Yeni Üyelik
14.
Bölüm

14.Bölüm: Dünyayı Kelebekler Kurtarır

@sevvnuraydn

Kuş ile kelebek yalnızlığın sokağında birbirlerine sarılmış. "Bu sokaktan çıkabilmemizin tek yolu beni kabul etmendir," demiş kelebek kuşa.

 

Kuş gülümsemiş. Kelebek ile birlikte karanlık sokaktan çıkmışlar. Kuş kelebeğinin gözlerine bakmış. Ona içindeki acınında etkisiyle içlerinde kara kartalın da olduğu karanlığa gitmek istediğini söylemiş.

 

Kelebek kuşun bu söylediklerine inanamamış. Onun kartalı görmek istediğine bir türlü inanmak istememiş. Yüreğini derin bir keder kaplamış kelebeğin. Kuşunun yanında bir başkasının hayalini görmek bile onu delirtmeye yetiyormuş. Ama söz konusu beyaz kuş olunca kelebek için akan sular duruyormuş.

 

İstemeyerekte olsa kuşu ile karanlığa girmeyi göze almış. Her ne kadar kuşunun güzel kanatlarının karanlığa kapılıp gitmesinden korksada onun için güçlü durmakta kararlıymış. Kuşu için tüm bunları göze almış kelebek.

 

Kuş ise kelebekten sakladığı bedel ödetme arzusuyla yanıp tutuşuyormuş. İçindeki intikam ateşini söndürmek için istiyormuş karanlığa uçmayı. Yüreğinde açılan her bir mezarın hesabını sormak istiyormuş. Tek istediği buymuş.

 

Tüm bunlardan habersiz kelebek kuşuna bakmış. Onun güzelliği dilinin tutulmasına neden olmuş. Gözleri gördüğü bu güzelliğe bakmaya doyamıyor kalbi göğsünden çıkacak kadar hızlı atıyormuş. Kelebek anlamamış ne olduğunu.

 

Birlikte karanlığa uçtuklarında bile aklında aynı soru varmış. Neden ona her baktığımda kalbim bu kadar hızlı atıyor diye düşünmeden edemiyormuş. Beyaz kuş ile kelebek karanlığın ortasında kartal ile karşılaşmış.

 

Beyaz kuş kartala bakmış. Onun gözlerine dikmiş gözlerini. Kelebek başını önüne eğmiş. Kuşunun güzel gözlerine kartalın bakmasını istemiyormuş. Ama elinden de hiçbir şey gelmiyormuş. En sonunda kuşunu kanatlarının arasına almış. Birlikte karanlığı aydınlatan bir ışık oluvermişler.

 

Kuş kelebeğine bakıp gülümsemiş. İçinden yapacağı şeyle kelebeğini üzeceğini bildiği için kendi kendine kızıyormuş. Tüm bu olacaklardan habersiz kelebek ise onunla olmanın sevincini yaşıyormuş. İçi huzurla dolup taşıyormuş.

 

Kalbindeki çarpıntıya kendince bir isim bulmaya çalışıyormuş. Ama aklına bu hisse yakışır bir isim gelmiyormuş bir türlü. İç çekmiş kelebek. Onu çağıran aslanlardan biriyle birlikte kuşunu bırakmak zorunda kalmış.

 

Kuş ise kelebeğin gidişiyle yanına gelen sinsi kartala bakmış. Ondan alacağı intikamın hayalini görüyormuş kartala her baktığında. Kartal ise beyaz kuştan etkilenmeye başlamış. Birlikte karanlıkta savrulan birer yaprak gibi süzülmeye başlamışlar ki kırlangıç bu durumu üzülerek kelebeğe haber vermiş.

 

Kelebek ilk başta kırlangıç dostunun yanlış gördüğünü düşünmüş. Kuşuna yakıştıramamış böylesine büyük bir ihaneti. Hayır demiş kelebek. Beyaz kuş böyle bir şey yapmaz. Ama ya yaptıysa diye de düşünmeden edememiş.

