@sevvnuraydn
|
Beyaz kuş kelebeğin gözlerine baktığında kendi yansımasını görüyormuş. Yansımasının yanında ise kelebeğini...
Ama yansımaya saklanan kelebek kendi kelebeğinin aksine kızıl alevlerin ortasında kalmış. Alevlerin üzerinden uçup kaçmak istedikçe alevlerin sıcaklığı artıyor kanatlarını yakmak istiyormuş sanki. Kuş dehşete kapılmış. Kelebeği alevlerin arasından almak onu kurtarmak istiyormuş.
Beyaz kanatlarını açmış kuş. Gökyüzüne yükselmiş. Alevlere yaklaşmış. Sıcak alevler kanatlarına dokunmak üzereyken kelebek kuşuna bakmış. "Sakın yaklaşma," demiş.
"Bu ateşin seni de yakmasını istemiyorum."
Kelebek çaresizmiş. Ama kuşuna bir zarar gelmesindense o ateşin kanatlarını yakmasını tercih edermiş. Fakat kelebeğin bilmediği bir şey varmış. O da kuşun yanmaktan korkmadığıymış.
Beyaz kuş alevlere yaklaşmış. Ateşin turunculuğu gözlerine yansımış. "Seni almadan hiçbir yere gitmiyorum," demiş kuş. Kelebek kuşun gözlerine yalvarırcasına bakmış. "Bu ateş seni yakar. Sen yanarsan bende yanarım," demiş. Kuş gülümsemiş.
"Eğer bu hoyrat ateş bizi ayırmaya niyet ederse bilsin ki ikimizi de yakmadığı müddetçe bizi ayıramaz. Seni yakarsa bu ateş bende gelirim yanına. Kül olacaksak birlikte oluruz. Yaşarsakta beraber yanarsak da beraber..."
Kuşun sözleri kelebeğin gözlerinden boncuk boncuk yaşların süzülmesine neden olmuş. Gönlü el vermiyormuş kuşun yandığını görmeye. Kapatmış gözlerini hüzünle. Yüreğine saplanan keskin ağrının geçmesini beklemiş. Ama geçmemiş. Kalbi acıyla kasılmaya devam etmiş.
Kuş bir an bile düşünmemiş. Alevlerin arasından geçerek kelebeğinin yanına gitmiş. "Ben geldim," demiş kuş kelebeğe. Kelebek gözlerini açtığında onları saran alevlerin yok olduğunu görmüş. Alevler nereye gitti diye sorduğunda kuş gözlerini gökyüzüne dikmiş. "Bak," demiş kelebeğe.
Kelebek gözlerini gökyüzüne diktiğinde üzerlerini kaplayan devasa bir bulut olduğunu görmüş.
"Senin yüreğinin yağmuru bizi alevlerin esaretinden kurtardı. Artık hiçbir ateş bizi yakamaz. Neden biliyor musun?"
"Çünkü korkunun cehennemi hiçbir zaman aşkın yağmuruna galip gelemez. Bu üzerimize yağan yağmur var ya benim sana olan aşkımın iflah olmaz gözyaşları. Şimdi söyle bana. Yanına gelmiş bu aciz kuşu kovacak mısın?"
Kelebek gülümsemiş.
"Ben o kuşu kovmayacağım. O kuşu yüreğime sokacağım. Onun için yüreğimde yaptığım cenneti sunacağım. Belki o cennet bahçesindeki söğüt ağacının altında birlikte dinleniriz. Olamaz mı?"
_______
"Nereye gittiğimizi söylemeyecek misin?" diye sordum gülerek. Griye çalan mavi gözleri ara ara evden çıkmadan önce son dakika koluna taktığı siyah kayışlı saate kayıyordu. Bir yere yetişmeye çalışıyorduk. Ama nereye olduğu tamamen sürpriz olacaktı.
