Yeni Üyelik
39.
Bölüm

14.Bölüm: Her Şeyin Başladığı Yer

@sevvnuraydn

Kelebeğin dünyası kuşunun kalbiymiş. Onun kalbinde yaşar onun kalbinde huzur bulurmuş. Geceden onun gündüzüne kaçar, karanlıktan onun ışığına uçar, yalnızlıktan onun sevgisine sığınırmış kelebek. Koşulsuz şartsız onu olduğu gibi seven sadece kuşu varmış. Biricik beyaz kuşu...

 

Beyaz kuşta kelebeğinin kanatlarının altında kendine bir dünya yaratmış. Kötülüğün barınmadığı minik denizini sakladığı bir hayal dünyası inşa etmiş kelebeğin kanatlarına. Rengini kelebeğin kanatlarından alan bu bembeyaz dünyada minik denizi güvendeymiş. Hiçbir kötülük uzanamıyormuş ona. Çünkü kelebeğin kanatları bu dünyanın en güvenli limanıymış.

 

Kuş kelebeğine bakmış. Onun hüzün çöken gözlerine bakmış ve "Ne düşünüyorsun?" diye sormuş. Kelebek derin bir iç çekmiş. Gerçekler o kadar ağırmış ki kelebek kalbinin ezilip un ufak olduğunu hissediyormuş. Düşüncelerinin arasında kendine çıkar bir yol arıyormuş. Ama ne çıkar bir yol bulabilmiş ne de tüm bu gerçekleri kabullenebilmiş. Kuşuna fark ettirmek istemesede kelebek ihtimalleri düşünüyormuş. Kaybetmenin, yaklaşan tehlikelerin ve geçmişte doğru bilinen her şeyin yalan olma ihtimalini düşünüyormuş.

 

Kelebek, "Ya tüm bunlar bize doğruymuş gibi gösterilen birer sanrıdan ibaretse? O zaman tüm dengeler değişmez mi?" diye sormuş.

 

"Değişir. Peki değişirse bize ne olacak?"

 

Kuşun sorusuyla kelebek gülümsemiş. Kuşunun gözyaşlarını silmiş kanatlarıyla.

 

"Eğer tüm bunlar birer sanrıysa o halde bizde bu sanrıda kayboluruz. Sonuçta sanrı denilen şey bir düş değil mi? Bizde bu karanlığa inat kendi düşümüzü görür ona sığınırız. Benimle birlikte düşlemeye ne dersin beyaz kuş?"

 

Kuş kelebeğin olduğu bir dünya düşlemiş. Bu dünyada bir kelebek, bir bebek, bir de denizi varmış. Onun için başka bir şeye gerek yokmuş. Söğüt ağacının altında güzel bir düşe dalmış kuş ile kelebek. Onları bu düşten uyandıransa tehlikenin soğuk nefesiymiş.

 

_______

 

"Baba yapma," diyerek kıkırdadı Ege. Babası onu gıdıklamayı bıraktığı sırada bahçe kapısından çıkıp yanımıza gelen Handan Hanımın telaşlı hali sadece beni değil Merih'i de işkillendirmişti. Onun yüzündeki dehşet ifadesiyle ayaklanmak durumunda kaldık.

 

Handan Hanım, "Merih Ege Bey kapıda Olcay adında bir adam sizi görmek istediğini söyledi," dedi nefes nefese. Duyduğum isimle Merih'e baktım. Sinirden çenesi kasılmıştı. Kendi içinde Olcay'ın buraya hangi cesaretle geldiğini sorguluyordu. Tabii durumumuz sadece bununla da sınırlı değildi. Handan Hanım Ege ile birlikte içeri girerken Merih'e baktım. Tüm bunların ne demek olduğunu anlamaya çalışıyordum. Olcay neden birden bire kapımızda bitmişti? Amacı neydi?

