Yeni Üyelik
16.
Bölüm

16.Bölüm: Beyaz Kelebeğin Beyaz Kuşu

@sevvnuraydn

Kuşun yaşadığı dünyanın yegane koruyucusu beyaz kelebekmiş. Onun küçük kelebeğin bedenini saran beyaz kanatlarının yerine sırtında yenileri belirdiğinde kuş dolu gözlerle ona bakıyormuş.

 

Kelebek ise ona dünyayı kurtaracak kadar güç veren kuşuna sıkıca sarılmış. Ona sarıldıkça değil tek bir aslanı yeryüzünde yaşayan tüm aslanlara diz çöktürecek kadar güçlü hissediyormuş kendini.

 

Derin bir iç çekmiş. Kuşundan ayrıldıktan sonra gözleri minik kelebeğe ve onun annesi karahindiba çiçeğine kaymış. Fedakarlığın çiçeğinin hali perişanmış. Kelebek ile kuş onun bu haline çok üzülmüş.

 

Fedakarlık çiçeğinin yüzünde ise onca acıya rağmen küçük bir tebessüm belirmiş. Minnettarlıkla bakmış ormanın kralına.

 

"Sizin sayenizde bitti esaretim. Artık bende küçük kelebeği ile mutlu olacak bir karahindiba çiçeğiyim."

 

Kelebek karahindibanın bu sözleriyle gülümsemiş. Artık vedalaşmanın vaktiymiş. Kuşu ile birlikte yuvaya dönmenin vakti gelmiş.

 

Küçük kelebek o an kahramanına bakmış. İstememiş gitmesini. Onu kaybetmek istememiş. "Gitmeyin," demiş yaşlı gözlerle kelebeğe bakarken.

 

Beyaz kelebek küçük kelebeğe bakmış. "Gitmem gerek," demiş. "Zira bu dünyada kafese kapatılması gereken daha çok aslan var."

 

Küçük kelebek bu sözlerin üzerine düşünmüş. İçi el vermiyormuş kahramanından ayrılmaya. "Ya özlersem?" diye sormuş bu sefer. Beyaz kelebek bu soruyla birlikte gülümsemiş.

 

"Eğer beni özlersen kanatlarım her zaman seninle olacak. Fakat beyaz kuşu özlersen o zaman bil ki ondan bir tane daha yok bu dünyada. Bu yüzden onu her özlediğinde gördüğün ilk serçenin kanadıyla bir haber yolla. Onlar sana beyaz kuşun sevgisini getirir."

 

Kelebeğin bu sözleri küçük kelebeği ikna etmekle kalmamış kuşun kalbinin de heyecanla çarpmasına neden olmuş. Birlikte küçük kelebeğin yuvasından uçup bir dala tünemişler.

 

"Göğe bak," demiş kuş kelebeğe. Kelebek gökyüzüne bakmış. Yıldızlı gece kuşunun eşsiz güzelliği karşısında sönük kalıyormuş. Hiçbir yıldız onun kadar güzel parlayamazmış kelebeğin gözünde.

 

Kelebek gözlerini gökyüzünden alıp kuşuna çevirmiş. İşte demiş içinden. İşte şimdi herkes kendi gökyüzüne bakıyor.

 

Kuşun gözleri de kelebeği bulmuş. İçinden ona olan aşkını haykırmak geliyormuş. Öyle de yapmış beyaz kuş. Sevdanın kuşu kelebeğine olan aşkını rüzgara anlatmış. Rüzgar onları birbirine yaklaştırmış.

 

Kelebek kuşuna daha önce hiç bu kadar yakın olmamış. Kalbi o kadar hızlı atıyormuş ki her an bedenini terk edebilirmiş. Nefesini tutmuş ve beklemiş. Kuş ise kelebeğin gözlerine bakmış.

 

"Seni seviyorum," demiş ve öpmüş kelebeğini. Kelebeğin buzdan kalbi kül olmuş. Artık ne atan kalbini hissedebiliyormuş ne de aldığı nefesi. Tek hissettiği tüm benliğini kasıp kavuran sevdanın busesi, tek düşündüğüyse kuşuna ne kadar aşık olduğuymuş.

