Yeni Üyelik
12.
Bölüm

12.Bölüm: Kelebek Mezarlığı

@sevvnuraydn

Kelebeğin gözlerinin aksine yüreği buzla kaplıymış. Kuşunun sıcaklığı gün geçtikçe bu buzdan kalbinin çatırdamasına ve hatta erimesine neden oluyormuş. Bu mucizevi olaya kelebek bile şaşırıyormuş. "Nasıl bu donmuş kalp bu kadar sıcak olabilir?" diye kendi kendine soruyormuş.

 

Bir gün bu sorunun cevabını bulabilmek için kuşuna danışmaya karar vermiş. Beyaz kuşa bakmış kelebek. Ona her baktığında yüreğinde kor bir ateş beliriyormuş sanki. Derin bir iç çekmiş.

 

"Etrafımızdaki ateş yok oldu," demiş kuşa.

 

"Ama sana her baktığımda o sönen alevler sanki yüreğimde yanmaya başlıyor. Sanki buz tutmuş kalbim erimeye başlıyormuş gibi hissediyorum."

 

Kuşun kalbi kelebeğin sözleriyle gümbür gümbür atmaya başlamış. Kanadını kalbinin üzerine koymuş. "İçimdeki kelebek mezarlığındaki kelebekler diriliyor sanki. Sevmek böyle bir şey mi?" diye düşünmüş kuş.

 

Kelebek ise gökyüzüne bakmış. "Beyaz kuş gökyüzüne bak," demiş kelebek. Kuşda gökyüzüne bakmış. Gökyüzünde onun gibi onlarcası varmış.

 

"Onlarda bir zaman senin gibiydi. Her birinin kanadı kırk boynu büküktü. Ama şimdi nasıl olduklarına bir bak. Her biri özgürce gökyüzünde süzülüyor. Bunu başarmalarının sebebi sensin," demiş kelebek.

 

Kuş şaşırmış. "Nasıl?" diye sormuş. Kelebeğin gözleri onu bulmuş.

 

"Sen umudun kuşusun. Beyaz kanatların tüm dünyayı sarıp sarmalayan barışın habercisi. Sen beyaz kuş şunu sakın unutma. Beyaz kuşlar umudu simgeler. Onların uçuştuğu bir dünyada hala bir umut var demektir. Tıpkı benimde saflığı simgeleyişim gibi..."

 

"Ben aşkın kelebeğiyim. Kalpte doğan sıcaklığın sebebi benim kanatlarım. Seni görür görmez kalbine konmuşum orada uçuşup duruyorum. Sen her ne kadar bunu fark etmesende..."

 

_______

 

(2 gün sonra)

 

İki gün geçmiş beklenen gün gelip çatmıştı. Merih Ege ile birlikte bugün düzenlenecek olan sahte cenaze merasimime katılacaktım. Hayat insana gerçekten inanması güç şeyler yaşatıyordu. İnsanlar benim öldüğümü düşünüp arkamdan gözyaşı dökecekti. Ama o mezarda yatan ben değil bambaşka bir beden olacaktı.

 

Ürperdim. Tüylerimin diken diken olduğunu hissediyordum. Bedenimdeki tüm kan çekilmiş gibi halsiz düştüğümü hissediyordum. Belki de gerginlikten dolayı bu haldeydim. Derin bir nefes alıp sakinleşmeye çalıştım. Gözlerimi kapayıp olacakları kafamdan atmaya çalışıyordum. Ama bunu bir türlü yapamıyordum.

 

"Lu," dedi Ege kapımın dışından. Kapıyı tıklattığını bile sonradan fark edebilmiştim. Gerginlikten ellerim titriyor bu da yetmezmiş gibi titreyen bacaklarım kapıyı açmak için yürümeme bile yaramıyordu.

 

Titreyen parmaklarımla kapıyı araladım. Baştan aşağıya siyah giymiş Ege ile göz göze geldim. "Hazır mısın?" diye sordu endişeyle.

