Yeni Üyelik
13.
Bölüm

13.Bölüm: Mahşer

@sevvnuraydn

Beyaz kuş ile kelebek için düşmanın gerçek yüzünü gösterecek oyunu oynamanın zamanı gelmiş. Onlara bu acıyı reva görenlerin maskelerini düşürmeye kararlılarmış. Yanlarında dostluğun simgesi kırlangıç ile birlikte kelebek mezarlığına gitmişler.

 

Güneş kanatlı kuşu toprağa vereceklermiş. Toprak ise onlara ihanetin gerçek yüzünü bir kez daha gösterecekmiş. Kuş derin bir iç çekmiş. Gözleri etrafını saran aslanlara kaymış. Yırtıcı aslanların arasında kara kartalı görmüş.

 

Kelebek kuşunu yanına almış. Birlikte kartalın yalancı gözyaşlarına bakmışlar. "Görüyor musun?" demiş kelebek kuşa.

 

"Onun gözlerindeki yaşlar pişmanlıktan veya üzüntüden değil. Şayet öyle olsaydı o gözyaşları ateşe batırılmış kızgın bir demir gibi yüreğini dağlardı. Şimdi söyle bana. Ona baktıkça acı çektiğini hissedebiliyor musun?"

 

Kuş kelebeğin bu sözleriyle kartala daha dikkatli bakmış. "Hayır hissetmiyorum," diye mırıldanmış.

 

"Ne onun gözlerinde acı var ne de yüreğinde. Öylece kuru bir ihanet bırakıyor gözleri. Bana yaptığı ihanet gözlerinden dökülen yalancı yaşlarda gizli. Bunu sadece biz mi görebiliyoruz?"

 

Kelebek başını olumlu anlamda sallamış. "Ne yazık ki bunu gören sadece biziz beyaz kuş. Ama günün birinde bu yalancı kartalın ipliği pazara çıkmış olacak," dediğinde kuşun gözleri uzaklara dalmış. Gördüğü şeyin gerçek olup olmadığını düşünmeye başlamış.

 

Ya bu gözlerde bana ihanet ediyorsa? Ya bu gördüklerim bana acılarımın karanlık bir oyunuysa diye düşünmeden edememiş. Kelebeğin ve kuşun yanına gelen kırlangıçta aynı şeyi görüyormuş. Üçüde akbabaya bakıyormuş.

 

Kelebek gözlerini dostu kırlangıca çevirmiş. "Kuşumu götür buradan," demiş. Beyaz kuş ilk başta gitmek istememiş. Fakat kelebeğin hatrı onun inadına galip gelmiş. Kırlangıç ile birlikte yuvaya geri dönmüş beyaz kuş.

 

Güneş kanatlı kuşu toprağa verdikten sonra kelebek beyaz kuşun yanına gelmiş. Gözü yaşlı kelebek kuşuna akbabanın aslında kim olduğunu söylemiş. Kuş duyduklarının doğruluğuna inanmak istememiş. Kelebeğin bedenini saran kanatlarından kaçmış.

 

Kendini yalnızlığa mahkum etmiş. Ne kelebeği almış yanına ne de kalbini. Öylece çocukluğunun kimsesiz sokaklarında kanat çırpmış beyaz kuş. Baktığı her yerde kaybettiklerini görüyormuş. Annesini görüyormuş. Akbabaya yem olan annesini...

 

Kelebek çaresizce dört bir yanda kuşunu aramaya başlamış. Beyaz kanatlarını var gücüyle çırpmış. Gözleri baktığı her yerde kuşunu arıyormuş. En sonunda yolu ıssız bir sokağa düşmüş. Kuş kelebeğini yanında görünce şaşırmış. "Beni nasıl buldun?" diye sormuş. Kelebek gülümsemiş.

 

"Bu ıssız sokağın yolunu sadece yalnızlar bilebilirdi. Bende yalnızım unuttun mu?"

 

Kuş derin bir iç çekmiş. "Git," demiş kelebeğe.

