@sevvnuraydn
|
Işık kelebeğin kanatlarından kuşun kalbine yansıyan bir ayna gibiydi. Beyaz kuşun kalbindeki zifiri karanlığı aydınlatıyor içini huzurla dolduruyormuş. Sadece kalbindeki değil kuşun etrafındaki karanlıkta kelebeğin ışığıyla dağılmış. Kuş ile kelebek dağılan karanlıkla birlikte kendilerini yemyeşil yaprakları yere doğru uzanan bir söğüt ağacının altında bulmuş.
Kelebek ağacın yapraklarına dokunmuş. "Neden buraya geldik?" diye sormuş. Kuş gülümsemiş. "Kapat gözlerini," demiş kelebeğe. "Seninle büyülü bir yolculuğa çıkacağız." Kelebek kuşun dediğini yapmış. Gözlerini yavaşça kapatmış kuşun hülyalı sesiyle.
Beyaz kuşun kanadı kelebeğin kanadına dokunmuş. "Bir zamanlar gözü yaşlı küçük bir kuş varmış," diyerek başlamış geçmişin masalına.
"Bu kuş kalabalıkların arasında bile kendini yalnız hissediyormuş. Çünkü o kuş kendisine en çok değer vermesi gereken kişiler tarafından dışlanmış. Diğerlerinin onu görüp görmemesini umursamamaya başlamış. Ama bu durum onu içten içe de üzmekten öteye gitmiyormuş."
Kelebek bu hikayeyle düşüncelere dalmış. Kuşun gözlerinden yaşlar süzülmeye başlamış.
Kuş, "O küçük kuş kanatlarının gücünün tükendiği noktaya kadar uçmuş. En sonunda bir söğüt ağacının altına konmuş. Onu o yalnızlığının altında bulan beyaz küçük bir kelebekmiş," dediğinde kelebek gözlerini aralamış. Gözü yaşlı kuşuna bakmış. Kuş gülümsemiş. Birlikte geçmişin hülyasından uyanmışlar. Kelebek kuşu kanatlarının altına almış.
"Senin bir mucize olduğunu biliyordum," demiş kelebek beyaz kuşa. "Bunu seni uçurumun dibinde gördüğüm ilk an anladım. Yüzündeki gülümseme yaşama tutunmak istediğinin kanatlarınla gökyüzünde süzülmek istediğinin en büyük göstergesiydi. Sadece birinin seni o dipsiz çukurdan çıkarmaya ihtiyacın vardı," dediğinde kuş gözlerinde kaybolmuş kelebeğin.
"Belki de o düştüğüm uçurum senin gözlerindir demiş içinden. Kim bilir?"
Kelebek kuşun gözlerinin içindeki sıcaklığı yüreğinde hissediyormuş. Kalbi bu sıcaklıkla kavruluyormuş. Kanatlarının altındaki beyaz kar tanesi onu üşütmüyor aksine yakıyormuş. Kelebek kül olacağını hissediyormuş. Her an kanatlarının kuşunun dokunuşuyla toz zerresine döneceğini hissediyormuş. Ama buna rağmen ondan ayrılmak istemiyormuş.
"Sen benim kanatlarımın altındasın,"demiş kuşa.
"Fakat sen sandığın gibi benim kanatlarıma sığınmadın. Burada sığınan biri varsa o da benim. Ben senin yüreğine sığındım beyaz kuş. Beni orada saklar mısın?"
_______
Gözler kalbin yansımasıdır. Dil yalan söyler. Fakat gözler yalan söylemezmiş. Çünkü gözler kalpte geçen niyeti içinde barındırırmış. Bunu profesörün gözlerinde de görebiliyordum. Onun mavi gözlerindeki deniz kederle dalgalanıyordu sanki. Her an gözlerinde gezinen küçük kayık alabora olabilirdi.
Sıkıntılı bir nefes verip gözlerimi önümdeki tabağa çevirdim. Tabakta onun yaptığı omlet vardı. Kenarına iki parça domatesle peynir iliştirdiğim omlete baktım bir süre. Birden bire tüm iştahımın kapandığını hissediyordum.
Kafamın içindeki cevaplanmamış her bir soru stresten midemin ağrımasına neden oluyordu. Ama bu durumu profesörün fark etmesini istemediğimden omletimden bir parça alıp ağzıma attım.
