Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3.Bölüm: Kaybettiklerim

@sevvnuraydn

Beyaz kuş bir şeyin doğruluğundan kesinlikle eminmiş. O da karanlığın sonunu aydınlatan bir ışığın her zaman var olduğuymuş. Karanlığını aydınlatan beyaz kanatlar ona çıkış yolunu gösterdiğinde bunu daha da iyi anlamış. Işık yoldaşı beyaz kanatlar koruyucusu olmuş. Onu zalimlerin elinde esir olduğu karanlıktan alıp özgürlüğüne kavuşturmuş. Bir çift gri renkli yağmur bulutunun ortasına bırakmış kuşu beyaz kanatların sahibi. Ona, "Uç," demiş. "Kaç bu zalim dünyadan."

 

Kuş gidememiş. "Kalbimi söküp çıkaran aşka sormam gerek tüm bu olanları," demiş. Beyaz kanatlar havalanmış. Esen ilk rüzgara bırakmış kendini. Süzülerek uzaklaşmış beyaz kuşun yanından. Kuş beyaz kanatların gidişini izlemiş. Ya haklıysa ya kaçmam gerekiyorsa diye düşünmüş. Ama içindeki acı onu kartala doğru uçması gerektiğini söylemiş. Kuş yavaşça havalanmış. Kanatları bulutlara kadar uzanmış. Çırpmış kanatlarını esen rüzgara doğru. O kanat çırptıkça kana bulanmış tüyleri yeryüzüne saçılmaya başlamış. Ama yine de pes etmemiş beyaz kuş.

 

Rüzgarın onu etkilemesine acılarının onu durdurmasına izin vermemiş. Kanatlarındaki ala boyanmış tüylerini kaybetmek pahasına konmuş kara kartalın yuvasına. Bir zamanlar birlikte yaptıkları yuva artık ona o kadar yabancı o kadar soğuk gelmiş ki...

 

İşte o an anlamış kuş artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını. Verilmesi gereken hesapların açılması gereken eski defterlerin olduğunu bilerek beklemiş kara kartalın yuvaya dönmesini. Bir süre sonra kartal yuvaya konmuş. Kuş ona gözyaşlarıyla bakmış. Ama kartal ne gözyaşlarını görmüş ne de kanayan yüreğini. Öylece kuşun gözleri önünde acı çekişini seyretmiş.

 

Beyaz kuş yüreğini delip geçen ihanetin hesabını sormuş. Ona bu acıyı yaşatmaya nasıl yüreğinin el verdiğini sormuş. İşte o an kartal pençelerini kuşun göğsüne geçirmiş. Kalbini pençelerinin arasına almış. Kuş acıyla bağırmış. Ama kartal durmamış. Tüm yaşananların suçlusunun o olduğunu söylemiş. Tırnakları kuşun kalbine batmış. Kuş gözyaşları içinde yuvadan uçup gitmek istemiş. Ama yapamamış.

 

Kartalın onda açtığı yaranın acısıyla kendinden geçmiş beyaz kuş. Karşı koyamamış. Gözlerini yavaşça kapatmış. Kartal onu alıp sonu bilinmezliklerle dolu bir yolculuğa çıkmış. Devasa kanatlarını çırptıkça gökyüzü kanatları gibi siyaha boyanmış. Bulutlar yağmur yerine ihanetle dolup kararmış. Kartal en sonunda bırakmış beyaz kuşu boşluğa doğru. Kuş savrulmuş. Metrelerce yüksekten çakılmış bir uçurumun dibine.

 

Kuş acıyla kıvranmış. Ne uçabilirmiş göğe doğru ne de kaçabilirmiş bu acıdan. Öylece beklemiş kurtarılmayı. Ona doğru uzanacak bir yardım eli beklemiş beyaz kuş. Tam ümitlerinin tükendiği yerde bir ışık görmüş. Bembeyaz ışık ona doğru yaklaşmış. Kuş gülümsemiş. "Beni kurtarmaya mı geldin?" diye sormuş. Beyaz kelebek gülümsemiş. "Hayır," demiş.