 

"Bir gün beni nasılsa bu ıssız sokağa mahkum edeceksin. Gitmişken şimdi git. Belki o zaman daha az yanar canım."

 

Kelebeğin gözlerinden yaşlar süzülmeye başlamış.

 

"Senin kalbin bana aitti unuttun mu? Ben seni kalpsiz bırakıp nereye giderim? Bu mümkün mü? Üstelik sende de benim kalbim varken..."

 

_______

 

Hayatın bazı gerçeklerini kabul etmek için bazen günler, aylar hatta yıllar bile geçse fayda etmezmiş. Benim gerçeğimi sindirmem için koca bir asra ihtiyacım vardı. Sıkıntılı bir nefes verdiğim sırada gözlerimi uzaklara dalıp gitmiş olan Merih Ege'ye çevirdim.

 

Onun mavi gözleri boşluğa bakarken kafasının içinden geçen düşünceleri merak etmiştim. "Ege," diye mırıldandım. Onun griye çalan mavi gözleri beni buldu. "Artık hiçbir şey hissetmiyorum biliyor musun?"

 

Bu sözlerimden bir şey anlamamıştı ya da ben kendimi sandığım gibi iyi ifade edememiştim. "Bu son öğrendiğim gerçek var ya bedenimdeki tüm insani duyguları da alıp beraberinde götürmüş gibiyim. Sanki babamın işlediği cinayet benim insanlığımı almış gibi..."

 

Bu sözlerim onun burukta olsa gülümsemesine neden olmuştu. "Senin insanlığın değil giden acı hissin. Sen şu zamana kadar öyle acı gerçeklerle yüzleşmek zorunda kaldın ki bu gerçeklerin sana çektirdiği acılardan sonra hiçbir acı sana artık gerçekçi gelmiyor."

 

Benim için sanki tekrar profesör olmuş gibiydi. İçindeki profesör yine içimdeki küçük kızın elinden tutmuştu. Onu düştüğü yerden kaldırmış dizine yara bandı yapıştırmış gibi bir his belirdi içimde.

 

"Profesör," diye mırıldandım bu sefer. "Profesör Merih Ege." Bu söylediğimle birlikte gülümsemişti ki ona bir anda söylediğim şeyle donup kalmıştı.

 

"Mahşer etkinliğini iptal etmeni istemiyorum."

 

"Ne?" dedi şaşkınlıktan irileşen göz bebekleri gözlerimde gezinirken. Böyle bir tepki vermesi gayet doğaldı. Çünkü babamın annemin katili olduğunu öğrendikten sonra ondan böyle bir şey istemem normal değildi.

 

"Lu sen benden ne istediğinin farkında mısın?" dediğinde nasıl bir durumda olduğumu daha yeni anlamıştım. Ben annemin ölümünün gerçeğiyle kırılma noktamı yaşamıştım. Şimdi ise içimdeki dürtüye engel olamayarak mahşer denilen cehenneme gitmeyi arzuluyordum.

 

"Farkındayım Ege. Ben kendimden ve bu istediğim şeyden gayette eminim. Oraya gitmek ve orada bulunan her bir şeytanın gözlerinin içine bakmak istiyorum."

 

Ege bu söylediklerime inanamayarak baktı yüzüme. Her an pimi çekilmiş bir bomba gibi patlamaya hazırdı. Griye çalan mavi gözlerini yummuş sakinleşmek için derin derin nefesler almaya başlamıştı. Bunun anlamı gözlerini araladığında beni bu işten vazgeçirmek için ikna etmeye çalışacağıydı.

 

"Ege lütfen," dedim bu sefer. Ege'nin gözleri aralanmış sıkıntılı bir nefes vermişti. Beni ikna edemeyeceğini o da çok iyi biliyordu. Bu yüzden benimle konuşmak yerine "Kerim!" diye bağırmayı tercih etmişti.

 

Birkaç saniye içinde Kerim üçüncü kattan inmiş endişeyle bize bakmaya başlamıştı. "Bir şey mi oldu?" diye sorduğunda Ege'nin delici bakışları benden ona kaydı.