"Şansımız var ki daha başlamasına yirmi dakika var. Her türlü yetişiriz," diyerek arabayı sürmeye devam etti Ege.
Onun bu heyecanlı hali kıkırdamama neden olmuştu. Birlikte tam da tahmin ettiği gibi on dakika içinde söylediği yere varmıştık. Arabadan inip şaşkın bakışlarımı devasa genişlikteki dört bir tarafı camlarla kaplı binaya çevirdim.
"Burası neresi?" diye sorduğumda Ege gülümsemişti. Arabayı kilitleyip anahtarı hırkasının cebine attı. Ardından soğuk parmakları benimkileri kavradı. "Buraya bizim için özel olarak oynanacak olan bir piyesi izlemek için geldik Lu."
Onun sözleriyle şaşkın bakışlarımı tekrar binaya çevirdim. Aklıma gelen şeyle yüzüme genişçe bir gülümseme yayılırken "Yoksa," dedim. Ege sanki iç sesimi duymuş gibi başını olumlu anlamda sallamıştı.
"Ciddi olamazsın," diyerek kıkırdadım. Ege ise ciddi olduğunu belli edercesine göz kırpmıştı. Birlikte el ele içeri geçtik. Kapıda bizi orta yaşlı bir adam karşılamıştı. "Ege Bey hoş geldiniz," diyerek içtenlikle gülümsedi.
Ege elini adama uzatıp nazikçe gülümsedi. "Ricamı kırmadığınız için teşekkür ederim." Bu sözleri adamın bizi içeri buyur etmesine yetmişti. Bizi devasa büyüklükteki tiyatro salonuna aldı.
"İsteğiniz üzere ortada arka taraftaki iki koltuk sizin için ayrıldı efendim." Ege ile birlikte adamın bize işaret ettiği koltuklara geçtik. Yan yana oturmuş koskoca salonda gösterinin başlamasını bekliyorduk.
"Salon bomboş," dedim etrafa göz gezdirdiğim sırada. Ege bu sözümle birlikte usulca kulağıma doğru eğildi.
"Daha önce de söylediğim gibi bu gösteri sadece ikimiz için Lu. Çünkü bu gösteriyi salon doluyken bile tek izleyen bizdik."
Dudakları keyifle yukarıya doğru kıvrılmış sözleri ise donup kalmama neden olmuştu. Bu gösteriyi tek izleyen bizdik derken neyi kast ettiğini tam olarak anlayamamıştım. Tam bunu sormaya niyet etmiştim ki perdenin arkasından çıkan gözlerinin kenarına renkli pullar yapıştırılmış beyaz elbiseli bir kız sahnede belirmişti. Bu kız bana bir yerden tanıdık geliyordu. Ama nereden olduğunu çıkaramamıştım.
"Aşkları nesiller boyu anlatılan ölümsüz aşıklar Romeo ve Juliet'in hikayesini canlandıracağımız piyesimize hoş geldiniz," dedi kız gülümseyerek. Gözlerindeki ışık uzaktan bile belli oluyordu. Sarı saçları ensesinde sıkı bir topuzla toplanmıştı. İşte o an onun kim olduğunu anlamış oldum.
"Bu kız Kartal'ın üzerine şarap döken o garson kız değil mi?" diye sorduğumda Ege gülümsemişti.
"Ta kendisi. Şimdi ise en büyük hayalini gerçekleştiren bir genç kız," dediğinde gözlerim onun yüzünde geziniyordu. Griye çalan gözleri ışıkların kapanmasıyla bile karanlıkta pırıl pırıl parlıyordu.
"Evden çıkmadan önce bir anını tekrardan yaşayacağımızı söylemiştin. Romeo ve Juliet ile ilgili bir anın olduğunu bilmiyordum," dedim bu sefer. Ege ise gözlerini gözlerime dikmiş yüzünü yüzüme yaklaştırmıştı.
"Anım değil anımız var."