 

Kafamdaki sorulara bir yanıt bulmak istercesine umutsuzca Merih'e bakarak, "Sence neden geldi?" diye sordum. Dudakları sinirden ip gibi gerilmişti. İnce bir çizgi halini alan dudaklarına ateş saçan gözleri eşlik ediyordu.

 

"Bilmiyorum Lu. Ama şimdi senden Ege'nin yanına içeriye geçmeni istiyorum."

 

Merih Ege'nin bu kadar net olduğunu daha önce de görmüştüm. O zamanlar Kartal ile yapacağımız toplantıya katılmamı istememişti. Şimdi ise benim Olcay'ın karşısında bulunmamı istemiyor. Bunun sebebinin Olcay'ın hedefi olmam olduğunu çok iyi biliyordum. Onunla birlikte ayağa kalktığımda, "Dikkatli ol," dedim. Ardından içeriye geçtim.

 

Ege neler olduğunu hala anlayabilmiş değildi. Anlamamış olması iyi bir şeydi. Keşke hiçbir zaman kötülüğün nasıl bir şey olduğunu görmeseydi. Ama böyle bir şey mümkün değil. Kötülük vardı ve her ne kadar onu dış dünyaya karşı korumaya çalışsam da Ege de günün birinde bu gerçeklerle yüzleşecekti. Ege, "Babam neden içeriye girmemizi istedi anne?" diye sordu. Korkmasını istemediğimden onunla birlikte koltuğa oturdum ve ona, "Baban biriyle konuşmaya gitti oğlum. Onların biraz yalnız kalmaya ihtiyacı var," dedim.

 

Ege kollarını bana doladı. Dışarıdan bağırış sesleri geliyordu. Kalbim korkudan boğazımda atmaya başladı ve buna rağmen Ege'ye hiçbir şey yansıtmamam gerektiğini hatırlattım kendime. "Anne babam neden bağırıyor?" diye sordu Ege. Kollarımda bedeninin hafiften titremeye başladığını fark ettim. Başını hafifçe okşadım ve onu sakinleştirmek için kendimi gülümsemeye zorladım.

 

"Korkma annecim," diye mırıldandım. Ege'yi kollarımla sıkıca sardım. Bir süre öylece dışarıdaki seslerin dinmesini bekledik. Ama dinmedi. Aksine sesler gittikçe yükselmeye devam etti. Ege artık korkudan ağlıyordu. Onu sakinleştiremeyeceğimi anladım. Ona baktım. Yaşlarla parlayan mavi gözlerine baktım ve, "Şimdi yukarı çıkıp odana git. Kapıyı kapatıp beni bekle. Birazdan yanında olacağım," dedim.

 

İtiraz etti. Yanımdan ayrılmak istemedi. "Sen cesur bir çocuksun. Şimdi yukarı çık ve odanda beni bekle. Sana söz veriyorum. Birazdan yanında olacağım," dedim yeniden. Ege bu sefer başını salladı. Zor da olsa onu yukarı çıkmaya ikna etmeyi başarmıştım. Yanağımdan öptü. Birlikte salondan çıktık. Ege yukarı katın merdivenlerinden çıkıp gözden kayboluncaya kadar kapının orada bekledim. Ege'nin odasına çıktığından emin olduktan sonra dış kapıyı araladım.

 

Merih ile Olcay şiddetli bir tartışmanın ortasında olduğundan beni fark etmemişti. Ama Kerim'in gözleri tüm bu kaosun içinde bana kaydı. Dehşete kapılmıştı. Onun bu hali Merih'in de dikkatini çekti. Griye çalan mavi gözlerini Olcay'dan alıp bana çevirdi. "İçeri gir Lu," dedi Merih. Ama ben onun dediğini yapmadım. Oldum olası kendi bildiğimi okurdum. Tıpkı şu anda da olduğu gibi...