 

"Ben seni sadece kurtarmaya gelmedim. Ben senin olmaya geldim."

 

_______

 

Masmavi bir dünyanın tavanına çakılmış gri bulutlar gibiyiz. Ne içimizdeki yağmuru salabiliyoruz ne de kaçabiliyoruz. Öylece duruyoruz gökyüzünde... Bazen de yemyeşil yapraklı ağaçlar oluveriyoruz. Köklerimiz yeryüzüyle bütünleşmiş dallarımız kuşlara dokunma isteğiyle göğe uzanıyor. Ama ne dokunabiliyoruz kuşlara ne de kaçabiliyoruz. Öylece duruyoruz yeryüzünde...

 

Ne yaparsak yapalım ne yaşadıklarımızdan kaçabiliyoruz ne de kendi benliğimizden. Bende kaçamamıştım. Bir başka bedende sıkışıp kaldığımı hissediyordum. Tüm bu yaşananlardan kaçmak istiyordum. Hapsolduğum bedenin beni azat etmesini istiyordum. Ama bunun için elimden hiçbir şey gelmiyordu. Öylece boşluğa bakıyordum sadece. Derin bir iç çektim.

 

Tam o sırada, "Lu," dedi profesör. Onun sesiyle sıkıştığım acı dolu düşüncelerin arasından sıyrılmıştım. Dalgın bakan gözlerimi onun griye çalan maviliklerine diktim. İnce bir çizgi halindeki dudakları gözlerine baktığım anda yavaşça yukarıya doğru kıvrıldı. Ağır adımlarla yanıma gelip baş ucumdaki sandalyeye oturdu.

 

"Doktorla konuştum. Yarın sabah seni taburcu edebileceğimizi söyledi. Artık benimle birlikte yeni yuvana geleceksin," dedi profesör içtenlikle gülümseyerek. Doktorla konuşmaya gitmeden önce üzerime örttüğü ince battaniyeye sıkıca sarıldım. Halsiz olduğumdan öylece yattığım yerden gözlerine bakmakla yetindim.

 

"Teşekkür ederim," diye mırıldandığımda gözlerimi açık tutmakta zorlanıyordum. Bu durumu o da fark etmiş olacak ki bedenimin açıkta kalan yerlerini battaniyeyle kapattı. Daha sonra tıklatılan kapıyla ikimiz de gözlerimizi kapıya diktik.

 

Kapı yavaşça aralandı. İçeriye esmer kıvırcık saçlı bir adam girdi. Profesör onu görünce gülümsedi. "Her şey hazır mı?" diye sordu. Tam olarak neyden bahsettiğini anlayabilmiş değildim. Bitkin bakan gözlerim ikisi arasında gidip geliyordu.

 

"Hazır. Lu Hanımı eve götürdükten sonra her şey tam da istediğin gibi ayarlandı," dedi esmer adam. Profesörün dudakları keyifle yukarıya doğru kıvrıldı. "Çok güzel. Şimdi senden bir ricam olacak Kerim," dedi profesör.

 

Adının Kerim olduğunu öğrendiğim adam meraklı gözlerle profesöre baktı. O an profesörün donup kaldığı griye çalan gözlerini endişeyle bana çevirdiği zamandı. "Mahşer sana emanet. Hiçbir şeyin aksamadığından emin ol. Yokluğumu hissetmelerine izin verme," dedi sadece. Kerim anlayışla başını sallayıp giderken açık tutmakta son derece zorlandığım gözlerimi griye çalan gözlere diktim.

 

"Mahşer de ne?"

 

İşte bu soru onun yutkunmasına neden olan öznesi ise aslında bir türlü söylemek istemediği bir sözcüktü. Profesör durgunlaşmış beni endişelendirdiğini hissettiğinde ise gülümsemeye zorlamıştı kendini. Ama bu gülümseme bana ilk baktığındaki gibi sahici değildi. Bu gülümsemenin ardında aslında acı ve daha çok da karanlık bir hikaye yatıyordu.