Bu cümlesi ve yüzümü yakan sıcak nefesi sersemlememe yetmişti. Gözlerimi kısa bir anlığına yumup açtığımda gülümsemişti. Bu sahne ve oynanacak olan piyesin yanında onun bana olan bakışları gözlerimin önünde geçmişten görüntülerin belirmesine neden olmuştu.
"Okul gezisi," diye mırıldandım. Sahnedeki kırmızı kadife perde aralanırken geçmişe gittim. Amerika'da Üniversitenin ikinci yılındaydım. Okulumuz William Shakespeare'in efsanelerinden olan Romeo ve Juliet'in piyesini izlemek üzere bir gezi düzenlemişti.
"Acele et Luna," dedi bizden sorumlu öğretmenimiz. O zamanlar oldukça içime kapanık olduğumdan tek iletişim kurduğum kişiler öğretmenlerimdi. Mecbur kalmadıkça sınıftan kimseyle konuşmazdım. Çünkü hiçbiri benim içimde bulunduğum durumu görmüyordu. Belki de görmek istemiyorlardı. Bilemiyorum.
Sıkıntılı bir nefes verip otobüse bindim. Neredeyse tüm koltuklar dolu olduğundan bulduğum ilk boş yere oturmuştum. Elimde ise bugün için özel olarak yanımda getirdiğim Romeo ve Juliet kitabım vardı.
Heyecandan siyah eteğimin uçlarını çekiştiriyor arada birde elimdeki kitaba göz atıyordum. Repliklerin bir çoğunu defalarca kez okuduğumdan ezbere biliyordum.
"Adi Capulet," diyerek kendi kendime mırıldandığım sırada yanımda oturan çocuk bu söylediklerimle birlikte gülmeye başlamıştı. Türkçe konuştuğumdan acaba beni anlayabiliyor mu diye düşünmeden edemedim. Meraklı gözlerle çaktırmadan yanımda oturan çocuğa kısa bir bakış attım.
Ona haddinden fazla baktığımdan griye çalan mavi gözlerini bana dikmişti. Yüzünde ise belli belirsiz bir tebessüm vardı. "Alçak Montague," dedi birden.
Onun bu sözleriyle birlikte far görmüş tavşan gibi kalakalmıştım. "Türksün," dedim utançla başımı önüme eğerken. Bu halim onu güldürmüştü.
"Merak etme Capulet'e adi dediğini söylemem," diyerek göz kırptı. İstemsizce kıkırdadım. "Bende Montague için alçak dediğini söylemem."
Uzun zaman sonra ilk kez biriyle gülmüştüm. Mavi gözleri gözlerimde gezinirken öğretmenimiz geldiğimizi belli edercesine tiz sesiyle bağırmaya başlamıştı. Bunun üzerine hepimiz otobüsten inmiştik. Kalabalık bir grup halinde içeri girdik. O an onu kaybettiğim andı.
Moral bozukluğuyla etrafıma bakıyordum. Ama o yoktu. Onca zaman sonra iletişim kurarken zorlanmadığım biriyle tanışmış onu da bulduğum gün kaybetmiştim. Derin bir iç çekip öğretmenimizin Amerika'nın dört bir yanından bu piyesi izlemeye gelen kalabalığın arasından boş bulduğumuz yere oturmamızı söylemesi üzerine arka taraflara doğru ilerledim.
Şanslıydım. Arkada ortalarda boş bir koltuk bulmuş elimde kitabımla oturmuştum. Gözlerim sahneye çıkan oyunculara takılı kalmışken "Şu adam adi Capulet," olmalı dedi yanı başımdan bir ses.
Heyecanla bakışlarımı ona çevirdim. Yüzünde genişçe bir gülümsemeyle birlikte gözlerime bakan mavi harelere baktım. "Buldum seni," diye mırıldandığımda gösteri başlamıştı. Oyuncular alkışlar eşliğinde sahneye etkileyici bir giriş yapmıştı. Salonun büyük bir çoğunluğu gösteriyi izlemek yerine başka işlerle meşguldü. Piyesi salonda izleyen sadece bizdik. Sadece biz... Sadece ikimiz...