Gözlerim kuş evini astığımız söğüt ağacına kaydı. Ağacın etrafında uçuşan onlarca serçe vardı. Kırmızı kuş evine biri giriyor diğeri ötekinin çıkmasını bekliyordu. Bu manzara yüzümde kocaman bir gülümsemenin belirmesine neden olmuştu. Bu şirin manzaraya bakakalmışken profesörün gözlerini üzerimde hissetmiştim. Bakışlarımı kuş evinden alıp ona çevirdim.
Yüzünde küçük bir tebessüm belirmiş gözlerindeki dalgalı deniz durulmuştu. Sıcak suları andıran gözleri gözlerimde gezinirken vücudumdaki tüm kanın yanaklarımda toplandığını hissediyordum. Onun bana olan bakışlarındaki ifade oldukça farklıydı.
Evli biri bir başka kadına böylesine derin bakmazdı. Tabii Kartal gibi karaktersiz erkekler bunun dışındaydı. Ama profesör bu hayatta görüp görebileceğim en sadık ve en düzgün adamdı. Onun karısını aldatmak şöyle dursun başka bir kadına yan gözle bile bakmayacağını çok iyi biliyordum.
Derin bir iç çektim. Acaba o kız sadece bir yakını mıydı diye düşünmeden kendimi alamadım. Çünkü karısı olmadığına şimdi emin olmuştum. Düşünceler ve ihtimaller silsilesi kafamın içinde dönüp duruyordu. Bu düşünceli halim profesöründe dikkatini çekmişti.
"Seni böylesine derin düşünmeye iten şey de ne?" diye sordu gülümseyerek. Ona içimde biriken tüm soruları sormak istiyordum. Cevaplandırılmayı bekleyen çok fazla soru vardı.
Aralarından en saçma olanını pat diye sormaya karar verdim. Bunun için önce derin bir nefes çektim ciğerlerime. Ardından açtım ağzımı yumdum gözümü.
"Evli misin?" diye sordum birden. Bu sorum profesörün afallamasına yetmişti. Griye çalan mavi gözleri kocaman açılmış yüzündeki neşeli ifadenin yerini şaşkınlığa bırakmıştı. Hatta yüzüme bu soruyu doğru duyup duymadığını idrak etmeye çalıştığını belli edercesine bakıyordu. Daha fazla rezil olmamak için omletimden bir parça ağzıma atıp bakışlarımı kaçırdım.
Utançtan ölmek üzereydim. Ne diye böyle bir soruyu sorarsın ki? Ah Lu! Omletle kendimi boğmaya çalışırcasına tabağımdakileri ağzıma tıkıştırırken ona bakmamaya özen gösteriyordum. Ama onun gözleri benim üzerimdeyken bunu başarmak sandığımdan daha da zor oluyordu.
"Bu soruyu neden sorduğunu anlamadım ama madem sordun söyleyeyim. Evli değilim."
Şaşkın bakışlarımı birden ona çevirdim. Profesörün dudakları keyifle yukarıya doğru kıvrılmış omletinden bir çatal almıştı. Bense onun cevabıyla küçük çaplı boğulma tehlikesi atlatmıştım. Son dakika profesörün uzattığı suyla anca kendime gelebilmiştim.
İçimde düşündüklerimde haklı çıkmanın mutluluğunu yaşarken birlikte sessizce kahvaltımızı etmeye devam etmiştik. Kahvaltıdan sonra ise profesör ile sofrayı toplamış söğüt ağacının altına oturmuştuk.
"Lu," dedi profesör iç çekerek. Gözlerimi üzerimizde asılı olan kırmızı kuş evinden alıp onun derin bakan gözlerine çevirdim. Gözlerinin içindeki gökyüzünde yağmur yüklü bulutlar belirmeye başlamıştı. Yüzünde sanki sessiz ortamlarda yüreklerde saklanan sesleri duyuyormuş gibi bir dinginlik vardı.
Yıllar önce bana söylediği gibi "Merak etme. Bende yalnızım. Bu yaşıma kadar kimse benim yanımda olmadı," dediğimde profesörün gözlerindeki hüzün bulutlarına bir yenisi daha eklenmişti sanki. Dudakları ince bir çizgi halini almış gözlerini kucağında birleştirdiği ellerine dikmişti.
