Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1.Bölüm: Kuş ile Kelebek

@sevvnuraydn

Kuş ile Kelebek

 

Bir varmış bir yokmuş diye başlar masallar. Sonu ise her zaman mutlu, her zaman iyilerin kazandığı kötülerin cezalandırıldığı, gökten üç elmanın düştüğü bu masallardan oldukça uzak bir hikayeydi bu yaşananlar. Bu beyaz kuşun ve beyaz kelebeğin hikayesi...

 

İhtişam herkes için göreceli bir kavram olmasının yanı sıra birçok insanı ortak payda da buluşturacak kadar da nesnel bir kavramdır. Tıpkı beyaz kanatlarıyla yıldızları bile kıskandıracak kadar güzel beyaz kuşun ihtişamı gibi...

 

Fakat ihtişam sadece dış güzellikte değil kalpte gizlenen de bir doğum lekesidir. Her doğanın kalbinde bulunan sevginin gücüyle zamanla büyüyen veya küçülen bu küçük leke aslında kalp ritmimizin hızını belirler. Kalp çarptıkça, hızı gün be gün arttıkça taşıdığı sevginin boyutunun değiştiğini gösterir. Aşık oluruz mesela...

 

Aşk insanın kalbine bir kere uğradı mı içini uçuşan kelebeklerle doldurur. Dört bir yana uçuşan beyaz renkli kelebekler kalbini gıdıklar insanın. İşte o ilk kalp çarpıntısının ardından insanın kalbi sadece kan pompalamaz. Tüm ruha sevgiyi de pompalar. Sevgi yayıldıkça ihtişamın lekesi kalbi kucaklar. Tıpkı bizim beyaz kuşa da olduğu gibi...

 

Beyaz kanatlarıyla büyüleyici bir güzelliğe sahip olan beyaz kuş yüreğini çarptıran aşkın deryasına doğru yol almış. Kanatlarını gökyüzünde ahenkle çırparken başına geleceklerden habersizmiş. Sonuçta aşk kalpte kelebekler uçurmakla kalmaz gözlere de mil çekip kör edermiş.

 

_______

 

İnsan birini kendinden bile çok sevince anlarmış aşık olduğunu. Yüreği tek bir ismi sayıklayarak çarpmaya başladığında anlarmış. İçindeki kelebekler sevgiliyi görme arzusuyla kanatlanmaya başladığında anlarmış. Bende bunu aylar önce anlamıştım. Yüreğime söz geçiremediğim an da anlamıştım. Baktığım her yerde onu görmeye başladığım an da anlamıştım.

 

Daldığım hayal alemlerinden onu görme arzusuyla uyanmaya başladığım an da anlamıştım. Ona olan aşkımdan deliye döndüğümde anlamıştım. Onu özlemle beklediğimde kalbimin hasret ateşiyle küçücük kaldığını hissettiğim anda anlamıştım. Sahi aşk böyle bir şey miydi? Peki ya sevgiliyi özlemek?

 

Özlemek aşka kalbini vermek değil midir? Özlemek sevgiliyi arzulamak, onunla olmayı dilemek, kokusunu içine çekmek, içindeki yangını söndürmek değil midir? Benim için özlemek bunlardan çok daha fazlasıydı. Benim için özlemek tek bir isimdi. Bir çift mavi gözün bakışıydı. Adımı söyleyen naif bir sesti. Sarılmak isteyip de aramıza giren mesafelerle sarılamadığımdı. Onun adı Kartal. Gökte uçan kalbime adını yazdığım Kartal. Bana aşkı tattıran Kartal. Şimdi ise kavuşmama ramak kalan sevgili...

 

Benim adım Luna. En büyük hayalinin peşinden gidip sevgilisiyle arasında kıtalar kadar mesafe giren kızdım ben. Ay'a konan oradan hasretle Kartal'ına kavuşacağı anı bekleyendim. Günleri sayan, her geçen günü takvimden yırtıp atan sabırsız aşıktım ben. Ama şimdi özlemim son buluyor.