 

"Dinlenmen gerek. Bunu sana yarın eve geçtiğimiz zaman anlatacağım," diye mırıldandı. Beni geçiştirmek için mi böyle söylemişti yoksa gerçekten bunu anlatacak mıydı emin değildim. "Gerçekten anlatacak mısın?" diye sordum tereddütle. Bunun üzerine gülümsedi.

 

"Sana sadece şunu söyleyebilirim. Ben her ne konuda olursa olsun yalan söylemem. Şimdi gönül rahatlığıyla uyuyabilirsin. Yarın uzun bir gün olacak Lu."

 

Sözleri sanki onu çok uzun zamandır tanıyormuşum gibi güven vermişti. Ses tonu içimi rahatlatmış battaniyeme sıkıca sarılmama yetmişti. Gözlerimi yavaşça kapattım. Gri renkli bulutlar kayboldu birden. Her yer siyaha boyandı. Siyah onun rengiydi. Ama ben artık ondan korkmuyordum. İçimde korkunun kırıntısı dahi yoktu. Çünkü benim kaybedecek hiçbir şeyim yoktu. Ama onun kaybedecek çok şeyi vardı. Bende onun bu sahip olduklarını kaybedişini izleyecektim. Tıpkı beni ölümün kollarına bıraktığında izlediği gibi...

 

*******

 

(Ertesi gün)

 

"Lu için istediğim kıyafetler nerede?" diye sordu profesör. Onun sesiyle gözlerimi yavaşça araladım. Gözleri bir anda beni bulurken Kerim odaya giren bir başka adamın elindeki poşeti alıp profesöre uzattı. Profesör ise poşeti Kerim'in elinden almış ama gözleri bir an bile benimkilerden ayrılmamıştı.

 

"Kerim siz eve geçin. Her şeyin eksiksiz olduğundan emin olun. Biz sonra arkadan geliriz," dedi profesör benim yanıma gelip sandalyeye oturduğu sırada.

 

Gözlerim onun gözlerine kaymış yattığım yerden dikkatlice doğrulmuştum. Dağılan uzun saçlarımı geriye doğru atıp düzelttim. Profesör ise elindeki poşeti bana doğru uzattı. "Bu senin için. Şimdi ben odadan çıkıyorum. Sende giyin," dedi ve elinden aldığım poşete baktı bir süre. Daha sonra yavaşça oturduğu sandalyeden kalktı. Ağır adımlarla kapıya doğru ilerledi. Kapının eşiğinden son kez bana bakıp kapıyı yavaşça ardından kapattı.

 

Odada tek başıma kalmıştım. İçime devasa bir ağırlığın çöktüğümü hissettim. Elimdeki poşeti sıktığımın farkında bile değildim ki parmaklarım kasılmaya başladı. Gözlerim siyah renkli karton poşetin üzerindeki parmaklarıma kaymış poşeti sıkmayı bırakıp elimi poşetin içine daldırmıştım.

 

Poşetin içindekini tutup yavaşça havaya kaldırdım. Beyazın üzerinde rengarenk çiçek desenlerinin olduğu elbise oldukça zarifti. Omuzlarında elbiseyi şirin gösteren fırfırları vardı. Elbiseyi bir süre inceleyip kenara koydum. Hala ağır olan poşetin içinden bu sefer beyaz topuklu ayakkabıları çıkardım. Onları da komodinin üzerine bıraktım.

 

Tam o sırada poşeti de kenara koymaya niyet etmiştim ki dibinde küçük bir zarf olduğunu fark ettim. Minik bir not bırakmıştı profesör bana. İnce parmaklarım kırmızı küçük zarfı kavradı. Yavaşça araladım zarfı. İçinde küçük bir kağıt vardı. Kağıdı çıkarıp bana bırakılan notu okudum.