"Beyaz bir kelebek yıllar önce bana en çok yalnız olanların parlamak istediğini söylemişti. Hatta bu yüzden yıldızların yalnız olduğunu da söylemişti. Ama şimdi o kelebek bir yıldız gibi parlamasına rağmen beyaz kuşa hiçbir şey anlatmıyor. Yalnızlığını gizlemeye çalışıyor. Yüreğini açmıyor. Yoksa kelebek kuşa güvenmiyor mu?"
Profesörün gözleri bir anda beni buldu. Buruk bir gülümsemeyle birlikte kuruyan dudaklarını ıslattı. Daha sonra düşünceli bir şekilde "Belki de kelebek sakladıklarıyla kuşunu koruyordur olamaz mı?" diye mırıldandı.
Onun bu sözlerinin ardına sakladığı şeyin karanlık bir hikaye olduğunu anlamış oldum. Anlatması için onu zorlamayacaktım. Ne zaman isterse anlatabilirdi. Belki de hiçbir zaman anlatmazdı. Bilemiyorum. Fakat önemli olan bana hikayesini anlatması değildi. Önemli olan onun iyi olmasıydı.
Gülümsedim. Kucağında birleştirdiği elinden birine parmaklarımı kenetledim. Parmaklarımız birbirine sarılmış gözlerimiz buluşmuştu.
"Seni anlatman için zorlamayacağım. Ama şunu bil ki karanlıkta kalmaktan korkmuyorum. Çünkü yanımda yolumu aydınlatan bir kelebek var," dedim içtenlikle gülümseyerek.
Profesörün gözlerindeki gri bulutlar dağılmış yerine sıcacık ışığıyla Güneş belirmişti.
"Senden tek bir isteğim var Lu."
Bunu söylediğinde bir an bile tereddüt etmedim. Benden ne istediğini bile sormadım. Başımı olumlu anlamda sallayıp gözlerimi isteğini söylemesi için kırpıştırmıştım.
"Senden tek isteğim yanımda kalman. Bir de bu hikayenin sonu nereye varırsa varsın sana karşı her zaman dürüst olduğumu bilmeni istiyorum," dediğinde duraksamıştım.
Gözlerinin ardında saklanan korku onun için endişelenmeme neden olmuştu. Sanki ateş çemberinin ortasında kalmış benim ateşe yaklaşmamı istemiyor gibiydi. Onun ruhuna su olmamı istiyor ama etrafındaki ateşe dokunmamı istemiyordu.
"Neden bu kadar korkuyorsun Ege?" dediğimde gözlerini kaçırmış gökyüzünden mahrum etmişti beni. En çok da bu canımı yakıyordu. Beni itmesi... Beni kendinden uzaklaştırarak cezalandırması...
"Sana sadece şu kadarını söyleyebilirim. Benimle olmak ateşe doğru bile isteye atlamakla eş değer Lu. Eğer ben sana geçmişimi ve kim olduğumu anlatırsam o ateşe seni kendi ellerimle atmış olurum. Bunu sana yapamam."
Başımı bu söylediklerini onaylamadığımı belli edercesine salladım. "Hayır Ege," dedim avucumdaki elini daha da sıkarak. Ona ismiyle hitap etmem gözlerini kenetlenen ellerimize çevirmesine neden olmuştu.
"Ben o uçurumdan zaten bir kez çakıldım. Bundan böyle beni hiçbir ateş yakamaz. Neden biliyor musun?"
Gökyüzü gibi bakan etkileyici gözleri benimkileri buldu. "Çünkü ben o ateşte daha önce de yandım. Hem senden önce hem de senin yanında," dediğimde duraksamıştı. Kuruyan dudaklarımı ıslatıp sözlerime kaldığım yerden devam ettim.
"Ben ülkemin dört bir yanında gerekse buralardan çok uzakta karanlık bir ateşin ortasındaydım. Tam o ateşten kurtuldum dedim. Sevdiğim dediğim adam beni uçurumun dibine ölüme terk etti. Sonra sen geldin Ege. Beni iyileştirdin. Bana yeniden başlamam için yeni bir hayat bahşettin. Ama ben bu yaşadıklarımı atlatamadım. Eğer o gün küvette beni bulmasaydın belki de çoktan ölmüş olurdum!"
Gözlerimden istemsizce iki damla yaş akmıştı. Bu halim onu üzmüştü elleri titremeye başlamıştı. "Lu," dedi titreyen sesiyle ve bana sıkıca sarıldı. Başım onun göğsüne yaslı öylece kalakaldım. Beni saran kolları arasında gözü yaşlı bekledim sadece.