 

Aylar sonra ülkeme geri döndüm. Artık aramızda koca bir kıta yok. Uzak mesafeler yok. Sadece birkaç saat var ki bu bile bana artık fazla geliyordu. Kalbim bir an önce ona kavuşmanın hayaliyle yanıp tutuşuyordu.

 

"Aşkım," dedim telefona. İçimdeki heyecanı zar zor bastırdığımdan kıkırdamayı da ihmal etmedim. Bir yandan elimdeki bavulu havalimanının önündeki taksiye doğru sürüklüyor bir yandan da telefonun öbür ucundaki Kartal ile konuşuyordum.

 

"Sevgilim ne yapıyorsun?" diye sordu Kartal. Sesinin tınısı bile içimi eritmeye yetiyordu. Elimdeki bavulu taksiciye verip taksiye bindim. "İşe gidiyorum canım. Her zamanki gibi," diyerek ona yapmayı planladığım sürprizi bozmamaya özendim. Fakat taksicinin şoför koltuğuna yerleşirken sorduğu soru işimi epey bi zorlaştırmıştı.

 

Taksici, "Nereye abla?" diye sorduğunda boncuk boncuk terlemeye başlamıştım. Bu durumu Kartal da fark etmiş olacak ki, "Aşkım Türk bir taksiciye mi denk geldin?" diye sordu. Bunun üzerine taksiciye bir saniye beklemesini rica ettim.

 

"Evet canım. Benim şimdi kapatmam lazım. Yolu tarif edeceğim," dedim ve Kartal'dan onayımı alıp telefonumu kapattım. Boynuma astığım uzun askılı çantaya telefonumu atıp taksiciye yolu tarif etmeye başladım.

 

Planım Kartal'dan önce eve gidip ikimiz için romantik bir ortam hazırlamaktı. Beni görünce yüzünde belirecek şaşkın ifadeyi merakla bekliyordum. Bu hayalim istemsizce kıkırdamama neden olurken gözlerim bir anda trafikte yanı başımızda durmuş aracın içindeki adama kaydı.

 

Kısacık bir an griye çalan mavi gözlerle göz göze geldim. Adamın gözleri gözlerimde gezinirken donup kalmıştım. Sanki bir çekim beni onun gözlerine bakmaya zorluyordu. Sadece birkaç saniye sürmüştü bu durum.

 

Araba trafiğin açılmasıyla yanımızdan hızla uzaklaşırken arkasından bakakalmıştım. Gözlerimi kısıp arabanın gidişini izlerken içimde garip bir his belirmişti. Sanki küçük bir dejavu yaşıyormuşum gibi. Sanki o adamı hayatımın küçük bir anında görmüşüm gibi. Sanki önceki hayatımda o gözlere bakmışım gibi.

 

Yutkundum. Bakışlarımı güzergaha çevirdim. Taksicinin dönmemiz gereken sapağı kaçırdığını fark ettim. "Yanlış yoldayız," dedim panikle. Taksicinin aksi bakışları dikiz aynasından bana kayarken sıkıntılı bir nefes verip direksiyonu kırdı. Yaptığı ani U dönüşüyle birlikte ufak çaplı bir sarsıntı yaşasamda en azından artık doğru yoldaydık. Derin bir oh çekip bakışlarımı tekrar yola çevirdim.

 

O kadar uzun zaman olmuştu ki İstanbul'u görmeyeli. Bu kalabalık şehrin beni kendi elleriyle gönderdiği gün hala ilk gün ki gibi aklımdaydı. Yutkundum. Yaklaşık yarım saat kadar süren sessiz bir yolculuğun ardından taksici beni Kartal'ın evinin önüne getirmişti. Çantamdan cüzdanımı çıkarıp parayı ödedikten sonra taksiden indim.