 

"Her karanlığın içinde mutlaka beyaz bir ışık vardır. Sen göremesende aslında o hep oradadır. Sadece karanlığa baskın geleceği anı bekler ışık. Birinin ona güç vermesini yanında olmasını bekler. Tıpkı senin gibi Lu..."

 

Gözlerim notta takılı kalmıştı. Profesör için aslında hiçbir şey tesadüf değildi. Tıpkı siyah bir poşetin içine beyaz bir elbise koyması gibi...

 

O elbisenin anlamı bir ışık olarak bu karanlıktan birlikte çıkacağımızdı. Bana yanımda olduğunu böyle küçük ama özel bir detayla hissettirmeyi tercih etmişti. Yüzümde geçen onca zamanın ardından ilk kez içten bir gülümseme belirdi. Bacaklarımı yavaşça yataktan sarkıttım. Ayaklarım yere değdi onca zaman sonra. Düşeceğimi hissediyordum. Sanki bacaklarımı kaybetmişim gibi hissediyordum. Ama bu hissettiklerim gerçek değildi. Derin bir nefes aldım. Üzerimdeki pijamaları çıkarıp siyah poşetin içine koydum. Daha sonra benim için özel olarak seçilen beyaz elbiseyi geçirdim üzerime. Ayağıma da topuklularımı geçirip notumu ve kırmızı zarfımı aldım.

 

Notumu zarfımın içine geri yerleştirdikten sonra kaybetmemek için avucumun arasına sakladım. Topuklularımın zeminde çıkardığı tok ses eşliğinde odamın kapısına yöneldim. Parmaklarım kapı kolunu kavradı. Yutkundum.

 

Bu kapı bir kez açılacak sonra bir daha da geri dönmemek üzere kapanacaktı. "Yapabilirsin Luna," dedim kendi kendime. Yavaşça kapının kolunu indirip kapıyı araladım. Tam karşımda onu gördüm. Gri bulutları...

 

"Lu," dedi sadece. Gözleri beni baştan aşağıya süzerken yüzünde gururlu olduğunu belli eden küçük bir tebessüm belirdi. Yavaşça elini bana doğru uzattı. Gözlerim onun gözleriyle bana uzattığı eli arasında gidip geliyordu. Bunu yapmalı mıydım bilmiyordum. Ama bildiğim bir şey vardı ki o da ona güvenmeyi deli gibi istiyordum. Birinin kanatları altına sığınmayı istiyordum. Güvende olduğumu hissetmek istiyordum. En önemlisi birinin gerçekten beni önemsediğine yürekten inanmak istiyordum.

 

Parmaklarımı onun avucuna indirdim. Elimi sanki kırılgan bir nesneyi tutuyormuşçasına nazikçe kavradı parmakları. Parmaklarım onun parmaklarına kenetlenmiş ona hiç olmadığı kadar yakındım. Oldukça uzun olan boyundan dolayı gözlerine bakabilmek için başımı kaldırdım. Ona bakmak gökyüzüne bakmak gibi hissettirmişti. Özgür olduğumu ve hatta bir kuş olup bu hastaneden uçacağımı hissettirmişti.

 

"Gidelim," diyerek iç çekti profesör. Bunun üzerine başımı hafifçe salladım. Birlikte hastanenin insanın içini üşüten koridorlarını adımlamaya başladık. Onun gözleri benim üzerimdeydi. Benim gözlerim ise boşluğa dalmıştı. Belki de boşluğa dalmaktan da öte boşluğa dönüşmüştü gözlerimdeki ifade.

 

"Lu," dedi profesör. Gözlerimi onun bana seslenmesiyle gözlerine diktim. "Çok güzel olmuşsun," dedi gülümseyerek. Onun bu ani iltifatı yüzümün kızarmasına neden olmuştu. Hafifçe gülümsedim.

 

"Asıl beni güzelleştiren yanımdaki ışık."