"Bir daha ölüm deme," diye fısıldadı. Nefesini saçlarımda hissedebiliyordum. Onu başımla onaylayıp kollarından ayrıldım. Yüzümü avuçlarının arasına aldı.
Gri gözleri gözlerimde gezinirken parmağını göz altlarımda gezdirdi. Yanaklarımdaki ıslaklığı ilk kez beyaz bir mendille değil kendi elleriyle kurulamıştı.
Onun bu tepkisindeki ana sebep ben miydim yoksa geçmişte yaşadığı bir kayıp mıydı bilmiyordum. Ama bildiğim bir şey vardı. O da onun gözlerine korkunun yerleşmiş olduğuydu.
Gözlerim onun gözlerindeki gökyüzünde gezinirken bunu daha iyi görebiliyordum. Onun yanından kalkıp elimi uzattım. Tuttuğu elimden destek alarak yerden kalktı.
"Nereye gidiyoruz?" diye sorduğunda onu verandaya doğru çekiştiriyordum.
"Sana neyin iyi geleceğini çok iyi biliyorum," dedim ve birlikte verandadan geçip salona geçtik. Profesörün gözlerindeki meraka karşılık olarak gülümsedim.
"Ne zaman canım sıkkın olsa bir film açardım. Rastgele seçtiğim bir filmin konusu ne olursa olsun kendimi hep ağlarken bulurdum. Çünkü insan bazen içini dökmek için bir bahaneye ihtiyaç duyuyor."
Profesörün yüzünde küçük de olsa bir gülümseme belirmişti. Film izleyebilmek için salondaki devasa perdeleri kapatmaya başladım.
Profesör de bana yardım ederken birlikte tüm perdeleri kapatıp salonun kapkaranlık olmasını sağladıktan sonra filmlerin arasından rastgele bir tane seçebilmek için kısa bir süreliğine salonun ışığını açtım.
Bir dizi CD dolu rafa hızlıca bir göz gezdirirken hangisini seçeceğime bir türlü karar verememiştim. O kadar çoklardı ki bu kadar çok film CD'sini bir arada daha önce hiç görmemiştim.
Elim CD kutuları arasında gidip gelirken parmağım bir tanesinin üzerinde durdu. Neyi seçtiğimi tam olarak görememiştim. Çünkü boyum CD kutusuna ulaşmaya yetmiyordu. Tam o sırada profesör imdadıma yetişmiş üst raftan seçtiğim bir tane CD'yi alıp bana uzatmıştı.
"Senden önce ben," dedim CD kutusunun üzerindeki yazıyı okuyarak. Profesör seçtiğim filmin kapağına bakmış ama tek kelime dahi etmemişti.
"Daha önce izledin mi?" diye sordum dayanamayarak. Profesörün gözleri CD kutusundan bana kaydı. "Bir kez izlemiştim. Hatta içimden bir ses bana bu filmi seçeceğini söylüyordu. Neden biliyor musun?"
Onun sorusuyla birlikte merakla baktım gözlerine. "Çünkü bu hayatta tesadüflerden çok denk gelmesi gereken şeyler yaşanır Lu. Tıpkı bu filmin ana karakterine adamın Lou demesi gibi..."
Profesörün de dediği gibi belki de denk gelmesi gereken şeyleri önümüze koyuyordu hayat. Tıpkı onunla yıllar önce bir söğüt ağacının altında denk gelişimiz gibi...
Gülümsedim. Yanağımdaki gamze derinleşti. Yüreğimin tam ortasındaki kelebek kanatlanmaya başladı. Sanki kanatları yüreğimi gıdıklıyordu.
"Bu filmi izleyelim o zaman," diye mırıldandım. CD'yi oynatıcıya takıp ışığı kapattım. Zifiri karanlıkta başlayan film ile birlikte televizyonun karşısındaki koltuğa yerleştik.
Film mavi gözlü son derece yakışıklı bir adama motorsiklet çarpmasıyla başlıyordu. Sırtımı oturduğum yerde dikleştirip filme bakmaya devam ettim. Sonraki sahnede başrol kızımızı görüyorduk.
Bal sarısı çorapları ve gülünce inci gibi dişleriyle oldukça sempatik bir kızdı. Tabii kızımızın gülümsemesini solduran bir olay yaşanıyor ve ne yazık ki neşeyle çalıştığı yerden kovuluyor.