 

Taksici bavulumu bagajdan indirip bana teslim etti. Ardından arabaya geri bindi. Araba yanımdan geçip giderken gözlerimi iki katlı eve diktim. Koyu gri ve siyahın ahengiyle harmanlanmış taşları duvarlarıyla oldukça gösterişli olan bu ev onun eviydi. Kartal'ın evi.

 

"Söz verdiğim gibi artık buradayım," diye mırıldandım. Çantamdan bana Londra'ya gittiğim zaman verdiği anahtarı çıkardım. Şıngırdayan anahtarları tutan ahşap kalpli anahtarlığın üzerinde isimlerimiz kazılıydı. Kartal ve Luna yazılıydı. Gözlerim anahtarlıkta takılı kalmışken aklıma bana verdiği gün gelmişti. Bana bu anahtarı verdiği gün Londra'ya uçmama sadece birkaç dakika kalmıştı. Havaalanındaydık.

 

Gözlerimden akan yaşlar yanaklarımdan süzülüyordu. Sesim titriyor onu ardımda bırakacak olmak canımı yakıyordu. "Senden ayrılmak istemiyorum," demiştim hıçkırıklarımın arasından. O ise bana bakıp gülümsemişti. Avucuma bu anahtarı sıkıştırıp, "Ne zaman hazır olursan evine dönebilirsin," demişti. Şimdi tam da o gün bana söylediği gibi evime geri dönmeye hazırdım.

 

Aylar sonra ona tekrar kavuşmaya hazırdım. Gözlerim anahtarlığımda gezinirken gülümsedim. Bavulumu peşimde sürükleyerek bahçe kapısından içeri girip kapıya doğru adımladım. Attığım her adımda kalbim daha da hızlı çarpıyordu. Heyecanımı bir türlü bastıramıyordum. "Sakin ol Luna," diyerek kendi kendimi telkinlerle yatıştırmaya çalıştım.

 

Tam o sırada titreyen parmaklarımla güç bela elimdeki anahtarı yuvasına soktum. Birkaç kez yavaşça çevirdim. Kilidin açılmasıyla anahtarı yuvasından çıkarıp kapıyı ardına kadar ittim.

 

Gözlerim eşikten içeriye kaydığında her şeyin aslında tam da bıraktığım gibi olduğunu fark etmiştim. Sanki gittiğim gün hayatımın tam ortasına devasa bir ayraç koymuşum gibi kaldığım yerden devam ediyordum hayatıma. Derin bir nefes alıp içeriye doğru büyük bir adım attım. Sonra bir adım daha ve kapıyı ardımdan kapattım. Elimdeki anahtarı girişteki anahtarlığa asıp salona doğru yavaşça ilerledim.

 

Gözlerim evin içindeki anıları görmek istercesine etrafta gezindi. Kartal'ın göğsüne yaslanmış birlikte film izlediğimiz koltukta, karşılıklı yemek yediğimiz masada, kitap okurken bile birbirimize komik şakalar yaptığımız okuma köşesinde gezindi gözlerim. Yüzümde bu tatlı anıların etkisiyle küçük bir tebessüm belirdi.

 

Boynuma astığım çantayı çıkarıp orta sehpaya koydum. Tüm bunları onunla bir kez daha yaşayacaktım. Ona en sevdiği yemeklerden yapacaktım. Birlikte aynı sofrada oturacaktık. Sonra film izleyecektik ve muhtemelen ben filmin ortasında onun kollarında uyuyakalacaktım. Kıkırdadım. Artık işe koyulmamın vakti gelmişti. Belime kadar uzanan uzun saçlarımı çantamdan çıkardığım lastik tokayla dağınık bir topuz olacak şekilde tepeden topladım. Daha sonra topuklularımın tıkırtısı eşliğinde mutfağa doğru ilerledim. Evin büyük bir bölümünde de olduğu gibi siyah renk mutfakta da hakimiyet kurmuştu. Tıpkı Kartal'ın sevdiği gibi...