 

Beyaz kuşunu görmeye gittiğinde kelebeğin gördükleri yüreğinin kanla dolmasına neden olmuş. Hayal kırıklıkları batıyormuş yüreğine. Kelebeğin gözü yaşlı kuş ise korku doluymuş.

 

Kelebek kuşunu öyle görünce anlamış yüreğinde beliren hissin ne olduğunu. Bu eşsiz ve güzel duygunun adının aşk olduğunu o an anlamış. Derin bir iç çekmiş gözü yaşlı kelebek. Keşke demiş. Keşke bu her kula nasip olmayan güzel hissin adını böyle acı çekerek öğrenmeseydim.

 

_______

 

Elimde onun kapının altından benim için gönderdiği siyah zarfla olduğum yerde kalakalmıştım. Ege benden adını kullanmama izin vermeyerek vazgeçtiğini göstermişken üstüne bir de siyah bir zarfla bu düşüncemi tasdiklemişti.

 

Yaşlarla dolu gözlerimi bana üzülerek bakan Kerim'e çevirdim. "Herkesin gitmesini sağlayabilir misin?" diye sordum dayanamayarak.

 

Kerim bu soruma karşılık gözlerini kırpmış merdivenlerden aşağıya inmeye başlamıştı. Kısa bir süre sonra mahşerde kim var kim yoksa dışarı çıkarken elimdeki siyah zarfı araladım. İçindeki kağıdı çıkarıp yazana baktığımda gözlerimden akan yaşlar yanaklarımdan süzülmeye başladı.

 

"Sabahattin Ali'nin de dediği gibi: Yaramın nerede olduğunu bilmiyorum. Yalnız bir yerlerim acıyor. Çok acıyor..."

 

"Ege," diye fısıldadım notu zarfın içine geri koyarken. Sağ elini yaraladığından sol eliyle yazmıştı. Yazısı kaymış ama ne düşündüğünü nasıl hissettiğini açıkça ifade etmişti.

 

Etrafta kimsenin kalmadığından emin olmak için parmaklıklardan aşağıya baktım. Kerim dışında kimse kalmamıştı. Bunu görmemle kapıya doğru yaklaştım. Eğilip kapı deliğine baktım. Tam da tahmin ettiğim gibi anahtar kapının üzerindeydi.

 

Topuklularımın tıkırtısı eşliğinde hemen yandaki odanın kapısını araladım. Şansıma karşıma çalışma odası çıkmıştı. İçeriye girip masanın üzerindeki sekreterlikten boş bir sayfa aldım. Aceleyle odadan çıkıp kapıyı örttüm. Bir elimde dosya kağıdı diğer elimde siyah zarfımla onun ardında olduğu kapının önüne geldim.

 

Kapının önünde diz çöktüm. Siyah zarfımı bir kenara koyup beyaz dosya kağıdını kapının altına ittim. Bu küçük numaranın işe yaraması için içimden dua ederken saçımı tutan tel tokalardan birini çıkarıp kilide soktum. Var gücümle anahtarı itmeye başladım. Kısa bir süre sonra anahtarın düşme sesi duyuldu.

 

Anahtarın düşmesiyle asıl önemli noktaya gelmiştim. Kağıdı dikkatlice kendime doğru çektim. Üzerindeki anahtarın kaymaması için olabildiğince dikkat ediyordum.

 

"Az kaldı," diye mırıldandım kendi kendime. Anahtarın kapının altından ucunun görülmesiyle rahat bir nefes aldım. Kağıdı bir kenara bıraktım. Anahtarı ve yere bıraktığım siyah zarfı alıp yerden kalktım.

 

Ona ulaşmam için önümdeki son engeli de anahtarı kilide sokarak ortadan kaldırdım. Kilidi çevirmemle kapıyı açmam bir olmuştu. "Ege," dedim içeriye geçip kapıyı kapattığım sırada.