 

Bu soruyu sormasının nedeni üzerimdeki kıyafetler değil ruh halimin bu yaşanacaklara hazır olup olmadığıydı. Bunu bildiğimden dolayı "Emin değilim," diye mırıldandım.

 

Ege beni rahatlatmak için gülümsedi. Güzel gözleri ve sıcak bakışları yüzümde gezinirken bir nebze olsun rahatladığımı hissediyordum.

 

"Kendini hazır hissetmiyorsan gelmek zorunda değilsin," dedi gülümseyerek. Onun bu nazik teklifini başımı olumsuz anlamda sallayarak reddettim.

 

"Gelmek istiyorum. Orada olmam gerektiğini hissediyorum," dedim derin bir iç çektiğim sırada. Ege hiçbir konuda baskı yapmadığı gibi bu konuda da kararı tamamen bana bırakmıştı.

 

"Sen nasıl istersen öyle olsun." Bunu söylediğinde makyaj aynasının üzerine bıraktığım çantamı alıp onunla birlikte odadan çıktım. Merdivenlerden inerken Kerim'in telefonla konuştuğunu fark ettim.

 

Kaşları çatık ifadesi ise donuktu. Her kimle konuşuyorsa bu konuşmadan hoşnut olmadığı yüzündeki ifadeden belli oluyordu. Yanına gittiğimizde telefonu bir anda kapatmıştı.

 

"Kiminle konuşuyordun?" diye sordu Ege. Kerim bu soruyla birlikte sıkıntılı bir nefes verdi.

 

"İnanın bilmek istemezsiniz," dediğinde sinir bozukluğuyla gözlerini devirdi. Onun böyle yapmasından kiminle konuştuğunu anlamak çok da zor değildi.

 

"Kartal mı?" dedim birden. Kerim beni başıyla onaylamış histerik bir kıkırtı çıkmıştı dudaklarından. Kartal'ın isminin geçmesi bile ortamın gerilmesine yetiyordu.

 

Bu yüzden "Bir an önce çıkalım," diye mırıldandım. Kerim ile Ege birbirine bakmış sonrasında ikisininde tasdikleyici ifadeleri beni bulmuştu.

 

Hep birlikte kapının önünde bizi bekleyen siyah araca bindik. "Kerim," dedi Ege takımının yakasını düzeltirken. Kerim'in kestane rengi gözleri onunkileri buldu.

 

"Lu'ya göstermek istediğim bir şey var. Biz mezarlığın önünde indikten sonra sen gelenlere bizi beklemelerini söylersin."

 

Kerim anladığını belli edercesine başını hafifçe salladı. Bense onun bana ne göstereceğini merak ediyordum. Mezarlıkta bana ne gösterebilirdi ki?

 

Meraklı bakışlarım onun yüzünde gezinirken gerildiğimi hissettim. Mezarlığa yaklaştıkça bu gerginlik durumu daha çok boğulmama neden olmaya başladı.

 

Derin derin nefesler alarak kendi kendimi yatıştırmaya çalıştım. Arabanın mezarlığın girişinde durmasıyla birlikte Ege ile ben inmiş Kerim mezarlığın iç kısımlarına gitmek için arabada kalmıştı.

 

"Gel bakalım Lu," dedi Ege önümden yürüyerek bana rehberlik etmeye başladığı sırada. Mezarlıkta olmamız tüylerimi diken diken etmişti. Özelliklede az sonra olacak olan cenaze merasimimi düşündükçe kafayı sıyıracak gibi hissediyordum. Bunun için düşünmeyi bir kenara bırakmalıydım. Zihnimi meşgul edecek başka bir şey bulmam gerekiyordu.

 

Gözlerim Ege'yi takip ederken onun bir anda durduğunu fark ettim. Birkaç adım gerisindeydim. Usulca ona doğru yaklaştım. Yanında durduğumda baktığı yer gözlerimin dolmasına neden olmuştu.