 

_______

 

Uyanalı yarım saat olmuştu. Merih Ege kahvaltıya inmem için kapıma birini göndermiş kafamdaki görüntülerin etkisiyle aşağıya inmeye yüzüm olmadığından gelen kıza on dakikaya aşağıya ineceğimi söylemiştim. Tabii bunu söylememin üzerinden on dakikadan fazla zaman geçmesi dışında pek de bir sıkıntımız yoktu.

 

"Luna Hanım," diyerek tekrar kapıyı tıklattı aynı kız. Hayatıma odamda saklanarak devam edemeyeceğime göre kahvaltıya inmekten başka çarem kalmıyordu. Sıkıntılı bir nefes verdim.

 

Kapıya doğru "Geliyorum," diye mırıldandım. Daha sonra bütün gece onu düşünürken sarılıp uyuduğum gri kabanı koltuktan alıp koluma astım. Onu daha fazla bekletmek istemediğimden kilitli kapımı aralayıp merdivenlerden inmeye başladım.

 

Kalbim heyecandan küt küt atıyordu. Nefes alıp verişlerim düzensizleşmiş yüzüm onunla yan yana gelecek olmamın verdiği heyecanla yanıyordu. Sanki vücudumdaki tüm kan yanaklarımda toplanmış gibi hissediyordum.

 

Salondan geçip yemek odasına varmama birkaç adımlık mesafe kaldığında bir anlığına durmuş derin bir nefes almıştım. İçeriye girmeye cesaretim yoktu. Onu bir anda öpmüştüm. Üstelik sonrasında yanından kaçmıştım. Şimdi değil onun gözlerine bakmak aynı sofraya bile oturacak cesaret yoktu içimde. Ama bunu yapmam gerekliydi. En azından zihnimde bir şeyleri açıklığa kavuşturmalıydım.

 

Ona baktığımda benim kalbim nasıl birden kanatlanıp uçacak kadar hızlı çarpmaya başlıyorsa bunu onunda hissedip hissetmediğini öğrenmek istiyordum. Ancak bu şekilde içim rahat edebilirdi. Derin bir nefes alıp yemek odasından içeriye girdim.

 

O an Merih'in gözleri beni buldu. Griye çalan mavi gözleri gözlerimde gezinirken yutkundum. Aklıma dün gece olanlar geliyor yüzümün gözümün önünde beliren görüntülerle birlikte kızardığını hissedebiliyordum.

 

Gözlerimi onun gözlerinden kaçırıp aceleyle yerime oturdum. Koluma astığım kabanı yanı başımdaki sandalyenin üzerine astım. Tam karşımda oturan Kerim bu halime bir anlam veremediğinden sessizce yemeğini yiyor arada bir göz ucuyla da bizi süzüyordu.

 

"Siz ikiniz benden ne saklıyorsunuz?" diye sordu en sonunda dayanamayarak. Onun bu sorusuyla ben sesli bir şekilde yutkunurken Merih ise kısa bir bakış atmayı tercih etmişti.

 

Kerim bu bakışın altında yatanı anlamış olacak ki ağzına hayali bir fermuar çekmekle yetinmişti. Onun böyle yapmasıyla yemek odasında ölüm sessizliği hakim olmuştu. İşte o an keşke susmayıp konuşsa diye düşünmüştüm.

 

Bu sessizlik beni daha çok geriyordu. Derin bir nefes aldım. Gözlerimi zar zor bitirdiğim tabağımdan alıp yanı başımdaki güzel gözlerin sahibine çevirdim. Yüzünde tatlı bir gülümsemeyle birlikte öylece boşluğa bakıyordu. Ne düşündüğünü merak etmiştim ki gözlerini bana çevirdi.

 

"Kerim," diye mırıldandı Merih. Kerim'in gözleri onu bulurken onun gözleri benim üzerimdeydi. Sıcak bakışları yüzümde gezindi.

 

"Her şeyi ayarladın mı?" diye sorduğunda bu sefer gözlerini benden alıp Kerim'e çevirdi. Kerim bu sorusuyla gülümsemiş soruyu başını olumlu anlamda sallayarak yanıtlamıştı.