Asıl kızı zor duruma sokan şey kalabalık bir ailede olmasıydı. Eve geçim kaynağı olmakla yükümlüydü. Bunun içinde acil bir işe girmesi gerekiyordu. Film daha şimdiden ilgimi çekmeye başlamıştı.
Başımı yana doğru yasladım ve heyecanla filmi izlemeye devam ettim. Tam o sırada profesörün kolu omzumu kavradı. Şaşkın bakışlarım bir anda onu buldu.
Karanlıkta bile büyüleyici görünen gözlerine baktım. Yüzünde tatlı bir gülümseme belirmişti. Başım onun göğsüne yaslı tekrar filme çevirdim gözlerimi. Adının Louisa olduğunu öğrendiğimiz tatlı kız bir iş görüşmesine gidiyor.
Ev sahipleri oldukça varlıklı bir aileydi. Evin sahiplerinden olan kadın Louisa'yı motorsiklet kazası sonrası tekerlekli sandalyeye mahkum olan oğlu William için tutmuştu. Tabii ona kısaca Will diyorlardı.
Will ilk başta Lou'ya pek nazik davranmıyor ama sonra aralarındaki bağ kuvvetleniyor. Yüzümde kocaman bir gülümsemeyle Lou ile Will'i izliyordum. Tabii aramızda filmi izlemeyen biri vardı. Profesör film yerine beni izliyordu. Üstelik yüzündeki gülümseme filmi bırakıp izlenecek kadar güzeldi.
"Filmi neden izlemiyorsun?" diye sordum. Bu sorumla birlikte bir anlığına duraksadı. Daha sonra ne söyleyeceğini bilemediğinden gözlerini ekrana dikmeyi tercih etti. Birlikte filmi izlemeye devam ettik.
Filmi izlerken bir şeyin farkına vardım Louisa'da benden parçalar vardı. Oldukça uzun zamandır bir adamla beraberdi. Will'i ise kısa süredir tanıyordu. Ama onca yıla rağmen sevgilisi onun neyi sevdiğini bilmiyordu. Will'in tam aksine...
Gülünçte bulsa ona doğum gününde en çok istediği arı çizgili çoraplardan alacak kadar Lou'ya değer veriyordu. Tıpkı kalp atışlarını duyduğum adam gibi...
Profesör bu filmdeki Will gibiydi. Bense onun Lou'su... Kızın sevgilisi ise Kartal kadar kötü olmasa da onun gibi biriydi. Kızın hislerinden bir haber sadece kendi bildiklerini empoze etmeye çalışan bir adamdı.
Gözlerimi ekrandan profesöre diktim. Ona profesör demek yerine Ege diyebilmek istiyordum. Tıpkı William'a Will dedikleri gibi bende profesöre Ege demek istiyordum.
Karanlıkta televizyonun ışığıyla parlayan gözlerine bakıyordum. Griye çalan mavi gözleri ekrana kitlenmiş bir haldeydi. Belki de bu benim için küçük bir fırsattı. Derin bir iç çektim.
"Ege," diye fısıldadım. Sesim o kadar kısık çıkmıştı ki kendi sesimi bile duyamamıştım. Sanki konuşan ben değil onun kalbime soktuğu beyaz kuştu.
Griye çalan mavi gözleri beni buldu. Televizyondan gelen tüm sesler susmuş gibiydi. Sadece onun dört nala koşan kalbinin sesini duyuyordum. "Lu," diye fısıldadı.
Gülümsedim. Gözlerim bir anda filmin son sahnesine takıldı. Onun yanında sürenin nasıl bu kadar çabuk geçtiğini bile anlayamamıştım.
Lou ile Will'in son sahnesine baktık birlikte. Birbirlerine son kez sarılmışlardı. Louisa, Will'i son kez öpmüştü. İşte o an gözyaşlarımın bir bir yanaklarımdan süzüldüğü andı.
Dudaklarımdan küçük bir hıçkırık çıkmış biten filmle beraber bakışlarımı kararan ekrandan alıp ona çevirdim. Zifiri karanlıkta olduğumuzdan birbirimizi göremiyorduk. Ama birbirimizin soluğunu hissedebiliyor hıçkırıklarımızı duyabiliyorduk.
"Ege," dedim birden. Karanlıkta boncuk gibi parlayan gözlerini hayal meyal görebiliyordum. Yanaklarından aşağıya doğru süzülen gözyaşının parlaklığını da...