 

"Hayır. Bu konuşmanın nereye gittiğini bilmek istiyorum," dedim kendimden emin bir şekilde. Merih sabrının taştığını belli edercesine sıkıntılı bir nefes verdi.

 

"Sana içeri gir dedim Luna!"

 

Merih ne zaman adımı tam söylese ortada ciddi bir durum olurdu. Ona baktım. Adımı tam söylediğinde içime oturan devasa kütleye rağmen sırtımı dikleştirip orada kalmaya devam ettim. Olcay, "Kardeş olma ihtimalimizin olduğu doğru mu?" diye sordu. Bu soruyu sadece bana değil Merih'e de sormuştu. Bakışları ikimizin arasında gidip geliyordu.

 

"Eğer bu doğruysa," dedi Olcay titreyen sesiyle. Sonra belindeki silaha uzandı. Merih bunu fark ettiğinde önüme bir sed gibi siper oldu. Kerim de belinden silahını çıkardığında tartışmanın dozu bir anda tehlikeli sınırlara doğru evrilmişti. "İndir silahını!" diye bağırdı Merih. Olcay silahı Merih'e tutmadı. Tam da benim yıllar evvel babamı hayatımdan ilelebet uzaklaştırmak için yaptığım gibi çenesine dayadı.

 

"Eğer babam Hünkar Server ise yaşamamın bir anlamı yok," dedi Olcay gayet net bir şekilde. Onun asıl acısının Hünkar'ın baba profili değil sevdiği kız ile kan bağının olabilecek olma ihtimaliydi. Bu onu kahrederdi. Bakışlarından bunun onu nasıl etkilediğini anlayabiliyordum.

 

Merih, "Silahını indir. Bu meseleyi konuşarak halledebiliriz," dedi gayet ılıman bir yaklaşımla. Olcay'ın benim hayatıma kast etmiş olmasını geçmiş kardeşim olma ihtimalini düşünerek hareket etmeye çalışıyordu. Olcay başını hafifçe salladı. Onu bu kararından vazgeçirmemizin zor olacağı belliydi. Kerim her ihtimale karşı elinde silahla tetikte bekliyordu.

 

"Hünkar Server'in oğlu değilsin," dedim birden. O kadar net bir tonda konuşmuştum ki sadece Olcay değil Merih bile bu söylediklerimle afallamıştı.

 

Olcay, "Ne demek istiyorsun?" diye sordu sinirle. Silahın usulca çenesinden kayışını izledim. Merih daha ne olduğunu bile anlayamadan tam Olcay'ın karşısında durdum.

 

"Eğer şüphelerimde haklıysam sen Merih'in değil benim kardeşimsin."

 

Olcay bana baktı. Her ne kadar Merih beni kolumdan tutup ondan uzaklaştırmaya çalışsa da o silahın artık tamamen gözden kaybolmasını sağlamayı başarmıştım. Olcay, "Senin kardeşin mi? Benim Tahsin Soydere'nin oğlu olabileceğimi mi söylüyorsun?" diye sordu. Sesindeki tınıya anlam veremedim. Benimle alay mı ediyordu yoksa bu ihtimale inanmıyor muydu? Hangisi? Tam olarak emin olmasam da bana olan bakışlarından bu ihtimali Hünkar Server'e kesinlikle yeğlediğine emindim.

 

"Bu mümkün değil!"

 

Olcay'ın hayal kırıklığıyla silahını elinden düşürüşünü izledim. İki ihtimali de istemiyordu. Ne yıllarca yaverliğini yaptığı adamın ne de en büyük düşmanının oğlu olmayı istiyordu. "Eğer bir şeyleri netleştirmek istiyorsan DNA testi yaptırırsın. Ancak o zaman bizimle birlikte sende gerçeği öğrenebilirsin," dedim ona bakarak. Bir süre tek kelime etmedi. Zihnini kemiren düşüncelerin olduğunu hissettim. Her bir ihtimal, her bir düşünce ve her bir soru işareti Olcay'ın zihnini adeta bir kurt gibi kemiriyordu. Düşünceler bir süre sonra katlanılması zor bir hal aldı.