 

Oda zifiri karanlıktı. Zar zor ortadaki çift kişilik yatağı seçebilmiştim. Peki ama Ege neredeydi? Korku dolu gözlerle odada adımlamaya başlamıştım ki odanın sağ tarafındaki aralık kapıyı fark ettim.

 

Karanlıkta önümü net göremediğimden tökezlememeye özen göstererek aralık kapıdan içeriye bir adım attım. Korku dolu gözlerim aynanın karşısında öylece boşluğa bakan Ege'yi buldu.

 

"Ege," dedim birden. Onun dalgın bakan gözleri aynadan beni buldu. "Profesör," diyerek beni düzeltti. Yaralı elinden akan kan lavaboyu boyuyordu.

 

Banyonun ışığını açıp yanına gittim. Kolundan tutup musluğu açtım. Soğuk suyun altına elini sokmasını sağladığımda acıyla yüzünü buruşturdu. Ama tek kelime dahi etmedi. Sanki elinden çok yüreği acıyor gibiydi.

 

"Canın çok yanıyor mu?" diye sordum dayanamayarak. Griye çalan mavi gözleri hayal kırıklıklarıyla doluydu. Her bir duygusu cam gibi kırık ve parlaktı sanki.

 

Ege kuruyan dudaklarını ıslattı. "Yanıyor," diye mırıldandı. Bakışlarını benden kaçırıp suyun altındaki eline dikti. Benimde gözlerim eline kaydığında "Dikiş atılması gerek," dedim. Fakat bu söylediğim onun pek umurunda değildi.

 

Onun yerine "İçeri nasıl girdin?" diye sordu. Askıdan aldığım havluyu sudan çektiğim eline bastırırken gözlerimi onunkilere diktim. "Bunun bir önemi yok. Sen kendini surların arkasına da saklasan ben yine bir yolunu bulur senin yanına gelirdim."

 

Bu söylediklerim derin bir iç çekmesine neden oldu. "Hala seviyor musun onu?" dedi bu sefer. Gözlerindeki ifadeden bu soruyu sormanın onun için ne kadar zor olduğunu anlayabiliyordum. Üstelik bu soruyu sormaktan daha zoru onun için bu sorunun cevabını dinlemekti. Dudaklarımdan çıkacak tek bir kelimeyi korku dolu gözlerle bekliyordu.

 

Gözlerimi havluyla sıkıca sardığım elinden onun beklenti dolu bakışlarına çevirdim. "Sana şu kadarını söyleyeyim. Ben buraya Lu olarak değil kartalın kılığındaki beyaz kuş olarak geldim."

 

Bu cevabım onu tam olarak tatmin etmedi. Yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Gözleri ve sıcak nefesi nefesimi kesiyordu. "Sorumdan kaçmadan bana net bir şey söyle lütfen."

 

Yutkundum. O da parlak gözleriyle beni etkisi altına aldı. "Aşık mısın Kartal'a? Bu kalp hala onun için mi çarpıyor?" Bu sözleri gözlerini yumup beklemesine neden olmuştu. Sanki cevabını sindiremeyeceğinden korkuyordu. Sanki cevabın olumlu çıkmasının ihtimali bile onu geriyordu.

 

"Hayır," dedim bir an bile tereddüt etmeden. "Kartal'a aşık değilim!" dediğimde gözlerini araladı. Parlak mavi gözleri gözlerimde gezinirken parıl parıl parlıyordu. Gözlerime sanki ona dünyaları vermişim gibi bakıyordu.

 

"Peki Kartal ile ne işin vardı?" diye sordu bu sefer. Bu soruyu cevaplamak istediğimden pek emin değildim. Çünkü vereceğim cevap muhtemelen onun çıldırmasına neden olacaktı.

 

"Şu an tek sorunumuz Kartal mı? Elin için acilen hastaneye gitmeliyiz," dediğimde yaralı elini benden kurtarmış keskin bakan maviliklerini gözlerime dikmişti.

 

"Bu mesele elimden daha önemli." Ona inanamayarak baktım. "Kartal'ı bir kenara bırak," dedim banyo dolaplarını karıştırmaya başladığım sırada. Ama Ege bu sorunun cevabını almadan duracağa benzemiyordu.