 

Bu sözlerim onun gözlerinin ışıldamasına yetmişti. Birlikte hastanenin kapısından çıktık. İkimizde sanki özgürlüğü elinden alınmış olup gökyüzüne hasret kalmışız gibi bakışlarımızı göğe diktik. Gökyüzünde uçuşan onlarca kuşa baktım bir süre. Temiz havayı ciğerlerime çektim. Daha sonra birlikte kapının önündeki kırmızı üstü açık eski model bir arabaya bindik. Profesör şoför koltuğuna geçmiş bende onun yanındaki yerimi almıştım. O arabayı çalıştırırken gözlerim onun üzerindeydi.

 

"Ege," dedim birden. Bu isimle birlikte duraksamıştı. İkimizde kemerimizi takarken bakışları sonunda beni buldu.

 

"Kartalın peşinden gittiğim o gece beni kurtaranın sen olduğunu biliyorum. Adının Ege olduğunuda..."

 

Yutkundu. Gözleri gözlerimde gezinirken "Neden sana isminle değil de profesör diye hitap etmemi istiyorsun?" diye sordum dayanamayarak. Dudakları ince bir çizgi halini aldı. Bakışlarını benden kaçırıp uzaklara dikti. "Çünkü," diye mırıldandı. Ondaki bu durgunluk beni endişelendirmeye yetmişti.

 

"Çünkü senin Ege denizinde boğulmanı istemiyorum Lu. Benim denizimin seni boğmasını senin bir daha böyle bir acıyla yüzleşmeni istemiyorum. Bu yüzden bana sadece profesör de lütfen. Ben senin hayat öğretmenim olmak istiyorum ve olacağım da. Ama senin için hiçbir zaman Ege olamam."

 

Bu söyledikleriyle birlikte gözleri benimkileri buldu. Gözlerindeki gri bulutlar yağmurla dolmuştu sanki. İçinde derin bir keder ve acı vardı. Bu yüzden sadece gülümsedim. "Bana hayatı öğret," dedim.

 

Profesörün gözlerindeki keder bulutları dağılmıştı. Anahtarı kontağa sokup çevirdi. Arabanın gürültülü homurtusunun duyulmasıyla yola koyulduk. Artık her şeyi ardımızda bırakmamızın vakti geldi. Şimdi birlikte yeni bir yola giriyoruz. Sadece ben ve o... Lu ile profesör...

 

*******

 

Birkaç saat süren uzun bir yolculuğun ardından profesör ile birlikte kıvrımlı desenlerin olduğu devasa bir kapının önünde durmuştuk. Kapı yavaşça açılmış karşımıza devasa büyüklükte bir malikane çıkmıştı. Gözlerim malikaneye takılı kalmışken arabayla bahçeden içeri girip ortadaki fıskiyenin yanına arabayı park etmiştik. Daha sonra birlikte arabadan indik.

 

"Yeni evine hoş geldin Lu," dedi profesör. Gözlerimi evden alamıyordum. Hayatım boyunca bu kadar ihtişamlı bir ev daha görmemiştim. Üstelik burada yaşayacak olmak bile bana inanılmaz geliyordu. Profesör yanıma yaklaştı. Tam o sırada içeriden bizim geldiğimizi haber alan Kerim yanımıza geldi.

 

Profesör onu görünce gülümsedi. Ona babacan bir tavırla sarılıp sırtını sıvazladı. Daha sonra bana döndüler. "Lu bu benim can dostum Kerim. Ona her zaman güvenebilirsin," diyerek arkadaşını takdim etti profesör. Bunun üzerine Kerim utangaç bir tavırla tanışmak için elini uzatmıştı. Bende mahçup bir tavırla elini tutup sıktım. "Memnun oldum," diye mırıldandım. Daha sonra hep birlikte açık kapıdan içeriye girdik.