 

"Bak Lu," dedi Ege. Sesi de tıpkı dudakları gibi titriyordu.

 

"Kelebek mezarlığı."

 

Onun söylediği şeyle minik mezarların üzerinde uçuşan beyaz kelebeklere baktım. Gözlerim dolmuş içime gülle gibi ağır bir şey oturmuş gibi kalakalmıştım. "Bebek mezarları," dedim birden.

 

En büyüğü bacağımın uzunluğunu bile geçmeyen onlarca bebek mezarı vardı. Üzerlerinde ise kar beyazı kelebekler uçuşuyordu. "Ege," dedim birden. Onun griye çalan mavi gözleri benimkileri bulurken yutkundum.

 

"Hepimiz bir gün bu dünyaya veda edeceğiz Lu. Fakat benim seni buraya getirme amacım hayatın daha ne olduğunu bile bilmeden gözlerini kapayanları göstermek. Onlar masum birer melek, hiçbir günaha bulanmamış beyaz kelebekler..."

 

Onu başımla onayladım. Birlikte mezarlara baktık uzaktan. "Şimdi birlikte merasime katılacağız. İşte o an insanların gerçek yüzleriyle karşılaşacaksın. Sana daha önce de söylediğim gibi her insan affedilmeyi hak etmez Lu. Tıpkı kalplerimizi böyle kelebek mezarlığına çevirenler gibi..."

 

Yaşlarla dolu gözlerimi onun gözlerine diktim. Derin bir nefes aldım. Onunla birlikte kelebek mezarlığını ardımızda bırakarak sahte cenaze merasimime doğru adım adım ilerledim.

 

Gerginlikten bacaklarım titriyor başımın döndüğünü hissediyordum. Ege de bu halimi fark etmiş olacak ki kolunu belime doladı. Birlikte onlarca insanın toplandığı yere gittik. "Ege Bey," diyerek bize yol verenler oldu.

 

Onlarca takım elbiseli adamın yanında siyah güneş gözlükleriyle onların yanlarında duran birkaç tane de kadın vardı. Gözlerim bir bir etrafımızdaki simaları incelerken gözleri yaşlı Kartal'ı gördüm. İlk başta onun bu haline inanamamıştım. Ama sonra aklıma Ege'nin sözleri geldi.

 

Bana her insanın affedilmeyi hak etmediğini söylediğinde böyle bir şeyle karşılaşacağımı tahmin etmiş olmalıydı. Keskin bakışlarım Kartal'ı süzerken Ege usulca kulağıma doğru eğildi. Gözlerimden yaşlar akarken berrak sesiyle dudaklarını araladı.

 

"Senin döktüğün bir damla gözyaşında boğulacak sana bunu yapanlar. Sana bu korkuyu yaşatanlar bedellerini ödeyecekler Lu. Her biri önünde diz çöküp yalvaracaklar ama sen onlara inanma. Zira bir hayvanı aç bırakınca gözyaşı dökermiş pişmanlıktan değil."

 

Gözlerimi Kartal'dan alıp ona çevirdim. Yüzünde tatlı bir tebessüm belirdi. Elini ceketinin cebine atıp beyaz ipek mendili çıkardı. Bunca zaman benim için taşıdığı mendili avuçlarıma bıraktı. Tam o sırada Kartal'ın yanında o gün gördüğüm sarışın kadın belirdi. İkiside tabutun başında bekliyordu.

 

İşte o an anladım Ege'nin bana anlatmak istediğini. Kartal'ın gözyaşlarıda kendisi gibi sahteydi. Kendini aklamak için aşığı oynuyordu. Ama bu rol ona bir beden büyüktü. O kim aşık olmak kim? O anca bu kelimeye sürülmüş koca bir kara leke olabilirdi.