 

"Bana Kartal ile ne işin olduğunu söyle. Onunla dans edecek kadar ne değişti?" Ege adeta burnundan soluyordu. Sesindeki kıskançlığı fark etmemek için aptal olmak gerekirdi. Peki ama Ege neden beni kıskansın ki? Özellikle de benim gibi birini...

 

"Benim Kartal ile hiçbir işim olamaz Ege. Ben buraya onun kadrajına girmek için geldim. Ondan itirafı alana kadarda durmayacağım! Önce onu içeri tıkacağım! Sonra da babam olacak o adamı!"

 

Sesim git gide yükseldiğinden boğuk boğuk çıkıyordu. Ege bu söylediklerimle afallamıştı. Ne düşündüğünü kestiremeyeceğim kadar donuk bakıyordu yüzüme. "Senin amacın Kartal'ı tekrar kendine bağlamak mı? Böylece onun ağzından itirafı alacaksın öyle mi?"

 

Ege birden sinir bozukluğuyla gülmeye başlamıştı. Bense ciddiyetle başımı olumlu anlamda salladım. Bu söylediklerimi inkar etmemi beklemişti. Ama ben ona istediğini vermemiştim.

 

"Sen değil miydin Kartal'ı hemen içeri tıkmayacağız diyen? Bende sana diyorum ki Kartal'ın aklını başından alacağım! Baktığı her yerde eski halimi görecek! Aklını kaçıracak! Dizlerime çöküp af dileyecek! Ama ben onu ait olduğu yere göndereceğim!"

 

Ege bu söylediklerimle bakışlarını yaralı eline çevirdi. "Bu o adamla görüşmeye devam edeceğin anlamına geliyor. Üstelik sana aşık olması gerektiğininde," dediğinde mavi gözlerini gözlerime dikti. Dudakları ince bir çizgi halini almış gözlerinde gizlenen gökyüzünde şimşekler çakıyordu.

 

"Bunu yapmazsam nasıl hissedeceğimi biliyorsun," dedim titreyen dudaklarımla. Ege beni başıyla onayladı. "Peki." Tek söylediği buydu. Gözlerindeki ifade bu işten vazgeçmem için yalvarır gibiydi. Ama bunu yapmayacaktım. Benden alınan her şeyin hesabını sormadan duramazdım.

 

"Kerim seni eve bıraksın. Benim biraz yalnız kalmaya ihtiyacım var," diye mırıldandı. Bu teklifini saniyesinde reddettim. "Hayır. Hiçbir yere gitmiyorum. Şimdi birlikte doktora gidiyoruz Ege. İtiraz kabul etmiyorum."

 

Ege'nin gözleri bir süre yüzümde gezindi. "Yalnız kalmak istiyorum Luna. Sen eve gidiyorsun. Bende burada kalıyorum." Donuk bakışları iğneleyici ses tonu yetmezmiş gibi adımı vurgulaması canımı sıkmıştı.

 

Bunu bilerek yapıyordu. Bana çok kızgındı ve acısını bu şekilde çıkarıyordu. "Madem burada kalmak istiyorsun. O halde bende seninle birlikte kalırım Ege," dediğimde mavi gözlerini kaçırdı.

 

"Ege değil. Profesör," dedi üstüne basa basa. Ona ismiyle değil de böyle hitap etmemi istiyordu. Fakat ben onun aramıza bunu söyleyerek örmeye çalıştığı duvarları yıkmak niyetindeydim.

 

"Sana daha öncede söylemiştim. Benim canım sana nasıl hitap etmek istiyorsa öyle hitap ederim. Ben senin ismini söylemeyi seviyorum. Profesör demeyi değil."

 

Bu söylediklerim onun afallamasına neden olmuştu. Mavi gözleri gözlerimde gezinirken yutkundum. Yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Gözleri hipnotize olmama neden oluyordu. Sıcak nefesi yüzüme çarptıkça alkol almışım gibi başımın döndüğünü hissediyordum. Kalbim ise hiç olmadığı kadar hızlı atıyordu.