 

İçeride bizi onlarca insan karşılamıştı. Bir sürü takım elbiseli adamın yanı sıra evde koşturan onlarca hizmetli kadın vardı. İçlerinden en büyüğü bizi kapıda karşılamıştı. "Hoş geldiniz Ege Bey," diyerek nazikçe gülümsedi tonton tatlı bir kadın. Bunun üzerine profesör ona karşı beni işaret etti.

 

"Handan Hanım bundan sonra Lu bu evin sahibesidir. Ona gözün gibi bakacağından hiç kuşkum yok," dediğinde gözlerimi ona çevirmiştim. Şaşkın bakışlarım onu gülümsetirken Handan Hanım, "Kerim Bey haber vermişti. Odanız hazır efendim," dedi gülümseyerek. Bunun üzerine merdivenlere yönelen Handan Hanımın peşine takıldım. Birlikte evin bir üst katına çıktık. Üç katlı bu evde o kadar çok oda vardı ki kaybolma ihtimalime karşılık önünde durduğumuz odanın kapısına çiçekli bir kapı süsü bile asılmıştı.

 

"Burasını Ege Bey sizin için özel olarak hazırlattı. Umarım beğenirsiniz. Eğer herhangi bir eksiğiniz olursa bana söylemekten çekinmeyin," dedi Handan Hanım içtenlikle. Onun bu düşünceli tavrına karşılık gülümsedim.

 

"Teşekkür ederim Handan Hanım," dedim ve odamın kapısını yavaşça araladım. Tam o sırada Handan Hanım beni durdurdu. "Luna Hanım size akşam yemeğinde ne yapmamızı istersiniz?" dediğinde bir anlığına duraksadım. "Ege Bey ne seviyorsa onu yaparsınız. Benim canım bir şey istemiyor," dedim ve Handan Hanımın işine geri dönmesiyle odaya girip kapıyı ardımdan kapattım.

 

Gözlerimi odaya çevirdiğimde beyaz rengin hakim olduğu odanın en az Kartal'ın evinin salonu kadar büyük olduğunu fark ettim. Beyaz cibinlikli ve dantel işlemeli fırfırlı yatak örtüsüyle örtülmüş yatağa baktım. Hemen önündeki uzun pufa, camın kenarındaki gümüşi işlemeli kitap okuma köşesine, odanın bir başka köşesine konulmuş üzeri bir dizi takı ve makyaj ürünleriyle dolu son derece gösterişli makyaj masasına baktım.

 

Tam o sırada gözlerim dolaba kaydı. Kendime engel olamayarak dolabın yanına gittim. Kapağını aralayıp içine baktım. Giyemeyeceğim kadar çok elbise ve ayakkabı teker teker raflara sıralanmıştı. Kapağı yavaşça kapatıp bu seferde yatağımın hemen yanındaki kapıya yöneldim. Açık kapıdan içeriye baktığımda kocaman bir ebeveyn banyosuyla karşılaştım.

 

Profesör benim için gerekli olabilecek her şeyi düşünmüştü. Rahat etmem için elinden geleni yapıyordu ve bu durum kendimi değerli hissettirmişti. Yavaşça yatağıma oturdum. Tam o sırada yatağımın üzerinde başka küçük bir zarf olduğunu fark ettim. Bu seferki gri renkliydi. Zarfı elime alıp içindeki not kağıdını çıkardım.

 

"Muhtemelen bu seferki zarfın rengi neden gri diye soruyorsun kendi kendine. Neden ilk zarf kırmızıyken bu seferki gri diye düşünüyorsun. İlk zarf kırmızıydı. Çünkü ben seni ilk gördüğümde hakim olduğun renk buydu. Şimdi ise bir yağmur bulutusun benim gözümde. İçi acıyla dolu, kederi yüreğinde saklayan bir yağmur bulutusun. Yüreğini boşaltmaya acılarını kayıp ruhlar göğüne doğru haykırmaya ihtiyacın var. Bu odada senin tekrar beyaz bir bulut olmanı istediğim için beyaz. Beyaz bir kuş olup özgürlüğe uçmanı istediğim için beyaz. Gece karanlık çöktüğü zaman seni beyaz bir kuş olarak görmek istediğim için beyaz Lu. Seninle kayıp ruhlar göğüne uçmak için..."