"Sana sığınabilir miyim?" diye sordu.
Sesi titriyordu. O an onu üzenin film olmadığını anlamıştım. Ellerimin ayasıyla yanaklarımdaki yaşları silip "Gel," diye mırıldandım. Bunun üzerine kollarımı ona doladım. Başını göğsüme yaslamış öylece sessizce gözlerime bakıyordu.
"Korkuyorum Lu," dedi çaresizce. Sanki küçük bir çocukmuş gibi bakıyordu.
"Neden korkuyorsun?" Bu sorumla birlikte gözlerini yumdu.
"Seni de kaybetmekten..."
Bu söylediğiyle olduğum yerde kalakaldım. Beni de kaybetmekten kastı neydi? Sevdiklerinden birini kaybetmiş olabilir miydi? Annesini veya babasını...
"Ben hep burada olacağım Ege. Nasıl ki sen beni bırakmadın bende seni bırakmayacağım. Şimdi anlat bana. Seni bu kadar üzen şey ne?"
Duraksadı. Yüzündeki her bir kas kasıldı. Sanki ateşi varda havale geçirdiği için ne dediğini ne yaptığını bilmiyor gibiydi. Kendinde değildi. Dudaklarını sakince araladı.
"Bana neden Ege demeni istemiyorum biliyor musun Lu?" diye sordu. Gözlerim onun yüzünde gezinirken yavaşça gözlerini araladı.
"Çünkü mahşerdeki tüm o iğrenç insanlar beni bu isimle biliyor bana böyle sesleniyorlar. Ama ben bu adı sevmiyorum Lu. Onların ağzında benim adım kulağa karanlık bir lekeymişim gibi geliyor."
Kuruyan dudaklarını ıslattı. Yorgun bakan gri gözlerini gözlerime kenetledi. "Sonra sen bana Ege dedin. Ben adımdan ilk kez tiksinmedim. İlk kez adım bana ben olduğumu hissettirdi. Onların beni sandığı kişi değil gerçekten kendim olduğumu hissettim," dedi ve gözlerini kısa bir süreliğine tekrar yumdu.
"Ama sonra bir şeyin farkına vardım Lu. Bunu sana yapmaya hakkım yok. Kirli bir düzenin adının senin cennet dudaklarını kirletmesini istemedim. Kartal'ın sana verdiği zarardan daha fazlasını sana yaşatmak istemedim."
Gözlerini tekrar araladı. Bu kez yalvarırcasına baktı gözlerime. "En çok sana kim olduğumu anlatmak istedim Lu. En çok sana... Ama bunu yapamadım. Yapamam da... Eğer benim kim olduğumu öğrenirsen bana eskisi gibi bakar mısın bilmiyorum. Ne düşünürsün kestiremiyorum. Ama bildiğim bir şey var ki o da zaafımı öğrenmelerine izin veremem Lu."
Sözcükler sanki boğazına düğümlenmişçesine güçlükle çıkmıştı dudaklarından. "Benim bu dünyadaki son zayıf noktam zaafım bir tek sen kaldın Lu. Bu kirli oyunlar yüzünden seni de kaybedemem. Eğer benim kim olduğumu bildiğini öğrenirlerse seni alırlar elimden. Mahşer uğruna seni kullanırlar. Belki de daha kötüsünü yaparlar. Bu ihtimalleri düşünmek dahi istemiyorum," dediğinde çaresizliğini kalbimde hissediyordum.
"Sen ne dersen de. Ne yaparsan yap benim seninle ilgili düşüncelerim değişmeyecek Ege. Sen benim bu dünya üzerinde verdiğim sınavda yanıma yoldaşlık etmen için gönderilmişsin. Bu yolun sonu nereye varır bilmiyorum. Ama şunu bil ki benden kolay kolay kurtulamazsın. Ne o mahşerdeki adamlar ne de başka biri beni senin yanından ayırabilir."
Yüzünde küçük bir tebessüm belirdi. Bununla birlikte benimde yüzümde belirgin bir gülümseme oluştu. "Ayrıca bundan sonra sana canım ne istiyorsa öyle sesleneceğim. İster Ege derim. İstersemde profesör... Bu tamamen benim seçimim."
Profesör bendeki bu inatçı ve dik başlı tutuma karşı gülümsemişti. "Buradan anladığım şu ki ismim onlarla birlikte kirlendikçe senin dudaklarında arınacak. Senin dudakların benim günahlarımın arındığı yer olacak."