 

Çenesini sıktı Olcay. Çenesi her an bu baskıdan dolayı çıkabilecekmiş gibi görünüyordu. Dişlerini biraz daha zorlasa kırabilirdi ki, "DNA testine hile karıştırmayacağınızı nereden bileceğim?" diye sordu gerginlikle.

 

"Test sonuçlarını benden habersiz değiştirmeyeceğinizi bu işe hile karıştırmayacağınızı nereden bileceğim?"

 

"Test için doktoru sen seç. Hastaneyi de sen ayarla. Ama yeter ki bu bilinmezliğe bir son ver Olcay," dedim yalvarırcasına.

 

Olcay'ın dehşet dolu bakışları beni buldu. Bakışlarıyla bana sanki ondan böyle bir şey istemeye hakkım olmadığını hissettirdi. Onu suçlayamazdım. Daha kardeş olup olmadığımız bile kesin değildi. Olcay, "Diyelim ki bunu kabul ettim. Ne değişecek? Tahsin Soydere'nin oğlu olsam ne değişecek?" diye sordu isyan edercesine.

 

Ona baktım. Bir zamanlar beni esir alan, oğlumu kaçıran ve kardeşim olabilecek o adamın gözlerinin tam içine baktım. "Eğer gerçekten Tahsin Soydere'nin oğluysan çok fazla şey değişir," dedi Merih ve ekledi.

 

"Sadece karımın kardeşi olmazsın. Aynı zamanda da geçmişin günahlarından da kurtulmuş olursun."

 

Merih'in sözleri Olcay'ı düşündürdü. Tek kelime edemedi. Sonrasında, "Tahsin'in işlediği cinayetin benimle bir ilgisi olabileceğini mi söylüyorsun?" dedi Olcay. Babamın annemi yasak bir aşka kurban verdiğini biliyordu. Annemin Hünkar Server ile babamın arasında kaldığını dolayısıyla doğru bilinen şeylerin aslında onun kim olduğuyla açığa kavuşacağını artık biliyordu.

 

Olcay, "Benim istediğim hastane ve benim istediğim doktorlarla bu işi aydınlatacağız. O zamana kadar ateşkes ilan edeceğim," dedi.

 

Merih Olcay'ın uzattığı eli sıkarak, "Anlaştık," diye mırıldandı. Olcay'ın bakışları Merih'ten bir anda bana kaydı. O yılan bakışlı Olcay'ın ilk defa bana karşı yumuşadığına şahit oldum. Belki de ablası olma ihtimalimdi bunun sebebi. Tam olarak emin olamasam da onun bana karşı daha imtinalı baktığı apaçık bir gerçekti.

 

"Size zamanı söyleyeceğim," dedi gözlerini benden ayırmadan. Sonra da adamları ile birlikte bir arabaya binip gitti. Onun gidişiyle aklıma onlarca düşünce takıldı. İlki o adamın hedefi olduğumdu. Doğrudan bana bıraktığı origamiden nottan anladığım buydu. Olcay'ın belki de kendi öz kardeşim olan adamın hedefi bendim. Merih'e ve en önemlisi babama zarar vermek için beni hedef almıştı. İkincisi Olcay'ın kardeşim olduğunun kesinleşmesiyle geçmişin tozlu sayfalarının yeniden aralanacak oluşuydu. Sonuncu aklıma takılan düşünce ise tüm bunlar içinde her şeyin rayına nasıl oturacağıydı. Olcay tüm bunlardan sonra bizim yanımızda mı duracak yoksa bize cephe alıp hepimize düşman mı olacak? Beni en çok endişelendiren de buydu.