 

"Oldu! Luna Hanım mahşerde düzenlediğimiz etkinliği iptal etmemizi istemiyor!"

 

Kerim'in dehşete kapılmış bakışları bir anda beni buldu. Bunu istemiş olduğuma bir türlü inanamıyordu. Bense Ege'nin bana hitap şekline...

 

İrileşen göz bebeklerim onun yüzünde gezinirken Ege ise burnundan soluyordu. Bir türlü yüzüme bakmıyor doğrudan Kerim'e dikmişti delici bakışlarını. "Akşam konuştuğumuz saatte mahşerde düzenlediğim eğlenceye herkesin davetli olduğunu söyle."

 

Kerim duyduğu şeyin doğru olup olmadığını anlamaya çalışırken "Emin misin?" diye sormayı da ihmal etmemişti. Ege ise sadece başını sallamakla yetindi. Bunun üzerine Kerim cebinden çıkardığı telefonla bir numarayı tuşladı. Telefonun açılmasıyla odadan çıkması bir oldu. Tabii odadan tek çıkan o değildi.

 

"Akşam için hazırlan," dedi Ege tek düze bir sesle. Daha sonra yüzüme bile bakmadan odadan çıkıp kapıyı yavaşça kapattı. Bense öylece onun gidişini izlemiştim.

 

Bana çok kızgındı. Bunu sadece yaptığı tavırdan değil onun sesindeki kırgın tınıdan anlamıştım. Ege'nin ses tonu her zaman bir beyefendiye yakışırcasına nazikti. Ama şimdi o halinden eser yoktu.

 

Tavırları donuktu. Sesi bile üşümeme neden oluyordu. Onu ne kadar kızdırdığımı bir kez daha anlamış oldum. Ama bu yapacaklarımın yanında küçük bile kalırdı. Bu gece yapacaklarım için şimdiden özür dilerim Ege. Özür dilerim.

 

*******

 

Ege ile konuşmamızın üzerinden saatler geçmişti. Rahatlamak için sıcak bir duş almış mahşerdeki gece için hazırlanmaya başlamıştım. Üzerime beyaz önü kısa arkası uzun kuyruklu bir elbise giymiştim. Ayakkabılarım ise yüksek topuklu parlak bir ayakkabıydı.

 

Makyaj aynasının karşısında saçlarımın önünü maşalamaya başladığımda aklım Ege'de gözüm aynadaki yansımamdaydı. Saçlarımı ensemde topuz olacak şekilde bağlayıp maşayı kapattım. Fişini de çekip kenara koyduğumda tek eksiğim makyajım ve takılarımdı.

 

Geceye geç kalmak istemediğimden apar topar makyajımı yapıp kırmızı ışıltılı taşlarla bezeli küpelerimi taktım. Takı kutusunun dibinde bulduğum küpelerimle uyumlu kolyeyi de boynuma iliştirdiğimde son bir kez aynaya baktım.

 

Gözlerim saçlarımda boynumu süsleyen kırmızı parlak kolyede gezindi. Derin bir nefes aldım. Bu gece bu işi kökten çözecek adımı atacaktım. Önce Kartal'ın sonra da babamın olmak üzere orada bulunan herkesin ipliğini pazara çıkaracaktım. Her birinin sonunu getirecektim. Bana yaşattıkları acıların bedelini misliyle çektiklerini görmedikçe bana huzur yoktu.

 

Makyaj masasının üzerindeki taşlı çantanın içine telefonumu atıp odadan çıktım. Topuklularımın tıkırtısı eşliğinde merdivenlerden inmeye başladım. Tok adım seslerim evin içinde yankılanıyordu ki merdivenin diğer ucunda beni bekleyen Ege ile göz göze geldim.

 

Mavi gözleri öylece bana bakarken tek kelime dahi etmemişti. Büyülenmişçesine bana bakmaya devam ediyordu sadece. "Lu," diye mırıldandı. Merdivenin son basamağından yavaşça inip ona doğru yaklaştım.