Onun sözleri afallamama neden olmuştu. Kollarımdan ayrılıp dik oturdu. Karanlıkta cam gibi parlayan gözleri gözlerimde geziniyordu. Yüzü yavaşça bana doğru yaklaştı.
Koyu griye dönen gözlerine bakarken yutkundum. Sıcak nefesi yüzüme çarpıyor nefes alamadığımı hissediyordum. Aramızda sadece birkaç milimlik mesafe kalınca durdu.
"Şu gülün adı değişse bile Kokmaz mı aynı güzellikte?"
"Romeo'nun da adı Romeo olmasaydı, Kusursuzluğundan hiçbir şey kaybolmazdı," diyerek devam ettirdim onun sözlerini. Bunun üzerinde derin bir iç çekti. Yanımdan ayrılıp salonun ışığını yaktı. Salon birden aydınlanırken ona bakakalmıştım. Griye çalan mavi gözlerinin içi bile yüzü gibi gülüyordu.
Onun birden bu kadar mutlu olmasının sebebini anlayamamıştım. Şaşkın bakışlarım onun yüzünde gezinirken "Romeo ve Juliet'i sever misin?" diye sordu.
Bu soru mu der gibi baktım yüzüne. "Bayılırım," dedim gülerek. Bu cevabım onu tatmin etmiş olacak ki "Beni burada bekle," dedi ve salondan çıkıp merdivenlere yöneldi.
Birden bire nereye gittiğini anlayabilmiş değildim. İşin en garip noktası ise onca konuştuğumuz şeyin arasından konunun Romeo ve Juliet'e nasıl geldiğinin tamamen koca bir belirsizlik oluşuydu.
Kısa bir süre sonra Ege yanıma geldi. "Hadi gel Lu," dedi elimden tutup koltuktan kalkmama yardım ederken. "Nereye?" diye sordum dayanamayarak. Bunun üzerine gülümsedi.
"Seni bir yere götüreceğim. Orada sana küçük bir hatıramı yaşatacağım. Hem belki kim olduğum hakkında küçük bir detay bile öğrenebilirsin," dediğinde daha şimdiden heyecanlanmıştım.
"Hazırlanıp geliyorum," dedim ve adeta koşar adım odama geçtim. Heyecandan ne giyeceğimi bile bilmiyordum. Daha doğrusu nereye gideceğimizi bilmediğimden ne giymem gerektiği konusunda kararsız kalıyordum.
Devasa gardrobumun kapaklarını aralamış onlarca kıyafet arasından seçim yapmaya çalışıyordum. Sonbaharın daha başında olduğumuzdan hava o kadar da soğuk değildi.
Bu yüzden beyaz bir gömlekle krem rengi panço şeklinde ince bir süeter giymeyi tercih etmiştim. Saçlarımı da aynanın karşısında düzgünce taramayı ihmal etmedim. Onu daha fazla bekletmek istemediğim için çantamı da alıp odamdan çıktım.
Merdivenleri heyecandan ikişer ikişer indiğimde onu gördüm. Üzerine koyu gri ince bir hırka giymiş gözlerini daha fazla ön plana çıkarmıştı. "Acele etsek iyi olacak. Aksi bir durumda geç kalabiliriz," dediğinde telefonun saatine bir göz attı.
Nereye yetişmeye çalıştığımızı bilmiyordum ama onun yüzündeki gülümsemeye bakılacak olursa bu yer her neresiyse benimde hoşuma gidecekti. Ege telefonunu hırkasının cebine attığı sırada kapı çaldı. Yanı başındaki kapıyı açıp Kerim'in içeriye geçmesi için kenara çekildi.
"Kerim ev sana emanet. Biz bir süre dışarıda olacağız," dedi ve gözlerini kırptı. Kerim bunun üzerine gülümsemiş merak etmemesi gerektiğini belli edercesine Ege'nin omzunu sıvazlamıştı.
"Gidelim Lu," dedi Ege. Yanına gidip koluna girdim. Birlikte onun bir hatırasını tekrar yaşamaya gidiyorduk. Nerede veya nasıl bir hatıra olduğunu bilmiyordum. Ama söz konusu o olunca bunun bir önemi kalmıyordu. Onunla her şey güzeldi. Ege ile her şey güzeldi. |
0% |