 

Mutfak kapısındaki askıdan önlük alıp belime bağladım. Daha sonra yemek yapmak için işe koyuldum. Menüde Kartal'ın en sevdiği yemek olan biftek ve cheddar peynirli makarna vardı. Yüzümde kocaman bir gülümsemeyle birlikte malzemeleri tek tek tezgaha koydum. Daha sonra aşçılık hünerlerimi göstermeye başladım. Gözüm bir yandan yemeğin üzerindeyken diğer yandan duvardaki saate kayıyordu. Dakikalar su gibi geçiyordu.

 

Kartal'ın işten gelmesine sayılı dakikalar kalmıştı. Yemek hazırdı ama henüz sofra hazır değildi. Mutfak dolabından onunla en son yemek yediğimde kullandığım tabakları çıkardım. Siyah, kenarları gümüş rengi işlemelerle dolu kare tabaklara hazırladığım makarna ve biftek dilimlerini yerleştirdim. Daha sonra masaya dantel işlemeli örtülerden birini serip çatal bıçak takımlarını yerleştirdim.

 

"Az kalsın unutuyordum," dedim kendi kendime. Uzun cam dolaptan çıkardığım şamdanları da masanın ortasına yerleştirdim. İçeriden kadehleri de getirdiğimde sofra son derece romantik bir ambiyansa bürünmüştü. Her şey hazırdı. Benim dışımda her şey...

 

Koşturarak kapının önündeki bavulumu içeri aldım. Bavulumu yukarı çıkarıp odaya geçtim. İçinden en sevdiğim beyaz elbisemi çıkarıp üzerimi değiştirdim. Hafif bir makyaj ve su dalgası yaptığım omzuma dökülen saçlarım da görüntüme eklenince işte tamamım dedim içimden. Tabii son ve en önemli ayrıntı eksikti.

 

Bavulun bir köşesine tıkıştırdığım parfümümü çıkarıp tenimle buluşturdum. Çiçeksi koku sadece tenime değil tüm odaya yayılmıştı. Son halimi görebilmek için aynadan kendime baktım. Gümüş rengi taşlı topuklularım, beyaz volanlı elbisem ve belime kadar uzanan kıvrımlı saçlarımla son derece çekici görünüyordum.

 

"Çok güzel oldu," diye mırıldandım gülümsememle birlikte yanağımda beliren gamzeye bakarken. Birkaç saniye aynada kendimi incelemiş daha sonra topuklularımın tıkırtısı eşliğinde merdivenlerden inip gecemizin olmazsa olmazını sofraya koymaya karar vermiştim. Elim onlarca şarabın içinden kırmızının en koyusuna gitmişti. Kan kırmızı olanına...

 

"Bu olsun," dedim kendi kendime. Şarabı açıp tek tek kadehlere doldurdum. Daha sonra Kartal'ın gelmesine ne kadar kaldığını görebilmek için şöminenin üzerindeki saate baktım. Yaklaşık on dakika içinde burada olurdu. Heyecandan kalbim gümbür gümbür atmaya başladı. Sevgilimle kavuşmama sadece on dakika vardı. Sadece on dakika...

 

"Sakin ol Luna," dedim kendi kendime. Salonun ortasında sabırsızlıkla dolanmaya başlamıştım. Kendimi telkin etmeme rağmen kalbim laftan anlamıyordu. Göğüs kafesimi delip dışarı çıkmak ona doğru koşmak istiyordu sanki. Derin bir nefes aldım. Salonun ortasında kaç tur attığımı hatırlamıyordum bile. Ama gözüm attığım her turda saate kayıyordu. Dakikalar dakikaları kovalamıştı. Yaptığım yemek buz gibi olmuş Kartal bir türlü gelmemişti.