 

Yüzünde insanın içini ısıtan gülümsemesi belirdi. Bu gülümseme bile her şeyi bir kenara atmamı sağlayabilirdi. Ama bunu yapamazdım. Özellikle de bugün öğrendiğim şeyden sonra...

 

"Çok güzel olmuşsun," dedi içtenlikle gülümserken. Onun bu iltifatıyla yanaklarımın kızardığını hissediyordum. Gardımın düştüğünü hissediyordum. Hayır Luna dedim kendi kendime. Sakın bunu yapma! Bu gece olmaz!

 

Derin bir iç çektim. "Teşekkür ederim. Sende çok yakışıklı görünüyorsun." Griye çalan mavi gözleri cam gibi parladı. Gözlerinde saklanan gökyüzünde adeta bir güneş belirivermişti.

 

Büyülenmiş gibi onun gözlerine baktığımda bu büyüyü bozan yine kendisi oldu. "Gidelim Lu," dedi kapıyı açarken. Birlikte kapının önünde bizi bekleyen siyah uzun araca bindik. Yanımızda üç de koruma vardı.

 

Onların varlığı bile istemsizce gerilmeme neden oluyordu. Derin bir nefes alıp bakışlarımı dışarıya çevirdiğimde Ege'nin gözleri benim üzerimdeydi. Sanki tek bir bakışıyla içimden geçenleri duyabilecekmiş gibi hissediyordum. Stresten elbisemin etekleriyle oynamaya başladım. Sakin ol Luna dedim kendi kendime. Sakin olmak zorundasın. Çünkü asıl oraya vardığımızda kıyamet kopacak ve bunun tek sorumlusu sen olacaksın. Sen... Sadece sen...

 

*******

 

Araba mekanın önünde durduğunda Ege önden inmişti. Korumalar kapının önünde bizi beklerken Ege araçtan inmem için elini nazikçe bana doğru uzattı. Titreyen parmaklarım onun elini kavradı. Elbisemin kuyruğuna basmamaya özen göstererek arabadan indim.

 

Gözlerim mekanın giriş kapısına kaydı. Burayı tesadüfen bulduğumda başıma neler geldiğini hatırladım. Olcay'ın az kalsın beni öldüreceği anı hatırladım. Onun elinden Ege sayesinde kurtuluşumu ama Olcay'ın yarım bıraktığı işi sevdiğim dediğim adamın tamamlayışını hatırladım.

 

Gözlerim istemsizce dolarken Ege'nin koluna girdim. Onun mavi gözleri benimkileri buldu. Sanki bakışlarıyla içimi okuyordu. Sanki şu an ne hissediyorsam o da benimle birlikte hissediyordu.

 

"Benim yanımdayken korkmana gerek yok," dedi fısıldarcasına. Dolu gözlerle ona baktım. Yüzümde küçük bir gülümseme belirmiş kapıdaki güvenliklerin bizi içeri almasıyla mahşere girmiştik.

 

Ege ile içeri girdiğimizde kendimi kraliyet balo salonuna benzer bir salonda kırmızı halı serilmiş merdivenlerin tepesinde bulmuştum. Gözlerim mahşer denilen yeri süzerken herkesin gözleri bizim üzerimizdeydi. Çalan klasik müzik bir anda susmuş gözlerimi Ege'ye çevirmiştim.

 

Onun gözlerinde endişenin pırıltısı belirdi. Ama bunu bana yansıtmak istemediğinden bir an önce bizi bekleyen kalabalığın arasına karışmak için merdivenlerden yavaşça aşağıya doğru inmeye başlamıştık.

 

Heyecandan bacaklarım titriyordu. Attığım her adımda tökezleyeceğimi hissediyordum ki merdivenin son basamağından inmiş karşımızda bizi selamlayan onlarca takım elbiseli adamla karşı karşıya kalmıştım.