 

Merih, "İyi misin Lu?" diye sordu ilgiyle. Gözlerim Olcay'ın gidişinin ardından Merih'in griye çalan mavi gözlerine kaydı. Bana kızmak şöyle dursun içinde bulunduğum duruma karşın nasıl olduğumu merak ediyordu. Beni düşünüyordu. Her şeyden çok benim hislerimi önemsiyordu. Her zamanki gibi...

 

Parmaklarım onun yüzümü kavrayan ellerini tuttu. Sıcacık bakışlarının altında, "İyiyim," diye fısıldadım. Gülümsedi. Beni usulca kendine çekip sarıldı. Kokumu içine çekti ve benim tenimden soluklandı. "Her şey düzelecek Lu," diye fısıldadı Merih.

 

Geri çekilip ona baktım. Söylediklerinin gerçek olmasını dilediğini gördüm. Çünkü düşmanın hedefi bendim ve eğer umduğu gibi olmazsa olacakları ikimizde biliyorduk. Ona baktım ve, "Artık oğlumuzun yanına gidelim Merih," dedim.

 

Merih bu sözümle birlikte Kerim'e baktı. Ona hiçbir şey söylemedi. Fakat ben onların arasında gizli bir diyaloğun döndüğüne emindim. Buna rağmen sorgulamadım. Onun yerine Merih ile birlikte yukarıda beni bekleyen oğlumun yanına çıktım. Ege beni görünce koşarak sarılmıştı. "Anne nerede kaldın? Seni çok merak ettim," dedi Ege dudak bükerek.

 

Merih onu kollarına aldı. Pencerenin kenarındaki tekli koltuğa oturdu Merih. Ege'yi de hemen ardından dizlerine oturttu. Ege bu seferde, "Baba sen neden bağırdın?" diye sordu. Merih kısa bir anlığına bana baktı.

 

"Korktum oğlum," dedi Merih iç çekerek. Ege babasından böyle bir cevap beklememişti. Çünkü ona göre Merih bu dünyadaki en güçlü adamdı. Hangi çocuk için babası böyle değildir ki?

 

"Korktun mu?"

 

"Korktum."

 

"Neden korktun?"

 

"Karanlığın ışığa ulaşmasından."

 

Merih'in gözleri gözlerimdeydi. Durgun bakışları benim üzerimdeydi ve sözleriyle neyi kast ettiğini anlayacağımı biliyordu. Ege ise, "Çok mu korktun baba?" diye sordu. Merih gözlerini benden ayırmadı.

 

"Çok," dedi sadece. Ama ben onun gökyüzünde kendi yansımamı gördüm. Dile getiremediği her şeyi ben onun gökyüzünde gördüm. Ne kadar çok korktuğunu bir kez daha gördüm.

 

Merih, "Ama şimdi korkmuyorum. Çünkü siz varsınız," dedi gülümseyerek. Onun dudaklarında ne zaman o kusursuz gülümsemesi belirse her şeyin hallolduğunu hissediyordum. Hem de her şeyin...

 

Ege babasına sarıldı. Minik denizimin kelebeğin kanatları altında huzurla soluklanışını izledim bir süre. Sonrasında babasının kucağından inip benim yanıma geldi. Küçükken de yaptığı gibi sakinleşmek için saçlarımla oynadı. Gözlerime baktığında, "Daha iyi misin küçüğüm?" diye sordum.

 

Ege hafifçe başını salladı. Yanaklarındaki küçük çukurları öptüm. Keşke tüm bunlara maruz kalmasaydı. Ama hayat istemediğimiz şeylerle bizi yüzleştirmek konusunda epey bir ısrarcıydı. Her ne kadar kaçsak da tüm bunlardan kendimizi ve sevdiklerimizi korumaya da çalışsak gerçekler elbet bir şekilde bizi buluyordu. Hayat hiçbir zaman beyaz değildi. Hayat hem siyah hem beyazdı ve bunu her an insana gösteriyordu. Tam hayatımız beyaz bir ışıkla aydınlandı dediğimiz anda bazı karanlık gerçekler ışığımızı gölgeliyordu. Ama şöyle bir gerçek var ki tüm bunların içinde beyaz kalabilmek bizim elimizde.