 

"Her şey ayarlandı. Saat 12.00'de uçağın kalkacak." Kerim'in bu sözleriyle birlikte sorgulayıcı bakışlarımı Merih'e çevirdim.

 

"Nereye gidiyorsunuz?" diye sorduğumda yüzündeki gülümseme genişlemişti. "Kerim ile ben değil senle ben gidiyoruz Lu. Birlikte küçük bir işi halletmek için Amerika'ya gidiyoruz."

 

Merih'in bu sözleri göz bebeklerimin şaşkınlıktan büyümesine neden olurken bu olanlara bir anlam veremiyordum. Sonuçta iş ile ilgili bir meselede bana değil Kerim'e ihtiyacı vardı.

 

"İş için gidiyorsak Kerim'in de bizimle birlikte gelmesi gerekmez mi?" Bu sorumla birlikte Kerim kısa bir anlığına Merih'e bakmıştı. Bu bakışın anlamı neydi bilmiyorum ama Kerim'in yüzünde birden muzip bir gülümseme belirmişti.

 

"Kerim buradaki işlerle meşgul olacak. Bu işi benim halletmem gerek," dediğinde anlayışla başımı sallamıştım. Tam o sırada yemek odasının kapısında elinde pembe bir bavulla Handan Hanım belirmişti.

 

"Ege Bey isteğiniz üzerine Luna Hanım'ın bavulu hazırlandı," diye mırıldandığında gözlerim pembe bavula takılı kalmıştı. Merih Ege masanın üzerindeki peçeteyle ağzını silerken başını hafifçe sallamıştı. Bunun üzerine Handan Hanım elindeki bavulu yanına gelen şoföre uzattı.

 

İkisi birlikte yemek odasından çıkarken şaşkın bakışlarım Merih'i buldu. "Her şey ayarlandı. Bir an önce hazırlanıp çıksanız iyi olur," dedi Kerim gülerek.

 

Ondaki bu neşeli ifadenin nedenini bir türlü çözemesemde üstelemedim. "Kaban için teşekkür ederim," diye mırıldandım. Ardından sofradan kalkıp hazırlanmak üzere odama çıktım. Ne giyeceğim hakkında hiçbir fikrim yoktu. Tek bildiğim yılın bu zamanlarında Amerika'nın dondurucu derecede soğuk olduğuydu.

 

Gözlerim bu havaya uygun bir şeyler bulabilmek için dolabın içinde gezinmeye başladı. En sonunda gözlerim siyah kadife tuluma takıldı. Şortlu tulumla siyah kalın çoraplarımı ve çizgili bluzumu kafamda kombinleyince ayakkabı olarak da raftan siyah topuklu botumu çıkardım.

 

Uçağı kaçırmamak için aceleyle üzerimi giyindim. Tepeden tırnağa siyah giyindiğimden biraz renk katmam gerektiğini hissediyordum. Makyaj aynasının karşısına geçtim. Çekmeceleri karıştırırken birinde kırmızı fiyonk toka bulmuştum. Saçlarımı gümüş tarağımla tarayıp birkaç tutamı fiyonklu tokayla arkadan toplamıştım.

 

Yüzüme biraz renk gelsin diye hafif bir de makyaj yaptıktan sonra dolaptan krem rengi kabanımı ve içine daha sonradan telefonumu ve birkaç parça eşyamı attığım kırmızı çantamı da alıp odadan çıktım.

 

Kalın topuğun çıkardığı tok ses koridorlarda yankılanırken aceleyle merdivenlerden inmeye başladım. Bir kolumda kabanım diğer kolumdaki çantayı omzuma asmaya çalışıyordum ki merdivenlerin diğer ucunda onunla göz göze geldim.

 

Gözlerini daha da ortaya çıkaran boğazlı ince bir kazak giymişti. Bu da yetmezmiş gibi gri kazağının üzerindeki gri kabanla nefesimi kesecek kadar yakışıklı görünüyordu. Güzel gözleri beni baştan aşağıya süzerken her an son basamakta tökezleyip düşebilecekmişim gibi hissediyordum.