 

"Ege Bey hoş geldiniz," dedi içlerinden biri. Ege ona başıyla selam verirken birlikte kalabalığın kenara çekilmesiyle salonun sonunda bulunan siyah koltuğa geçtik. Tek oturan bizdik. Bizim dışımızda herkes ayakta kokteyl masalarının etrafındaydı. Gerçi oturacak başka koltukta yoktu. Bu detaydan bu koltuğun Ege'ye ait olduğunu anlayabiliyordum.

 

"Ege Bey nasılsınız?" diyerek yanımıza gelen adama baktım. Bu Olcay'ın ta kendisiydi. O gece bana bakarkenki yılan bakışlarından eser yoktu. Sanki sıradan bir iş adamıymış gibi davranıyordu.

 

"İyiyim Olcay. Fakat senin o yaverin olacak köpeğini görmeseydim daha iyi olabilirdim." Olcay bu sözlerle afallamış gözlerini az ötemizdeki kokteyl masasında birileriyle konuşan Kartal'a çevirmişti. Ege parmağını nazikçe şıklattı. Onun bu işaretiyle klasik müzik salonda tekrar yankılanmaya başlamıştı.

 

"Her neyse," dedi Ege. "Tahsin burada mı?" diye sorduğunda yutkundum. Olcay kısa bir anlığına düşündü. Ardından başını olumsuz anlamda salladı.

 

"Kızının cenazesinden sonra yalnız kalmak istediğini söyledi."

 

Olcay'ın bu cevabıyla içime ağır bir şeyin oturduğunu hissettim. Kalbimdeki baskı o kadar güçlüydü ki nefes almakta zorlanıyordum. Bu durumumu Olcay'ın fark etmemesi için oturduğum yerde sırtımı dikleştirdim.

 

"Anladım. Ama hala kafamda bir şeyler oturmuyor Olcay," dedi Ege dudakları keyifle yukarıya doğru kıvrılırken. Olcay beklentiyle Ege'ye baktı.

 

"Bu ölen kız Kartal'ın sevgilisi değil miydi? Daha sabah cenazede gözyaşı dökerken o neden burada?" Ege'nin bu sorusuyla gözlerimi Kartal'a çevirdim. Hiçbir şey olmamış gibi gülerek karşısındaki adamla bir şeyler konuşuyordu.

 

"Evet efendim. Fakat Kartal'ı bilirsiniz. O kızda muhtemelen onun eğlendiği kızlardan biriydi. Sırf Tahsin Soydere'nin korkusundan bunları yaptığına eminim," dediğinde keskin bakışlarımı Olcay'a çevirdim. Bu yaptığımı Ege son dakika fark etmiş parmaklarını koltuğu sıkan parmaklarıma kenetlemişti.

 

"Peki çekilebilirsin Olcay," diye mırıldandı Ege. Olcay başını sallamış yanımızdan uzaklaşmıştı. Onun yanımızdan ayrılmasıyla sinir bozukluğundan dolan gözlerimi Kartal'a diktim. Keskin bakışlarım onun yüzünde gezinirken Ege elimi daha da sıkı tuttu.

 

"Dans edelim mi?" diye sordu. Bunu sormasının sebebinin benim dikkatimi dağıtıp Kartal'ı unutturmak olduğunu çok iyi biliyordum. Griye çalan mavi gözleri gözlerimde gezinirken gözlerindeki ifadeden bunu anlamam çok da uzun sürmemişti. Başımı olumlu anlamda salladım. Birlikte tahtından kalkan kral ile kraliçe gibiydik.

 

Onlarca insanın gözleri önünde salonun tam ortasında durduk. Dolan gözlerim ayakkabılarıma takılı kalmışken Ege'nin işaret parmağı gözlerine bakmam için çenemi yavaşça yukarıya doğru kaldırdı.

 

Şefkat dolu bakışları cehenneme yağan yağmur gibiydi. İçimdeki derin ızdırabı dindiren gözlerine bir de sıcak dokunuşu eklendi.

 

Eli nazikçe belimi kavradığında boştaki elimi onun omzuna yerleştirdim. "Lu," dedi berrak sesiyle. Birlikte onlarca insanın bakışları altında dans etmeye başladık. Bizi gören bazı adamlar yanlarındaki kadınlarla dansa kalkarken benim gözlerim onun güzel gözlerinde takılı kalmıştı.