 

Küçükken ilk karanlığımı babamın kiremit rengi gözlerinde görmüştüm. Her zaman şefkatli olan o adamın şefkatini benden esirgediği o ilk anda anladım bazı şeyleri. Karanlık olarak doğmuyorduk belki ama içimizden bazıları karanlık olmayı seçiyordu. Babamda öyleydi. Annemin ölümünden öncesi ve sonrası olmak üzere iki babam vardı. İlk babam hayat doluydu. İkincisi ise hayatından oldu.

 

Merih, "Ne düşünüyorsun Lu?" diye sordu birden. Daldığım düşüncelerin arasından onun sesiyle sıyrıldım. Ege bile merakla bana bakıyordu.

 

"Babamı düşünüyordum," dedim sıkıntıyla.

 

Cümlemin öznesinden sonra Merih ilk başta bir şey söylemek istemedi. Ama sonra aklına güzel bir şey gelmiş olacak ki gülmeye başladı. "Seni bir yere götürmek istiyorum Lu," dedi Merih. Bunu duyan Ege babasına kaşlarını çatarak bakmaya başlamıştı bile.

 

"Ben ne olacağım?" diye sordu Ege. Babasına sitem edişine ister istemez gülmeye başladım. Bu haliyle o kadar tatlı görünüyordu ki insanın yanaklarını mıncırası geliyordu. Merih, "Sen bizim yokluğumuzda halana göz kulak olacaksın," dedi gülerek. Ege babasının dediğinden pek bir şey anlamamışa benziyordu.

 

"Göz kulak nasıl olacağım?" diye sordu Ege.

 

"Biz yokken halanın yanından ayrılmayacaksın. Onu koruyacaksın demek istedim."

 

Ege anladığını belli edercesine başını salladı. Sonrasında aklına gelen şeyle, "Dönüşte bana şemsiye çikolata almayı unutmayın," dedi kıkırdayarak. Anlaşmamızı da yaptığımıza göre yola koyulabilirdik. Baba oğul birlikte gıdıklamalı boğuşma oyunu oynamaya başlarken hemen yan taraftaki odama geçtim. Nereye gideceğimizi bilmediğimden üzerime giyeceğim şeye de karar verememiştim. Ama o an içimden Merih'in bana hastane odasındayken gönderdiği beyaz elbisemi giymek gelmişti.

 

Askıdan elbisemi çıkarıp giyindim. Saçlarımı güzelce taradım. Tam o sırada Merih yanıma geldi. Kollarını arkadan boynuma doladı ve aynadaki yansımamıza baktı. Dudaklarına hakimiyet kuran etkileyici gülümsemesiyle, "Çok güzelsin," dedi. Yanağımı onunkine dayadım.

 

"Asıl beni güzelleştiren yanımdaki ışık."

 

Merih onunla eve geldiğimde söylediğim sözleri duyunca aynadaki yansımamıza bakıp iç çekti. Sanki bu an bozulabilecekmiş gibi uzun uzun yansımamızı izledi. Hemen ardından elimden tutup beni odanın dışına çıkardı. "Artık sana verdiğim sözü tutmanın zamanı geldi Lu," dedi Merih. Bana hangi konuda söz verdiğini hatırlayamasam da onunla birlikte Ege'yi amcasına bırakıp yola koyulmuştuk.

 

Merih ile tıpkı hastaneden çıkıp eve döndüğümüzde de olduğu gibi o kırmızı arabaya binmiştik. Arabamızda korumalar yoktu. Bir ateşkes yapılmıştı ve o arabada sadece ikimiz vardık. Sadece ikimiz...