 

Sıkıntılı bir nefes verdim. Sabrım tükenmiş artık onu görme isteğiyle dolup taşıyordum. En sonunda dayanamadım. Orta sehpaya koyduğum çantamı ve anahtarlıktaki anahtarımı da alıp evden çıktım. Kapı ardımdan kapanmış içimdeki merak duygusu aklıma binlerce senaryonun gelmesine neden oluyordu. Gelmesi gereken saatin üzerinden bir saatten fazla zaman geçmişti. Peki ama Kartal şu an neredeydi?

 

Aklıma mesaiye kalmış olabileceği gelmişti. İş yerine gidip bir bakmam gerektiğini hissediyordum. Telefonumu çıkarıp duraktan taksi çağırdım. Yaklaşık on ila on beş dakika kadar kapının önünde taksi beklemiştim. Gelen taksiyle birlikte içimdeki sıkıntı daha da büyümüştü. Bir an önce Kartal'ı bulmak istiyordum. Aceleyle taksiciye Kartal'ın iş yerinin adresini verip sıkıntıdan dudaklarımı kemirmeye başlamıştım. Tabii doğal olarak sürdüğüm pembe tonlu ruj da silinmişti.

 

"Biraz acele edebilir miyiz?" dedim en sonunda dayanamayarak. Taksici başını olumlu anlamda sallamış beni olabilecek en kısa zamanda Kartal'a götürmeye çalışıyordu. Kalbim küt küt atıyor. Onun karşısında birden belirecek olmamın heyecanını bir türlü atamıyordum üzerimden. Gerginlikten saçlarımın uçlarındaki dalgaları dolayıp duruyordum parmağıma. Benim için mesafeler aşılmıyormuş gibi dakikalar da bir türlü geçmiyormuş gibi gelmişti ki en sonunda Kartal'ın iş yerinin önünde durabilmiştik.

 

"Beş dakika kadar bekleyebilir misiniz? Birini alıp geleceğim de," diye bir açıklamada bulunup taksicinin beni onaylamasıyla taksiden indim. Topuklularım kaldırım taşlarında gecenin sessizliğini delen tok bir sesin yankılanmasına neden oluyordu. Şirket binasının önüne doğru yavaş yavaş adımlarken sadece iki adım atabilmiş sonra onu görmüştüm. Kartal'ımı...

 

Kalbim küt küt atıyor nefes alıp verişlerim bile bambaşka bir boyuta ulaşmıştı. Onun öperek sevdiği gamzelerim onu görmüş olmanın mutluluğuyla belirginleşivermişti. "Kartal," diye fısıldadım. Koşarak onun kollarına atılmak istiyordum ki gördüğüm şey karşısında ondan oldukça uzakta olduğum yere çivilendim.

 

Şirket binasından çıkmış Kartal'ın yanına gelen sarışın bir kadın vardı. Kıvrımlı beli son derece çekici vücuduyla adeta dans eder gibi yürüyen bu kadın gülümseyerek Kartal'a doğru ilerlerken yüzümdeki gülümseme solmuş bu olanlara bir anlam vermeye çalışıyordum.

 

Kartal yanındaki kadının belini kavradı ve onu kendine çekti. Bu durumdan zevk alan kadın kıkırdarken beynimden aşağıya kaynar sular döküldüğünü hissediyordum. Tam o sırada kadının ince ve zarif parmakları Kartal'ın yüzünü kavramıştı. Yüzünde memnuniyet dolu bir gülümsemeyle birlikte dudaklarını Kartal'ın dudaklarına bastırdı. Kartal onu kendine daha çok çekip tutku dolu bir şekilde öpmeye başladı kadının dudaklarını. O an bu gördüklerimin bir hayalden ibaret olduğunu düşünmüştüm. Bu bana zihnimin oynadığı aptalca bir oyun olmalıydı.