 

İnce parmaklarım merdiven korkuluklarını kavradı. Son birkaç basamakta korkuluklara tutunmak zorunda kalmıştım. Yavaşça son basamaktan indiğimde Merih bana bakıp gülümsemişti.

 

Gülümsemesi o kadar sıcak ve güzeldi ki sanki bulaşıcı bir hastalıkmış gibi benimde yüzüme yansımıştı. Elimde olmadan kıkırdadım. Bununla birlikte gamzem daha da derinleşti. İşaret parmağını yavaşça yanağımdaki küçük çukura bastırdı.

 

Onun bu yaptığıyla donup kalmıştım. O ise benim aksime gayet sakindi. Parmağını yavaşça yanağımdan çekmiş ellerini kabanının ceplerine sokmuştu.

 

"Geç kalmadan gitsek iyi olacak," diye mırıldandı. Daha sonra büyük demir kapıyı açıp önden geçmem için eliyle işaret etti. Bir an bile duraksamadan açık kapının dışına çıkarken o da hemen peşimden gelmişti.

 

Birlikte bizi bekleyen siyah uzun araca binip yola çıktık. İstanbul trafiği yüzünden uçağı kaçırmanın köşesinden döndüğümüzü sandığımda ise asıl büyük sürprizle karşılaşmıştım.

 

Bavullarımız uçağa yüklenirken şaşkınlıktan küçük dilimi yutacaktım. "Bana özel uçakla gideceğimizi söylememiştin," diye mırıldandım kendime engel olamayarak. Bu şaşkınlığım onu güldürmüştü.

 

"Bu küçük ayrıntıyı unutmuşum." Onun küçük ayrıntı dediği şeye ben hayranlıkla bakıyordum.

 

Tam o sırada gözleri beni bulmuş "Gidelim mi?" diye sormuştu. Onu başımla onayladım. Birlikte uçağa geçmiştik. Kendimi hep filmlerde gördüğüm sahnelerden birinde gibi hissetmiştim. Kolumdaki kabanı ve omzumdaki çantayı tam koltuklardan birine koyduğum sırada uçakta bizden başka birinin daha olduğunu gördüm.

 

Sarı uzun dalgalı saçları beline kadar uzanan genç kadın bizi görünce oturduğu yerden kalkmış bedenini saran elbisesinin eteklerini düzeltmeye başlamıştı. Şaşkın bakışlarım bir onun bir Merih'in üzerinde gezinirken olanlara bir anlam veremiyordum.

 

"Ege," dedim en sonunda dayanamayarak. Ondan bir açıklama bekliyordum. Bu kadının burada ne işi olduğunu anlatmasını bekliyordum ki genç kadın oturmam için daha demin kalktığı koltuğun yanındaki koltuğu işaret etmişti.

 

O daha demin kalktığı yere bense onun gösterdiği yere geçerken Merih de tam karşımdaki koltuğa geçmişti. "Jane," dedi Merih gülümseyerek. Anlaşılan Kartal aracılığıyla daha önceden tanışıyorlardı.

 

Gözlerim ikisi arasında gidip gelirken Jane nazikçe gülümsemişti. "Ege Bey buraya teklifinizi kabul ettiğimi söylemek için geldim," diye mırıldandı. Yabancı olmasına rağmen dilimizi akıcı bir şekilde konuşuyordu.

 

Renkli gözlerinde gezinen hüzün ile birlikte bakışlarımı bu sefer Merih'e çevirdim. "Ne teklifi?" diye sordum dayanamayarak. Bu sorumla birlikte Merih üzerindeki kabanı çıkarıp yanındaki boş koltuğun üzerine bıraktı. Ardından griye çalan mavi gözlerini benimkilere dikti.

 

"Jane bize Kartal konusunda yardımcı olacak." Merih'in pat diye söylediği şeyler karşısında donup kalmıştım. Kartal'ın ipini çekmek için onun kız arkadaşından yardım mı alacaktık? Bu mümkün olamazdı!

 

"Ege sen ne dediğinin farkında mısın? Bu olmaz! Bunu kabul etmiyorum," dediğimde gözlerim kısa bir anlığına Jane'e kaymıştı. Bakımlı sarı saçlarını ince parmaklarının arasına almış uçlarını çekiştirip duruyordu.