 

Griye çalan mavi gözleri içimde kelebekler uçuşmasına neden oluyordu. Kalbim bu tatlı sıcaklıkla ısınıyordu. Başımı onun omzuna yasladım. Birlikte müziğin naif tınısıyla yavaşça dans ettik. Etrafımızda onlarca insan yokmuş gibi...

 

Sanki koskoca salonda sadece ikimiz varmışız gibi dans ettik. Sanki müzik yokmuş da benim gümbür gümbür atan kalbimin sesiyle dans ediyorduk. "Ege," diye fısıldadım.

 

Sesim o kadar cılızdı ki beni duyup duymadığını bile bilmiyordum. Ama sanki bu ismi söylemek bile bana iyi geliyordu. Nedenini bir türlü anlamıyordum. Ama böyle hissediyordum. O uçurumun dibinde atmayı bırakan kalbimin sesini şimdi net bir şekilde duyabiliyordum. Peki ama nasıl?

 

"Lu," diye mırıldandı Ege. Başımı onun omzundan kaldırdığımda az ötemizde duran Kartal ile göz göze gelmiştim. "Benim yukarıdaki odada biriyle konuşmam gerek. Beni burada bekler misin? Hem merak etme. Kerim de burada olacak," dediğinde onu başımla onayladım.

 

Benden ayrılıp Kerim'e kısa bir bakış attı. Kerim ona beni merak etmemesi için bakışıyla küçük bir işaret verince Ege yanımıza gelen bir adamla merdivenlerden yukarıya çıkmaya başladı. Onların gözden kaybolmasını bekledim. Merdivenlerden yukarıda etrafı parmaklıklarla çevrili koridora geçtiler. Sonra da soldan üçüncü odaya geçip kapıyı kapattılar.

 

Bunun üzerine delici bakışlarımı Kartal'a çevirdim. Yüzündeki iğrenç gülümsemeyi dağıtmanın hayalini kuruyordum. Ama sabırlı olmalıydım. Bunun için öncelikle sabretmeyi bilmeliydim.

 

Derin bir nefes aldım. Topuklularımın tıkırtısı eşliğinde onunda önünde bulunduğu ikram bölümüne doğru ilerledim. İkram bölümünden sorumlu garsonlardan biri tepsinin üzerinden bana ince uzun kadehlerden birini uzattı.

 

Üzerinde küçük baloncukların olduğu altın rengi sıvıya baktım. Küçük bir yudum alıp ikramlara göz gezdirirken tam da tahmin ettiğim gibi Kartal saniyesinde dibimde bitmişti.

 

"Size tavsiyem şuradaki kanepelerin tadına mutlaka bakmalısınız," dediğinde yüzünde eğreti duran gülümsemesiyle gözlerime baktı. Onunla çok fazla yüz göz olmak istemediğimden başımı sadece sallamakla yetindim.

 

"Ege Bey ile sizi dans ederken gördüm," dedi bu sefer. Bakışlarımı istemeyerekte olsa ona çevirdim. Yüzümde samimiyetten uzak gülümsememle elimdeki kadehten küçük bir yudum daha aldım.

 

"Sabah sizi cenazede görmüştüm. Ölen kız yakınınız mıydı?" diye sorduğumda garsonun uzattığı kırmızı şarap kadehine uzandı.

 

"Aslında yakınım sayılmazdı. Ege Bey cenazeye katılım sağlanması gerektiğini söyleyince bende gelmek durumunda kaldım." Bu sözleriyle beynimden vurulmuşa döndüm. Olduğum yerde kalakalmış söylediklerini sindirmeye çalışıyordum.

 

"Ama sizi cenazede ağlarken gördüm. Yakınınız değilse neden arkasından bu kadar gözyaşı döktüğünüzü anlayamadım," dediğimde dudakları keyifle yukarıya doğru kıvrıldı.