 

"Hayır," diye mırıldandım kendi kendime. Gözlerimden akan yaşlar yanaklarımdan süzülürken bunun doğru olmadığına kendimi ikna etmeye çalışıyordum. Bu mümkün olamazdı. Kartal beni seviyordu. O bana aşıktı. Beni değil bir başkasıyla aldatmak ben varken başka bir kadına göz ucuyla bile bakmazdı.

 

"Bu bir hayal. Sakın inanma. Kartal seni aldatmaz," diye mırıldandım hıçkırıklarımın arasından. Ama ne bu gördüklerim bir hayaldi ne de benim o an yüreğimin parçalara ayrıldığını hissedişim. Her şey o kadar gerçek o kadar berraktı ki...

 

"Kartal," dedim çaresizce. Hıçkırıklarımı bastırabilmek için elimle ağzımı kapatmış onları izliyordum. Uzun süren öpüşmeleri nihayet son bulunca Kartal sarışın kadının belinden kavramış önlerine gelen her tarafı siyah camlarla kaplı uzun siyah bir araca binmişti.

 

O an içimde beliren öfkenin de etkisiyle beni bekleyen taksiye doğru yürümüştüm. Yeri dövercesine adımlarken tok adım seslerim yankılanıyordu sessizliğin ortasında. Kalbimin ortasındaysa ihanetin çığlığı yankılanıyordu. Sinirle taksiye bindim. "Öndeki aracı takip edelim," diyerek bir yandan da elimin tersiyle yanaklarımdaki ıslaklığı siliyordum. Taksici dediğimi yapıp öndeki aracı takip ederken hesap sorma isteğiyle yanıp tutuşuyordum.

 

İçimdeki öfke dinmek bilmiyor bir ateş gibi harlandıkça harlanıyordu. Hislerim desem onların varlığını hissedemiyordum. Hayal kırıklığıyla dolu kalbim atmayı bırakmıştı sanki. Batan cam kırıklıklarından korumaya çalışıyordu kendini. Sanki daha fazla yara almak istemiyormuş gibi...

 

"Hanımefendi siz iyi misiniz?" diye sordu taksici. Ağlamaktan şişmiş gözlerimi dikiz aynasından bana endişeyle bakan gözlere çevirdim. "İyiyim," diye mırıldandım. Ama aslında hiç iyi değildim. Canım hiç olmadığı kadar çok yanıyordu.

 

Akciğerlerimin gördüklerimin etkisiyle bir balon gibi söndüğünü artık oksijeni bünyesine alamadığını hissediyordum. Havasızlıktan boğulmak üzere olduğumu hissediyordum. İnce parmaklarım camı açmak için kenardaki tuşa basmaya başladı. Soğuk hava taksinin içini doldururken kalp krizi geçirdiğimi hissediyordum. Camı sonuna kadar açıp derin derin nefesler almaya çalıştım. Aldığım her nefes ciğerime birer iğne gibi batmaktan ötesine gidememişti. Soluksuz kalmıştım. Tam o sırada taksi ani bir frenle durmuş olduğum yerde savrulmuştum.

 

"Hanımefendi yolu araçlar kapatmış," dedi taksici. Bunun üzerine titreyen parmaklarımla cüzdanımdan çıkardığım daha ne kadar olduğunu bile bilmediğim bir miktar parayı taksicinin eline sıkıştırıp onun para üstünü vermesine bile fırsat vermeden taksiden indim. Bacaklarım beni araçların olduğu tarafa doğru götürürken her an beni yarı yolda bırakabilecekmiş gibi titriyordu.

 

Buz gibi hava bedenimi ürpertiyordu. Siyah bir yığın aracın olduğu yere doğru amaçsızca ilerledim. O an aklıma bunca aracın neden burada olduğu sorusu takıldı. Ama bunu düşünemeyecek kadar kötü durumda olduğumdan sadece o tarafa doğru ilerleyebilmiştim. Gücümün tükenme noktasında olduğunu hissetmeye başladım. Tam o sırada onlarca siyah aracın arasından birinin kapısı açılmış içinden Kartal ile az önceki sarışın kadın inmişti.