 

Ege'nin verdiği mendille yanaklarımdaki ıslaklığı sildim. Derin bir nefes aldım. Keskin bakışlarım Kartal'a sabitlenmiş onun büyük bir ustalıkla oynadığı oyununu izliyordum. Tam o sırada hocanın gelmesiyle birlikte siyah bir araç oldukça yakınımızda durdu. Ön kapı açılmış siyah takım elbiseli bir adam inip arka tarafın sürgülü kapısını açmıştı.

 

Ege ile birlikte araçtan kimin çıkacağına bakarken Kerim de yanımıza geldi. Üçümüz araçtan inen adama baktık. İşte o an benim donup kaldığım dünyanın dönmeyi bıraktığı andı. Gördüğüm kişinin o olduğuna inanmakta zorlanıyordum. Gözlerim bana bir oyun oynuyordu. Yoksa o buraya gelmiş olamazdı.

 

"Kerim," dedi Ege şaşkın bakışlarını arabadan inip bize doğru yaklaşan adama çevirdiği sırada. "Tahsin'in burada ne işi var?" dediğinde yutkundum. Ağzımda zehir kadar acı ve yakıcı bir tat belirdi. "Baba," dedim fısıldarcasına.

 

Ege de Kerim de bu dediğimle afallayıp kalmıştı. Gözleri bir benim bir babamın üzerinde gelip gidiyordu. Özellikle de Ege'nin keskin bakışları daha çok korkuya kapılmama sebep olmuştu. "O adam senin baban mı?" diye sordu dehşete kapılmış bir şekilde.

 

Onun bu haline karşılık tek kelime edememiş başımı olumlu anlamda sallamakla yetinmiştim. Ege sinirle gözlerini kapadı. Sıkıntılı bir nefes çekti ciğerlerine. "Tahsin Soydere," dedi bakışlarını Kerim'e yönelttiği sırada.

 

Kerim'in de yüzündeki ifade Ege'nin ifadesinden farksızdı. Onların bu derece sinirlenmesinin sebebini bir türlü anlayabilmiş değildim. Üstelik Ege'nin babamı nereden tanıdığıysa dev bir soru işaretinden ibaretti. Korku dolu gözlerle Ege'ye baktım.

 

"Daha öncesinden bunu tahmin etmem gerekirdi. Akılsızlığım yüzünden," dedi Kerim'e karşı. Benim gözlerime bile bakamıyordu. Lafını doğrudan Kerim'e bakarak söylüyordu. Ortada bir durum vardı ki bu durumu benim dışımda orada bulunan herkesin bildiğine de adım kadar emindim.

 

"Ege neler oluyor?" dedim birden. İkiside doğrudan babama bakıyordu. Babamın gelişiyle birlikte hoca dualar okumaya başlamış Kartal ise yalancı gözyaşlarıyla mezarı kazanlara eşlik ediyordu. Gözlerim onların arasında gidip gelirken Ege bir anda "Kerim, Lu'yu alıp hemen git buradan," diye mırıldandı.

 

Dehşete kapılmış bakışlarım bir anda onu buldu. "Ne?" diye sordum duyduğum şeyin doğru olup olmadığını anlamaya çalışırcasına. Ege ise bu söylediğinde kararlı olduğunu belli edercesine keskin bakışlarımı babama yöneltmişti. "Lu, senle Kerim şimdi eve gidiyorsunuz."

 

Bu konuyu tartışmamak üzere son noktayı koymasını anlayamıyordum. Bana tek bir sebep bile vermemesi yetmezmiş gibi gerekli açıklamayı da yapmıyordu. Dualar eşliğinde Güneş'in tabutunun açılmasıyla gözlerim babama kaydı. Donuk bakışları öylece tabuttan çıkarılan ben olduğumu sandığı bedene kilitlenmiş bir haldeydi.

 

Onunla görüştüğüm zamanları toplasam şu yaşıma kadar bir yıl bile etmeyecek kadar az görmüştüm onu. Ama hiçbirinde şu anda olduğu kadar kötü görünmüyordu. Annem onu terk ettiğinde bile böyle sarsılmamıştı. Koca bedeni sanki yıkılmışta ayakta durmak zorunda olduğunu hissettiği için dik durmaya çalışıyormuş gibiydi.