 

Gözlerimi ondan alıp Merih'e çevirdim. "Lu bana güven. Aradığımız kişi Jane," dedi bu sefer. Onun bu kendinden emin haline baktım bir süre. Yanımdaki kadına bu kadar güvenmesinin sebebini bir türlü anlamıyordum. Sonuçta o kadın Kartal'ın aşık olduğum dediği kadındı. Bizi ifşa edip etmeyeceğine nasıl güvenebilirdim?

 

Başımı olumsuz anlamda salladım. Merih ise bu konuda oldukça ısrarcıydı. Tam beni ikna etmek için tekrar bir hamle yapmaya kalkmıştı ki bu sefer öne atılan Jane olmuştu.

 

"Ege Bey izin verin durumu ben açıklayayım. Bu durumdan bahsetmenizi istememiştim. Bana saygı duyduğunuz ve sözünüzü tuttuğunuz için teşekkür ederim. Fakat Luna Hanım'a bu durumu açıklamakta bir sakınca olmadığını düşünüyorum."

 

Jane'in bu sözleri afallamama neden olmuştu. Gözlerim onun bebe mavisi gözlerini bulduğunda sanki dokunsam her an ağlayabilecek gibi olduğunu fark ettim.

 

"O gece sizi gördüğüm zaman Kartal ile aranızda hala bir şeyler olduğunu anlamam gerekirdi. Fakat ben böyle bir şeyin ihtimalini bile düşünmedim. Çünkü ona çok aşıktım," dediğinde dudaklarından küçük bir hıçkırık çıkmıştı.

 

Onları ilk beraber gördüğüm anı anımsadım. Tüm dünyanın başıma yıkıldığını hissetmiştim. Şimdi ise o kadınla yan yana oturmuş konuşuyordum. Yutkundum. "Peki şimdi ne değişti? Ona oyun oynamak isteyecek kadar aranızda ne değişti?"

 

Bu sorumla birlikte titreyen zarif parmaklar saçlarıyla oynamayı bırakmış yanaklarından yaşlar süzülürken aynı parmaklar karnının üzerinde durmuştu. Gözlerim karnının üzerindeki titreyen zarif parmaklarda takılı kaldığında beynimden vurulmuşa döndüm.

 

Şaşkın bakışlarımı ondan alıp kısa bir süreliğine Merih'e çevirdim. Buna inanamıyordum. Gözlerimi tekrar Jane'e çevirdiğimde hıçkırıklarının arasından "Hamileyim," diyebilmişti.

 

O zamanki benle şu anki arasındaki en büyük fark aşık olduğum kişilerdi. Kartal beni öldüren Merih ise benim yeniden doğmama olanak sağlayan adamdı. İşte o an daha iyi anladım. Ben seviyorum derken öldüren Kartal'ın aşkını değil seviyorum derken yüreği titreyen kelebeğini aşkını istiyordum.

 

Gözlerim Jane'in gözlerinde gezinirken koruma içgüdüsü ile avucuyla kapattığı karnına baktım. "Kartal onu istemiyor. Eğer ondan bir an önce kurtulmazsam beni de istemediğini söyledi. Ama ben bunu yapamam," dediğinde kalakalmıştım.

 

Kartal'ın zalim olduğunu biliyordum. Fakat söz konusu kendi çocuğu olduğunda da aynısını yapabileceğini hiç düşünmemiştim. Üstelik Jane'i öyle çaresiz görmek göğsümün ortasına sıkı bir yumruk yemişim gibi kalakalmama neden olmuştu.

 

"Sonra ne oldu?" diye sordum bu sefer. Jane sakinleşmek için derin bir nefes almış sözlerine kaldığı yerden devam etmişti.

 

"Bana bir hafta mühlet verdi. Ondan kurtulmamı söyledi. Sonra Ege Bey ile konuştum. Bana aslında Kartal'ın nasıl biri olduğunu anlattı. Mahşer'in dışında senin neler yaşadığını anlattı. O an böyle bir adamın yerinin belli olduğuna daha da emin oldum."