Aklıma gelen bu anıyla yüzüme genişçe bir gülümseme yayılmıştı. Gözlerimi yanımda oturan tüm dikkatini sahneye veren Ege'ye çevirdim. Ardından gözlerimi onun gibi sahneye diktim. Bu sahne Capulet ile Paris'in konuşmasının geçtiği sahneydi.
"Adi Capulet," dedim kendime engel olamayarak. Ege bu sözümü duyunca kıkırdadı. Bakışları kısa bir anlığına bana dönerken ikimizinde gözlerinde yıllar önceki genç kızın ve o genç adamın ifadesi vardı.
Yıllar önce o genç kızın yaptığı gibi başımı omzuna yaslayıp oyunu seyre daldım. Romeo'nun omzu bana sıcak bir yastık oldu yıllar sonra yeniden.
"Dadı, kızım nerede? Buraya göndersene," diyerek sahneye bu kez Lady Capulet çıkmıştı. Gülerek dadı, Lady Capulet ve Juliet'i izlemeye başladım. Dakikalar geçmiş sıra en sevdiğim sahnelerden olan beşinci sahneye gelince heyecanla nefesimi tuttum.
Gözlerim Ege'nin karanlıkta bile nefes kesen gözlerini buldu. Yıllar önce tüm salon bu piyesi izlemezken biz izlemiştik. Her bir repliği birlikte seslendirmiştik. Her bir oyuncuyu biz konuşturmuştuk. Tıpkı şu anda da olduğu gibi...
Yakışıklı Romeo'nun Juliet'ini gördüğü ilk sahneye sıra geldi. Oyuncular büyük bir ustalıkla oynarken Ege "İşte senin dudaklarınla, dudaklarım arındı," diye mırıldandı.
"Öyleyse şimdi günah dudaklarımda kaldı." Söylediğim sözlerle Ege kısa bir anlığına bana baktı. İkimiz bir anda genç oluverdik. Ben yıllar önceki utangaç Luna olurken o şefkatini daha o zamanlardan hissettiren genç Ege oluvermişti.
Kucağımda o gün taşıdığım kitabım yoktu belki ama tüm replikler aklımdaydı. Tıpkı farkında olmadan birbirimizin hayatına girip çıkışımız gibi sahnedeki oyuncular değişip duruyordu. Başı Romeo'nun omzuna yaslı bir Juliet veya başı kelebeğine yaslı bir beyaz kuştum bu gece.
Hangisi olduğunun bir önemi yoktu. Büründüğüm her rolde yanımda onun olması yetiyordu. Gülümsedim. Birlikte balkon sahnesine baktık. "Yarayla alay eder, yaralanmamış olan," dedi Ege tıpkı Romeo gibi.
Balkonun ışığını gördü Romeo. "Dur, şu pencereden süzülen ışık da ne? Evet, orası doğu, Juliet de güneşi," diye fısıldadığında kıkırdadım. İç çekerek sahneye baktım. Juliet ile Romeo'nun sahnelerini hayranlıkla izlerken epey bir süre geçmiş son perdeye sıra gelmişti.
İlk izlediğimde son sahneyi ağlayarak izlemiştim. Muhtemelen şimdi de ağlayacaktım. Ege'nin koluna sarıldım. Başım onun omzuna yaslı gözlerim pür dikkat sahnedeydi. Paris ile Romeo'nun kılıçla birbirlerine saldırmasının ardından Romeo'nun sevdiğini ölü sanıp çektiği acıyla zehri içmesi gereken sahneye geldik.