 

Gözlerinden yaşlar süzülüyor fakat ağzını bıçak açmıyordu. Sanki yüreğinin tam ortasında bir yangın var ama kimse görmüyor gibi bir hali vardı. Bakışlarımı babamdan alıp Ege'ye çevirdim. "Lu, eve gitmen gerek," dedi Ege tekrar. Onu başımı sallayarak reddettim.

 

"Hayır Ege. Burada kalmak istiyorum." Bu söylediklerim onun onaylamaz bakışlarını birer ok misali üzerime doğrultmaktan başka bir işe yaramamıştı. "Lu sana yalvarıyorum eve dön. Eğer senin için nokta kadar bile olsa değerim varsa bunu benim için yap."

 

Söyledikleri afallamama neden olmuştu. Eve gitmem için sarf ettiği sözlerden çok gözlerindeki çaresiz ifade beni ikna etmişti. "Tamam," diye mırıldandım. Son bir kez babama ve onun gözlerindeki ifadeye baktım. Daha sonra Kerim ile birlikte biraz ötemizde bizi bekleyen siyah araca geçtim.

 

Kuşkucu bakışlarım arabanın hareket etmesiyle onun gerginlikten boncuk boncuk terleyen yüzüne kaydı. "Kerim neler oluyor?" diye sordum dayanamayarak. Bu soruyu soracağımı bekliyormuşçasına bakışlarını kaçırmıştı. Tam o sırada telefonu çalmaya başladı.

 

Elini üzerine giydiği kahverengi ince kabanın cebine attı. Aramayı cevaplandırıp telefonu kulağına götürdüğünde konuşmasına dikkat kesilmiştim. "Tamam Ege. Ben geri kalanlara haber salarım."

 

Kerim kısa bir anlığına bana baktı. "Merak etme. Eve geçiyoruz." Karşı taraftan gelen cevapla birlikte telefonu kapattı. Kuşkulu bakışları beni buldu. "Luna," dedi telefonunu cebine atarken.

 

"Arayan Ege'ydi. Bu akşamki mahşer etkinliğini iptal ettiğini söyledi." Gözlerim fal taşı gibi açılmıştı. Neden bir anda bu toplantıyı iptal ettiğini anlayamıyordum. Onun bu gizemli hali istemsizce sinirlerimi bozuyordu.

 

Kollarımı göğsümde kavuşturup bakışlarımı camdan dışarıya çevirdim. Bu konuyla ilgili konuşmak hiç içimden gelmiyordu. Önce bana mezarlıktan gitmem için söylediği sözlerin aslını açıklamasını istiyordum. Sinirli bir nefes çektim ciğerlerime.

 

Düşünmekten yolculuğun ne kadar sürdüğünü bile bilmediğim bir sürenin ardından araba evin önünde durdu. Kerim ile birlikte arabadan inip eve geçtik. "Ege'ye çok mu kızgınsın?" diye sordu Kerim tereddütle. Keskin bakışlarım onun kestane rengi gözlerine kaydı.

 

"Sende benden bir şeyler saklıyorsun. Mezarlıkta ikinizinde beti benzi atmıştı. Kerim lütfen bari sen söyle. Ege birden neden beni apar topar eve gönderdi?"

 

Bu sorumla birlikte gözlerini benden kaçırmıştı. Sanki söylemek istiyor ama bir türlü söylemeye dili varmıyormuş gibi bir hali vardı. "Bu konuyu Ege geldiğinde konuşalım. Lütfen bana bunu sorma," dediğinde daha fazla bir şey diyememiştim. Birlikte salona geçip Ege'nin merasimden dönmesini beklemeye başladık.