 

Onları böyle görmek içimdeki öfkenin gözlerimi kör etmesine yetmişti. Onlara doğru hınçla ilerlerken topuklularım kaldırım taşlarında küt küt ses çıkarıyordu. Sadece birkaç adım atmıştım ki biri eliyle ağzımı kapatmıştı. Korkuyu iliklerime kadar hissetmiştim. Çığlık atmaya çalışıyor beni alıp götürmeye çalışan kollardan kurtulmak için debeleniyordum. Ama nafile! Biri beni kaçırıyordu. Üstelik onlarca araçtaki insanlardan biri bile beni kurtarma gafletinde bulunmamıştı.

 

"İmdat!" diye bağırdım içimden. Çünkü ancak yüreğim haykırabildi korkuyu, acıyı ve dehşeti. Biri beni tutup karanlığa doğru sürüklemeye başladı. Bacaklarım havada çırpınıyordu beni karanlığa götürmemeleri için. Ama başaramadım. Bir dizi takım elbiseli adam beni başka bir adamın karşısına çıkardı. Bu da onlar gibi takım elbiseli ama tüm bu olanlarda yetkili olan kişiydi.

 

Korku dolu gözlerim adama yalvarırcasına bakarken beni tutan iki adamdan biri ağzımı açmış kolumu sıkıca kavrayıp kaçmama engel oluyordu. "Benden ne istiyorsunuz?" diye sordum en sonunda. Sesim tir tir titriyor her an yaşadığım korkudan yere yığılabileceğimi hissediyordum. Karşımdaki adam bana adım adım yaklaşmaya başladı. Yüzündeki sinsi gülümseme daha çok korkmama neden olurken bir adım ötemde durmuştu.

 

"Asıl bu soruyu benim sana sormam gerek. Sen bizden ne istiyorsun ve ayrıca yerimizi nasıl buldun?"

 

Gözlerim tüm bu olanları anlamadığımı belli edercesine adamın yüzünde gezindi. Simsiyah gözleri yılan gibi keskin bakışlı bu adama bakmak bile içimi ürpertmeye yetiyordu. Tam o sırada takım elbiseli adamlardan biri cebinde titreyen telefonu karşımda zevkle sırıtan adama uzattı.

 

"Ege Bey arıyor efendim," dediğinde karşımdaki adamın itici gülümsemesi silinmiş yerini düşünceli bir ifadeye bırakmıştı.

 

"Ege Bey mi?" dedi bir anda. Sesi andığı isimle titrerken az önceki kibirli halinden eser dahi yoktu. Tereddütle kendisine uzatılan telefonu eline alıp aramayı cevaplandırdı. Daha sonra Ege Bey denilen adamın sesini daha iyi duyabilmek için aramayı hoparlöre aldı.

 

"Olcay," dedi telefondaki ses. Bunun üzerine adının Olcay olduğunu öğrendiğim yılan bakışlı adam yavaşça boğazını temizledi. "Efendim Ege Bey," dedi ve gerginlikten nefes alamıyormuşçasına kravatını diğer eliyle gevşetmeye çalıştı.

 

"Olcay şu an kapının önündeyim," dedi ve yutkundu Ege Bey denilen adam. Bunun üzerine Olcay sıkıntılı bir nefes verip gergin bakışlarını adamlarının üzerine dikti.

 

"Sizi karşılaması için birilerini yolluyorum hemen Ege Bey."

 

Sesi gergin, keskin bakışları ise adamlara gitmeleri için küçük bir işaret yapmasıyla tekrar bana çevrilmişti. Onun gözleri beni baştan aşağıya süzerken yutkundum. Korkudan ölmek üzere olduğumu hissediyordum. "Olcay," dedi tekrar telefondaki ses.

 

"Sen beni aptal falan mı sandın?"