"Ey gözler son kez bakın. Kucaklayın son kez ey kollar. Ve ey siz nefes kapıları, yasal bir öpüşle mühürleyin doyumsuz ölümle yaptığım bu süresiz anlaşmayı. Gel, acı ölüm; gel ey rezil yol gösterici. Sen, umutsuz kaptan, deniz tutmuş şu yorgun tekneyi yalçın kayalara bindiriver artık. Sevgilime. Aşkıma."
Ege replikleri bir bir söylerken Romeo zehri içmişti. "Ey doğru sözlü Eczacı. Gerçekten çabuk etkiliyor ilacın. Ölüyorum işte bir öpücükle," dediğinde gözlerimden yaşlar akmaya başlamıştı.
Bu halimi gören Ege gülümsedi. Elini hırkasının cebine attı. Beyaz ipek bir mendili yıllar önce bana piyeste uzattığını hatırladım. Ama şimdi mendili bana uzatmamış göz altlarımdaki ıslaklığı mendille bizzat kendisi kurulamaya başlamıştı.
Juliet'in son sahnesine sıra gelince Ege'nin gözlerine bakarak söyledim son replikleri. "Ey hızır gibi yetişen hançer. Senin kının burası. Orada paslan, bende öleyim," dediğimde Juliet sevdiğinin hançerini göğsüne saplamıştı. Gözlerimdeki yaşlara bir yenisi daha eklenirken sahneye başka birileri daha geldi.
Ege mendille son bir kez gözyaşlarımı sildi. Mendili cebine atıp sahneye baktığında "Alçak Montague," demeyi de ihmal etmedi. Onun bu söylediğiyle kıkırdadım. Birlikte son sahnenin oynanıp oyuncuların önümüzde bizi selamlamasıyla oturduğumuz yerden kalktık.
Ege karanlıkta elimi tuttu. Birlikte sahnedeki oyuncuların yanına gittik. "Her birinizi bu yeteneğinizden dolayı yürekten kutluyorum," dedi Ege. Oyuncular gülümseyerek bize bakarken gözlerim açılışı yapan sarışın kıza kaydı. Yüzüne oldukça yakışan kusursuz gülümsemesiyle birlikte bana bakıyordu.
Benimde ona baktığımı fark edince yanıma geldi. "Luna Hanım sayenizde en büyük hayalimi gerçekleştirdim," dedi içtenlikle gülümserken.
"Aslında her şey Ege'nin sayesinde," dedim bakışlarım kısa bir saniyeliğine cümlemin öznesine kaydığı sırada.
"Hayır Luna Hanım. Ege Bey'in bu imkanı sizin sayenizde oldu," dediğinde sarışın kıza baktım. Bu işten bir şey anlamamıştım. Ben daha onun oyuncu olmak istediğini bile yeni öğrenmişken bu işle nasıl bir alakam olabilirdi ki?
"Ege Bey o günden sonra Kerim adında bir beyefendiyi gönderdi. O da bana hayalimi sordu. Bende tiyatro oyuncusu olmak istediğimi söyledim. Bunun üzerine konservatuar bölümünün dekanıyla benim için özel bir görüşme ayarladı. Hatta eğitimim için burs bile bağladı. Bursun adı da beyaz kuş eğitim bursu."
Kızın söyledikleriyle kalakalmıştım. Ege benim adıma kızın eğitimini üstlenmişti. Üstelik bunu bana bile söylemeden yapmıştı. "Size adımı söyleme şansım olmamıştı. Ben Hazal," dedi elini uzatarak. Gülümsedim.
Elini nazikçe tuttuktan sonra "Memnun oldum. Umarım hayallerinin her birini gerçekleştirirsin," dedim ve Ege'nin gitmemiz gerektiğini belli eden gözleriyle birlikte Hazal'ın yanından ayrıldım.
"Gidelim Lu," dedi Ege parmaklarını parmaklarıma kenetlerken. Kalbim gümbür gümbür atıyordu. Onun benim adıma yaptığı bu güzel şey kalbimde derin bir sıcaklık hissetmeme neden olmuştu.