 

Ben sıkıntıdan kendimi verandaya atmıştım. Kerim ise salonda gazete okumakla meşguldü. Gazete okumayı tercih etmesinin sebebinin benim sorularımdan kaçmak olduğunu anlayabilecek kadar onu az çok tanımıştım. Gözlerim camdan ona takılmışken Ege'nin salondan içeriye girdiğini fark ettim.

 

Verandadaki oturma grubundan kalkıp salona geçtim. "Ege," dedim birden. Onun bana sıcacık bakan gri gözleri dehşete kapılmış bir haldeydi. Yüzü kireç gibi bembeyazdı. Onun bu hali korkmaya başlamama yetmişti. Kerim ile birlikte bana bakmaya başladılar. Ege her an tek bir dokunuşumla ağlamaya hazır gibi duruyordu.

 

"Bir şey oldu," dedim birden titreyen dudaklarımla. Ege'nin yanaklarından yaşlar süzülmeye başlamıştı. Başını ellerinin arasına almış durum her ne ise bunu nasıl söyleyeceğini düşünmeye başlamıştı.

 

Kalbim gümbür gümbür atıyordu. Korkudan tüm bedenimin titrediğini hissediyordum. "Ege ne oldu? Söyle!" Sesim boğazımı yırtarcasına çıkarken Ege yanıma gelip omuzlarımı kavradı. Parmakları omuzlarımı sıktı. Sanki biraz sonra söyleyeceği şey beni darmadağın edecekmiş gibi hissetmiştim. Sanki ben biraz sonra yere yığılacakmışım gibi sıkı sıkı tutuyordu omuzlarımı.

 

"Lu bunu sana nasıl söyleyeceğimi inan hiç bilmiyorum. Ama bunu sana söylemek zorundayım."

 

Ege yutkundu. Griye çalan mavi gözleri gözlerimde gezinirken "Tahsin Soydere mahşerin önde gelen suçlularından birisi," dedi ve bana baktı.

 

Başımı olumsuz anlamda salladım. Babam hiçbir zaman iyi bir baba olamamıştı. Ama o asla bir suçlu olamazdı. "Bu doğru değil!" diye bağırdım. Ege gözyaşlarıyla başını salladı.

 

"Lu gerçeği kabul etmen gerek. Tahsin Soydere bir suçlu," dediğinde benimde gözlerimden yaşlar akıyordu. Onun ellerini bedenimden uzaklaştırdım. Arkamı döndüm. Gözlerine bakmak ilk kez bana acı vermişti. "Madem öyle! Bana suçunu söyle! Babamın en büyük suçu ne?"

 

İşte o an Ege kulağıma doğru eğildi. Sıcak nefesi boynuma çarpıyordu. Gözyaşları omuzuma akarken dudaklarından öyle bir şey çıktı ki tüm dünyanın başıma yıkıldığını hissettim. Sanki dünya beni ayakları altında eziyormuş gibi hissetmiştim.

"O adam anneni öldürdü Lu."

 

Bu cümle beynimin dört bir yanında yankılandı. Bedenime çarpıp kaçtı her bir sözcük. Sonra öyle bir çarptı ki yüzüme sert bir tokat yemişim gibi olduğum yerde kalakaldım. Ben olduğum yerde kalakaldım. Sesler uğultulu gelmeye başlamış dünya büyük bir depremle sarsılmaya başlamıştı.

 

"Lu kendine gel!" diye bağırdı Ege yüzümü çevirdiğim tarafa geçerek. Ne onu duyuyordum ne de en ufak bir tepki veriyordum. Öylece ağlayarak boşluğa bakıyordum. İçimde bile koca bir sessizlik hakimdi.

 

"Lu! Lütfen bir şey söyle! Bağır çağır! Ama yalvarırım bir tepki ver!"

 

Kerim ile Ege'nin korku dolu gözlerini üzerimde hissettim. Ağlamaktan kızarmış gözlerimi Ege'nin gözlerine diktim. Tek kelime dahi etmeden salondan çıkmak üzere adımladım. Ege peşimden adımlıyordu ama benim adımlarım artık yürüyüş adımları olmaktan çoktan çıkmış kendimi koşarak odama atmıştım. Kapıyı da ardımdan kilitledim.