 

Bana neler oluyor dedim kendi kendime. Neden onunla birlikte içimde bir sıcaklık beliriyor? Neden ona baktıkça kalbim gümbür gümbür atıyor? Neden onun dokunuşuyla eridiğimi hissediyorum? Neden onun gözlerine her baktığımda kaybolduğumu hissediyorum? Neden onun adını söylemeyi seviyorum?

 

Dudaklarımızın birbirine değmesine sadece bir milimlik mesafe vardı. Gözlerimi yumdum. Her an heyecandan bayılabilirdim. Ege ile olduğum her an özeldi. Ama ilk öpücüğümü ondan alacağım aklımın ucundan bile geçmemişti.

 

Derin bir nefes alıp bekledim. Ama o beni öpmeyip geri çekildi. Gözlerimi araladığımda dudakları keyifle yukarıya doğru kıvrıldı. Mavi gözleri soluğumu kesecek kadar güzeldi. Of ben ne düşünüyorum böyle? Saçmalama Luna!

 

İçimden kendi kendime kızarken "Doktora gitmeliyiz," dedim elini göstererek. Ege umursamaz bir tavırla omuz silkti.

 

"Doktora gerek yok. Düzgünce sararsam hiçbir şeyim kalmaz," dediğinde resmen küçük bir çocuk gibi benimle inatlaşıyordu. Kaşlarımı çatarak baktım yüzüne.

 

"Doktora gidiyoruz," dedim ve onun itiraz etmesine izin vermeden koluna girdim. Yaralı elini dikkatlice bileğinden tutarak havaya kaldırdım. Birlikte banyodan geçerek odanın dışına çıktık.

 

Koridordan geçerek dış kapının önüne çıktığımızda havanın ne kadar soğuk olduğunu tenimde hissetmiştim. Ürperdim. Ege ile birlikte normal şartlarda kapının önünden bizi alması gereken araba şu an yoktu.

 

"Araba nereye gitti?" dedim birden. Bu ani çıkışım onun ister istemez gülmesine neden olmuştu.

 

"Kerim bizim mahşerde kalacağımızı düşünmüş olmalı," dedi Ege sıkıntılı bir nefes verdiği sırada. Ona inanamayarak baktım. Şimdi hastaneye nasıl gidecektik?

 

"Ben taksi çevirmeye gidiyorum. Sen burada beni bekle," dedim gitmeye yeltenirken. Ama Ege bana engel oldu. "Boşuna gitme. Buradan araba bile geçmez. Mahşeri neden burada topladığımızı sanıyorsun."

 

Bu konuda oldukça haklıydı. O gün burada siyah araçlar dışında bir tane bile araba yoktu. Derin bir iç çektim. "En azından hastane çok uzak değil. Yürüyebiliriz," dediğimde Ege kolumu bırakıp içeri geçti. Girişteki askıdan iki tane kaban alıp yanıma geldi.

 

"Hava çok soğuk. Böyle üşürsün," dedi ve koluna astığı kabanlardan birini bana giydirdi. Bu onun kabanıydı. Gözleri gibi gri kabanın içinde kayboluyordum. Üstelik kabandaki güzel kokuyla birlikte bir anlığına duraksamıştım. Kabanı buram buram Ege kokuyordu.

 

"Çok yakıştı," diyerek kıkırdadı. Daha sonra elindeki diğer kabanı da yarasına dikkat ederek üzerine geçirdi.

 

"Artık gidebiliriz," dedim onun koluna girerken. Ege ile birlikte karanlık sokakta yürümeye başladık. Issız sokakta adım seslerimiz yankılanıyordu. Bizim adımlarımızın sesinden başka en ufak bir ses dahi yoktu. Tabii onun yanında heyecandan küt küt atan kalbimin sesi dışında...

 

"Çok inatçısın," dedi Ege bu halimize inanamayarak. Bakışlarımı ona çevirdiğimde sokağın ortasında durmuş birbirimize bakıyorduk.