 

"Ben çok duygusal bir adamım. Kızın hem ölüm şekli olsun hem de gencecik yaşta ölmesi beni çok etkiledi. Orada kim olsa arkasından gözyaşı dökerdim." Sinirden ellerimin titrediğini hissediyordum. Kerim'in yanına gelmem için uzaktan çağırdığını duyuyordum. Ama onu duymazlıktan gelmek zorundaydım. Çünkü oyun daha yeni başlıyordu.

 

"Etkilendim doğrusu. Hem karizmatik hem de karakterli bir adamsınız. Mahşerde böyle duygusal biriyle tanışacağımı hiç düşünmemiştim," dediğimde sinir bozucu gülümsemesiyle bana bir adım daha yaklaştı. Bunu fark eden Kerim saniyesinde yanımda bitti.

 

"Luna," dedi Kerim imalı bir gülümsemeyle. Kartal'a hiç de hoş olmayacak şekilde imalı bakması gülmemek için kendimi zor tutmama sebep oluyordu.

 

Kerim "Kartal Bey ile ne işin var?" dediğinde Kartal abartılı bir kahkaha attı. Daha sonra Kerim'e rağmen doğrudan bana baktı.

 

"Eşsiz dans yeteneklerinizden faydalanmak isterim."

 

Bu bir dans teklifiydi ve bu durum Kerim'in hiç hoşuna gitmemişti. Bakışlarıyla bana bu teklifi reddetmem için yalvarsada ok yaydan çıkmıştı bir kere. Bu dans yapılacak üstüne Kartal tuzağa çekilecekti. İşte o kadar!

 

"Tabii ki. Memnuniyetle," dememle elimdeki kadehi masaya bıraktım. Kartal ile birlikte Kerim'in yanından geçerek az önce Ege ile dans ettiğimiz yere geçtik. Kerim ise bu duruma karşılık koşarak üst kata çıkmıştı.

 

Kartal çalan diğer bir klasik müzikle birlikte elini belime yerleştirmiş bir elimi de avuçlarının içine almıştı. Bende ona ayak uydurarak diğer elimi onun omzuna yerleştirdim. Birlikte müziğin ritmine ayak uydurarak ağır ağır dans etmeye başladık.

 

"Cenazede yanınızdaki sarışın kadın kimdi?" diye sordum bu sefer. Kartal bu sorumla birlikte kıkırdamıştı.

 

"O sadece benim asistanım. Nasıl ki siz Ege Bey'in asistanıysanız o da benim asistanım." Kartal adeta nefes alır gibi yalan söylüyordu. Onu gördükçe midem bulanıyordu. Üstüne bir de birlikte dans ediyor oluşumuz hepten ondan tiksinmeme neden oluyordu.

 

"Yani aranızda bir şey yok öyle mi?" dediğimde beni başıyla onayladı. Gözleri önce gözlerimde sonra dudaklarımda gezinmeye başlamıştı ki tehlike çanlarının çaldığını belli eden bir şey oldu.

 

Gözlerim merdivenlerden inmiş bize bakan Ege'ye kaydı. Elinde ince uzun kadehlerden biri vardı. Gözlerindeki ifade ise her an büyük bir fırtınanın kopacağının sinyallerini veriyordu.

 

"Peki ya sen? Seninle Ege Bey arasında bir şey var mı?" diye sorduğunda bakışlarım tekrar onu buldu.

 

"Sence?" dediğimde keyifle kıkırdadı. Ama benim korku dolu gözlerim Ege'nin üzerindeydi. Yüzündeki ifadede hayal kırıklığı vardı. Üstelik elindeki kadehi avucunda sıkması Kartal'dan ayrılmama sebep oldu.

 

"Ege," dedim birden ona doğru adımlarken. Onun gözleri Kartal'a kilitlenmiş avucunda sıktığı kadeh bir anda tuzla buz olmuştu. Dehşete kapılmış gözlerim elini bulduğunda avucundan oluk oluk akan kanı gördüm.

