim bile!

Loading...
0%