 

"Nereye gidiyoruz?" diye sordum merakıma yenik düşerek. Merih gülümsedi. Sadece dudakları değil gözlerinin içi bile gülüyordu. Onca olan şeyden sonra onu böylesine mutlu eden şeyi merak etmiştim.

 

"Söyleyemem," dedi Merih.

 

"Küçük bir ipucu da mı veremezsin?"

 

"Belki küçük bir ipucu verebilirim. Birlikte her şeyin başladığı yere giriyoruz Lu."

 

Artık nereye gittiğimizi biliyordum. Birlikte her şeyin başladığı yere uçuruma gidiyorduk. Çakıldığım, dibinde ölüme terk edildiğim, kalbimin patladığı o uçuruma gidiyorduk. Merih Ege'nin beni özgürlüğüme kavuşturduğu, beni bulduğu ve bir daha bırakmamak üzere kalbine aldığı o uçuruma gidiyorduk. Birlikte...

 

Merih arabayı toprak yolda bir yere park edene kadar kafamda uçuruma neden geldiğimizi sorguluyordum. "Benimle gel Lu," dedi Merih. Birlikte arabadan indiğimizde bana destek olmak istercesine elimi tuttu. Elimden tutup beni yürütmeden hemen önce, "Gözlerini kapat," diye fısıldadı. Nedenini asla sorgulamadım. Çünkü bunu benden isteyen kişi Merih'ti. Aşık olduğum adam. Merih Ege'm.

 

Gözlerimi yumdum. Onun beni yönlendirmesine izin verdim. Merih beni yavaşça yürütmeye başladı. Birlikte esen rüzgara meydan okurcasına yürüdük. Nerede durduğumuzu az çok tahmin edebiliyordum. Uçurumun kenarındaydık ve benim gözlerimi açıp aşağıya bakmaya cesaretim yoktu. Esen rüzgar tıpkı kayıp ruhlar göğünde de olduğu gibi yüzüme çarpıyordu. Ama bu seferki tokat gibi değildi. Daha çok acı çeken bedenime dokunan rüzgarın şefkatli parmakları gibiydi. Geçti diyordu sanki rüzgar. Geçti...

 

Merih beni kendine çevirdi. Sıcak nefesiyle, "Şimdi gözlerini açabilirsin," dedi. Sahi açabilir miydim? Tüm korkularıma, tüm endişelerime rağmen gözlerimi açabilir miydim? Bilmiyorum. Ama yanımda o olduğu sürece korkmadığımı hissediyordum. Usulca açtım gözlerimi. Griye çalan bir çift gökyüzü bana baktı ve "Sana verdiğim sözü tuttum Lu," dedi Merih.

 

Gözleri parlıyordu. Ellerimi tuttu ve o an bakmaya korktuğum yere bakma cesaretini buldum kendimde. Uçurumuma baktım. Burası artık uçurum değildi. "Merih," dedim ağlamaya başlamadan hemen önce.

 

"Sana bu uçurumu bir cennet bahçesine çevireceğime dair bir söz vermiştim Lu. Burası artık bizim cennetimiz. Burası beyaz kuşun öldüğü ama kelebeğin aşkıyla yeniden doğduğu yer. Burası birbirimizi bulduğumuz ve bir olacağımız yer. Burası özgürlüğe kanat çırpacağımız dünyamız. Burası bizim. Burası senin. Bende seninim Lu."

 

Merih sözünü tutmuştu. Yüreğimden söküp çıkarılan kelebeklerimi geri vermişti bana. Onlarca söğüt ağacının altında bana cenneti bahşetti. Cennetimin dudaklarına dokundum. Gözyaşlarım cennetimi ıslattı. Öpücüğüyle kalbimin ortasını tıpkı bulunduğumuz yer gibi bir cennet bahçesine çevirmişti. Cennetimden ayrılıp bu sefer gökyüzüme baktım. Gökyüzüm gözlerimden usulca akan yaşları beyaz ipek mendiliyle sildi. Tıpkı yıllar önce beni söğüt ağacının altında bulduğundaki gibi.