 

"Ege," dedim bu sefer panikle. Ama o benim yüzüme bile bakmadı. Onun yerine kanayan elini havada tutarak merdivenlerden çıkmaya başladı. Adımları yeri dövüyordu. Herkes panik olmuş Ege'nin peşinden gitmeye yelteniyordu ki Kerim herkesi durdurdu.

 

Onun peşinden giden yalnızca benle Kerimdi. Topuklularımın tıkırtısı kesilen müzikle birlikte sessizleşen salonda yankılanıyordu. "Ege dur," dedim ama bir an bile duraksamadı. Sol taraftaki ilk kapıya doğru yöneldiğinde nihayet ona yetişebilmiştim.

 

İnce parmaklarım onun kolunu kavradı. "Yarana bakmama izin ver Ege," dediğimde griye çalan mavi gözleri beni buldu. Gözlerindeki gökyüzünde kara bulutlar dolaşıyordu. Şimşekler çakıyor yağmur ise sanki içine içine yağıyordu.

 

"Gerek yok," dedi Ege buz gibi bir sesle. "Ege lütfen böyle yapma. İzin ver yaranı sarayım," dediğimde durdu. Dudaklarından histerik bir kahkaha çıktı. "Ege değil!" diye bağırdığında olduğum yerde kalakaldım.

 

Ses tonunun yüksekliğinden herkesin bize bakması yetmezmiş gibi onun bana her zamanki gibi sevgiyle bakan gözlerinin yerine mahşerdekilerden biriymişim gibi bakan gözleri eklenince içime dünyanın yükünün bindiğini hissetmiştim.

 

"Ege değil," dedi tekrar. Bu sefer ses tonunu ayarlamış adeta fısıldamıştı.

 

"Profesör diyeceksin," dedi ve gözlerinden akan iki damla yaşı saklayarak kendini odanın içine attı. Kapıyı da kilitleyince olduğum yerde kalakaldım.

 

Gözlerim onun yere damlamış kanına takıldı. Kızıl kan yutkunmama sebep olurken boğazıma devasa büyüklükte bir yumrunun oturduğunu hissettim.

 

Bana profesör diyeceksin dediğinde benden vazgeçtiğini anladım. Ege beni gözden çıkarmıştı. Artık eskisi gibi olabileceğimizi de sanmıyordum. Yanaklarımdan süzülen yaşlarla Kerim'e baktım.

 

Onunda yüzünde de hayal kırıklığı ifadesi vardı. Ege bu yaptığımı affetmeyecekti. Bunu biliyorum. Derin bir iç çektim. Onun içeride ne halde olduğunu bile bilmediğim kapıya koydum elimi. Elimde olsa bu kapıyı kırıp ona ulaşırdım.

 

Binlerce kez özür dilerdim. Ona sıkıca sarılır yarasına merhem olmak için çabalardım. Ama bunu yapamıyordum. Ne onda beni affedeceğine dair en ufak bir ışık görüyordum ne de bende ona yaklaşacak yürek.

 

Gözlerimi Kerim'e çevirdim. "Bu odanın başka anahtarı var mı?" diye mırıldandığımda başını olumsuz anlamda salladı.

 

Anahtar vardı. Hatta Kerim'in cebinde olduğuna dair yemin edebilirdim. Ama Ege'nin yalnız kalmak istemesine duyduğu saygıdan dolayı bana o anahtarı vermeyeceğini de çok iyi biliyordum.

 

Tam gidip başka anahtar bulmaya niyet etmiştim ki Ege'nin kapının altından bir şey gönderdiğini fark ettim. Gözlerim bordo halının üzerindeki şeye kaydı. Eğilip baktığımda daha çok ağlamaya başladım.

 

"Siyah zarf," diye mırıldandım hıçkırıklarımın arasından. Ege benim için her zaman beyaz zarf gönderirdi. Ama bu sefer gönderdiği zarf siyahtı. Bu onun bana ne kadar kızgın olduğunun en büyük göstergesiydi. Onu hayal kırıklığına uğratmıştım. Hem de çok büyük...

Loading...
0%