 

Notu okuduktan sonra yaşlar yanaklarımdan istemsizce süzülmeye başlamıştı. Dudaklarımdan çıkan hıçkırık tüm bunların zihnimin bana oynadığı küçük bir oyun olmasından ne kadar çok korktuğumu gösteriyordu. O uçurumdan çakıldığımdan beri acaba hala orada mıyım diye düşünüyordum. Bedenim hala o uçurumun dibinde ruhumda bambaşka bir alemdeymiş gibi hissediyordum. Üstelik profesör bana gerçek olamayacak kadar iyi geliyordu. Sanki o bir melekti ve ben düştüğüm yerde can vermişim gibi hissediyordum. Sanki ölmüşümde melek beni cennete götürmeden önce gerçek dünyanın aslında nasıl bir yer olduğunu gösteriyordu. Aslında nasıl bir dünyadan ayrıldığımı göstermeye çalışıyordu.

 

Gerçek sandıklarımın koca bir sanrı olduğunu hayal sandıklarımın ise hakikat olduğunu göstermeye çalışıyordu. Yutkundum. Kırmızı zarfımı ve yeni gri zarfımı komodinimin çekmecesine koydum. Daha sonra rahatlayıp gevşeyebilmek için sıcak bir duşa ihtiyacım olduğu kanısına vardım.

 

Dolabımdan birkaç parça kıyafet ayarlayıp yatağın üzerine bıraktım. Ardından banyoya geçip kapıyı ardımdan kilitledim. Gözlerim ilk başta aynadaki yansımamı buldu. Benim olan gözler sanki bambaşka bir kadına bakıyordu. Uzun dalgalı saçlarım omzumdan belime kadar uzanıyordu. Beni ben yapan yanağımdaki derin gamzeden başka eski yüzümden eser kalmamıştı. Saçlarım dışında...

 

Uzun saçlarımı artık istemiyordum. Artık buna bile tahammülüm yoktu. Titreyen parmaklarım banyodaki çekmeceleri karıştırmaya başladı. Bir yerlerde makas olmalıydı. Ama nerede? Birkaç çekmeceyi açıp kapattığımda bir tanesinde demir bir makas olduğunu fark ettim. Makası elime alıp tekrar aynanın karşısına geçtim. Gözlerim aynadan yansıyan uzun saçlarımda gezindi. Yanaklarımdan dudaklarıma birkaç damla yaş aktı.

 

Bir zamanlar Kartal'ın okşadığı bu saçları artık görmek istemiyordum. Makası saçlarımın omuzlarımı biraz geçtiği noktaya vurdum tek seferde. Tutam tutam saçlar yerlere dökülürken artık ağlamadığımı fark ettim. Saçlarım kısalıyor sadece omzumu iki parmak geçecek şekilde olana kadar makasla kırpmaya devam ediyordum. Makasla işim bitince makası lavabonun kenarına koyup aynadaki yeni görüntüme baktım. Artık ne gözyaşı vardı ne de başka bir şey.

 

Artık acılarım bile ağlatamaz beni. Çünkü ağlayamayacak kadar hissizleştim.

 

Derin bir iç çektim sonra banyodaki küveti suyla doldurdum. İçine köpürmesi için bir şeyler sıkıp bekledim. Üzerimdekileri çıkarıp köpüklü suyla dolan küvete girdim. Bacaklarımı kendime çekip başımı dizlerime yasladım. Sonrasıysa sessizce bekleyişim olmuştu. Ne kadar süre öyle beklediğimi bilmiyordum. Tek hatırladığım birinin banyonun kapısını deli gibi yumrukladığı korkuyla adımı haykırdığıydı. Ama bende ne ses vardı ne de en ufak bir hayat belirtisi. Öylece boşluğa bakıyordum.