 

Jane kısa bir anlığına duraksamış gözünün önüne gelen bir tutam sarı saçı kulağının arkasına sıkıştırmıştı. "Luna senin bana güvenmediğini biliyorum. Sonuçta ben o adamın sevgilisiyim. Ama sana yemin ederim bunlardan haberim yoktu. Senin varlığını öğrenince ölen birini kıskanmamın saçma olduğunu söyledi. Ondan öncesinde de sana Tahsin Soydere ile yakın olabilmek için yakınlaştığını söyledi."

 

Bu sözlerle daha önce yaşadığım her şeyin koca bir yalandan ibaret olduğunu anlamış oldum. Yüzümde buruk bir gülümseme belirdi. "Başka ne söyledi benim hakkımda?" demekten kendimi alamadım.

 

"Bu ilişkinin çok öncesinden bittiğini söyledi. Senin ona takıntılı olduğunu söyledi. O zaman ne kadar da aptalmışım. Söylediğine hemen inanmıştım. Ama içimde küçük bir soru işareti her zaman vardı. Bu yüzden senin cenazene gitmek istediğini söylediğinde onunla birlikte gitmiştim. Gerçekten bir şeylerin bitip bitmediğini anlamak ve onunla yoluma bakabilmek için..."

 

"Peki sonra? Cenazede ağladığını gördüğünde ne düşündün?" dediğimde umutsuzca başını iki yana salladı. "Gördüm. Ama o an buna çok odaklanamadım. Çünkü cenazeden hemen sonra ben doktora giderken onun benden gizli hemen o gece eğlenceye gittiğini öğrendim. İnsan sevdiği birini kaybettiğinde böyle yapmaz. Bunu biliyorum. O cenazeye Kartal vicdanını rahatlatmak için gitti."

 

Jane'in sözleri düşünmeme neden olmuştu. Hayatımın o uçurumdan çakıldığım ana kadar koca bir yalandan ibaret olduğunu anlamış oldum. Merih'in hayatıma dahil olmasından önce aslında yaşadığım her şey bir sanrıdan ibaretti. Sevildiğimi sandığım her an aslında ganimete giden bir piyon gibi kullanılmıştım.

 

Gözlerimi Jane'in karnına çevirdim. "Ne zamandır birliktesiniz?" diye sordum bu sefer. Bu sorumla birlikte yutkundu. "Yaklaşık bir buçuk yıldır." Onun bu cevabıyla gülmeden edemedim. Beni en başından beri onunla aldatıyordu. Ama şu an içimde öfkeye dair en ufak bir belirti dahi yoktu.

 

Kartal için artık değil hayal kırıklığına uğramak değil öfkelenmek nefret dahi edemiyordum. Çünkü ona nefret edecek kadar bile değer vermiyordum. Bu yaptığıma kendim bile inanamayarak elimi onun karnını tutan elinin üzerine koydum.

 

"Merak etme. Bu işten sonra bebeğinle birlikte mutlu bir hayata atılacaksın. Senin Kartal'a ihtiyacın yok. Ama o küçük bebeğin sana bu hayattaki hiç kimsenin ihtiyaç duymadığı kadar çok ihtiyacı var Jane."

 

Bu sözlerim onu gülümsetti. Yanaklarından birkaç damla yaş süzülmüş gözleri elinin üzerindeki elimde takılı kalmıştı. "O cani cezasını çekecek. Bunun için sizinle birlikte hareket edeceğimden emin olabilirsiniz."

 

Jane bunları söyledikten sonra elimi usulca geri çekmiş içtenlikle gülümsemiştim. Jane, "Artık gitmem gerek. Kartal bebeği aldırdığımı düşünüyor. Bunun için sahte rapor ayarladığınız için size minnettarım Ege Bey," dedi gülümseyerek.

 

Merih "Önemli değil. Ayrıca Amerika'da maske işini hallettikten sonra seninle iletişime geçeceğim. O zamana kadar dikkatli ol," dediğinde Jane başını sallamış oturduğu yerden kalkmıştı. Onun uçaktan inişiyle birlikte gözlerimi Merih'e çevirdim.