 

İçimden çığlık atmak geliyordu. Bu baskın hisse galip gelmemek için ağzımı elimle kapamış kapının önüne yığılmıştım. Sırtım kapıya dayanmış bacaklarımı karnıma kadar çekmiştim. "Lu!" diye bağırdı Ege. Bir yandan kapımı çalıyor bir yandan da adımı sayıklıyordu.

 

"Kapıyı açar mısın?" Yanımda kimseyi istemiyordum. Babam yıllar önce nasıl beni evden bir çöpü atar gibi gönderdiğinde bu gerçeğe alıştıysam şimdi de bununda altından kendi başıma çıkmalıydım. Hıçkırıklarımın ardı arkası kesilmiyordu. Elimi ağzımdan çekip "Ege beni yalnız bırak!" diye bağırdım.

 

Bir yanım ona sarılıp bağıra çağıra ağlamak istiyor diğer yanımsa o da bir gün seni terk edecek diyordu. Tıpkı baban gibi tıpkı baban yüzünden seni terk eden annen gibi...

 

"Seni yalnız bırakmam!" Ege kapının önüne çöktü. Bunun onun yumruğunu vurduğu yerin sırtıma denk gelmesinden anlamıştım. Şu an sırtımı kapıya değilde ona dayadığımı hissediyordum. Derin bir iç çektim. Gözlerimin mi yoksa içimin mi daha çok acıdığını kestiremiyordum.

 

"Tahsin Soydere anneni öldürdü," diye mırıldandım kendi kendime. Sonra "Babam annemi öldürdü!" diye bağırdım. Sesimin daha şimdiden kısıldığını boğazımın yırtılmışçasına acıdığını hissediyordum.

 

"Lu aç kapıyı sana yalvarıyorum. Bana yanında olabilmem için izin ver," dedi Ege hıçkırıklarının arasından. İkimizde ağlıyorduk. Aramızda bir kapıdan çok benim ördüğüm devasa bir duvar vardı. Ama aynı şeyleri hissediyorduk. Merih Ege benim içimdeki yangını yüreğinde hissedebilen belki de bu dünyadaki tek kişiydi.

 

"Bir gün sende beni bırakacaksın! Bizimde aramıza dünyalar girecek! Bunu biliyorum Merih Ege! Beni eğer şimdi bu ateşin ortasından alırsan bir gün bırakıp gittiğinde ben bir daha toplayamam!"

 

Ege'nin hıçkırdığını duydum. "Hayır Lu. Seni hiçbir zaman bırakmayacağım. Sen gitsende ben aslında hep senin yanında olacağım." Başımı olumsuz anlamda salladım.

 

"Annemde giderken böyle söylemişti. O zaman anlamamıştım. Ama şimdi anlıyorum. Bir gece ansızın sağ omzumdan öpüp gittiğinde bana böyle söylemişti. Senin hep yanında olacağım dediğinde benden vazgeçtiğini anlamıştım."

 

Dudaklarım her bir sözcükte titrerken ayağa kalktım. Elimi ona dokunduğumu hissedercesine kapıya koydum. Derin bir iç çektim. Alnımı kapıya dayadım. "Bu yüzden yalvarırım bana tutamayacağın sözler verme Merih Ege," dediğimde yutkundum. Ama o pes etmedi.

 

"Sana o söğüt ağacının altında ne söylediğimi hatırlıyor musun?" Bu sorusuyla birlikte sanki beni görüyormuş gibi başımı olumlu anlamda salladım. "İşte sana o günde söylediğim gibi bende yalnızım Lu. Annem ben on yaşımdayken babam yüzünden gözlerimin önünde kendi canına kıydığında bende bu dünyada kimsesiz kaldım."