"Ege," dedim birden. Birlikte binadan çıkmış arabaya geçmiştik. Kemerlerimizi bağlarken gözleri beni buldu. "Hazal ile konuştum," diye mırıldandığımda gülümsedi. Anahtarı kontağa sokup çevirdi. Arabanın motorundan gürültülü bir ses yükseldi.
"Demek tanıştınız." Kahverengi gözlerim onun gözlerine kilitlendi. "Beyaz kuş eğitim bursunu neden bana söylemedin?" diye sorduğumda duygu yüklemesi yapılmış gibi gözlerim dolmuştu.
Ege'nin yüzünde tatlı bir gülümseme belirdi. "Bir gün sen bile farkında olmadan birçok kız çocuğunun elinden tutmuş olacaksın Lu. Tıpkı o genç kızın geleceğine bir ışık yaktığın gibi daha binlercesine ışık olacaksın. Çünkü sen bunun için varsın. Luna olarak geceyi aydınlatmak nasıl ki senin görevinse beyaz bir kelebek olarak benim görevimde senin gamzene konmak."
Ege'nin söyledikleri kalbime dokunmakla kalmamıştı. Yüreğimin sesini duymama neden olmuştu. Yüzümdeki gülümseme genişlerken işaret parmağını yanağımdaki gamzeye koydu. O küçük çukur onun dokunuşuyla birlikte sevgiyle dolmuştu sanki.
Kuruyan dudaklarımı ıslattım. Onun gözleri benim gözlerimde gezinirken benim gözlerim onun sol kaşının üzerindeki küçük bene takıldı. İşaret parmağım onun kaşının üzerindeki bene dokundu. Bununla birlikte kıkırdadı. İkimizde bu halimize bakıp gülümserken ellerimizi birbirimizin yüzünden çekmiştik.
"Kerim evde bizi bekler," dedi Ege arabayı park ettiği yerden çıkarırken. Onu başımla onaylayıp bakışlarımı pencereden dışarıya çevirdim. Hava kararmaya başlamıştı. Arabayla yolda giderken kaldırımdan gelip geçmekte olan insanları izliyordum. Bugün yaşananları düşünüyordum. Tam o sırada Ege'nin bana söyledikleri aklıma geldi.
"Profesör Ege," dedim gülerek. "Bana bugün kim olduğun ile ilgili küçük bir detay öğrenebileceğimi söylemiştin."
Bu söylediklerimle yüzündeki neşeli ifade solmuştu. Ama yine de bu her neyse söylemeye kararlı olduğunu yüzündeki ifadeden anlayabiliyordum. Kendini toparlayabilmek için derin bir nefes aldı. Ardından arabanın dikiz aynasından kısa bir anlığına bana baktı.
"Bunu eve varınca konuşsak olur mu?" dediğinde gözlerindeki ifade beni endişelendirmişti. Başımı olumlu anlamda sallayıp gözlerimi yola diktim. Aklım onda gözlerim yolda uzun süren bir yolculuğun ardından nihayet eve varabilmiştik. Ege arabayı bahçeye park etmiş birlikte eve geçmiştik. Kapıda bizi Kerim karşılamıştı.
"Piyes nasıldı?" diye sordu gülerek. Gülerken kısılan gözleri bir benim bir Ege'nin üzerinde gidip gelirken "Çok güzeldi," diye mırıldandım. Kerim beğenmeme sevinmişti. Onlar birlikte salona doğru ilerlerken bense odama çıkıp çantamı bırakmaya karar verdim.
"Çantamı bırakıp geliyorum," diye mırıldandım onlar salona girmeden hemen önce. Ege tamam dercesine başını sallamış Kerim ile bir şeyler konuşmaya başlamıştı. Onların salona girmesiyle merdivenlerden çıktım. Üzerinde kapı süsü olan odamın kapısını aralayıp odama girdim.