 

"Bana hala kızgın mısın?" diye sordum dudak bükerek. Ege'nin mavi gözleri gözlerimde gezinirken bu sorunun cevabı konusunda kararsızdı. Ne kabul edebiliyordu ne de inkar edebiliyordu. Bana karşı nötrdü.

 

"Bilmiyorum Lu. Ne düşünmem gerektiğini bilmiyorum," dediğinde üzerine gitmek istemedim. Zaten onun bu isteğimi normal karşılaması normal bir durum olmazdı. Çünkü bende bunu yaparak aslında yanlış bir yola giriyordum. Fakat bunu yapmazsam Kartal asla bana yaptıklarını itiraf etmezdi.

 

Sıkıntılı bir nefes verdim. Gözlerimi ondan kaçırdığım sırada biraz ötemizde kaldırım taşına oturmuş soğuktan tir tir titreyen küçük bir çocuk gördüm.

 

"Ege bak," dedim birden. Onun bakışları da benim baktığım noktaya kayınca boğazına yumru oturmuş gibi güçlükle yutkundu. "Gidelim Lu," dediğinde birlikte o küçük çocuğun yanına gidiyorduk.

 

Tok adım seslerimiz sessiz sokakta yankılanıyordu. Yanına yaklaştığımızı fark eden küçük çocuk nefesinin sıcaklığıyla ellerini ısıtmaya çalışıyordu.

 

"Yakışıklı," dedi Ege çocuğa. Çimen yeşili gözleriyle Ege'ye baktı küçük çocuk. Soğuktan buz tutmuş avuçlarını birbirine sürtmeye başlamıştı.

 

"Adın ne senin?" Ege'nin bu sorusuyla çocuk içtenlikle gülümsedi. "Efe," diye mırıldandı. Bu isim ikimizinde gülümsemesine neden olmuştu. "Benim adımda Ege. Tanıştığımıza memnun oldum," dediğinde üzerindeki kabanı çıkarıp çocuğun omzuna attı. Ama çocuk saniyesinde kabanı Ege'ye geri uzattı.

 

"Ege abi bunu kabul edemem." Ege gülümsedi. "Nedenmiş o?" diye sorduğunda çocuk boynunu büktü. "Eğer bunu bana verirsen bu sefer sen üşürsün. Hem ben alışkınım. Bana bir şey olmaz," dediğinde göğsümün ortasına sıkı bir yumruk yemişim gibi kalakaldım.

 

Küçücük bir çocuğun böyle bir duruma alışık olması normal değildi. Ege de benim gibi düşünüyordu. Bunu kısa bir anlığına beni bulan bakışlarından anlamıştım. "Efe itiraz kabul etmiyorum. Bu kaban benden sana küçük bir hediye," dedi ve cebinden çıkardığı cüzdandan Efe'ye fark ettirmeden kabanın cebine bir miktar para koydu. Daha sonra kabanı özenle Efe'ye giydirdi.

 

Kabanın düğmelerini de tepeye kadar iliklediğinde Efe'nin yüzünde kocaman bir gülümseme belirdi. Dayanamayarak Ege'nin boynuna sarıldı. Onun bu soğuk gecede üşüyeceğini bile bile üzerindeki kabanı o küçük çocuğa giydirişini izlemiştim. İşte o an içimde adını koyamadığım bir sıcaklık hissettim. Sanki kanatları koparılmış mezardaki kelebekler yeniden doğuyormuş gibi...

 

Ben Ege ile merhametin ve sevginin sıcaklığını hissetmiştim. Onun o küçük çocuğa şefkatle bakan gözlerini görmüştüm. Belki bizim için küçük gelen bir iyilikti. Ama o çocuğun gözlerindeki ışıltıdan gördüğüm şey bir hazine bulmanın mutluluğuydu.