 

Onunsa yüzünde belirgin bir gülümseme vardı. "Maske derken?" dedim bu sefer. Yüzündeki gülümseme genişledi. "Gidince görürsün."

 

Onun bu sözleriyle birlikte bakışlarımı camdan dışarıya diktim. Tam o sırada "Lu," diye mırıldandı. Griye çalan büyüleyici gözleri yüzümde geziniyordu. Onun bu çekimine karşı koyamayıp gözlerimi tekrar ona çevirdim.

 

"Seninle gurur duyuyorum," dedi içtenlikle. Bana söylediği bu söz gülümsememe neden oldu. Derin bir iç çektim. "Her şey senin sayende..."

 

*******

 

Uçak yolculuğunun en güzel yanı tüm dünyayı bulutların üzerinden görebilmek gibi bir imkanınızın olmasıdır. Merih ile birlikte Amerika'da saat sabah 07.00 civarında havaalanına varmış oradan da bizim için gelen arabaya binmiştik.

 

İşin garip noktasıysa şoför anahtarları Merih'e teslim etmiş ve gitmişti. Yani anlayacağınız arabayı Merih kullanıyordu. "Nereye gidiyoruz?" diye sordum yanı başımdaki yakışıklı adama bakıp derin bir iç çektiğim sırada. Kıkırdadı. Yüzündeki gergin ifadeyi saklamaya çalıştığını onun kasılan yüz kaslarından anlayabiliyordum. "Küçük bir işimiz var," dedi direksiyonu orman yoluna kırdığı sırada.

 

Arabanın sessiz orman yolunda çıkardığı tuhaf sesler eşliğinde giderken bir şeyin farkına vardım. Gözlerim ağaçlı yolu izlerken aklıma takılan ihtimalle bakışlarımı Merih'e çevirdim. Gözlerim onun üzerinde gezinirken tam da düşündüğüm gibi arabayı taş köprünün kenarına park etti.

 

"Bu okul yolundaki taş köprü," dedim bu olanlara bir anlam vermeye çalışarak. Heyecanla arabadan inip köprüye doğru koşarken bunun olduğuna hala inanamıyordum. İçimdeki bastıramadığım heyecanın da etkisiyle eski taş köprünün üzerine geldiğimde kıkır kıkır gülmeye başlamıştım.

 

Ellerim taş köprünün kenarlarını kavramış soğuk rüzgara karşı masmavi göle bakıyordum. Tam o sırada Merih yanıma gelmiş arabada bıraktığım krem rengi kabanımı üşümemem için omzuma atmıştı. Kabanımı üzerime düzgünce geçirip ona baktım.

 

"Buraya geldiğimize hala inanamıyorum," dedim gülerek. Bu heyecanım ona da yansımıştı. Birlikte taş köprünün üzerinde göle bakıyorduk.

 

"Yıllar önce bana verdiğin beyaz mendili bu göle düşürmüştüm," dedim o an gözlerimin önünden gelip geçerken. Merih başını olumsuz anlamda salladı. "Unuttun mu biz o günden sonra hiç ayrılmamıştık. Seninle burada tekrar buluşmuştuk."

 

Onun bu sözleriyle gözlerimi ona çevirdim. Yüzünde tatlı bir gülümsemeyle birlikte tutmam için elini uzattı. İnce parmaklarım onun avucunu kavradı. Birlikte taş köprüde yürüyerek karşı tarafa geçtik.

 

Bir süre sonra kırmızı tuğlalı eski okul binasının önüne çıktık. Gözlerim okul binasının üzerinde gezinirken bir anda önündeki devasa söğüt ağacına kaydı. O ağacın altında ağladığım güne geri gittim. Gök gözlü o genç adamla tanıştığımız o yere takıldı gözlerim.

 

"Gel," dedi Merih. Elimden tutup beni söğüt ağacının altına götürdü. Tam o sırada uzaktan fark etmediğim origamiden yapılmış beyaz kelebeklerin iple söğüt ağacının dallarına asılmış olduğunu fark ettim.

 

Parmaklarım içlerinden birini kavradığında gülmeden edemedim. "Bunları buraya kim asmış?" diye kendi kendime konuşurken Merih'in gözlerinin benim üzerimde olduğunu fark ettim.