 

"Lu," dedi profesör. Banyonun kapısını kırmış korku dolu gözleri saçlarla dolu banyoda geziniyordu. "Herkes çıksın!" diye bağırdı daha sonra. Odadan herkes çıkmış sadece o ve ben kalmıştık. Bende en ufak bir tepki dahi göremiyordu profesör. Korkuyordu. Bana bir şey olmasından korkuyordu.

 

"Lu," dedi tekrar. Banyonun duvarına montelenmiş askılardan birinde beyaz bir bornoz asılıydı. Onu kaptığı gibi yanıma geldi. Yüzümü avuçlarının arasına aldı. Gözlerim onun dehşete kapılmış ifadesini bulmuştu. "Kendine gel Lu!" diye bağırdığında gerçek dünyaya dönmüş kendime gelmiştim.

 

Gözlerimden akan yaşlarla birlikte ona baktım. "Ege," diyerek ağlarken ona böyle hitap etmeme karşı hiçbir şey diyememişti. Onun yerine ayağa kalkamama yardım etmiş bir an olsun bana bakmamıştı. Bornozu titreyerek üzerime geçirmiştim.

 

O da bornozun kuşağını belime bağlamış küvetten çıkmama yardım etmişti. Kolunu belime doladı. Ayakta durmaya bile mecalim olmadığından başımı onun göğsüne yaslamış ondan destek alarak yürümeye çalışıyordum. En sonunda beni sarsmamaya özen göstererek yatağa oturtmuştu. Onu görebilmem için önümde diz çöktü. Ellerimi avuçlarının arasına aldı. Mavi gözlerini gözlerime dikti.

 

"Saatlerdir banyodaymışsın Lu. Kimseyi içeri de almamışsın. Şimdi söyle bana. İçeride ne oldu?" diye sorduğunda gözlerindeki derin korkuyu içimde de hissetmiştim. Yüreğimin tam ortasına sıkı bir yumruk yemişim gibi acıyla buruşturdum yüzümü.

 

"Aynada kaybettiklerimi gördüm."

 

Bunu söylediğimde profesör yerden kalkmış yanıma oturup bana sıkıca sarılmıştı. Onun omzunda tıpkı dün hastane odasında da olduğu gibi hıçkıra hıçkıra ağlıyordum.

 

"Sen aynada kaybettiklerini değil kazandıklarını gördün Lu. Senden çalınan bir bedenin yerine yeni bir hayata baktın. Onunla iletişim kurmaya çalıştın. Ona alışmaya çalıştın. Biliyorum bu kolay olmayacak. Ama alışacaksın. Zamanla bize alışmak zorunda bırakılan her şeye alıştığımız gibi buna da alışacaksın."

 

Burnumu çektim. Elimin ayasıyla yanaklarımdaki ıslaklığı sildim. Başımı kaldırıp onun gözlerine baktım.

 

"İnsan içini dipsiz bir kuyu sanıyor bazen. Sırf bu yüzden kimseye anlatamadıklarını içine içine ağlıyor. Sonra bir bakmış ki içi tıka basa acıyla dolmuş. Bende yüreğimin acıyla dolduğunu hissediyorum Profesör. Kalbim bu acıyı taşıyamayacak kadar ağırlaştı. Ne yapmam gerektiğini bilmiyorum. Bir çıkış yolu bulamıyorum. Bana yol gösterir misin? Elimden tutup sıkıştığım acıların arasından alır mısın beni?"

 

Profesör içtenlikle gülümsedi. "Seni değil acılarının arasından kendi yalnızlığının arasından bile çekip alırım Lu," dediğinde buruk da olsa gülümsedim. Yavaşça saçlarımı okşadı profesör. O bu hayatta benim kısa saçlarımı okşayan ruhumu iyileştirmek için uğraşan ilk ve tek kişiydi.

Loading...
0%