 

O küçük çocuğa bir kabandan fazlasını vermişti Ege. Sevgisini, şefkatini ve merhametini vermişti. Yüzünde yine o her bakanı kıskandıran kusursuz gülümsemesi belirdi. "Anlat bakalım Efe. Sen neden bu saatte sokakta tek başınasın? Ailen nerede?" diye sorduğunda Efe boynunu bükmüş üzerindeki kabana sıkıca sarılmıştı.

 

"Ben evden kaçtım," dediğinde Ege'nin yüzündeki gülümseme solmuştu. "Neden kaçtın?" Efe'nin yeşil gözlerinden boncuk boncuk yaşlar dökülmeye başladı.

 

"Çünkü annem benden evden kaçmamı istedi. Babamın bana da vurmasını istemiyordu. Bu yüzden ardına bile bakma dedi bana."

 

Efe'nin sözleriyle ağlamamak için kendimi çok zor tutuyordum. Küçücük bedeni tüm bunları nasıl kaldırmıştı? Ege "Demek baban anneni dövüyor öyle mi?" dediğinde Efe korkarak başını salladı.

 

"Evin nerede?" diye sordu bu sefer Ege. Efe ise parmağıyla sokağın sonundaki derme çatma eski bir evi gösterdi. Ege sinirli bir nefes çekti ciğerlerine. Daha sonra cebinden telefonunu çıkardı. Sinirden titreyen parmaklarla bir numarayı tuşladı. Saniyesinde açılan telefonla birlikte Ege "Olcay hemen sana vereceğim adrese geliyorsun. Yanına iki üç tane de adam al," demiş bulunduğumuz yeri tarif edip telefonu kapatmıştı.

 

Telefonu cebine geri koyduğunda Efe'nin yanına oturdu. Bende Efe'nin diğer yanına oturduğumda Ege gözlerime baktı. Griye çalan mavi gözleri gözlerimde gezinirken gülümsedi.

 

"Sana küçük bir sır vermemi ister misin Efe?" diye sordu Ege. Bu soruyla birlikte Efe heyecanla başını salladı.

 

"Bu dünyanın kurtarıcısı kelebeklerdir. Kelebeklere bu gücü verenler ise beyaz kuşlardır," dediğinde Efe'nin gözleri parlamıştı. Ege'nin bu anlattığı ona masal gibi gelmişti. Ama buradaki asıl mesajı alan bendim.

 

Gözlerim onun gülümsemesine takılı kalmıştı. İşte o an duygularımdan emin olmuştum. Ben ona aşık oluyordum. Onun o güzel kalbi beni kendine aşık etmişti. Kalbimin onun yanında bu kadar güçlü atmasının sebebi, o uçurumda atmayı bırakan kalbimin onunla atmasının sebebi buydu. Aşk...

 

Derin bir iç çektim. Onun ince bir gömlekle titreyerek Efe ile tatlı tatlı konuşuşunu izledim. Yüzündeki gülümsesinde griye çalan güzel mavi gözlerinde gezindi gözlerim. Beni çakıldığım uçurumun dibinden alan bu adamı seviyordum. Bunu kendime itiraf etmek bile iyi gelmişti.

 

"Ege," dedim birden. Onun sokak lambasının altında parlayan gözleri beni buldu. "İyi ki varsın." Bu söylediğimle birlikte Efe bir benim elimi bir Ege'nin sağlam elini tuttu. Sonra başını benim omzuma yasladı.

 

"Keşke sizin çocuğunuz olsaydım. Ama annemde yanımda olsaydı," dedi iç çekerek. Onun bu söylediğiyle birlikte Ege ile birbirimize baktık. Ege kuruyan dudaklarını ıslattı.

 

"Bu ne yazık ki mümkün değil. Ama sana şöyle bir şey söyleyebilirim. Beyaz kuş ile beyaz kelebek anneni kurtaracak. Bir daha baban yanınıza yaklaşıp seni de anneni de üzemeyecek. Sana söz veriyorum. Ege sözü."