 

Bu soruyla yılan bakışlı Olcay'ın rengi bir anda kireç gibi bembeyaz olmuştu.

 

"Olcay adamların esir aldığı kızı iki dakika içinde serbest bırakmazsa bu gece bir anlaşma olmayacağından emin olabilirsin. Anlaşma olmazsa bunun hesabını kime vereceğini ve kaybedeceğin milyonları iyi düşün derim."

 

Hiç tanımadığım bir adam beni koruyordu. Ege Bey beni koruyordu. Peki ama neden beni koruyordu?

 

"Ama Ege Bey," dedi Olcay titreyen sesiyle. İtiraz etmesine kalmadan Ege Bey'in sesi tekrar duyuldu. "Olcay lafımın üstüne söz söylenmesini sevmediğim gibi bir lafı ikinci kez tekrar etmekten de hiç hoşlanmam. Dediğim gibi ya kızı adamların sağ salim evine bırakır ya da bu gece hayalini kurduğun milyonlar değerindeki anlaşmaya veda edebilirsin. Seçim senin," dediğinde Olcay elindeki telefonu her an sinirlenip duvara fırlatabilirdi. Ama bunu yapmadı. Daha doğrusu yapamadı. Onun Ege denilen adamdan ölümüne korktuğunu gözlerinden anlayabiliyordum.

 

Sıkıntılı bir nefes verdi Olcay. "Emredersiniz Ege Bey. Adamlarım kızı sağ salim evine bırakacak. Bundan emin olabilirsiniz," dediğinde içime su serpilmişti. Daha önce hiç bu kadar korktuğumu hatırlamıyordum. Bu gece ölebilirdim. Kartal'ın peşinden gitmek benim ölüm nedenim olabilirdi. Ama Ege buna mani oldu. Beni kurtardı. Hiç tanımadığım bir adam beni kurtardı.

 

Yutkundum. Rahatladığımı hissetmiştim. Beni tutan kollar gevşemiş Olcay denilen adamın keskin bakışları gözlerime kenetlenmişti. "Kızı eve götürün. Onun kılına bile zarar gelirse hepinizi kendi ellerimle öldürürüm," diye adeta yılan gibi tısladı. Adamları büyük bir ciddiyetle başlarını sallamakla yetinmişti.

 

Beni tutan kollar bu sefer kırılgan bir bibloymuşum gibi kolumu özenle kavradı. Daha sonra Olcay'a küçük bir baş selamı verip beni dışarı çıkardılar. Simsiyah arabaların hepsi nizami bir şekilde park edilmişti. Tek bir tanesi dışında...

 

Ege Bey denilen adamın onun içinde olduğundan en ufak bir şüphem dahi yoktu. Ona minnettardım. Eğer o olmasaydı şu an Boğaz'ın serin sularında olabilirdim. Belki de daha kötüsü...

 

Bu ihtimali düşünmek dahi istemiyordum. Sırf bu yüzden gözlerimi ortada duran araca diktim. İçinden beni izlediğini biliyordum. "Teşekkür ederim," diye mırıldandım. Her ne kadar beni duymayacağını bilsemde beni görüyor olduğunu biliyordum. Adamlar beni bir başka araca bindirirken bile ayırmadım gözlerimi onun aracından.

 

Ege beni kurtaran adamın adıydı. Hiç tanımadığım ve belki de hiç tanıyamayacak olduğum adamdı. Kartal'ın peşinden ölüme gittiğimden habersizken beni ölümün eşiğinden söküp alan adamdı.

 

Onun adı Ege. Hiç tanımadığı bir kız için gücünü ve itibarını hiçe sayan Ege. Hiç tanımadığı bir kız için fedakarlık yapan Ege. O hiç tanımadığı bir kızın canını borçlu olduğu belki de borcunu ilelebet ödeyemeyecek o kızın yanına duran son kişiydi. Onun adı Ege.

Loading...
0%