Çantamı yatağımın üzerine bırakıp odadan çıkmaya niyet etmiştim ki griye çalan mavi gözlerle göz göze gelmem bir olmuştu. "Ege," dedim şaşkınlıkla.
Onun salonda olmasını beklediğimden peşimden gelmesi şaşırtmıştı. "Benimle ilgili anlatacağım o küçük bir şeyi öğrenmeye hazır mısın?"
Bu sorusu ve gözlerindeki korku dolu ifade yutkunmama neden olmuştu. Onu başımla onaylayıp kapıyı ardımızdan yavaşça kapattım. Ege yatağıma otururken bitkin bir haldeydi. Gözleri uzaklara dalmış sanki biraz sonra söyleyeceği şey ikimizin arasında olan bir şeyleri değiştirecekmiş gibi hissettirmişti.
Elim onun ellerini kavradı. "Bana her şeyi anlatabilirsin Ege," dediğimde içtenlikle gülümsedim. Onun gökyüzü gibi bakan gözleri benimkileri buldu. "Ege değil," dedi birden. Bu söylediğine bir anlam verememiştim. Ege değil diyerek neyi kast ediyordu?
Meraklı gözlerim onun gözlerinde gezinirken "En azından sadece Ege değil. Benim bir ismim daha var Lu. Kimsenin bilmediği bu zamana kadar sadece Kerim'in bildiği bir ismim daha var. Ama artık seninde öğrenmeni istiyorum."
Onun bu söylediği afallamama yetmişti. Ege'nin bir ismi daha vardı. Üstelik bu ismi bilen tek kişi Kerim'di. Peki ama neden bu ismi bir sır gibi saklıyordu? "Bu ismi kimsenin bilmemesi gerekiyor. Eğer mahşer için çalışan biri öğrenirse tüm oyun çöker," dedi iç sesimi duymuş gibi.
Başımı anlayışla salladım. "Peki diğer adın nedir?" Bu sorumla birlikte buruk da olsa gülümsedi. Onun yüzündeki gülümseme hüzünden bile olsa kusursuz görünüyordu.
"Merih. Benim adım Merih Ege," dediğinde gülümsedim.
Merih ismi ilk başta garip hissetmeme neden olsa da ona bu ismin yakıştığına emin olmuştum. "Merih Ege," diye mırıldandım. Griye çalan mavi gözleri benimkilerde gezindi. "Böyle daha güzel oldu," dedim gülümseyerek.
Onunda yüzündeki endişeli ifadenin yerini samimi bir gülümseme aldı. Bunun üzerine Juliet'in söylediği repliği mırıldanmaya karar verdim.
"Şu gülün adı değişse bile Kokmaz mı aynı güzellikte? Romeo'nun da adı Romeo olmasaydı, Kusursuzluğundan hiçbir şey kaybolmazdı."
Gözlerinin içinde binlerce kandil varmışçasına ışıldadı. Yüzündeki gülümseme ise Ay'ı kıskandıracak kadar güzeldi. "Lu," dedi birden.
Dudakları bir anda ince bir çizgi halini almış gözlerinde kuşkulu bir ifade belirmişti. "Merasim iki gün sonra," dedi fısıldarcasına.
Hangi merasimden bahsettiğini biliyordum. İki gün sonra sahte cenaze merasimim düzenlenecekti. Hemen sonrasında da mahşerde bir etkinlik yapılacaktı. Sanki karanlık dünyanın insanları benim ölümümü kutlayacakmış gibi hissettim. Bu his tüylerimi diken diken etmenin yanında ürpermeme de neden olmuştu.
"Biliyorum. Ama yine de kendimi gergin hissediyorum." Bu sözlerim elimi tutan parmakların parmaklarımı okşamasına yetmişti. "Sen zor olanı başardın Lu," dedi Merih Ege.