 

Gözlerimi beyaz kelebeklerden aldığımda bana daha da yaklaştı. Gözümün önüne gelen bir tutam saçı alıp kulağımın arasına sıkıştırdı. "Lu," diye fısıldadı. Yutkundum. Parmakları usulca yanağımı okşadı.

 

"Bunu söylemek için çok uzun zaman bekledim. Önce senden emin olmak istedim. Sonra da böyle özel bir cümleyi bizim için özel olan bir yerde söylemek istedim."

 

Merih'in söylediği sözler kalbimin gümbür gümbür atmaya başlamasına yetmişti. Nefesimi tutmuş onun güzel gözlerine bakıyordum. "Lu," dedi tekrar. Sonra öyle güzel sözler söyledi ki...

 

"Her zaman neyi merak etmişimdir biliyor musun Lu? Aşkın nasıl bir his olduğunu? Nasıl insanları etkisi altına aldığını hep merak etmişimdir. Bu duygunun nasıl olur da insanları kör edebildiğini kalplerinin içinde nasıl kelebekler uçuştuğu hissini verdiğini düşünmüşümdür. En sonunda bu sorunun cevabını buldum. İnsan birini kendinden daha çok düşünmeye başladığında ona gelecek en ufak bir zararda kalbi sanki yerinden sökülüyormuşçasına canı yandığında sevdiğinin gözlerine bakarken içinde tutuşturulmuş cehennem ateşini hissediyorsa ve bu ateşin sevdiğinin gözlerini yakmasından endişe edip gözlerini kaçırıyorsa nefes aldığı her an onu düşünüyor onun mutluluğu için sevgisini kalbinin en derin mezarlığına gömebiliyorsa ve onu sadece sevmekle yetinecek kadar düşünüyorsa o kişi gerçekten aşık olmuş demektir. Peki sen hiç aşık oldun mu Lu?"

 

"Cevabımı zaten biliyorsun," dediğimde bir anda yüreğinden geçen o özel hissi söyleyiverdi.

 

"Ben sana çok aşığım Lu."

 

Gözlerim dolmuş bu anın bir hayalden ibaret olmasından korkarken bulmuştum kendimi. Merih Ege bana aşık olduğunu söylüyordu. Ne diyeceğimi nasıl tepki vereceğimi bilmiyordum. Dudaklarım heyecanla titremiş "Bende sana," diyebilmiştim.

 

Merih gülümsedi. Griye çalan mavi gözleri beni adeta hipnotize ederken kollarını belime doladı. Sıcak dudaklarını benimkilere bastırdığında her şey donmuştu. Zaman durmuştu. Tek hareket eden sadece başımızın üzerinde sallanan aşkın beyaz kanatlı kelebekleriydi.

 

Kollarımı onun boynuna doladım. O gün gözyaşlarıyla yaşayamadığı ulaşamadığı sevgiye bakan o genç kız şu an altında olduğumuz söğüt ağacının altına yıllar önce sığınmıştı. Onu görmeyen koca bir dünyaya inat gözlerinde gökyüzünü saklayan o genç adam o kızı görmüş onu o içine sıkışıp kaldığı çaresizliğinin arasından tutup çıkarmıştı.

 

Şimdi ise aynı kız ve o gök gözlü çocuk büyümüş yıllar sonra birbirlerini buldukları yerde aşkla birbirlerine sarılmıştı. Merih beni tutkuyla öperken yanağımdan iki damla yaş süzüldü. Bu yaşın sebebi acı değildi. Mutluluktu.

 

Hayatımda hiç bu kadar mutlu olduğum bir an hatırlamıyordum. Dudaklarımız ayrıldığında ikimizde nefes nefeseydik. Gözlerimiz birbirine kenetlenmiş ikimizinde yüzünde kocaman bir gülümseme vardı.

 

"Beyaz kelebeğin beyaz kuşu," diye fısıldadı Merih. Alnını alnıma dayadığında kıkırdadım. Ben Luna. Onun demesiyle Lu... Ya da bir başka değişle beyaz kuş... Beyaz kelebeğin beyaz kuşu...

Loading...
0%