 

Bu sözler Efe'nin çok hoşuna gitmişti. Işıldayan gözleri bir benim bir Ege'nin üzerinde gelip giderken gülümsedi. Ege ile benim elimi tutup birleştirdi. "Bence siz bir gün evleneceksiniz. Bu da Efe sözü," dediğinde Ege ile birbirimize baktık.

 

Ellerimizi kenetleyen küçük bir el vardı. Ortamızda yeşil bir çift göz vardı. Kalbimde ise o vardı. Griye çalan mavi gözleri içimi eritirken yanı başımızda siyah uzun bir araba durdu. Kapı açılmış Olcay arabadan inmişti.

 

"Ege Bey," dedi Olcay. Ege, Efe ve ben oturduğumuz kaldırım taşından kalktık. "Tam vaktinde geldin Olcay. Arabayla peşimizden gelin," dediğinde Olcay kendisine verilen emri saniyesinde yerine getirerek arabaya geri bindi.

 

Ege elimi bıraktı. Ortamıza Efe'yi aldı. İkimiz Efe'nin küçük ellerini tutarak yürümeye başladık. Sokağın sonundaki eve doğru yürümeye başladık. Efe üzerine epey büyük gelen kabanıyla birlikte paytak paytak yürüyordu.

 

Onun bu tatlı hali ikimizide güldürürken sokağın sonuna geldik. "Evin burası mı?" diye sordu Ege. Efe korkuyla başını sallamış Olcay'ın arabası hemen dibimizde durmuştu. Siyah aracın sürgülü kapısı aralanmış Olcay ve iki adamı da yanımızda belirmişti.

 

Ege bunun üzerine evin ziline bastı. Kapıyı orta yaşlı nefesi leş gibi alkol kokan itici bir adam açtı. "Sizde kimsiniz?" dediğinde gözleri Efe'ye kaymıştı. Efe korkarak bana sarıldı. Kollarım Efe'yi kavramış keskin bakışlarımı adama dikmiştim.

 

"Oğlumun sizinle ne işi var?" dediğinde aralık kapının arasından yere kapaklanmış kadının yüzünü görebiliyordum. Ege de bunu görmüş olacak ki bakışlarını Olcay'a çevirdi.

 

Ege'nin, "Olcay bu insan müsveddesini hemen evden çıkarın," demesiyle Olcay'ın adamları adamın koluna yapıştığı gibi yaka paça dışarı atmıştı. "Hey! Siz kimi kimin evinden kovuyorsunuz?" diyerek bağırmaya başladı Efe'nin babası.

 

Bunun üzerine Ege histerik bir şekilde gülmeye başladı. "Lu senle Efe içeri geçin. Kapıyı da kapatın," dediğinde onu başımla onaylamış Efe ile birlikte eve girmiştim. Kapıyı da ardımdan kapattığımda Efe ağlayarak yere düşmüş annesinin yanına gitti.

 

"Anne," dedi ağlayarak. Kadın göz yaşlarıyla bu dünyadaki tek dayanağına sığındı. Efe'nin küçük kalbine...

 

Onlar sarılırken uzaktan onları izlemiştim. Kapıyı açıp aralıktan Ege'ye baktım. "Bir daha buraya gelmeyeceksin! O çocuk sokaklarda tir tir titrerken sen evde sobanın altında keyif çatamayacaksın!"

 

Adam diz çökmüş Ege'ye yalvarıyordu. Ama Ege'nin bu boş vaatlere karnı toktu. "Bundan böyle bir daha bu evden içeriye adımını dahi atamayacaksın! Olcay bu fareyi bir daha bu evin civarında görmeyeceğim! Olurda bu aileye yanaşırsa seni yakarım Olcay!"

 

Olcay başıyla onaylarken adamlarına adamı götürmesi için başıyla işaret verdi. Adamları ile birlikte adamı aldıkları gibi arabaya binip uzaklaşırken evin kapısını ardına kadar açtım. O an Ege'nin bitkin bakan mavi gözleri beni buldu. Onunda söylediği gibi bu dünyayı kelebekler kurtarır. Hatta tek bir beyaz kelebek...

Loading...
0%