 

"Kelebek mezarlığı," dedim birden. "Artık kelebek mezarlığımın yerinde bir cennet var Merih Ege. Bizim cennetimiz," dedim etrafa bakarken. Söğüt ağaçlarının ve daha onlarca çeşit, renk ve tonda çiçeğin etrafında uçuşan beyaz kelebeklere baktım. O an bir şeyin farkına vardım.

 

Kartal'ın bana mezar yaptığı uçurumu Merih Ege benim için cennet bahçesine çevirmişti.

 

Merih'e baktım. "Burası bizim cennetimiz Merih," dedim. Tam o sırada Merih dizlerinin üzerine çöktü. Elindeki yüzüğü görünce şaşkınlıktan ne diyeceğimi bilememiştim.

 

"Benimle her şeyin başladığı yerde bizim cennetimizde yeniden evlenir misin Lu?"

 

Sağ gözümden bir damla yaş akıp dudaklarıma damladı. "Evet," dedim tıpkı Mahşer'i bitirdiğimiz gecede de olduğu gibi. Merih elindeki yüzüğü parmağıma geçirdi. Bu yüzüğün kime ait olduğunu biliyordum. Bu yüzük Merih'in annesine aitti. Öldüğünde ona vermişlerdi. Bu yüzük Merih'e annesinden kalan tek şeydi ve beni böylesine değerli bir şeyle ödüllendirmişti. Ona sıkıca sarıldım. Sonra bana, "Burada bizim cennetimizde yeniden evlenmeye ne dersin Lu?" diye sordu.

 

Bir gün hayatınıza biri girer. Sonra da sizi gerçekten sever. Tüm kalp kırıklıklarınıza, geçmişinize ve en derin acılarınıza rağmen hem de...

 

"Cennetimizde yeniden evlenelim Merih."

 

Merih elimden tutup beni daha öncesinde fark etmediğim bir yere götürdü. Bir zamanların uçurumu şimdinin cenneti olan o yere tek katlı bir yapı inşa ettirmişti. İçeri girdiğimizde bir gelin odası ve bir de damat odası olduğunu gördüm. Merih'in tüm bunları düşünmesi bir yana tüm bunları benim için yapmış olması benim için öylesine özeldi ki...

 

Birlikte gelin odasına girdik. İçeride altın varaklı mobilyalar ve tam karşıda da devasa bir ayna vardı. Ama tüm bunların dışında benim asıl dikkatimi çeken askıda asılı olan gelinlikti. Gözlerim gelinliğe takılı kaldı. Öylesine zarif ve güzeldi ki ne düşünmem gerektiğini ne diyeceğimi bilemiyordum. Ağır adımlarla duvardaki gelinliğe doğru yaklaştım.

 

"Tüm bunları nasıl yaptın?"

 

"Söz konusu beyaz kuş olunca kelebeğin bu dünyada yapamayacağı şey yok Lu."

 

Gelinliğin ardından küçük bir masanın üzerindeki beyaz zarfıma ilişti gözlerim. Zarfı alıp içinde yazan notu içimden okumaya başladım.

 

"Sen benimsin. Bende senin... Bunu hiç kimse değiştiremez Lu. Biz birbirimize aitiz. Adın belki de yaratıldığımdan beri kalbime kazınmış bir mühür. Belki de kalbimin içini aydınlatan bir ay. Kim bilir?"

 

Notumu katlayıp zarfına geri koyduğumda Merih'in gözlerine baktım. Gözlerim yaşlarla dolmuştu. Ona sıkıca sarıldım ve "Seni seviyorum," diye fısıldadım. Nazikçe saçlarımı okşadı.

 

"Bende seni seviyorum beyaz kuş. Hem de her şeyden çok."

Loading...
0%