Sorgulayıcı bakışlarım onun gözlerinde gezindi. "Ben neyi başardım?" diye sorduğumda dudakları gururla yukarı doğru kıvrılmıştı.
"Sen Kartal'ın amacına karşı geldin. Sen onun aşkı için ölürken o kendi için seni öldürdü Lu. Ama sen onun bu hain ameline ulaşmasına izin vermedin. Hayata sımsıkı tutundun. Ona ve tüm kötülüklere inat sen bunu yaptın. Kartal senden yüzünü çaldı. Sen yine de pes etmedin Lu. Bambaşka bir kadın oldun. Ama Lu olmaktan hiçbir zaman vazgeçmedin. Dimdik durdun. Bu sencede başarmak demek değil mi?"
Gözlerim istemsizce dolarken elimi tutmayı bırakmış yüzümü avuçlarının arasına almıştı. "Sana küçük bir sır vermemi ister misin?" Onun bu sorusuyla başımı hafifçe sallamış burnumu çekmiştim.
"Sen neden beyaz bir kuşsun biliyor musun Lu? Sen beyaz bir kuşsun çünkü beyaz kuşlar tüm dünyada barışı simgeler. Savaşı, şiddeti veyahut tüm kötülüklerin karşısında beyaz bir kuş durur. Bana kalırsa beyaz kuşlar sadece barışın değil umudun da simgesidir. Sende benim içimde doğan umutsun Lu. Seni o uçurum dibinde yüzünde gülümsemeyle görünce anladım yaşama sıkı sıkı tutunacağını. O yanağındaki küçük çukur var ya Lu..."
Gözlerimden iki yaş akarken onun gözlerine mühürlenmişçesine bakıyordum. "İşte o küçük çukur tırtılın kozasını yaptığı yer. Kelebek olarak yeniden doğduğu yer o çukur. Sen bana işte böyle umut oldun Lu. Seni o küvetten aldığımda dik duruşunla hayatına devam ederek bana umut oldun. Ben sana bu yüzden beyaz kuş diyorum. Hatta başta Hazal ve daha birçok kıza yeni bir gelecek vadeden bursun adı da senden geliyor Lu. Bana umut olduğun gibi daha onlarca kadına umut olacaksın. Çünkü sen umudun kuşusun. Beyaz kuşsun."
Ege'nin sözleri kalbimin heyecanla çarpmasını sağlamıştı. Kalbim göğüs kafesimden çıkacak kadar hızlı atıyordu. "Hatta sana bir şey daha söylemek istiyorum."
Kuruyan dudaklarını ıslattı. Büyüleyici mavi gözleri yüzümde geziniyordu. "Beyaz kuşlar umudu simgeler. Onların uçuştuğu bir dünyada hala bir umut var demektir."
Gülümsedim. Hatta yanağımdaki küçük çukurun gün yüzüne çıkmasına yetecek kadar çok güldüm. Ege de benimle birlikte gülümserken başparmağıyla gamzeme dokundu.
"Doktor bana estetik operasyon geçirmen gerektiğini söylediğinde gamzeni kaybetmeni istememiştim. Çünkü bana bu gamze hayatı hatırlatıyordu. Baktıkça yaşamı görüyordum. Bunu kaybetmene izin vermedim."
Kendime engel olamayarak Ege'nin ellerini yüzümden çekmesiyle ona sıkıca sarıldım. Başım onun omzuna yaslı kollarımı ona dolamıştım. O da beni nazikçe sarıp sarmalarken "İyi ki varsın Merih Ege," diye mırıldandım.
Kıkırdadı. Derin bir iç çektim. Huzurlu kollarının arasında öylece bekledim. Başım Romeo'nun omzuna yaslıydı. Başım Merih Ege'nin omzuna yaslıydı. Başım başka bir değişle beyaz kelebeğin omzuna yaslıydı. Beyaz kuşun kelebeğinin... |
0% |