 

Duyduğum şeyin gerçek olmamasını umuyordum. Bu doğru olamazdı. Olmamalıydı. Titreyen parmaklarım kilidi birkaç kez döndürdü. Kapıyı açıp onun kızarmış gözlerine baktım. "Merih," dedim titreyen dudaklarımla.

 

Kollarımı boynuna dolayıp ona sıkıca sarıldım. Ona sarılmak bile sanki içimdeki yangını dindiriyordu. Kerim ise uzaktan yaşlı gözlerle bizi izliyordu. Bizi yalnız bırakmak adına üçüncü kata çıktı. Ben Ege'nin kollarında onun başı benim omzuma yaslı bir halde öylece kaldık.

 

Derin bir iç çekti. Ondan ayrılıp gözlerine baktım. "Çok özür dilerim," diye mırıldandım. Ege başını önemli olmadığını söylemek istercesine hafifçe sallamakla yetinmişti. İkimiz birlikte odama geçtik. Bir süre öylece yatağın üzerinde oturmuş boşluğa bakmıştık. "Annemin nasıl öldüğünü biliyor musun?" diye sordum aniden.

 

Bu bir anda sorduğum soruyla birlikte Ege'nin ağlamaktan kan çanağına dönen gözleri benimkileri buldu. "Bildiğim tek bir şey var. O da annenin o gece başka bir adamla kaçtığı," dediğinde gözlerimi yumdum. Sindirilmesi zor gerçeklerdi bu duyduklarım. Ama bununda üstesinden gelecektim. Gelecektik.

 

"Peki ya senin annen?" diye sorduğumda gözlerini kucağında birleştirdiği ellerine dikmişti. Sağ elinin parmakları sol avucunda gezinirken yutkundu. Ağzında acı bir tat belirmiş gibi yüzünü buruşturdu. "Nedenini bilmiyorum. Ama babamın annemi hiç sevmediğini hatırlıyorum. Birbirlerine sürekli bağırdıklarını hatırlıyorum. Annemin her gece ağlayarak uyuduğunu ama uyandığında güne hiçbir şey olmamış gibi başladığını hatırlıyorum. Fakat ne bunlar ne de herhangi bir şey onun kendine bunu yapmasının izahı olamaz Lu."

 

Onun sıcak parmakları bir anda elimi tuttu. Elimin üzerini sanki zarar görecek bir şeymiş gibi nazikçe okşadı. "Bak şimdi ikimizde yalnızız." Onun söylediği bu sözle birlikte burukta olsa gülümsedim.

 

"Biz yüzleşmeyi bıraktıkça hayat yüzleşecek bambaşka bir şeyle geliyor karşımıza."

 

Ege gülümsedi. Elimden tutmuş griye çalan mavi gözlerini gözlerime dikmişti. "Yüzleşmekten korkma Lu. Çünkü asıl yüzleşemediklerin seni yıkmaya yeter."

 

Başımı onun omzuna dayadım. "Peki ben bu gerçekle nasıl yüzleşeceğim Ege?" diye sordum dayanamayarak. Ege derin bir iç çekti. "Kalbine söz geçirebildiğin zaman."

 

"Bu gerçekle yüzleştiğim zaman kabullenebilecek miyim tüm bu olanları?"

 

"Kabulleneceksin. Bir gün o salıncakta seni sallayanın bir tek o olduğunu kabul ettiğin gibi bir daha seni sallayanın o olmayacağını da kabul edeceksin. Çok zor olacak biliyorum. Ama edeceksin. İşte o vakit benim seni sallayacağımı bil."

 

Onun koluna sıkıca sarıldım. "Peki bir gün kalbimin kutusu senin yazdığın notlarla tıka basa dolduğunda veya hayatı öğrendiğimden emin olduğunda beni ardında bırakıp çekip gidecek misin?"

 

Ege derin bir iç çekti.

 

"Hayır. Gitmeyeceğim. Sen benden gitmediğin sürece ben senden gitmeyeceğim Lu. Bu da Merih Ege sözüdür."

Loading...
0%